Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@ayenurerol1


Fazıl Say - İnsan İnsan


3. BÖLÜM

 


Kulaklarım çınlıyor, kan basıncımın kuvvetli darbeleri kalbime iniyordu. Nefes alamadığımı hissettim. Yutkundum. Başımı zorlukla kaldırıp etrafa bakındım. Park boştu.


İleride, elinde bir şişe suyla bana yaklaşan Açelya'yı gördüğümde şu an burada bulunmak istemediğimi hissettim. Dudaklarım aralandı. Ciğerlerimden kaçan havayı ağzımda hapsetmek istercesine derin bir nefes aldım. Yetmedi.


"Eda?" Ellerimi havaya kaldırdım. "Çok... Çok özür dilerim... Gitmem gerek." Dedim ve daha fazla bir şey diyemeden parkın çıkışına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Ellerimi ceplerime sokup boynumu omuzlarıma çektim. Aklım sıra kendimi sakınıyordum.


Çocuk parkının yanından geçerken omzuma top yememle irkildim ve atılan yere baktım. Çocuklar suç işlemiş gibi masumane bir ifadeyle bana bakıyorlardı. "Çok özür dilerim, abla. İstemeden oldu." Arkadaşlarından biri topu almaya geldi. Ayaklarımın dibindeki topu alırken yere bir kağıt bırakıp bana bir bakış attıktan sonra gittiğinde oturup ağlayacak gibi hissediyordum. Bu kadarı fazlaydı!


Yere çömelip kağıdı aldım ve kalktım. Çocuklardan biraz uzaklaşıp siyah kağıdı açtım. Beyaz mürekkeple el yazısıyla yazılmıştı.


"Bu kadar korkma, Desise. Senin için gayet olması gereken bir şeydi bu. Rahatla ;)"


Kağıdı elimde buruşturup etrafa bakındım. Sürekli kontrol etme isteğiyle dolup taşıyordum. Bu kağıdı bırakan çocuğun yanına ilerledim koşar adım. Kolundan tutup kendime çevirirken yanlışlıkla biraz sert davranmış olmalıydım ama özür dileyecek durumda değildim.


Ortada büyük bir cinayet vardı!


Ve katili bendim!


Bu gerçek, kendimi odama kapatıp sesim tükenene kadar çığlık atma isteği uyandırıyordu.


"Kim verdi sana bu kağıdı?" Çocuk ürkek gözlerle bana bakıp parmağını uzattı ve bir noktayı gösterdi. Gösterdiği yere baktığımda bankta oturan siyahlar içinde bir adam gördüm. Siyah maskelilere çok benziyordu ama bu sefer yüzünde maske yoktu. Kapşonu bile takılı değildi.


"Tamam." Dedim ve teşekkür etmeyi unutarak kendimi o adama ilerlerken buldum. Hem bu kadar korkak hem bu kadar soğukkanlı kalmayı nasıl başarıyordum? Bunu ben bile bilmiyordum.


Adamın başında dikildim ve ellerimi ceplerimden çıkardım. "Kimsin sen?" Rahat bir şekilde bankta yayıldı ve başını kaldırıp gevşek bir ifadeyle baktı. "Siyah maske?" Dedi 'nefes alıyorum' der gibi. Bu tavrı içimdeki öfkeli kaplanı uyandırmıştı. Bir anda kendimi çenesini kavrayıp sıkarken buldum. Diğer elimle de bankın başına tutunmuştum. Yüzümde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordum ama çenesini sıktığım adam irkilmiş, korkuyla bakıyordu. "Karşında kim olduğunu unutma, siyah maske. O küçümsediğin ellerimle canını söke söke almam 5 dakikayı almaz." Dedim bir anda. Yine aynısı oluyordu. Ben değil de başka biri konuşuyordu sanki. Ama konuşan bendim, ses benimdi, bakış benimdi. Her şey benimdi.


"Ta-tamam." Dedi Siyah Maske korkuyla. Kafasını hemen arkasındaki ağaca vurarak bıraktım ve dikleştim.


"Karşımda gevşek gevşek oturma. Kalk ayağa." Ayağa kalktı ve üstünü düzeltti. "Neler olduğunu anlatıyorsun, hemen. Dün gece neydi öyle? Sabah nasıl hiçbir şey olmamış gibi yatağımda uyandım? Hipnoz mu ettiniz beni? Hemen şu dakika açıklamazsan, sıradaki kurban sen olursun." Bu kimdi? Bu ben değildim!


