@ayfresia
|
Keyifli Okumalar... ******************************* Acil servis, büyük bir yoğunluk içindeydi. Ekin, Çiçek’in yanına girmek için uğraşırken, bir hemşire ona, "Burada kalamazsınız! Lütfen dışarıda bekleyin," dedi. Ekin, gözlerinde kaygıyla bakarak, "Ama bu benim arkadaşım!" dedi. İçinde, Çiçek’e bir şey olursa onu kaybetme korkusu giderek artıyordu. Dışarıda Cihangir bekliyordu, içindeki kaygı büyüyordu. Ekin’in gözlerindeki umutsuzluk, Cihangir’in yüreğini parçaladı. "Onu kurtaracaklar, değil mi?" diye sordu. Ekin, başını eğerek, "Umarım," dedi. Bir süre sonra doktorlar, Çiçek’in durumunu değerlendirmek üzere Ekin ve Cihangir’i içeri çağırdılar. Cihangir, kalbi güm güm atarak içeri girdi. Çiçek’in üzerindeki beyaz örtü, içindeki acıyı daha da belirginleştiriyordu. Ekin, bir adım daha ileri giderek, "Çiçek, seni burada bekliyoruz!" diye haykırdı. Ama yanıt alamadı. Cihangir, gözleri dolmuş bir şekilde, "Çiçeğim, lütfen dayan!" diye fısıldadı. Çiçek, derin bir nefes almıştı, ama nabzı düşmeye devam ediyordu. Ekin, "Doktorlar onu kurtaracak, sadece biraz zaman gerekiyor," dedi ama kendi içinde bu söze inanmadığını biliyordu. Çiçek, karanlık bir tünelde koşuyordu. Ama bu tünel, onun gerçek dünyasından çok uzaktaydı. Gözleri açıldığında, bir an için Cihangir’in onu çağırdığını duydu. "Çiçek, buradayım," diyordu kardeşi. Ama sesleri gitgide uzaklaşıyordu. Çiçek, zihninde Cihangir’in yüzünü canlandırmaya çalıştı. O an, onu bulmak için savaşıyordu. Karanlık, onun etrafını sararken, hayatta kalmak için mücadele etti. Acı, onu daha da güçsüzleştiriyordu ama içindeki umut ışığı, onu ayakta tutuyordu. "Cihangir, ben buradayım," diye fısıldadı kendi kendine. Hastanede, Cihangir ve Ekin, tıpkı bir zamanlar çocukken yaptıkları gibi, Çiçek’in iyileşmesi için dua ediyorlardı. Kalpleri, her geçen saniye daha da karamsar bir hal alıyordu. Ama bir yandan da, Çiçek’in onlara geri döneceğine dair bir umut taşımak zorundaydılar. Zaman geçtikçe, hastane koridorundaki bekleyişleri giderek ağırlaşıyor, her geçen saniye bir ömür kadar uzun geliyordu. Çiçek’in yaşamı, ellerinde kocaman bir sır gibi duruyordu. "Lütfen, Çiçek," dedi Cihangir. "Beni bırakma." Bu bekleyiş, hem Cihangir’in hem de Ekin’in ruhunda derin yaralar açmaya başlamıştı. Ama biliyorlardı ki, mücadele devam etmek zorundaydı. Onlar için sadece Çiçek’in yaşamı değil, birbirleriyle olan bağları da çok önemliydi. Her şeyin yeniden başlaması için mücadele ediyorlardı. Hastanede geçen uzun saatlerin ardından, Cihangir ve Ekin hâlâ Çiçek’in yanındaydılar. Her ikisinin de içinde yoğun bir kaygı vardı; hastane koridorunda geçen süre, sanki zamanın durmasına neden olmuştu. Düşünceler içinde kaybolmuşken, aniden kapı açıldı ve Cihangir’in ailesi içeri girdi. Cihangir’in annesi Narin, gözleri dolmuş bir şekilde hastane odasına adım attı. Hemen Cihangir’in yanına geldi. “Ne oldu, Cihangir? Kızım nerede?” diye sordu, sesi titreyerek. Cihangir, annesinin elini tutarak, “Çiçek, vurulmuş. Şu anda tedavi altında,” diye yanıtladı, kelimeleri zorla çıkarıyormuş gibi hissederek. Narin, o an derin bir nefes aldı. İçindeki korku, her şeyden önce gelmişti. “Onu kurtaracaklar, değil mi?” diye sordu, gözlerinde umut arayarak. Cihangir, annesinin gözlerindeki korkuyu görünce yüreği parçalandı. “Elimden geleni yapacağım,” dedi, ama içindeki belirsizlikle konuşmak zordu. Ekin, o sırada Narin’in yanına geldi ve durumu anlatmaya