Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@ayenurerol1

Mark Eliyahu - Hope


5. BÖLÜM


Yağmur çiselemeye başlarken dolaşarak arabaya bindim. Kapıyı çekip kapattığımda içerinin sıcak oluşu, kaslarımı rahatlatıp çözmüştü. Radyoda hoş bir müzik çalıyordu. Sakin, dinlendirici... Enstrümantal müzikti, sözleri falan yoktu. Zihnimin rahatlamaya başladığını hissettim. Uzun zamandır ihtiyacım olan bir şeymiş gibiydi. Gün boyunca ayakta durup, gün sonunda kendini yatağa atmak gibiydi. Yattığın an vücudunda hissettiğin o ani rahatlama hissi gibiydi.


Bütün bunların aklımı karıştırmasına bu sefer izin vermedim. Kızıl, ama aslında beyaz takan, Maske'ye döndüm. Bembeyaz giyindiği hâlde neden kendisine Kızıl Maske dedirtiyordu? Bu durum çok farklıydı ve acayipti. İnsan garipsiyordu.


"Araban da beyaz olur diye bekliyordum." Dedim sakin bir ses tonuyla. Ona çok sert davranmayacaktım. Ne de olsa götümü kurtarmıştı kaç kere. Ve devamı da usanmadan gelecek gibiydi. Bıkmadan. Ömrünü buna adamışçasına.


"Sana da merhaba, Desise. Duyduğuma göre beni özlemişsin." iğneleyici bir alayla konuşması, tehditkar bir şekilde tek kaşımı kaldırmama neden oldu. Bu içimdeki tehlikeli kadına artık alışmaya başlıyordum sanırım. Onun yaptıklarını yadırgamıyordum. Yadırgayamıyordum. O bendim.


"Sorma. Her gece rüyalarımda görüyorum seni." Dedim ciddi bir şekilde. Yüz ifadem ve sesim ciddi olsa da alttan alttan dalga geçtiğim belli oluyordu. O da bunu anladı ve hafifçe güldü. Maskesinin açıkta kalan köşesinden görmüştüm. Bunun da mı gamzesi var? E ama yok artık!


"Niye çağırdın beni?" Dedim dik dik bakarak. Bana şöyle bir baktı. "Başlamış." Bir an donakaldım. Aklıma farklı farklı şeyler geliyordu! "Ne başlamış? Öyle bir konuşuyorsunuz ki kendimi Alfa Kurt Adam gibi hissediyorum. Ne? Kurt adama mı dönüşüyorum?" Bana ciddi olup olmadığımı merak edercesine baktığımda kaş göz yaptım. "Ne?"


"Akıl sağlığının yerinde olup olmadığını düşünüyorum." Dedi kalın ama etkileyici sesiyle. Dik dik baktım. "Siz uçuk uçuk konuşursanız ben de uçuk konuşurum. Mantıklı konuşun biraz, hepimiz anlayalım." Biraz onu tersliyor gibi olmuştum ama artık bende de sabır tükenmişti. Neyin içinde olduğumu bilmeden hepsi ayrı bir şey söylüyordu ve hepsi de şifreliydi! Telepati yeteneğim de gelişmiş değildi, anlayamazdım ya?


"Karakter gelişimin başlamış. Yavaş yavaş değişiyorsun." Bir an bakakaldım. Karakter gelişimimden kastı tam olarak neydi? Şu içimdeki saçma sapan histen mi bahsediyordu? Benim yerime kararlar alıp benim yerime icraate geçiren histen?


"Bu işin sonunda ne olacak?" Dedim hafif bir merakla. Bir süre öylece gözlerime baktı. "Her şey yerle bir olacak." O nasıl laf öyle, içim açıldı. Gözlerim yola düştü. Zaten her şey tek tek yavaş yavaş mahvolmaya başlamıştı bile. Değişiyordum. Bir şeyin içine doğru hızla çekiliyordum. Bu his gerçekten rahatsız ediciydi.


