Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@ayenurerol1

No Clear Mind - When You're Not Here


4. BÖLÜM

 


Kasım soğuklarının bastırmasına bir de sürekli yağmurlu günler eklenince içinden çıkılmaz bir hâle geliyordu.


Siyah dar pantolon üzerine kırmızı saten gömlek giyip ucunun birini pantolonun içine sokup diğerini dışarda bıraktım. Siyah, yandan fermuarlı kabanımı giyip fermuarını çektim. Düz uzun saçlarımı içinden çıkardım ve sırtıma dökülmesini sağladım. Yine kahverengi far ve rimel sürmüştüm sadece. Rujum bu sefer tam kırmızı değildi ama yine kırmızının açık bir tonuydu. Uzun çizmelerimi kutusundan çıkarıp kapının kenarına koydum. Uzun askılı siyah-kırmızı bir çantaya gerekli olacak her şeyi koydum.


Abimle beraber evden çıkmadan hemen önce çizmelerimi giyip fermuarlarını çektim ve beraber evden çıktık. "Hiçbir detayı atlama. Ve hiçbir şey saklama. Saklayacak bir şey olmadığını biliyorum ama olsun. En ufak bir detay çok işe yarayabilir. Tamam?" Abim ilk defa bu kadar ciddiydi. Arabaya bindiğimizde rahat bir nefes verip kemerimi taktım. "Tamam." Ya da değil.


Şafak sökmüş, güneş sokakları aydınlatmıştı. Sabah ayazı tüm kuvvetiyle çarparken hasta olmaktan korkmuştum. Bir de bununla uğraşamazdım şahsen. Sabah trafiğini gördüğümde göz devirdim. "Abi, cidden her sabah buna katlanıyor musun?" Bir bakış attı. "Neden her sabah 8'de evden çıkıyorum sanıyorsun? Mesaimin öğlen birde başlıyor olmasına rağmen?" Haklı.


"Ya beni erken isterlerse?" Dedim merakla. Gıdım gıdım ilerliyorduk resmen. Abim hafifçe ilerledikten sonra tekrar durup bana baktı. "İstemezler. Bilgilendirdim. Benimle birlikte geleceğini biliyorlar. Bizzat kendim teslim edeceğim seni polislere." Dedi şakayla. Dik dik baktım. Gerçekten, şu durumda yapılması gereken bir şaka mıydı bu yani?


Sıkıntıyla önüme dönüp neredeyse ilerlemeyen, fırsattan istifade aradan sıyrılarak karşıya geçen insanlara göz gezdirdim. İlerideki durağın cam duvarına yaslı kişiyi gördüğümde donakaldım. Beyaz, kapşonlu şişme montuyla, Kızıl Maske tam bana bakıyordu. Yutkunamadım. Nerede olduğumu nereden bulmuştu? Neden yine o günkü gibi tam gözlerimin içine bakıyordu? Bu seferki maskesi sadece gözlerini ve yüzünün sağ yarısını kapatıyordu. Sol yüzünün gözaltından aşağısı açıktı. Hoş bir sakal kesim tarzı vardı. Teni hafif yanık gibiydi. Çarpık bir gülümseme yüzünde yer edindiğinde ister istemez yumruklarımı sıktım. Elini cebine attı ve beyaz bir telefon çıkardı. Bu adam neden her şeyini beyaz kullanıyordu?


Telefonumun bildirim sesi yükseldiğinde bir an nefes almayı bıraktım. Ellerimin arasındaki telefonu açtım.


Gönderen: Bilinmeyen Numara

"Çok gerginsin. Yüzün bembeyaz. Kendi rengine dön, Desise. Beyaz benim rengim ;)"


Numaramı bulması zor olmazdı. Seçil'in telefonundan almış olabilirdi.


Ah, Seçil... Ne kadar çok özlemiştim onu..


Gözlerimin dolduğunu hissederken elim hızla tuşa gitti ve bastırıp camın inmesini sağladım. Sabah ayazı yüzüme çarparken gözlerimi olabildiğince kırpmamaya çalıştım. Abimin bakışlarını üzerimde hissetmek bana hiç de yardımcı olmuyordu.


Biraz olsun rahatladıktan sonra camı kapattım. Kızıl Maske yoktu. Gitmiş olmalıydı. Can sıkıntısıyla kulaklıklarımı çıkardım ve telefona takıp müzik dinlemeye başladım.


