@ayfresia
|
Selam canlar nasılsınız hayat nasıl gidiyor? Hızlıca bölüme geçelim oy vermeyi,yorum yapmayı ve takip etmeyi unutmayın 🤍 Keyifli Okumalar ..... ************************************ Ekin telsizden gelen emirle birlikte o andaki tüm düşüncelerini bir kenara itmişti. Kendi içinde çelişkiler ve duygularla boğuşsa da operasyon sırasında tamamen odaklanmak zorundaydı. Görev her şeyden önce gelirdi. Ancak Çiçek'le olan o kısa telefon konuşması kafasında dolanıp duruyordu. Onu bir kahve içmeye davet etmişti ve işler tam yoluna girerken, görev yine hayatın orta yerine girmişti. Mesleğinin doğası buydu, bunu her zaman biliyordu ama bazen insan hayatındaki bu karmaşık duygularla yüzleşmekten kaçamıyordu. Ekin bir yandan tüm ekipmanlarını kontrol ederken, göz ucuyla Cihangir'e baktı. Cihangir ise profesyonelce, ekibin geri kalanıyla birlikte hareket ediyordu. Onun her zaman soğukkanlı ve net olmasını Ekin takdir ediyordu. Ekin'in bu çelişkili ruh hali bir an için Cihangir’in rahat ve profesyonel tavrı karşısında sönük kaldı. Timi hızlı bir şekilde araçlara binerken, Cihangir Ekin’e yaklaştı ve hafif bir tonla, “Görevden sonra buluşmayı ertelediğiniz için pişman olma,” dedi. Sesinde hem anlayış hem de bir ağabey tavrı vardı. Ekin kısa bir anlık başını salladı ve araca doğru ilerledi. İçindeki karmaşıklığı bir kenara itmek zorundaydı.
Operasyon başladığında, tüm ekip tam konsantreydi. Bilinen bir terör hücresine baskın düzenleniyordu. Timi yerleşkeye sessizce ilerlerken, Ekin hala Çiçek'i düşünmemeye çalışıyordu. Her an tehlikeli bir durumla karşılaşabilecekleri için dikkati dağılmamalıydı. Ancak bir yandan da içindeki duygular ona zorluk çıkarıyordu. Cihangir, tüm ekibi yönlendirirken Ekin’e kısa bir bakış attı. Ekin’in normalden daha fazla kendi içinde kapandığını fark etmişti. Yine de o anda görev daha önemliydi ve operasyonun selameti için bunu bir kenara bırakmıştı. Hedefe ulaştıklarında, Ekin ve Selim öncü pozisyonda ilerlediler, arka planda Cihangir ve diğer tim üyeleri vardı. Operasyonun ortasında, tam içeriye girmeden önce Cihangir’in telsizinden gelen bir sinyal, işlerin planlandığı gibi gitmediğini gösteriyordu. “Plan değişti. İçeride beklenenden fazla direniş var,” dedi Cihangir telsizden. “Herkes dikkatli olsun.” Ekin bu uyarıyı alır almaz, gözlerini içerideki hareketliliğe çevirdi. O andaki sessizliği, aniden içeriden gelen bir patlama sesi bozdu. Bombalı bir tuzak kurulmuştu. Birkaç saniye içinde her şey karmaşaya dönmüştü. Patlamayla birlikte bina büyük bir sarsıntı geçirdi ve içerideki kişiler hızla kaçmaya başladı. Ekin refleks olarak kendini korumaya alıp yere yatmıştı. Cihangir’in sesi telsizden yankılandı: “Herkes pozisyon alsın! Yaralı var mı?” Ekin’in elleri titriyordu, patlamanın etkisiyle kulağında bir çınlama hissediyordu. Kafasında yankılanan tek şey, Çiçek’in sesi olmuştu bir an