"Evet, Desise. Hipnozdu. Ama senin düşündüğün gibi bir şey değil. Olaylar çok karışık." Başını umutsuzca iki yana salladı. "Hem de çok karışık. İçinden çıkamayacaksın." Dişlerimi sıktım. "Beni çileden çıkartmayın! Ben, tek derdi istediği üniversiteye girebilmek olan sıradan bir öğrenciyim! Benden ne istiyorsunuz?"


Yutkundu. "Biz istemiyoruz. O istiyor. Senin hak ettiğini geri almanı istiyor. Çünkü hepsi senin elinden söke söke alındı. Hakkını sana geri vermek istiyor." Gözlerimi sabır diler gibi yumup bir kaç kez nefes alıp verdim. "Bak, çıldırmak üzereyim! Şifreli konuşma bana!"


"Anlatmak için hiçbir yetkim yok. Gerektiğinde o sana anlatacak." Kaşlarım çatıldı. "Kim?"


"Beyaz Maske. Ya da senin bildiğin diğer adıyla; Kızıl Maske." Bakışlarım toprak zemini bulduğunda düşünüyordum. Neyin içindeydim? Elimden ne alınmıştı da benim haberim yoktu? En yakın arkadaşımın canını almak nasıl hakkım olan olabilirdi?


"Kızıl Maske dışında kimseye güvenme, Desise. Hiç kimseye." Sözlerinin altında bir mesaj yatıyordu. Ama anlayamıyordum. Kafam o kadar doluydu ki hiçbir şey kavrayamıyordum. "Şu an hiçbir şey anlayamadığını ve boşlukta gibi hissettiğini biliyoruz. Ama her şeyin düzene girmesini ve hak ettiğini almak istiyorsan sessiz kalmak, hiçbir şey olmamış gibi davranmak zorundasın. Seçil Kovan'ın dağ evinde bir yangın çıkarttık. Tüm cesetler de orada. Partiden sonra after parti için oraya gitmişler ama yangın çıkmış gibi gösterilecek. Sen de ona göre ifade vermelisin. Dağ evini arayıp yangını ve cesetleri bulmaları en fazla 2 günü alır. O zamana kadar da cesetler tanınmayacak hâle gelir. Senin yapman gereken tek şey buna göre ifade vermen ve evde hiçbir şey olmamış gibi davranıp haber beklemek." Ruhsuzca güldüm. "Ne yapacağımı bana sen mi söylüyorsun?"


Güldü. Şeytani bir gülüştü. "Gerçek Desise uyanmış." Hafif bir baş hareketiyle ufak bir reverans yaptı. "Hoşgeldiniz, kraliçem." Göz devirdim. "Evde bir polisle yaşıyorum. Bunun için de bir şeyler düşündünüz mü bari?" Omuz silkti. "Onu kendin hâlledersin. Koskoca Ne- Desise'sin ne de olsa?" Ne? Ne, derken ne demek istedi?


"Nasıl ulaşacak bana?" Hafifçe güldü. Alaylı ve imalıydı. "Ulaştığında anlarsın." Dedi ve önümde yine ufak bir reverans yapıp kapşonunu taktı, uzaklaştı. Bir süre öylece arkasından baktım ve sonra etrafıma bakındım. Bizi gören ya da duyan birisi yoktu.


Kendi içimde büyük bir boşlukta savruluyordum. Bir an başım döndüğünde banktan tutunup yavaşça oturdum. Nefes alış verişlerim zorlaşmıştı. Gözlerim dolarken başımı kaldırıp gökyüzüne baktım ve dudaklarımı birbirine bastırdım.


Hiçbir şeye ulaşamamıştım. Yerimde sayıyordum. Neyin içindeyim, bana ne oldu, bunlar kim? Ve daha pek çok soru. Hepsi beni içine çekip boğuyordu. Yüreğim sıkışmaya başlayınca sol elim istemsizce göğsüme gitti ve kalbime koydum. Gözyaşlarım akmaya başladı. Belki de buna ihtiyacım vardı şu an? Acımı yeterince yaşamadan yarınıma dönemezdim. Bir yanım hep o acıya bakıyor olurdu.


Yağmur çiselemeye başlayınca birazdan artacağını ve sırılsıklam olacağımı biliyordum. Ama umurumda olmadı. Aksine, yağmuru tenimde hissettikçe, damlaları bedenimden akıp gittikçe tüm acımı da alıp götürüyormuş gibi hissediyordum. Saçlarımdan akan yağmur damlaları, bir annenin şefkatli elleri gibi hissettiriyordu. Sanki annem saçlarımı okşuyor, her şeyin geçeceğini söylüyordu.


"Kızıl Maske dışında kimseye güvenme, Desise. Hiç kimseye."


Anneme de mi?