Abimin de dediği gibi ve bir İstanbul klasiği olarak yaklaşık dört saat sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gelmiştik. Abim arabayı park ettikten sonra beraber içeriye girdik. Abim bir kaç kişiyle ayak üstü görüştükten sonra odasına geçmiştik. Masasının önündeki sandalyeye oturdum ve çantamı önümdeki kahverengi sehpaya koydum. "Sen buradan ayrılma, ben seni almaya geleceğim. Lavaboya gidecek olursan da, sağdan koridorun sonunda." Abimin bu ciddiyeti hoşuma gitmişti. Fazla ve gereksiz espriden pek hoşlanmıyordum.


Abim bir kaç dosya alıp odadan çıktığında odada göz gezdirdim ama ilgimi çekmedi. Klasik bir odaydı işte.


İçerisi sıcak olduğu için kabanımı çıkardım ve oturduğum sandalyenin sırtına yasladım. Kırmızı gömleğimi düzelttim.


Kendimden emin hissediyordum. Ne söyleyeceğimi, ne yapacağımı biliyordum. Cesaret eksikliğim yoktu. Sadece hüzün. Hiçbir şey anlayamıyordum. Hipnozdu, ama düşündüğüm gibi bir şey değildi. O hâlde nasıl bir şeydi? O an yapılan bir şey değildi. O zaman daha önceden mi yapılmıştı? Ama ben buna benzer hiçbir şey hatırlamıyordum. Olmadığına emindim.


Gittikçe daha çok kafam karışıyordu.


Telsiz sesi duyduğumda başımı çevirip abimin masasına baktım. Telsizini masada bırakmıştı.


"5670 Merkez. Seçil Kovan'ın cesedi bulundu. Tekrar ediyorum, Seçil Kovan'ın cesedi bulundu."


Bu kadar çabuk mu?


Cidden. Şu an tek düşündüğüm bu muydu yani?


Seçil Kovan'ın cesedi... Benim öldürdüğüm cesedi...


Kapı ucundan abimin koridor başında olduğunu gördüm. Duymamış gibi davranmam gerekiyordu. Aksi hâlde çok dikkat çekecektim. Yakın bir arkadaş, arkadaşının ölüm haberine ağlardı, değil mi? Ben de bunu istiyordum ama ağlayamıyordum. Ciddi hâlde şüpheli bir durum içerisine girecektim.


Camda patırdayan sesler yükseldiğinde tekrar yağmurun başladığını anladım. Ayağa kalkarak pencereye yaklaştım ve camı hafifçe aralık bırakarak soğuk havanın içeri girmesine izin verdim. Sabahki kadar keskin değildi ama yine de soğuktu işte. Rahatlamak için soğuğa muhtaçtım. Soğuk hava insanıydım ben.


"Eda?" Kapıya döndüm. Abim gelmişti. "Partiye katılan hiç kimseyi bulamadık. Tek sen varsın. Bayağı ilginç bir durum." Babamın dediklerini hatırladım. "Kör kütük sarhoş geldin." Şu an abim ister istemez şüpheleniyordu. Ve beni kurtaracak tek şey yine babam olmuştu. "Bilmiyorum, abi. Ben de hiçbir şey hatırlamıyorum. Babam kör kütük sarhoş geldiğimi söyledi ama bana da tuhaf geldi." Düşünceli bir şekilde başını salladı. "Neyse. Hadi gel, sorgu odasına." İçimde gerginlik ve stres volkanları ardı ardına patlarken, yüzümde ifadesizliğin kutsanmış nefesi asılıydı.


Tüm eşyalarımı abimin odasında bırakıp abimle beraber sorgu odasına ilerledim. Kapıyı açıp içeri girdi ve beni sandalyeye oturttu. "Yine söylüyorum; en ufak bir detay bile çok işimize yarayacak. Ufak da olsa hiçbir şey saklama." Ah be, abiciğim. Ne ufağı? Koca gerçekliği gizliyorum ben burada.


Omzuma bir iki kez destek olurcasına vurduktan sonra odadan çıktı ve kapı kapandı. Bir süre öylece bekledim. Abimin varlığını hissedebiliyordum. Tam karşımdaki camın arkasında olduğunu biliyordum. Ben ayna olarak görsem de o aslen camdı.


Uzun bir bekleyişin ardından kapı açıldı ve içeri tanımadığım bir polis girdi. Komiser falan olmalıydı. Hiçbirini tanımıyordum ki!