için. Gözlerini sıkıca kapattı, kendi kendine odaklanmaya çalıştı. Bu an, onun için her şeyin dönüm noktası gibiydi. Telsizden gelen sesler ve içerideki hareketliliğin arasında kendini topladı. “Ben iyiyim,” dedi Ekin, telsizden Cihangir’e yanıt verirken. “İçeriye doğru ilerliyorum.” Cihangir’in soğukkanlı sesi geri geldi: “Herkes dikkatli olsun. Bu iş göründüğünden daha karmaşık. Tüm tim tam odak, unutmayın.” Ekin ve Selim, içeride kalan direnişçilere yaklaşmaya başladıklarında, bir kapının ardında sesler duymaya başladılar. Sessizce kapının ardına saklandılar. Selim, Ekin’e hafif bir işaret vererek kapıyı açtı. İçeride beklenenden daha fazla kişi vardı. Direnişçilerle karşı karşıya kalmışlardı ve hızlıca müdahale etmek zorundaydılar. O an, her şeyin nasıl sona ereceğini bilemeyen Ekin, silahını kaldırarak birkaç uyarı ateşi açtı. Düşman anında karşılık verdi ve kısa süre içinde çatışma başladı. Ancak bu an Ekin'in sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da bir savaş vermesiydi. Bir yandan görevini kusursuzca yerine getirmeye çalışırken, diğer yandan Çiçek'i ve aralarında olup bitenleri düşünmeden edemiyordu. “İlerleyin!” diye bağırdı Cihangir, çatışmanın ortasında timi yönlendirirken. Çatışma bir süre devam etti, ancak Altay Timi üstün geldi. Direnişçiler sonunda etkisiz hale getirildiğinde, Cihangir telsizden operasyonun başarıyla tamamlandığını bildirdi. Ekip sakinleştiğinde herkes birbirine göz ucuyla bakıp bir yaralanma olup olmadığını kontrol ediyordu. Ekin derin bir nefes aldı. Görev tamamlanmıştı, ama içinde hala farklı bir mücadele sürüyordu. Çiçek’i düşündü, ona bir şeyler söylemek istediğini fark etti. Ancak o an, görev bitmiş olsa da sorular ve duygular bitmemişti. “Görev bittiğinde onu aramalıyım,” diye düşündü kendi kendine. İçindeki karmaşayı daha fazla saklayamayacağını biliyordu. Ama önce Cihangir ile konuşması gerekiyordu. Operasyonun bitişiyle birlikte, Altay Timi merkeze dönmek üzere hazırlanmaya başladı. Herkes görevini başarıyla tamamlamanın rahatlığıyla biraz olsun gevşemişti ama Ekin’in kafasında hala bir yığın soru işareti dolanıyordu. Araçlara binerken gözleri bir an için Cihangir’e takıldı. Onun sessiz ama kararlı duruşu, her şeyin kontrol altında olduğu izlenimini veriyordu. Fakat Ekin, Cihangir’in de bir şeyleri sakladığını hissediyordu. İkisi de farkında olmadan aynı kişinin etrafında dönüp duruyordu: Çiçek. Araçtaki yolculuk sessizce geçerken, Ekin bir an olsun gözlerini kapatıp Çiçek’in ona telefonda söylediklerini düşündü. “Bir ara buluşuruz, Ekin.” Bu sözcükler kulaklarında yankılandı. Belki de basit bir teklifiydi ama Ekin’in içinde derin bir anlam bırakmıştı. Onu uzun zamandır bu kadar etkileyen biri olmamıştı ve tam her şey yoluna giriyor gibi görünürken görev emri gelmişti. Şimdi, geri döndüklerinde ona ulaşmak zorunda olduğunu hissediyordu. Ancak Ekin’in