Halbuki şu an ne çok ihtiyacım vardı girip kollarına, ona sığınmaya.


Yağmur, hızını artırdıkça park tamamen boşaldı. Toprak çamurlaştı, çimler ıslaklığın etkisiyle koyulaştı, hava kasvetleşti. Düz saçlarım ıslandıkça yüzüme yapıştı.


Yüreğimdeki sancı arttı. Eğilip iki büklüm olmak zorunda kaldım. İçimdeki bir şey beni zorluyordu sanki. Çıkmak için bedenimi yırtacak gibiydi. Onu serbest bırakmamı istiyordu. Dolup taşıyormuşum gibi hissettiriyordu. Nefes almam iyice güçleşti. Başka çarem kalmamıştı. Ne olacağını bilmememe rağmen bırakmak zorundaydım. Yoksa kalbimi bile durduracak gibiydi.


Bıraktım.


Başımı havaya kaldırdım ve yalvardım, "Anne!" Yağmur iyice güçlendi. Bardaktan boşalırcasına yağmaya başladı. İleriyi göremiyordum, yağmur sebebiyle buğulanmıştı. İstemsizce bağırdım, "ANNE!" Neden anneme seslendiğimi, canım yanar gibi bağırdığımı bilmiyordum. Belki de ona ihtiyacım olduğunu hissettiğimdendi.


Annemi kaybetmişim gibi hissediyordum. Aklım ve kalbim resetlenmiş, içinde bulunduğum ana hapsolmuştum. "Anne yardım et bana!" Ayağa kalkmak istedim ama yapamadan dizlerimin hemen üstüne düştüm. Avuçlarımı hemen önümde yere yaslarken ıslak, ağırlaşmış saçlarım önüme düştü. Çığlık çığlığa ağlarken bir sıcaklık hissettim.


Hava ısınmıştı. Deli gibi yağmur yağmasına rağmen hava nasıl ısınabilirdi? Belki de psikolojikti. Hava falan ısınmamıştı.


Bunu anlamak için başımı kaldırıp parkın girişindeki dev saate baktım. Sol alt köşesinde havanın derecesi yazıyordu. 16°C. Hava falan ısınmamıştı. Belki de ben soğuğa alıştığım için ılık hissediyordum.


Yerdeki taşları avuçlayıp sıktım. Hafif bir sızıyla hızla sol elimdeki taşları bıraktım. Elimi çevirip baktığımda kan, yağmurla beraber elimden akıp gitti. Elime batmış olan yeşil cam parçasını tutup çıkardım ve kenara attım. Elim kanamaya devam etti.


Dizimden destek alarak ayağa kalktığımda hâlâ elime bakıyordum. Kabanım, dizlerim, botlarım hep çamur olmuştu. Yenilenen kan, tekrar tekrar yağmurla beraber akıp gidiyordu. Bir süre sonra ne kan çıktı, ne de yağmur onu götürdü.


Başımı kaldırdığımda gözüme gelen damlalar yüzünden gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım.


Karşıdaki duvarda kırmızı boyayla yeni yazılmış yazıyı akmadan hemen önce okuyabilmiştim. Elinde sprey boyayla kaçan siyah kapşonlu adama dikkat bile etmedim.


Çok kitap okumamın yararlarıydı.


Nefes al, Desise. Nefesin, sana kalan en büyük miras.


🩸


Zile bastıktan sonra bir süre bekledim. Kapı açıldığında annem görüş açıma girdi. Şokla bana baktı. "Eda, bu hâlin ne?!" Onu görmezden gelerek ayakkabılarımı evin dışında çıkardım ve içeri girdim. "Eda!" Arkamdan seslenmeye devam etse de kendimi direkt banyoya attım. Ilık bir duş alıp tüm çamurdan ve yağmurun getirdiği kaskatılıktan arındırdım kendimi.


Pembe tarağımla saçlarımı tarayıp büyük havluyu bedenime sardıktan sonra çamaşır makinesinin üzerine koyduğum telefonumu ve ulaşım kartımı aldım. Odama geçtikten sonra elimdekileri düzgün yatağımın üstüne fırlatıp kapıyı kapatıp kilitledim.


Dışarıda hâlâ yağmur yağıyordu ve kudretli şırıltı sesi odama kadar geliyordu. İstemsizce pencereye yöneldim ve açtım. Yağmur damlaları iç mermere düşerken umursamadan dolaba yöneldim. Toprak kokusu odamı doldurmuştu.