Dosyayı masaya bırakıp karşıma oturdu. "Eda Arslan. Bizim Furkan'ın kardeşiymişsin. Sana kefil oldu. Ama açıkçası pek de umurumda değil. Ben; şu an, bu odada, seninle ve senin söylediklerinle ilgileneceğim. Kısaca; abinin sana zerre faydası olmayacak. Yalnızsın." Yalnızsın. Neden bu cümle gerçekten de doğruymuş gibi geliyordu? Neden birden bire gerçekten yalnızmışım gibi hissetmiştim? Halbuki değildim. Abim vardı, babam vardı, annem vardı, Açelya vardı... Yalnız değildim. Ama yalnız hissediyordum. Hiç kimsem yokmuş gibi.


Bu his içimi burktu.


"16 Kasım günü, sabahtan başlayarak neler yaptığını anlat. Partiye kadar, ve parti, ve sonrası. Başla." Partiye ve başlangıcına kadar doğruları anlatacaktım. Ve sonrasında devreye benim yalanlarım girecekti.


"Sabah geç uyandım. Aileme sorabilirsiniz. Dershaneye geç kalmıştım, abimden beni bırakmasını istedim ama gelemeyeceğini söyledi. Ben de metroyla gittim. Öğleden sonra 5-6 gibi eve döndüm. Akşam parti vardı ve giyecek bir şeyim yoktu. Evimin en yakınındaki AVM' ye gidip o gece giydiğim tulumu aldım. Sonrasında hazırlandım falan. Akşam abim evdeydi. Beni Cenk'in evine o bıraktı. İçeri girdiğimde Seçil'i gördüm. Çok içmişti, sarhoştu. Ben de kızdım. Bu kadar çok içmesini istemiyordum, sonrasında şuur bulanıklığı ile saçma sapan bir ton şey yapıyor ve ayıldığında hiçbir şey hatırlamıyor. Ayılması için onu verandaya çıkardım. Yağmur yağıyordu. Biraz orada durduk. Sonra Burak geldi. Arkadaşımız. Pasta kesileceğini söyledi. İçeriye gittik. Cenk sahneye çıktı ve pasta mumlarını üfledi." İşte buradan sonrası artık benim yalanlarımdı. Nasılsa partiden başka kimse yoktu. İfademi yalana çıkaramazdı. Ailem ise sadece eve gelişimi biliyordu ve orayı da hatırlamıyordum.


"Pasta ve diğer ikramlardan yedik, içtik, eğlendik. İçmekten kastım da meyve suyu falan. Ben içki içen birisi değilim. Alkolden nefret ederim. Seçil after parti diye bir şeyden bahsediyordu sanırım. Hayal meyal. Ben istememiştim. Sonrasını hatırlamıyorum. Babamın söylediği kadarıyla eve kör kütük sarhoş gelmişim." İşte bu!


"Alkolden nefret ettiğin hâlde eve nasıl kör kütük sarhoş gidebildiğini merak ettim açıkçası?" Üstümde kurduğu baskı beni iyice geriyordu. "Bunu ben de bilmiyorum. Bilsem açıklarım." Bir süre baktı, sonra derin bir nefes alıp başka konuya geçti.


"After parti için ne yapacaklarını hatırlıyor musun?" Düşündüm. Hatırlamaya çalışıyor gibi görünüyordum. "Hatırlamıyorum. Ama sanırım başka bir mekâna falan gideceklerdi. Neresi, bilmiyorum. Bar falandır herhalde. Başka nereye gidecekler ki?" Adam şüpheyle baktı. Bu tavırları kendimi suçlu hissettiriyordu. Zaten öyleydim! Ama bunu onların bilmesine gerek olduğunu düşünmüyordum.


"Bar, cafe... Bunlar dışında gidebilecekleri bir yer var mı?" Dudak büzüp omuz silktim. "Bilmiyorum. Seçil'in sağı solu belli olmaz. Belki dağ evine gitmiştir derdim ama elektrik tesisatında sıkıntı var. Mehmet amca'ya söyleyecekti, ilgilenecekti ama ne olduğunu bilmiyorum. Söyleyip söylemediğini de bilmiyorum. Seçil sık sık oraya giderdi kafa dinlemek için. Ama tesisat sorunu çıkınca gitmeye ara verdi. Başka da bir yer bilmiyorum." Hayır. Tesisat falan bozuk değildi!