kafasında sadece duygusal meseleler yoktu. Cihangir’in, Çiçek’in kimliğiyle ilgili bir şeyler bildiğini sezmişti. Son günlerdeki tuhaf bakışları, onunla konuşurken yaşadığı içsel çelişkiler, tüm bunlar Ekin’in gözünden kaçmamıştı. Belki de Cihangir, Çiçek hakkında daha fazla şey biliyordu ve bunu paylaşmıyordu. Merkeze vardıklarında herkes hızlıca ekipmanlarını toparlamaya başladı. Ekin bir süre Cihangir’in peşinden gözleriyle takip etti. Cihangir, genelde olduğu gibi soğukkanlıydı. Ancak aralarındaki kardeşlik bağı, Ekin’i düşündürüyordu. Cihangir bazen her şeyi içine atan, konuşmaktan kaçınan biriydi. Ama Ekin, onunla konuşmak zorunda olduğunu biliyordu. Cihangir, odasına doğru ilerlerken Ekin hızlı bir adımla ona yaklaştı. “Biraz konuşabilir miyiz?” dedi Ekin, sesinde biraz çekingenlik vardı ama bu konuşmayı ertelemek istemiyordu. Cihangir duraksadı, Ekin’e baktı. Kafasında ne konuşacaklarını biliyor gibiydi. Bir an düşündü, sonra başını sallayarak kabul etti. “Tabii, gel.” İkisi Cihangir’in odasına girdikten sonra kapıyı kapattı. Cihangir, bir sandalye çekip oturdu, Ekin ise biraz gergin bir şekilde odada yürüyüp duruyordu. Bu sessizlik, Ekin için zorlayıcıydı. Nihayet konuşmaya başladı. “Cihangir,” dedi, derin bir nefes alarak. “Çiçek hakkında bir şeyler biliyorsun, değil mi?” Cihangir bir süre sustu. Yüzündeki ciddi ifade hiç değişmedi. Ekin’in bu soruyu soracağını tahmin etmişti, hatta bunu er ya da geç konuşmaları gerektiğini biliyordu. İçindeki karmaşıklığı gizleyerek cevap vermeye karar verdi. “Evet, Ekin. Bazı gerçekleri öğrendim,” dedi Cihangir, yavaşça. Ekin bir adım daha attı, artık tamamen ciddileşmişti. “Ne demek öğrendin? Çiçek’le ilgili ne saklıyorsun?” Cihangir derin bir nefes aldı ve gözlerini Ekin’e dikti. “Çiçek… benim kardeşim.” Bu cümle odayı derin bir sessizlikle doldurdu. Ekin, duyduklarını sindirmekte zorlanıyordu. Çiçek, Cihangir’in kaybolan kardeşi miydi? Tüm bu zaman boyunca, birlikte oldukları, konuştukları, tanıştıkları kişi aslında Cihangir’in kardeşi miydi? “Nasıl yani?” diye mırıldandı Ekin. “Çiçek… senin kayıp kardeşin mi? Ama bu… inanılmaz.” Cihangir başını salladı. “Biliyorum, Ekin. Ben de ilk öğrendiğimde inanamamıştım. Ama araştırmalar, ipuçları, tüm her şey bir araya gelince bu gerçeği ortaya çıkardı.” Ekin, bu şok edici bilgi karşısında bir süre ne söyleyeceğini bilemedi. Duyguları karmakarışıktı. Çiçek’e karşı hissettikleri bir yana, şimdi onunla ilgili daha büyük bir gerçek öğrenmişti. Ve bu, işlerin sadece duygusal değil, aynı zamanda daha karmaşık bir boyuta taşındığını gösteriyordu. Cihangir, onun içindeki karmaşayı anlamıştı. “Biliyorum, Ekin. Bu zor bir durum. Ama görevlerimiz arasında bunları konuşmak için çok az zamanımız var. Ben Çiçek’e gerçekleri anlatmak zorundayım. Ama doğru zamanı bekliyorum. Ve senin de bunu anlamanı istiyorum.” Ekin, bir süre sessiz