Dolabımdaki çekmecelerden birinin solu düz, sağı dantelli takımlardan oluşuyordu. Hep düz giyerdim ama bu sefer farklılık istiyordum. Siyah dantelli takımı çıkarıp üstüme geçirdim. Sütyenin kopçası beni biraz zorlasa da sorunsuz halletmiştim. Siyah, oversize kapşonlu sweatshirt ve siyah tayt çıkardım. Giydikten sonra beyaz-kırmızı renklerindeki ren geyikli kalın yılbaşı konseptli çorabı giydim. Geçen sene yılbaşında almıştım bunları ve çok sıcak tutuyorlardı. Kırmızı ev botlarımı ayağıma geçirdim.


Saçlarımı kurutmak istemedim. Kurutunca kabarıyordu ve hiç hoşuma gitmiyordu. Kuruyan cildime nemlendirici sürdükten sonra yatağıma attım kendimi. Öylece tavana bakmaya başladım.


Bazen kendimi başka bir evrene geçiş yapmış gibi hissederdim. Paralel evrene geçmiş gibi. Her şey değişirdi, ben değişirdim. Ama şu son iki günde bu düşünce gerçek anlamını kazanmıştı. Gerçek anlamda hayatım tepetaklak olmuştu. Kendim gibi hissetmiyordum. Ait olduğum yerde gibi hissetmiyordum. Şu an benim için sadece yatağım vardı. Ait olduğum yer sadece yatağımdı.


En yakın arkadaşımı öldürmüştüm.


Şimdi çıldırıp etrafı dağıtmam ya da polise gidip teslim olmam gerekmez miydi? Ben neden bu kadar rahat hissediyordum?


Seçil Kovan artık hayatımda yoktu! Hayatım mı? Hayatta değildi! Ben nasıl bu kadar rahattım? Anlam veremediğim bir şey de buydu.


Kapı çalınıp kulpu indiğinde kilitli unuttuğum için açılmadı. Tekrar tıklatıldı. "Eda? Güzelim? İyi misin anneciğim?" Gözlerimi sımsıkı yumup başımı daha sert bastırdım yastığa. Şu an hiçbir konuşma yapmak istemiyordum.


"Kızıl Maske dışında kimseye güvenme, Desise. Hiç kimseye."


Asıl onlara güvenmemem gerekirdi! Ailem benim var olduğum ilk nefesten beri yanımdaydı ama bu tuhaf insanlar daha dün girmişlerdi hayatıma. Onlara nasıl güvenebilirdim?


Ama içimden bir ses de onları savunuyordu. Kimseye güvenme. Herkes yalan söylüyor gibiydi. Oflayarak ellerimle yüzümü sıvazladım ve yataktan doğrulup ayağa kalktım. Ellerimi indirirken kapıya ulaşıp kilidi açtım ve tekrar yatağıma döndüm. Bacağımın tekini altıma alırken diğerini aşağı sallandırdım.


Kapı tamamen açıldığında annem içeriye girdi. Mavi gözleri merhametle parlıyordu. Oldum olası hep anneme benzemek istemiştim. Kahverengi saç, kahverengi göz... Bunlar hep basit ve herkeste olan şeylerdi. Zambak olmak varken basit bir ot olmak gibiydi. En azından gözlerim koyu bir yeşildi. Zümrüt denebilirdi, orman denebilirdi, yosun denebilirdi. Benzetecek çok şey vardı. Buna şükretmiştim. Fakat annem mavi gözlü ve sarışındı. Sarı saçları artık eskisi gibi canlı değildi. Aralarında beyazlar vardı ve rengi solmuştu. Annem yaşlanmıştı. Bu beni buruklaştırıyordu.


Yaklaşıp yanıma oturdu. "İyi misin?" Bunun cevabını gerçekten merak ediyordu. Gerçekten samimiydi. Gerçekten beni düşünüyordu. Neden ona da güvenmeyecektim ki? Bugüne kadar her anlamda yanımda olan tek kişi annemdi. Her kararımda, her davranışımda, her hareketimde...


Cevap vermedim. Veresim gelmemişti. Öylece durup sadece bakmak istiyordum. Belki de sadece sarılmak. Ama beni engelleyen bir şeyler vardı.


"Arkadaşından haber alamadın, değil mi? Merak etme, iyidir. Seçil'i tanıyoruz ya? İçip içip sızmıştır bir yerde. Uyanınca hepinize dönüp özür diler, merak etme." Yutkunamadım. İçip içip bir yerde sızmadı, anne. Onu ben öldürdüm. Yorgun bir sesle "Polise haber vermişler mi? Pek konuşamadık." dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı. "Hayır. 24 saat geçmesi bekleniyor." Gözlerimi yumdum. 24 saat, bir cesedi ve izleri yok etmek için uzun bi' süreydi.