Hal ve hareketlerim, bakışım, sesim, üslubum... Hepsi o kadar soğukkanlıydı ki, bir an ben bile inandım bütün bunların gerçek olduğuna. Bu sayede karşımdaki memur bey de açık bulamamıştı. "Anladım. Teşekkürler, Eda. Şehir dışına çıkma. Ki zaten, abinin izin vereceğini sanmıyorum. Görüşmek üzere." Dedi ve çıktı. Derin bir nefes vermek istiyordum ama şimdi olmazdı. Karşıdaki camdan hâlâ beni izliyorlardı. Onun yerine sıkıntıyla nefes alarak geriye yaslandım. Çok geçmeden abim geri geldi. "Nasılsın?" Sıkıntıyla baktım. "Abi lütfen gidebilir miyim artık? Çok geriliyorum ben burada. Hiçbir şey yapmamama rağmen sanki Seçil'i ben kaçırmışım da öldürmüşüm gibi hissediyorum. Havası, üslubu falan çok gerdi beni!" Güldü. "Amaç o zaten, sıska. Hadi, ifadene imzanı at işin bitiyor." İşte şimdi rahat bir nefes vererek ayağa kalktım. Abimle beraber onun odasına geri döndük. Abim, masasına bırakılmış olan kağıdı inceledi ve kalem uzattı. İmzaladığımda üstümden bir yük kalkmış gibi hissediyordum.


"Benim yaklaşık 2-3 saatlik işim daha var. İstersen bekle, istemezsen seni ekiple göndereyim. Yalnız gitmeni istemiyorum. Daha hiçbir şey net değil." İçimden bir ses burada kalmam gerektiğini söylüyordu. "Bekleyeyim ya. 2-3 saatten ne olacak?" Güldü. Gamzeleri çıktığında göz devirdim. Allah'ın lütfu resmen. Gamze, mavi göz, sarı saç, beyaz ten... Ben niye pişerken yanlışlıkla yanmış gibiyim? Yanık tenliydim. Bu bir bakıma güzel olsa da abimle karşılaştırınca ben fazla pişmiş tavuk gibi duruyordum.


"Acıkmışsındır." Cebinden cüzdanını çıkarıp içinden bir ellilik çıkardı. "Git karşıdan kendine ekmek arası bir şeyler yaptır. Gecikme ve dikkatli ol." Abimin bu hâli ister istemez beni şüpheye düşürdü. Paranoya yapıyor olmalıydım. Alt tarafı 'kendine yemek al ve ye' diyordu. Bunu da abartmamalıydım.


Parayı havada kaptım ve kabanımı giydim. "Cebine bereket, abiciğim. Sen kazanınca ben de kazanıyorum." Deyip sırıttım. "Fare diye boşa demiyorum işte. Cebimi kemiriyorsun." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Abime çektiysem demek ki? Sen az mı yedin babamın cebini? Senin yüzünden bana para veremiyordu adamcağız. Serseri." Abim gözlerini kıstığında çantamı aldığım gibi kaçtım. Uzaklaştığımda kendi kendime gülmeye başladım.


Emniyetten çıktıktan sonra etrafıma bakınma ihtiyacı hissettim. Bir an rahatlamış gibi hissediyordum. Sanki üstümde bir baskı, bir bakış varmış da birden çekilmiş gibiydi.


Yağmurun dinmesinden fırsattan istifade rahat rahat bahçede ilerledim ve dışarı çıktım. Yolu kontrol ederek karşıya geçtikten sonra ilerdeki dönercilerden birine girdim.


Döner, ayran ve suyumu aldıktan sonra çıktım. Tekrar karşıya geçip Emniyet Müdürlüğünün bahçesine girdim. "Eda Hanım!" Duraksayarak sesin geldiği yöne baktım. Sıska ve orta boylu bir polis memuru beni çağırıyordu. Bir sorun falan mı vardı?


Yanına ilerledim. "Efendim." Dedim gayet normal bir sesle. "Kızıl Maske'nin selamı var." Gözlerim bir anlığına büyüdü ve etrafı kontrol etme ihtiyacı hissettim. "Ne diyorsun sen ya?"