kaldı. Sonra yavaşça başını salladı. “Anlıyorum,” dedi. “Ama ona nasıl söyleyeceksin? Hem senin kardeşin olduğunu hem de onun tüm hayatının bir yalan olduğunu öğrenmek… Bu çok zor.” Cihangir derin bir nefes aldı. “Bilmiyorum. Ama bir şekilde anlatmak zorundayım. Artık bu gerçeği saklayamam.” Ekin, Cihangir’in içindeki mücadeleyi anlıyordu. Ama bir yandan da Çiçek’i düşünmeden edemiyordu. Ona karşı hissettikleri hala devam ediyordu ve şimdi Cihangir’in kardeşi olduğunu bilmek, bu durumu daha da zorlaştırıyordu. Ekin, Cihangir’e bakarak hafif bir gülümsemeyle, “Bu durumda bana çok fazla söz düşmez ama şunu bil ki, ne olursa olsun yanında olacağım,” dedi. Cihangir, Ekin’in bu sözlerine minnettar bir bakış attı. “Teşekkür ederim, Ekin. Bunu duymak iyi geldi.” İkili bir süre daha sessiz kaldı. Dışarıda, Altay Timi’nin geri kalan üyeleri görev sonrası rutin işlerini yaparken, içeride bambaşka bir mücadele yaşanıyordu. Gerçekler, kardeşlik, görevler ve duygular arasında sıkışıp kalan Cihangir ve Ekin, hayatlarının belki de en zorlu dönemine adım atmışlardı. Cihangir, düşünceli bir şekilde Ekin’e dönüp ekledi: “Görevden sonra, her şey daha netleşecek. O zaman Çiçek’e anlatacağım ve ne olacağını göreceğiz.” Ekin, Cihangir’in kararlılığını gördü. “Umarım her şey yolunda gider,” diye mırıldandı. Cihangir hafif bir tebessümle, “Göreceğiz,” dedi. Bölüm sona ererken, ikisi de birbirlerine baktılar, içlerinde hem bir kardeşlik hem de zorlu bir süreçle yüzleşmenin getirdiği ağır duygularla. Görevler bitmek bilmezdi, ama bazı gerçekler de en az görevler kadar karmaşıktı.
***********************
Cihangir, odasında Ekin’e her şeyi anlattıktan sonra içindeki ağırlığın biraz olsun hafiflediğini hissetti. Ancak zihnindeki düşünceler hâlâ karmaşıktı. Çiçek’in, o kaybolan kardeşi olduğunu öğrenmek, tüm hayatını altüst etmişti. Kardeşine neler olduğunu öğrenene kadar hep bir boşluk hissetmişti; fakat şimdi gerçeklerle yüzleşmek, geçmişin acılarını da gün yüzüne çıkarmıştı. Ekin ise duydukları karşısında bir şok yaşamıştı. Çiçek’in, Cihangir’in kayıp kardeşi olduğunu öğrenmekle kalmamış, onun yetimhanede geçirdiği zorlu yılları da öğrenmişti. Cihangir ona her şeyi, Çiçek’in yetimhanede yaşadığı şiddet ve zorlukları anlatmıştı. O anlarda kardeşinin başına gelenleri öğrendiğinde kalbinde hem büyük bir acı hem de öfke hissetmişti. Ama Ekin de, Cihangir de ne yapacaklarını tam olarak bilmiyordu. Çiçek’e gerçeği nasıl söyleyeceklerdi? Ve bu geçmiş, Çiçek’in şimdiki hayatını nasıl etkiliyordu? Ekin, Cihangir’den öğrendiği her şeyle baş başa kalmış, odayı terk ettikten sonra zihnindeki düşüncelerle boğuşuyordu. Yetimhane… Şiddet… Çiçek, hayatı boyunca ne kadar zor şeyler yaşamıştı? Bu, onun şu anki sessiz ve güçlü görünümünün ardındaki karanlık mıydı? Ekin, ertesi gün Çiçek’e ulaşmak için telefonunu eline aldı. Uzun zamandır görüşmüyorlardı. Olan