"Abinin sana güvenmemesi bizim için beklenmedik bir şey oldu, Desise. Planlarımızı biraz bozduğunu söylemeliyim." Gözlerimi karanlık yoldan alıp Kızıl Maske' ye geri çevirdim. "Yani? Şimdi ne olacak?" Şüpheyle gözlerimi hafifçe kısarak ona odaklandım. "Planımızı öne çekmek zorundayız. Seni götürmem gerek." Bunu beklemediğim için gözlerim şokla büyüdü. "Pardon? Nereye? Hiçbir yere gelmiyorum ben. Seni tanımıyorum, sana inanmıyorum. Senin yüzünden en yakın arkadaşımı öldürdüm ben, geri zekalı!" Sırıttı. "Pişmanlık veya vicdan azabı duydun mu peki? Üzülebilirsin, bu normal. Ama ufak da olsa vicdan azabı hissetmiş olmalısın?" Yüzüme vurduğu şey şamar gibi çarptı adeta. Bunu daha önce hiç fark etmemiştim, aklıma bile gelmemişti.


Evet üzülmüştüm.


Ama ne pişmanlık, ne de vicdan azabı hissetmemiştim. Ve o da, sanki olması gereken buymuş gibi sakince beni izliyordu.


Durgunluğumu ve şaşkınlığımı anlayarak sesli bir nefes aldı. "Tamam. Bir şeyleri artık öğrenmen gerek. En azından biz görevimizi yapalım, gerisi sana kalsın." Eli kontağa uzandı ve anahtarı çevirerek arabayı çalıştırdı. Bir an telaş yaptım. "Nereye?! Hiçbir yere gelmeyeceğimi söylemiştim!"


"Şimdilik kalıcı değil. Sadece, biriyle görüştüreceğim seni. Sonra geri tam burada bırakacağım. Rahat ol, sen bizim için önemlisin; sana asla zarar vermeyiz, izin vermem." Vermeyiz? Kaç kişi bunlar? Siyah maskeleri kastediyor gibi durmuyordu.


Gecenin ikisinde İstanbul yolları neredeyse bomboştu. İlk defa trafikte bu kadar hızlı yolculuk yapıyordum. Gece vakti dışarı çıkmama genelde izin verilmezdi. Abim kıçını kaldırmazdı, ya da nöbette olurdu. Babamsa zaten işten hep yorgun gelirdi. Gerçekten çok güzel bir histi. Adeta boş trafik gören masum İstanbulluydum.


Şehir dışına doğru yakın bir kasabaya girdiğinde etrafa bakınıyordum. Girişte yazıyı gördüm, Hoş geldiniz.


Neye hoş geldik?


Şehrin dışında kalmış, kasabayı andıran mahalleyi inceledim. Sadece sokak lambaları yanıyordu ve mahallenin bu duruşu, terk edilmiş gibi hissettiriyordu.


Mahallenin çıkışındaki arazinin arkasında büyük bir ev vardı. Işıkları hâlâ yanıyordu. Bu saatte uyanıklar mıydı cidden? Kızıl Maske, arazinin yanındaki patikaya girdiğinde toprak yolda ilerledi. Eve yaklaştığımızı gördüğümde oraya gittiğimizi gördüm. Bahçesinde hoş beyaz ışıklandırmalar yanıyordu. Eve yaklaştıkça dış cephesinin komple vişne çürüğü renginde olduğunu gördüm. Pencere pervazları ise kahverengi pimapendi. Lüks duruyordu. Orta halli bir ailenin çocuğu olduğum için bu ev bana gerçekte oldukça uzaktı.


Babam banka müdürü, abim komiserdi. Ama maaşları birleşimi çabucak bitiyordu. İstanbul'da yaşam zaten pahalıyken bir de ihtiyaçlar ekleniyordu. Hiçbir zaman zengin tabirine uyamamıştık yani. İkisi de maaşlarını tam çekmezdi. Bankada biriktirirdi. Gün gelir de paraya sıkışırsak, düşüncesindelerdi.


Araba durduğunda farları söndürdü. Arabadan indiğinde ben de inip kapıyı kapattım. Yerler mıcır taşlardandı. Kızıl Maske önden ilerlerken onu takip ettim. Ev girişine yaklaştığımızda yerler mıcır taşlardan kurtulup kaldırım taşlarıyla döşenmiş beton zemine dönüşmüştü. Kızıl Maske kapıyı çaldığında kısa süre sonra açıldı. Saçlarını topuz yapmış genç bir kız karşıladı bizi.