"İfadeni gördüm, Desise. Seni tanımıyordum, ama gerçekten zeki olduğunu konuşuyorlardı." Zeki mi? Bunu ben neden bilmiyorum? "Tam da bizim hamlelerimize göre ifade vermişsin. Bizim tarafımızda olduğunu görmek güzel ve onur verici, gerçekten. Seninle birlikte daha güçlü ve tam olacağız." Gözlerimi kıstım. "Sen Siyah Maskelerden biri misin? Polis kılığında içeri mi girdin? Senin gerçek bir polis olmadığını anlamaları çok sürmez, geri zekalı. Başını derde sokuyorsun." Gülümsedi. Tepeden bakan bir gülümsemeydi. "Ben zaten polis memuruyum, Desise." İdrak ettiğim şeyle gerçekten duraksadım. İçeride adamları vardı. Her yerde vardı. Bu beni ürkütüyordu.


"Abin sana güvenmiyor, haberin olsun." Kaşlarımı çatarak anlamamış bir ifadeyle başımı eğdim. "Şu an seni kameralardan izliyor. Solunda, yukarda, tam karşımda bir kamera var. Sadece benim yüzümü görüyor. Seni bilerek bu açıya koydum. Şu an bizi izliyor. Sakın dönüp bakma." Bakma dürtüm harekete geçse de ona engel olarak bakmadım. "Bu, tehlikede olduğum anlamına mı geliyor?"


"Herkes sana inandı, merak etme. Ama abin inanmıyor. Onun güvenini kıracak ne yaptın, Desise? Tüm Emniyet Teşkilatı sana inansa o inanmayacak." Beni sorguya çeken polisin sesi zihnimde yankılandı. Yalnızsın!


Yutkunmakta zorluk çekerek gözlerimi ondan çektim. "Bunu söylemek için mi çağırdın beni?" Omuzları dikleşti ve elindeki kağıdı bana uzattı. Aval aval bir kağıda, bir adama baktım. "Abine götürülen kağıtlardan çaldım. İmzalaman gereken eksik kağıt. Abine bunu imzalattığımı söylersin." Uzattığı kalemi aldım ve dikkatlice imzaladım. "Ve yarın gece 2'de trafoda ol." Şaşkınlıkla adama baktım. "Trafoda mı? Neden?" Alayla güldü. "Randevun var." Dişlerimi sıktım. "Benimle nasıl konuşmanız gerektiğini o pek sevgili lideriniz öğretememiş anlaşılan! Gevşeklikten ve gevşeklerden hiç hoşlanmam!" Kağıdı eline tutuşturdum. "Git diğer köpeklerinize de söyle bunu. Karşımda cıvık cıvık hareketler sergilerseniz ben de sizin cesedinizi Galata'da sergilerim." Göz kırptım ve Emniyet binasının girişine ilerledim.


Hepsi sinirlerimi bozmaktan başka bir boka yaramayan insanlardı.


Abimin odasına geri döndüğümde masa başında çalıştığını gördüm. Ya abim ışık hızını keşfetmişti; ya da kamera görüntüleri kendi bilgisayarındaydı. Evet, bence de ikinci seçenek.


"Ben geldim." Dedim yorgunca. Enerjim çekilmiş gibi hissediyordum. Büyük ihtimalle bunun, guruldayan midemle bayağı bir alakası vardı. Abim bana bir bakış attıktan sonra işine geri döndü. Ben de önündeki sandalyeye tekrar oturdum ve dönerimin paketini açmaya başladım.


"Eda." Ekmeğimin kulağını ısırmışken, abim seslenmişti. "Efendim." Dedim. Ağzım dolu olduğu için sesim boğuk çıkmıştı. "Telefonunu verir misin?" Bunu beklemiyordum işte. Abin sana güvenmiyor. Yüksek olasılıkla ya telefonumu kurcalayacaktı ya da özel bir program falan yükleyecekti.


Telefonumda gizli bir şey yoktu. Fakat mesaj vardı. Kızıl Maske'den gelen mesaj. Küfür etmeyi fazla sevmezdim. Ama inkar edilemez bir gerçek vardı; şimdi sıçmıştım.


Abime görünmeden ve şüphe çekmeden mesajı silmem imkânsızdı. Kara kara ne yapacağımı düşünürken elimi cebime attım.


Sevinsem mi, korksam mı bilemedim.


Gözlerim büyürken hızla ayağa kalktım. Bu hareketimle abimin tüm dikkati ve şüphesi bana kaydı. Ekmeği kağıdın üstüne bırakırken hızlı hareketlerle ceplerimi kontrol ettim. Telefonum yoktu. Telaşla çantama yöneldim. Fermuarını açıp hızla onun içini de kontrol ettim. Gerçekten telefonum yoktu!