biten her şeyin ardından, Cihangir ile aralarındaki konuşmadan sonra Çiçek’le buluşmaya karar vermişti. Onu aradı ve aralarındaki kısa konuşmadan sonra Çiçek, buluşmayı kabul etti. Ekin, içinde hem bir heyecan hem de endişe hissediyordu. Çiçek’e bu gerçekleri nasıl anlatacaktı? Daha da önemlisi, Çiçek tüm bu zorlukları atlatmış mıydı yoksa geçmişin izleri hala peşini mi kovalıyordu? Akşam, Ekin ve Çiçek, şehrin sakin bir kafesinde buluştular. Ekin, her zamanki gibi sakin ve kontrolcüydü ama Çiçek’in yüzündeki ifadede bir derinlik vardı. Gözlerinde, geçmişin ağırlığını taşıyan bir kadın vardı karşısında. Oturdular, kısa bir hoşbeşin ardından Ekin söze girmeye çalıştı. Ama Çiçek’in bakışları onu durdurdu. “Ekin,” dedi Çiçek, derin bir nefes alarak, “Biliyorum, bana bir şeyler söylemek istiyorsun. Ama önce ben konuşmalıyım.” Ekin’in gözleri büyüdü. O an, Çiçek’in içinde ne kadar büyük bir fırtına koptuğunu anladı. Sessiz kaldı ve dinlemeye başladı. Çiçek, gözlerini masanın üzerine sabitleyerek anlatmaya başladı. “Yetimhaneye nasıl ve neden verildiğimi hiçbir zaman tam olarak öğrenemedim. Çocukluğumda hep bir şeylerin eksik olduğunu hissettim, ama kimse bunu anlamadı. O yıllarda yaşadığım zorluklar, özellikle de yetimhanede… Hep içimde saklı kaldı. Şiddet gördüğüm günleri asla unutmadım.” Ekin, Çiçek’in yüzüne bakarken onun sesindeki kırılmayı fark etti. Sesi titriyordu ama bir yandan da kararlıydı. Yıllarca içinde tuttuğu bu sırrı nihayet paylaşıyordu. “Yetimhane müdürleri, bakıcılar… Kimse bana iyi davranmadı. Fiziksel şiddet, duygusal istismar… Bir çocuğun asla yaşamaması gereken şeyler yaşadım,” dedi Çiçek, sesinde hem bir acı hem de güç vardı. “O zamanlar kimse beni kurtarmadı. Her gün bir umutla beklerdim ama hiç kimse gelmedi.” Ekin’in gözleri dolmuştu ama bunu belli etmemeye çalıştı. Kardeşi olduğunu henüz bilmediği, o şiddet dolu yıllar… Bu gerçekler karşısında Ekin’in kalbi sıkışıyordu. “Çiçek,” dedi Ekin, yavaşça elini masanın üzerine koyarak, “Hiçbir şeyin suçlusu sen değilsin. O günler, o insanlar… Senin suçun değil.” Çiçek başını hafifçe salladı ama gözleri uzaklara dalmıştı. “Biliyorum Ekin, biliyorum. Ama bazen insanın başına gelenleri unutması, onları affetmesi kolay olmuyor.” Sessizlik bir süre devam etti. Çiçek içindeki her şeyi dökmüş gibiydi ama bu anlatılanlar Ekin’in üzerinde büyük bir etki bırakmıştı. Bu an, Çiçek’le ilgili hislerini daha da derinleştirmişti. Hem ona karşı duyduğu koruma isteği hem de içindeki hisler bir karışıklık yaratıyordu. “Bir ara buluşuruz, konuşuruz demiştin,” dedi Ekin, hafifçe gülümseyerek. “Ve şimdi buradayız. Sana şunu söylemek istiyorum, Çiçek. Ne olursa olsun, artık yalnız değilsin. Cihangir de var, ben de varım. Her zaman yanındayız.” Çiçek, Ekin’e minnetle baktı. Gözlerindeki karanlık yerini hafif bir rahatlamaya bırakmıştı. Fakat tam bu sırada, Ekin’in