"Hoş geldiniz, efendim." Kızıl Maske direkt eve dalarken duraksadım. Bunlar da mı evde ayakkabıyla gezen ilginç kesimdendi? Şahsen ben rahatsız olurdum. Ev sonuçta, orada yaşıyorsun. Neden dışarının kirini eve taşırsın ki?


Kızıl Maske hiçbir şey demeden kabaca girdiğinde göz devirdim. Bad boy havalarındaydı ve bu canımı sıkmıştı. Onun aksine kıza dönüp mesafeli ama nazik bir şekilde hafifçe gülümseyip baş eğdikten sonra merdivenleri çıkan Kızıl Maske'nin peşinden ilerledim. Yerler koyu kahverengi parkedendi ve topuklu çizmelerim zeminde ses çıkarıyordu. Daha şimdiden rahatsız olmuştum. Çıkarmadan rahatlayamayacaktım ama şu an çıkaracak da değildim. Onların adeti buysa bu olmalıydı.


Uzun koridorda ilerleyip bir kapının önünde durdu. Bu kapı, diğer odaların kahverengi ahşap kapısının aksine siyah ahşaptandı. Ve dikkat çekiyordu. Kimin odasıydı? İyice gerilmiştim. Çok yabancı hissediyordum ve hiç kimseyi tanımıyordum. Bu evdeki benim için en tanıdık kişi Kızıl Maske olsa da o bile yabancıydı. Cidden... Burada ne işim vardı?


Belki o içimdeki tehlikeli kadın rest çekip giderdi? İnşallah öyle olurdu. Şu an bana yardım edecek tek kişi oydu çünkü. Hadi be güzelim, kurtar beni.


Kurtarmadı.


Odaya girdiğimizde bakış açıma ilk, oldukça büyük çift kişilik bir yatağın ayak ucu başlığı gitmişti. Oda kahverengi ve koyu bir mor tonlarındaydı. Duvarlar mor, mobilyalar kahverengi. Yatakta bir adam yatıyordu ve oksijen maskesi takılıydı. Hasta olmalıydı. Bir an içimde uyanan merhamete inanamadım.


"Baba." Kanım dondu. Baba mı? Kızıl Maske'nin babasının yanında mıydık yani?! İyi de neden?


Kapıyı kapattı ve yanımdan sıyrılarak babasının yanına ilerledi. Yanına gidip gitmemekte tereddütte kalmıştım. "Baba. Sana onu getirdim." Beni? Babası bile beni tanıyordu ama ben onları tanımıyordum! Bunlar kim?! Ben neredeyim?! Burada ne işim var?!


Başını kaldırıp bana baktı ve başıyla gelmemi işaret etti. Tereddüttüm kırılırken tedirginlikle yanlarına yaklaştım. Yaklaştıkça adamın yüzü belirginleşti. Doğrulmak istercesine hafifçe kalktığında Kızıl Maske hemen ona yardım ederek tuttu ve yastığı da dikleştirdi. Orta yaşlı adam maskeyi indirdiğinde kaynar sular başımdan döküldü. Gözlerimin büyümesine engel olamadım.


Bu adam, kendi ailemden daha çok benziyordu bana.


Bir an oturup ağlayacağım sandım. Yüreğimde beliren hisle elim hızla kalbime gitti ve avuçlayıp sıkmak istercesine kazağımı avuçladı. Görüşüm buğulandı. Lütfen aklıma gelen başıma gelmesin, lütfen.


Aynı renk olmasa da aynı gözlere sahiptik. Aynı ten rengi, aynı yüz yapısı.


Gözlerim baş ucu komodinindeki çerçeveye kaydı.


Dizlerimin bağı çözüldü.


Sendelediğimde Kızıl Maske hızla kolumdan ve belimden tutup engel oldu.


Fotoğrafta ben ve o adam vardı. Beni kolunun altına almıştı ve ikimiz de gülüyorduk. Adam o fotoğrafta çok gençti. Muhtemelen benim yaşımda falandı.


Hayır, o ben değildim.