"Penceren niye açık? Hasta olacaksın." Gözlerimi aralayıp ona baktım. Açık ve perdeleri rüzgârla uçuşan pencereme bakıyordu. Yataktan kalkıp penceremi kapattı ve perdeyi çekti. "Sana salep yapayım mı? İster misin?" Kısa bir süre düşündüm. Ama bu gereksizdi. Düşünecek durumda değildim. "Olur." Diyerek kestirip attım. Annem başıma bir öpücük kondurup odadan çıktığında sıkıntıyla ayağa kalkıp masama oturdum. Matematik soru bankamı çıkarıp kaldığım yeri açtım ve ilk sorudan çözmeye başladım.


AYT Matematik sanırım beni en çok zorlayan dersti. Parabol konusu özellikle bana çok ağır geliyordu. Konu bitmek bilmiyordu! Kendi içinde sürekli bölünerek ürüyordu. Bize de yazık ama?


Yani gerçekten şu durumda matematik mi düşünüyordum?


Sonraki geçen saatlerde annem tarçınlı salebimi getirmiş, meyve yedirmişti, ders çalışmıştım, krizi fırsata çevirerek tüm gün kendimi derse verip zihnimdeki düşünceleri susturmuştum. Akşam yemeği vakti geldiğinde annemin çağırmasıyla mutfağa gittim. Daha kapıdan girdiğim gibi abim alayla bana baktı. "Benim küçük ineğim, gel otlanma zamanı." Göz devirdim. "Öküz. Kişi kendinden bilir işi."


Abimin yanına oturduğumda bana sırıtarak baktı. "Bak sana söylüyorum işte, polis ol kurtul. TYT'den 260 puan al yeter. Maaşı var, SGK'sı var, sana da bakıyorlar ailene de, hem abin de başında. Başka ne istiyorsun kızım sen?" Dik dik bakıp lafı yapıştırdım. "Hayallerimi."


"İlla diyorsun ki Savcı olacağım, hepinizin içinden geçeceğim." Dağılan kafamla daha rahatlamış hissediyordum. Sırıttım, "İçinden geçecek potansiyelde olduğumu düşünmen ne kadar da onur verici, abiciğim?" Babam da güldü. "Kız haklı, Furkan. Fena laf verdin."


Yemeğin ortasına doğru aklıma gelen şeyle lokmamı yutup abime döndüm. "Abi. Seçil durumu ne oldu? Bir gelişme var mı?" Abim başını iki yana salladı. "Yok. Yarın 24 saat doluyor. Aramalara başlayacağız. Tabi önce sorgu falan." Suyumu içerken gözlerim bir an önümdeki pilava kayıp sonra tekrar abime döndü. "Peki şüpheli birisi var mı?" Tüm bakışlar bana döndüğünde göz devirdim. "Ne bakıyorsunuz? En yakın arkadaşım sonuçta." En yakın arkadaşım... Evet. Öldürdüğüm en yakın arkadaşım.


"Bu tarz bilgileri dışarıyla paylaşamıyoruz, Sarıkız. Sorry." Cevap vermedim. Biraz bilgi almam çok iyi olabilirdi! Ama olmadı işte.


"Bu arada. Yarın sabah benimle birlikte emniyete gel sen de." İçimde bir telaş birikse de yüzüme yansımadı. İşte ilk defa bu durum işime yaramıştı. "Neden?"


"Sonradan girişin zor olabilir çünkü. Benimle beraber gir, odamda oturursun. İfaden alınacak. Sonra seni eve bıraktırırım." İfade.


"Seçil Kovan'ın dağ evinde bir yangın çıkarttık. Tüm cesetler de orada. Partiden sonra after parti için oraya gitmişler ama yangın çıkmış gibi gösterilecek. Sen de ona göre ifade vermelisin. Dağ evini arayıp yangını ve cesetleri bulmaları en fazla 2 günü alır. O zamana kadar da cesetler tanınmayacak hâle gelir. Senin yapman gereken tek şey buna göre ifade vermen ve evde hiçbir şey olmamış gibi davranıp haber beklemek."


"Tamam." Durgunlaşmıştım. Abim bana dikkat kesildi. Elini omzuma attığında ona baktım. "Merak etme, güzelim. Arkadaşını bulacağız. İyi olduğuna eminim." Ben pek emin değilim. Başımı ağır ağır sallayarak onayladım ve yemeğ

ime döndüm. Abim de elini çekti ve yemeğine geri döndü.


Yarın zor bir gün olacakmış gibi hissediyordum.


****


Instagram

yagmurunefesi

ane1hikayeleri


Loading...
0%