telefonuna bir mesaj düştü. Telefonu açtığında, yeni bir görev emrinin geldiğini gördü. Ekin gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Bu anı bozmadan, sessizce telefonu kapatıp yerine koydu. Ancak Çiçek, mesajı fark etmişti. “Görev mi?” diye sordu, yüzünde hafif bir merak ve üzüntü ifadesiyle. Ekin başını salladı. “Evet, ama bunu sonra da konuşabiliriz,” dedi Çiçek’in üzülmesini istemeyerek. Çiçek, hafifçe gülümseyerek, “Hayır, sorun değil Ekin. Biz konuşmaya devam ederiz. Görevini yapman daha önemli,” dedi. Ekin, onun bu anlayışlı tavrı karşısında biraz rahatladı ama yine de içinden geçen şeyleri söylemek istedi. “Tamam,” dedi Ekin, hafif bir gülümsemeyle. “Görevden sonra seni tekrar görmeyi umuyorum.” Çiçek, hafif bir tebessümle başını salladı. “Tabii ki, Ekin. Bekliyorum.” İkisi de birbirlerine bakarken, aralarındaki bağın güçlendiğini hissettiler. Geçmiş, acılar, şiddet ve gerçeklerle yüzleşmek zor olmuştu ama belki de bu zorluklar onları birbirlerine daha da yaklaştırıyordu. Ekin, masadan kalkarken içinden bir karar vermişti. Bu görevden döndüğünde, hem Çiçek’in yaşadıklarına destek olacak hem de ona olan hislerini daha açık bir şekilde anlatacaktı. Artık Çiçek’i sadece koruma içgüdüsüyle değil, ona karşı duyduğu hislerle de yaklaşacaktı. Ama şimdi, görev onları bekliyordu. O zamana kadar Çiçek, yetimhanede geçirdiği acı dolu yılların ardından, onu evlatlık alan ailenin yanına gitmişti. Evlatlık alındığı aile, çok zengin ya da gösterişli değildi, ama ona sıcak bir yuva sunmuşlardı. Trafik kazasında kaybettiği bu ailesi, onu ne kadar severse sevsin, Çiçek’in içindeki o derin yalnızlığı tamamen silememişlerdi. Evlatlık ailesi, her zaman onun yanında olmaya çalışmış, ona güzel bir çocukluk yaşatmak istemişti. Ama Çiçek’in yetimhanede yaşadığı travmalar, o sevgi dolu evin duvarları içinde bile her zaman gölgesini hissettirmişti. Özellikle annesi, onu hep korumaya ve kollamaya çalışmıştı. Ancak bu sevgi dolu çabalar, Çiçek’in yetimhanede yaşadığı derin yaraları tam olarak iyileştiremiyordu. Onu evlatlık alan ailesi, trajik bir trafik kazasında hayatını kaybettiğinde, Çiçek kendini bir kez daha yapayalnız hissetmişti. Evlatlık ailesini kaybettikten sonra, Çiçek bir kez daha geçmişe dönen yalnızlıkla yüzleşmiş, ancak bu kez ayakta kalmayı başarmıştı. Çünkü artık bir öğretmendi, hayata tutunacak bir amacı vardı. Ama ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da, içindeki yara hâlâ kanıyordu. Ekin, o sabah uyandığında düşünceleri Çiçek’e odaklanmıştı. Önceden numarasını bulmuş ve bir kez aramıştı, fakat o gün doğru zaman olmadığını hissettiğinden dolayı çok kısa konuşmuşlardı. Şimdi, yeniden onunla konuşmak, daha derine inmek istiyordu. Çiçek’in yaşadığı acıları öğrenmek Ekin'i huzursuz ediyordu, ona yardım etmek istiyordu. Ekin o gün karargâhta zaman geçerken aklında sürekli Çiçek