Aşırı derecede benzediğim bir kadındı. Bu kadar benzerlik kalbe zarardı. Aynı göz, aynı burun, aynı dudak, aynı saç... Gülüşümüz bile çok benziyordu, sadece diş yapımız göz rengimiz ve tarzımız farklıydı sanırım. Kadın rengarenkti. Deli doluydu. Bir fotoğraftan bile anlaşılıyordu. Çiçekli, canlı kırmızı renginde omuzları açık bir elbise giymişti. Çok gençti. Mutluluğu gözlerinden belli oluyordu. Gözlerindeki parıltı içime işliyordu.


"Ne...fes..." Zorlukla konuşan adama döndüm. Sesi kısık çıkıyordu. Sanırım ciğerlerinden hastaydı. Nefes mi alamıyordu?


Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim, sadece bakabildim. Kalbimde sarsıcı bir baskı vardı. Çığlık atmak istiyordum. Çığlık atıp bu histen sonsuza dek kurtulmak.


"Geldin..." Beni yoksa bu kadın falan mı sanıyordu? Kardeşiydi sanırım. Çok benziyorlardı. Umarım o tarz bir şey değildir. Şu durumda tam olarak bir sapığım eksik olurdu, cidden.


Elimi kalbimden çekemedim. Onun yerine yumruğumu daha da sıkarak kırmızı kazağımın yakasını elimde buruşturmuş oldum.


"Nefes... Ay... Aynı annensin."


Aynı annensin.


Nefes.


Aynı annensin.


Aynı annensin.


Fotoğrafta ben ve o adam vardı.


Hayır, o ben değildim.


Aynı annensin.


Bir şey patladı. Ama sadece ben duydum. Biri çığlık attı. Ama sadece ben duydum. Biri duvarları yumrukladı. Ama sadece ben duydum.


Aynı annensin.


Dengem şaşarken başımı çevirip perdeleri açık pencereye baktım. Boydan boya bir pencereydi ve ön bahçeyi görüyordu. Şehirden uzak bu kasabada yıldızlar çok fazlaydı. Bulut yoktu. Yağmur yoktu.


Aynı annensin.


İrkilerek adama döndüm. "Ben... Beni karıştırmış olmalısınız. İnsan insana benzer, çok normal." Güldüm. Afallamış bir gülüştü. Kızıl Maske'ye baktım. Bana bakıyordu ama ona dönmemle başını önüne eğdi. Adama baktım. Pür dikkat bana bakıyordu.


"Güzel kızım... Bilmediğin o kadar çok şey var ki..." Kızıl Maske'ye bir bakış attı ve o da hemen çekmeceyi açıp içinden bir kutu çıkardı. Uzun, dolma kalem kutusu gibiydi. Babasına uzattı. Adam, uzun uzun kutuya baktı ve üstünde elini gezdirdi. Oldukça değerli bir şeymiş gibi, hayatındaki en değerli şeymiş gibi.


Bana uzattı.


"Her şeyi bu ortaya çıkaracak." Dedi ve kutuyu bana uzattı. Bir an tereddüt ettim. Korktum. Ellerim uyuştu. İstemsizce geri adım attım. Bütün bu olanlar çok saçmaydı!


Aynı annensin.


Değilim! Biz annemle hiç benzemiyoruz ki!


Biz Evrim Arslan ile hiç benzemiyoruz ki...


Gözlerim tekrar çerçeveye kaydı. Yine o kadınla göz göze geldim. Annemin aksine o kadınla gerçekten imkansız denecek kadar çok benziyorduk. Bu mümkün müydü? Bu kadar benzerlik mümkün müydü?


"Korktuğunu biliyorum, kızım. Korkma. Ben yaşadığım sürece, oğlum yaşadığı sürece senin kılına zarar gelmez." Yutkundum. Titreyen ellerimle ayak ucu başlığına tutundum can havliyle. Kutuya bakıyordum. O kadar uzun süre bakmıştım ki, mümkün olsaydı eğer içini böyle bakarak görebilirdim. Ama göremedim.


Titreyen elimle kutuya uzandım ve ucundan tuttum. Ellerimin titrediğini gördüğü için kutuyu bırakmadı adam.


Sonunda kendimde o gücü ve cesareti zor da olsa bulduğumda kutuyu sıkıca kavradım. Adam bıraktı.


Başlığa tutunduğum elimi çekip kutuyu tuttum ve diğer elimle kapağı açtım.