"Abi telefonum yok?!" Dedim gerçek bir telaşla. Bunu fark eden abim ayağa fırladı. "Nasıl yok lan, geri zekalı! Altı bin lira verdik biz ona!" Göz devirmemek için zor durdum. Klasik abi işte. Ne eksik ne fazla.


"Abi telefonum yok!" Dedim kolum kendiliğinden kopup kaybolmuş gibi bir telaşla. Organım kaybolmuş gibi hissediyordum. Telefon bağımlısı birisi değildim ama onu çok severek almıştım. Hatta aşık olmuştum! Üstelik içinde uzun süre uğraştığım bir düzen vardı!


Başak burcu değildim ama düzen delisiydim.


"Çıkmadan önce sendeydi. Büyük ihtimalle dışarıda düşürdün. Yarım akıllı. Gel kamera görüntülerinden kontrol edelim. Uzağa gitmedin zaten." Abim masasına geri otururken içten içe tehlikeli bir şekilde gülerek arkasına geçtim. Kamera görüntüleri açıldığında ben gidip gelene kadar bir sorun yoktu. Fakat o polisle konuşma anına gelince kendime küfürler yağdırmak istedim. Bildiğin kendi ellerimle ona hesap sorma yetkisi vermiştim. Telefonumu düşürmeseydim bir şey demezdi. Çünkü ben ona hesap sorardım, beni takip ettiği için. Fakat şimdi benim önümde tekrar izliyordu kayıtları.


İyi tarafından bakmak lazım. En azından hem bahanem var hem paçayı kurtardım.


"O adamla ne konuşuyordun?" Zurnanın zırt dediği yer. "Eksik belgeler varmış. Beni görünce de imzalattı hemen. Önemli bir şey değil."


"Bu kadar uzun süre sadece belgeleri mi konuştunuz, Eda Hanım?" Eda dedi! En azından adımı hatırladığına emin olmuştum. Fakat şimdi Pollyannacılığın ne yeri ne zamanıydı. Abim bu sefer gerçekten ciddiydi.


"Ufak tefek bir kaç soru işte, önemli bir şey değil." Diyerek geçiştirdim. Tam ters bir cevap verecekken kapı tıklatıldı. İkimiz de kapıya döndüğümüzde o adamı görmemle durdum. Elinde telefonumu tutuyordu. "Komiserim, kardeşiniz telefonunu düşürmüş." Abim kaşlarını çattı. "Gel buraya, Cemal." İşte bu ses tonu kesinlikle hiç hoşuma gitmemişti.


Cemal içeri girerek masanın önünde durdu. Abim bilgisayara geri döndü ve duraklattığı görüntüleri tekrar oynattı. Benim kağıdı eline tutuşturuşum ve atarla bir şeyler söyleyip gidişimi gördüğünde yumruklarını sıktı. Gerçekten korkmaya başlayabilirdim şimdi.


Giderken telefonumu düşürmüştüm ve o anki sinirle fark etmemiştim. Cemal de telefonumu görüp almış, içeri girmişti. Abim görüntüleri durdurdu. Ayağa kalktığında bir iki adım geri çekildim.


"Çocuk mu kandırıyorsunuz?" Dedi abim öfkeyle bana bakarken. "Komiserim!" Diyerek atladı Cemal. "Eda Hanımın suçu yok ona yüklenmeyin lütfen. Ben... Ben istedim onunla konuşmayı. Belgeler bahaneydi." Abim yanımdan sıyrılarak Cemal'in karşısına dikildi. "Ne konuşmak istedin?" Dedi ama ne olduğunu anlamış gibiydi, bu onun dişlerini sıkmasına ve çenesinin kasılmasına neden olmuştu.


"Gerçekten Eda Hanım'ın suçu yok. O da duyunca reddetti beni zate-" abim birden bağırdı. "Ne söyledin!" Kapı açık olduğu için yakındakiler dönüp buraya baktı. Kapıya koştum. Buraya bakanlara "Bir sorun yok, gerçekten. Ufak bir ailevi tartışma sadece." Dedikten sonra kapıyı kapattım. Abimin yanına koştum. Ben daha bir şey diyemeden Cemal konuştu. "Kardeşinizden hoşlandım, komiserim." Cümlenin ironikliğine kahkaha atasım gelmişti.