vardı. Cihangir’in anlattıkları, Çiçek’in yetimhanede geçirdiği zor yıllar, yaşadığı travmalar… Hepsi zihninde dönüp duruyordu. Bu kez konuşacak olursa, daha anlamlı bir şeyler söylemek ve onu biraz olsun rahatlatmak istiyordu. O sırada telefonunu çıkardı ve kısa bir mesaj yazdı: "Merhaba, nasılsın? Eğer bugün müsaitsen buluşmak ister misin?" Mesajı gönderdikten sonra telefonunu kenara koydu, ama gözleri sürekli ekranda, gelecek cevabı bekliyordu. Birkaç dakika sonra telefon titredi, ekranda Çiçek'in yanıtı belirdi: "Merhaba Ekin, iyiyim, teşekkür ederim. Bugün biraz yoğunum, ama buluşabiliriz. Nerede ve ne zaman?" Bu mesajla Ekin’in içi rahatladı. Nihayet Çiçek'le bir araya gelip onunla ciddi bir şekilde konuşma fırsatı olacaktı. Tam o sırada, Cihangir içeri girdi. Ekin'e doğru yaklaşıp derin bir nefes aldı. "Ekin, acil bir görev emri geldi," dedi Cihangir, ciddi bir ifadeyle. "Hazırlanmalıyız." Ekin, bir an tereddüt etti. Çiçek'le buluşmayı çok istiyordu, ama askeriyenin disiplinine göre görev her şeyden önce gelirdi. Telefonuna baktı, Çiçek'e hemen geri yazması gerektiğini fark etti. Çiçek’e buluşmanın ertelenmesi gerektiğini söylemek zorundaydı. Ama görevden hemen önce ona haber vermek istemedi, çünkü bu zorunlu ayrılığın Çiçek'i daha da üzeceğini düşündü. Hemen bir mesaj daha yazdı: "Maalesef acil bir görev çıktı. Konuşmayı başka bir zamana bırakmak zorundayım. Lütfen kendine iyi bak. Sonra mutlaka görüşürüz." Telefonu kapattığında, içi buruktu. Cihangir'in gözleriyle karşılaştı, ondan hiçbir şey gizleyemeyeceğini biliyordu. Cihangir, Ekin'in Çiçek'e olan ilgisini fark etmişti, ama Ekin’e bir şey söylemeden derin bir nefes aldı. "Hadi, görev zamanı," dedi sadece. Ekin de başıyla onayladı ve görev hazırlıklarına başladı. Ancak aklı hala Çiçek'teydi, konuşamadıkları, yüz yüze gelip derin bir sohbet edemedikleri her an, içinde bir boşluk yaratıyordu. Görev boyunca zihninin bir köşesinde hep o vardı. Çiçek’in kırılganlığı, güçsüzlüğü ve geçmişte yaşadığı acılar... Cihangir, Ekin’in sessizliğini fark etti. O da kardeşi Çiçek’in yıllar sonra ortaya çıkan geçmişini sindirmekte zorlanıyordu. Görev bittiğinde, Ekin’e bir şey söyleyip söylememek konusunda kararsız kaldı. Ama Ekin’in gözlerinde Çiçek’e karşı hissettiği o koruma ve ilgi, Cihangir’i daha da kıskandırıyordu. Yine de bunu dışarı vurmadı, sadece bir abi olarak ona güven duygusunu kazandırmak istiyordu. Görevden sonra, Ekin telefonuna tekrar baktı. Çiçek’in ona dönüp dönmediğini görmek istedi, ama hiçbir mesaj yoktu. İşler karışık hale gelmişti, ama Ekin bunun üstesinden gelecek gücü kendinde bulmaya kararlıydı. Onu bir şekilde yeniden görecek ve bu defa daha fazla sorumluluk alacaktı.
************************* Eveett bir bölümün daha sonuna geldik Bölüm nasıldı Sizce nasıl devam edecek yorumlara yazın Oy vermeyi,yorum yapmayı ve takip etmeyi unutmayın 🤍 |
0% |