Kapağın içinde bir isim yazıyordu ve kutunun içinde de uzun bir saç tutamı vardı. Koyu kestane rengiydi. Benim saçımla aynı renkti. Ama benim olmadığı belliydi. İsime odaklandım.


Yağmur Pakgör.


Kaşlarım çatıldı. Bu... O kadının ismi miydi? O kadının saçı mıydı?


"Bu arada kendimi tanıtmadım, özür dilerim. Ben Asaf Pakgör. O kadının ikiz kardeşi, abisiyim." Annem olduğunu iddia ettiği kadının kardeşiydi. Dayım olduğunu iddia ediyordu.


Hepsi çok saçmaydı. Ama korkmuştum.


O kadının fotoğrafını görmesem kesinlikle inanmazdım. Ama... İçime korku düşmüştü.


Bir fotoğrafa, bir saça baktım. İstemsizce kutuyu burnuma götürdüm. Bu kadın... Şu an yoktu. Bunu anlamıştım. Olsaydı eğer, bizzat karşıma çıkartırlardı; elime saçının olduğu bir kutu tutuşturmazlardı.


O çok benzediğim kadın ölmüştü.


Annem olduğunu iddia ettikleri kadın ölmüştü.


Ama ne zaman ölmüştü? Bu süreçte saçta kokusu kalmış mıydı? Eğer gerçekten annemse, kokusundan hatırlar mıydım? Kokular unutulmazdı.


Kutuyu iyice burnuma yaklaştırdım ve narince kokladım.


Gözyaşım saçın tam üstüne düştü.


Ben bu güzel kokuyu hayatım boyunca hiçbir yerde duymamıştım.


🩸


Sabaha doğru evime döndüğümde kutuyu sımsıkı elimde tutuyordum. Şehir merkezinde tekrar yağmur başlamıştı.


Yağmur Pakgör.


Derin bir nefes verdim. Oflar gibi. Odama geçtim. Kutuyu, ders kitaplarımın olduğu rafta en arkaya koyup önüne kitaplarımı yerleştirdim. Arkadaki boşluk belli olmasın diye yukarıdaki ufak boşluğa da 1-2 kitabı yanlamasına koymuştum.


Hızla gözyaşından ve yağmurdan ıslanmış yüzümü sildim. Montumu çıkardım ve kaloriferlerin üstüne koydum kuruması için. Pijamalarımı giydikten sonra masadaki yapışkanlı çipi dikkatlice vücuduma yapıştırdım. Deri altına yerleştirilen çiplerden olmasını kesinlikle reddetmiştim ve abim de bunu istememişti zaten. Bunun yerine vücuduma yapışkanlığı güçlü bir çip yapıştırtmıştı kadın bir polise.


Dakikalarca dönüp durdum ama uyuyamadım.


O saçla yapabileceğim tek şey DNA testiydi. Peki buna cesaretim var mıydı? Uyumlu çıkarsa ne yapacaktım? Peki uyumsuz çıkarsa ne yapacaktım? Boşluğa düşmüş gibi hissediyordum. Önümde iki yol vardı ve ikisinde de ne yapacağımı bilmiyordum.


En sonunda annemin kahvaltı çağrısıyla debelenmeyi bıraktım. 5 dakika olsun uyuyamamıştım. Aşırı uykum vardı ve aşırı yorgundum ama uyuyamıyordum. Kafamda tonla şey dönüyordu.


"Bizim inek hâlâ uyuyor mu ya?" Abimin sesini duymamla tüylerim diken diken oldu. Artık onun yanında nasıl davranacağımı bile bilmiyordum. Konuyla alakasız şekilde normal davranırsam en alakasız şeyden işkillenir miydi? Abimin bana zerre güvenmeyişi haberi de sarsılmamda önemli rol oynuyordu.


Psikolojim iyice mahvolmuştu.


Burnumda hissettiğim sızıyla lanet okumaya kalmadan hapşırdığımda ofladım. Bir bu eksikti! Ama normaldi. Kaç gündür yağmur yağıyordu ve ben hep dışarıdaydım. Geç bile olmuştu.