Abimin kolunu tuttum. Tüm kasları gerim gerim gerilmişti ve kaskatı olmuştu. Hayatta kalma kuralları 1: Asla bir Türk abisine, onun kardeşinden hoşlandığını söyleme.


Abim, Komiser Furkan Arslan kimliğinden sıyrılarak abim olan Furkan kimliğine bürününce kavga kaçınılmazdı. Tam olarak da böyle oldu. Abim, "Ne diyorsun lan sen!" diyerek Cemal'in üstüne yürüdüğünde hızla araya girip abimi tuttum. Ama cidden zorlanmıştım. "Bana inek diyene bak! Öküz gibisin öküz! Manda! Cemal sen de geri zekalı mısın nesin, git şuradan gebereceksin, aptal!" Cemal, telefonu masaya fırlatıp odadan kaçtığında abim arkasından bağırıyordu. "Gözükme lan gözüme! Sakın!" Tüm gücümle abimi ittim. "Ay tamam! Bir şey dedi adam sanki. Samanı bitmiş öküz gibi böğürüp duruyorsun! Ben geri çekileyim sen ye döneri!" Gözlerini yumup sakinleşmek için derin nefesler almaya başladı. "Yemin ediyorum kafayı yedirteceksiniz bana!" Deyip kafasına avucuyla vurup masasına ilerledi.


Telefonun ahizesini kaldırıp bir tuşa bastı. "Sütlü sade kahve, en acilinden!" Diyerek ahizeyi kırmak istercesine kapattığında göz devirdim. İnanılmazsın cidden.


Saniyeler dakikaları kovalarken yemeğim bitmişti. Çöpünü poşete doldurup ağzını bağladım. Abim telefonumu geri önüme koyduğunda bir an donakaldım. Mesajı tamamen unutmuştum!


Telefonu elime alıp kontrol ettiğimde Kızıl Maske'den gelen mesajın artık var olmadığını görünce bir an afalladım. Sonra anladım, Cemal silmişti. Güzel. Sürekli böyle arkamı toplayacaklarsa bu işime bile gelirdi. Ama yine de onlara güvenmiyordum.


"Telefonuna bir program kurdum. O an nerede olduğunu gösterecek. Tabi bu yetmez. Bir de çip bağlanacak." Gözlerim kocaman oldu. "Ne?! Robot muyum ben abi, akıllı telefon muyum? Çip ne?!"


"Saklayacak bir şeyin mi var?" Dedi dik dik bakarak. Az önceki öfkesi hâlâ geçmiş değildi. Damarına basmamak iyi olacaktı. "Deri altı değil, merak etme. Yapışkanlılardan."


Çipi bir şekilde çıkarırdım, telefonu da eve ya da Açelya'ya bırakırdım. Olur biter.


Açelya olmasa ne bok yiyecektim acaba?


🩸


Dünkü kombinimin aynısını yaparak, sadece gömlek yerine kazak giyerek evden çıktım. Herkes uyumuştu, telefonum evdeydi, çipi çıkarmıştım.


Sokağa çıktığım an karanlığın etkisiyle simsiyah gözüken asfalt gözüme ilk çarpan şey oldu. Su birikintileri ve aşağı doğru akan yağmur suları...


2 sokak arkadaki trafoya doğru ilerledim. Etrafımı kontrol etmeyi ihmal etmiyordum. Rengarenk boyanmış trafonun önünde durdum ve çevreye bakınarak Kızıl Maske'yi aradım. Sürekli beyaz giyindiği için onu bulmam zor olmazdı. Ama yoktu işte. Dakikalar geçti. Bu soğukta daha beni ne kadar bekletecekti? Bekledikçe sinirleniyordum.


Siyah bir araba önümde durduğunda gerildim. Tacizle falan uğraşacak durumda değildim. Yemin ediyorum bu sefer kendi isteğimle cinayet işlerdim ve bundan hiç gocunmazdım.


Şoför camı indiğinde beyaz maskesinin ardında saklanan tanıdık kahverengi gözleri gördüm. Bir baş hareketiyle yanına binmemi işaret ettiğinde oflayarak dolaştım ve ön koltuğa oturdum. Kapıyı çekip, Kızıl Maske'ye döndüm. "Araban da beyaz olur diye düşünmüştüm."


"Sana da merhaba, Desise. Duyduğuma göre beni özlemişsin."


****


Instagram

yagmurunefesi

ane1hikayeleri


Loading...
0%