Yataktan doğruldum ve banyoya gittim. Işığı açıktı. Kapıyı tıklattığım sırada açıldı. Abim beni gördüğü gibi irkildi. "Bismillahirrahmanirrahim! O ne kız?!" Aval aval yorgunca ona baktım. "Ne diyorsun yine, abi?" Şokla yüzüme bakıyordu. "Az önce de hapşırma sesi duydum sanki? Virüs mirüs getirmedin, değil mi?" Göz devirip homurdandım. "Hıı aynen, adı da Furkan-19." Abim kahkaha atarken onu banyodan atıp içeri girdim ve kapıyı kapattım. Aynaya döndüğüm gibi ben de irkildim. "Bismillahirrahmanirrahim!" Abim haklıydı!


Gözlerim olduğu gibi mosmordu ve tenim solgundu. Göz beyazlarım ise kıpkırmızıydı. Dönüp durduğum için karışan saçlarımdan hiç bahsetmiyorum bile.


Duş şart.


Suyu ayarlayıp üzerimdekileri çıkardım. Pijamalarımı daha yeni giydiğim için sadece iç çamaşırlarımı kirliye attım ve duşakabine girdim.


Ilık su başımdan aşağı akarken aklımdan geceyi geçirdim.


Daha olanları idrak edememiş gibi hissediyordum.


"Nefes... Ay... Aynı annensin."


O fotoğraf... Saç... Asaf Pakgör... Kızıl Maske...


Eğer her şey doğruysa, Kızıl Maske ile ben kuzen mi oluyorduk?


Eğer her şey doğruysa, bu ailem kimdi? Neden onlarlaydım? Neden gerçekten bana ait bebeklik fotoğraflarım onlardaydı?


Çok uçuk bir şey gibi geliyordu bu düşünce.


Ta ki Yağmur Pakgör'ün fotoğrafını görene kadar. Anneme hiç benzemediğimden yakınırdım. Anneme hiç benzemediğimden üzülürdüm. Şimdi ise gerçek annemin başkası olduğu söyleniyordu. Ve çok benziyorduk!


Pekâlâ fotoshop da olabilirdi. Ama edit gibi durmuyordu. Çok gerçekçiydi.


Bir de Nefes mevzusu var.


Asaf Bey bana neden Nefes diye hitap etmişti? Yoksa gerçek ismim(!) de o muydu?


Hatıralarım, bazı sahneleri gözümün önüne koydu.


"Evde bir polisle yaşıyorum. Bunun için de bir şeyler düşündünüz mü bari?" Omuz silkti. "Onu kendin hâlledersin. Koskoca Ne- Desise'sin ne de olsa?" Ne? Ne, derken ne demek istedi?


Belki de o siyah maske de "Nefes" demek istemişti?


Bugün hastaneye gidip o testi yaptırmak zorundaydım.


Duştan çıkmış, giyinmiş, saçlarımı taramış, sonunda mutfağa gidebilmiştim. Yüzüm biraz daha insana benzemişti şimdi.


"Geç kaldın, inek. Hemcinsini bitirdim." Bitirdiği sucuklu yumurtanın sucuklarından bahsediyordu. Alayla "Abiciğim, o sucuklar dana sucuk. Yani kendi hemcinsini yedin benim değil." Dediğimde göz devirdi.


"Eda? Güzelim çok solgunsun. Hasta mısın?" Anneme baktım. Gerçekten endişeli duruyordu. Mavi gözleri endişeyle parlıyordu. Bir abime, bir anneme baktım. Abim bile anneme daha fazla benziyordu. Babama baktım. Onunla da benziyorlardı. Peki ben?


Benzemeyi boş verelim. Kalıtsal sonuçta, değişebilir. Davranış ve tepkiler daha önemliydi.


Annem gerçekten anne gibi davranıyordu. Hiç şüphelendiğim, üvey miyim acaba diye düşündüğüm bir an hiç olmamıştı. Hatta bu evde bana en çok düşkün olan kişi annemdi. Babam abime daha düşkündü. İlk çocuktu, tamam. Erkek olmasının da bir etkisi var mıydı acaba?


"Pek iyi değilim. Bugün hastaneye gitsem iyi olacak." Babam başını kaldırdı. "Ben götüreyim seni." Kesinlikle olmaz. Abim babama döndü. "Yok, baba. Sen işine git. Bugün geceye gideceğim zaten, evdeyim yani. Ben götürürüm." Abim? ASLA olmaz!


"Yok hayır gerçekten istemiyorum. Biraz yalnız kalsam çok iyi olacak. Son zamanlarda psikolojim de pek iyi değil." Abim başını salladı. "Doğru, fark ettim. Farklı davranıyorsun." Davranış değişimimi abim fark etmişti ama annemle babam fark etmemişti sanırım.


"Evet. O yüzden kendim gitmek istiyorum." Abimle babam bir an bakıştılar. Sonra bana döndüler. "Tamam git ama dikkatli ol."


Kahvaltının ardından odama döndüm. Beyaz örme kazak ve mat kırmızı, dar bir kot pantolon çıkardım. Kaç gündür kırmızı vazgeçilmezim olmuştu resmen. Neden olduğunu bilmiyordum. Önceden hiç olmazdı böyle şeyler.


Ruh gibi göründüğüm için fondöten sürüp doğal bir makyaj yaptım. Kırmızı rujdan yine kaçamamıştım.


Gece giydiğim kabanım hâlâ ıslak olduğu için annemin yıkamış olduğu siyah, kuşaklı kabanımı giydim. Bunu en son giydiğimde çamur olmuştu ama şu an temizdi.


"Anne!"


"Anne yardım et bana!"


İrkildim.


Başımı gökyüzüne kaldırışım ve yağmura karşı bağırışım...


Yağmur Pakgör.


Oflayarak dolabıma yumruk attığımda gardırop sarsıldı. Başımı geriye atıp derin nefesler alıp vermeye başladım. Her şey git gide daha da zorlaşıyordu. Her şey git gide daha da güçleşiyordu.


Siyah bir çantaya o kutuyu ve diğer eşyalarımı koydum. Evden çıkarken siyah botlarımı giydim ve indim.


Durağa giderken, durakta beklerken, metroda, otobüste... Her yerde. Aklım bir dakika bile boş kalmadı. Çok korkuyordum. Çok gergindim. Kafamda cevaplanmamış tonla soru vardı.


Sonunda hastaneye ulaşıp DNA testini yaptırabileceğim yere gitmiştim. Saçtan bir parça onlara vermiştim ve kendim de bir numune teslim etmiştim.


"En fazla 15 güne kesin sonuçlar çıkar."


15 gün.


Bu 15 günde başıma daha neler gelebilirdi ki?


Bunun cevabını hastane çıkışında bulmuştum.


Durağa yürürken yanımda bir araba durdu. "Eda Arslan?" Artık cidden yeter. Öfkeyle arabaya döndüm. "Artık beni rahat bırakmayı düşünüyor musunuz?!" Adam güldü. Maske takmıyordu. Üstünde şık, siyah bir takım elbise vardı. Siyah saçları fönlü ve düzgün, sakalları kirli kesimdi. Çekici siyah gözleri tehlikeli bir ışıkla parlıyordu.


"Sakin ol, Desise. Namını duydum, bi' merhaba demek istedim sadece." Yüzümü buruşturdum. "Gerçekten canımı sıkmaya başladınız artık!"


Nazik bir şaşkınlıkla afalladı. "Ah, pardon. Kendimi tanıtmadım, değil mi? Ben Gökhan Karaslan. Senin amcan oluyorum." Yok ebenin...


Sinirden artık kahkaha atmaya başladım. "Ya siz şaka falan mısınız? Kamera nerede? Güleyim el sallayayım da ayıp olmasın bari." Diyerek etrafa bakındım.


"Bir anda ortaya çıkan bu garip adamlardan yorulmuş olmalısın. Emin ol, hepsinin bir açıklaması var. Annenin kim olduğunu dün gece öğrenmişsin. Yanıma gel ve baban hakkında bilgi vereyim? Bence reddi imkansız bir teklif. Sence?" Reddedersem zorla bindirtecekmiş gibi oyuncu bir ifade vardı yüzünde. Bu Gökhan denen adam, Asaf Pakgör gibi değildi. Bunda çok ayrı bir tehlike seziyordum. Zaten soruyu da formaliteden sormuş gibiydi.


"Bu savaşta en çok sen yorulacaksın, Eda. Bir tarafta annen, diğer tarafta baban."


***


Instagram

yagmurunefesi

ayenurerol1


Loading...
0%