başladı. “Çiçek’in durumu ciddiydi ama doktorlar elimizden geleni yapıyor. Burada olmalıyız,” dedi. Cihangir’in babası Alparslan da odaya girdi, Cihangir’e destek olmak için yanına geldi. “Oğlum, birlikteyiz. Bu zor günleri atlatacağız,” dedi, sesi güçlü ama içinde bir korku barındırıyordu. Cihangir, ailesinin orada olduğunu görünce biraz rahatladı ama yine de aklında sadece Çiçek vardı. Çiçek’in, annesinin özlemiyle karşı karşıya kaldığı anı düşünmek, onu daha da derin düşüncelere sürüklüyordu. Narin, “Kızım, buraya dön!” diye fısıldadı, Çiçek’in iyiliği için dua ediyordu. Ekin ve Cihangir, anneleri için güçlü durmaya çalışıyordu ama içlerindeki kaygı giderek büyüyordu. Bir süre sonra hastane koridorunda hareketlilik başladı. Hemşireler, doktorlar ve diğer acil durum ekipleri sürekli geçiş yapıyordu. Cihangir, Çiçek’in odasına doğru bir adım atmak için sabırsızlanıyordu, ama Ekin onu durdurdu. “Bırakma, bir şey olursa,” dedi. O sırada bir hemşire, hastane odasından çıkıp Narin’in yanına geldi. “Büyük ihtimalle birkaç dakika içinde doktorumuz Çiçek’in durumu hakkında bilgi verecek. Lütfen sabırlı olun,” dedi hemşire. Cihangir, bu söze inanmak istese de endişesi giderek artıyordu. “Neden hala çıkmadı?” diye içinden geçirdi. Cihangir’in annesi Narin, Ekin’e döndü ve “Sen de ne kadar gençsin, her şey senin için zor. Ama burada Çiçek’i yalnız bırakmamalısın,” dedi. Ekin, başını salladı ve “Onun için elimden gelen her şeyi yapacağım,” diye yanıtladı. Alparslan, “Kızımızı kaybetmeyeceğiz. Kardeşinin yanında olmalısın, Cihangir,” diyerek oğlunun omzuna vurdu. Cihangir, babasının desteğini hissederek, derin bir nefes aldı. İçindeki korku ve kaygıyla savaşmaya çalışıyordu. Bir süre sonra doktor odaya girdi. Cihangir, Ekin ve ailesi onun etrafında toplandı. Doktor, “Çiçek’in durumu ciddiyetini koruyor. Ama onu kurtarma şansımız var,” dedi. Cihangir, derin bir nefes alarak, “Ne yapmamız gerekiyor?” diye sordu. Doktor, “Şu anda en önemli olan, stabil hale getirmek. Ama sizler buradayken ona iyi gelecektir,” dedi. Cihangir, annesinin elini tutarak, “Benim yanımda kal, onu kaybetmeyeceğimizi biliyorum,” dedi. Dışarıda gün batmaya başlamıştı. Hastane koridorunun penceresinden düşen gün ışığı, içindeki karanlığı biraz olsun aydınlatıyordu. Narin, Çiçek’in odasına doğru bir adım atarak, “Kızım, ben buradayım,” diye seslendi. Cihangir, içinde bir umut belirmeye başladığını hissetti. Hastane odasında bekleyen tüm bu insanlar, Çiçek’in iyileşmesi için dua ediyorlardı. İçlerindeki korku, birlikteyken daha az hissediliyordu. Cihangir, ailesinin desteğini yanında hissettikçe, Çiçek’e olan inancı daha da güçleniyordu. “Çiçek, seni çok seviyoruz,” diye düşündü Cihangir. “Bu savaşta asla yalnız değilsin.” Ve bu inanç, onu bir adım daha ileriye taşımak için yeterliydi. Onlar, aileydiler ve birlikte her şeyin üstesinden gelebileceklerine inanıyorlardı. ************************************* Hastanede geçen tüm bu olayların arasında, Can evde yalnız başına kalmanın üzüntüsüyle yanıyordu. Küçük yaşına rağmen duyguları oldukça derin olan Can, ablasının başına bir şey geldiğini hissetmişti. Sıkı sıkı sarıldığı yastığa ağlayarak, “Abla!” diye haykırıyordu. Evdeki sessizlik, onun çığlıklarına yanıt vermiyor gibiydi. Annesi, Can’ı evde yalnız bırakmamak için arkadaşına rica etmişti; hastaneye gelmesine gerek olmadığını düşünüyordu. Ancak Can, ablasının durumunu duyduğunda aklından geçenleri hiç kimseyle paylaşamamıştı. Ablası Çiçek’in başına bir şey gelmiş olabileceğini düşündüğünde, içindeki kaygı daha da büyüyordu. “Neden beni götürmediler?” diye sordu kendi kendine, içindeki yalnızlıkla mücadele ederken. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, Can'ın aklında Çiçek’le birlikte geçirdiği güzel anılar canlanıyordu. Oyunlar oynadıkları, gülüp eğlendikleri o günler aklında dönüp duruyordu. Çiçek, her zaman onun en büyük destekçisi olmuştu. “Benim ablam,” diyordu Can, gözleri dolu dolu. O an bir çocuk olmanın getirdiği masumiyetle, Çiçek’in yanında olmayı ne kadar çok istediğini bir kez daha hissetti. Küçük Can, ablasının hastaneye kaldırıldığını duyduğunda endişesiyle dolmuştu. Arkadaşlarıyla oynamak istemiyor, sadece Çiçek’in yanına gitmek istiyordu. Evdeki annesi, Can’ı üzmemek için elinden geleni yapsa da, onun hissettiği acıyı kimse anlamıyordu. “Abla, beni unutma!” diye haykırdı içinden. Her geçen dakika, Çiçek’in ne durumda olduğunu merak ederek geçiyordu. Evdeki sessizlik, Can için dayanılmaz hale geliyordu. Anneleri, Can’ı üzmemek için eğlenceli şeyler yapmaya çalışsa da, Can’ın aklı Çiçek’taydı. “Onu nasıl bulacağım?” diye düşündü. Ablasının yanında olabilmeyi hayal etti ama onu bulamayacağının farkındaydı. Bir süre sonra, Can’ın aklında bir fikir belirdi. “Belki de hastaneye gizlice gidebilirim!” diye düşündü. Kararını vermişti, ablasının yanına ulaşmanın bir yolunu bulmalıydı. Kalbi heyecanla çarpıyor, ablasına kavuşmanın hayalini kuruyordu. Can, evdeki kapıyı yavaşça açarak dışarı adım attı. O an kendisini çok cesur hissediyordu; sanki ablasına ulaşmak için her şeyi göze alabilirdi. “Abla, seni bulacağım,” diye fısıldadı. Yavaş adımlarla yürürken, aklında sadece bir şey vardı: Çiçek’in iyiliği. Yavaş yavaş, hastaneye doğru ilerliyordu. Her adımında, ablasının sıcak gülümsemesi aklına geliyordu. “Ne olursa olsun, onu yalnız bırakmayacağım,” diye düşündü. Can’ın içindeki fırtınayı daha da derinleştiriyordu. Bir yandan annesinin iyi niyetli çabaları, bir yandan ise ablasının yanında olma isteğiyle mücadele ediyordu. Can, ablasının yanında olabilmek için her şeyi göze almaya kararlıydı. Hastaneye doğru yola koyulduğunda, kalbindeki umut, ona güç veriyordu. Çiçek’i bulmak ve ona destek olmak için her şeyi yapmaya hazırdı. İçindeki bu azim, onun cesaretini artırıyordu. Can’ın içindeki sevgi ve özlem, Çiçek’i bulma arzusuyla birleşerek onu yola çıkmaya teşvik etmişti. Ablasının başına gelenlerden habersiz, küçük kalbi cesaretle doluydu. Çiçek’in yaşadığı zor günlerin ne kadar acı verici olduğunu düşünmeden, Can’ın ablasına olan sevgisi her şeyin önündeydi. Bu masum çocuğun sevgi dolu kalbi, ona güç verecekti. Can, hastaneye gitme kararlılığını içten içe hissediyor, her adımında ablasına kavuşma umuduyla doluyordu. Evden uzaklaşırken kalbindeki korku ve kaygı yavaşça yerini cesarete bırakıyordu. Can, yavaş ama kararlı adımlarla yürümeye devam etti. Etrafında neler olduğunu pek umursamadan, zihninde yalnızca Çiçek’in yüzü vardı. Hastaneye giden yolu düşünürken, kalbindeki heyecan her geçen saniye artıyordu. "Neden ablamın yanına gitmiyorum ki?" diye düşündü. Hızla geçiştirdiği caddelerin, kalabalığın içinden geçerken, aklında sadece Çiçek’in yanında olma isteği vardı. Bazen yavaşlayıp duruyor, etrafındaki kalabalığı izliyordu. İnsanların yüzlerinden geçen kaygı ve acı, Can’ı daha da motive ediyordu. “Ablam beni bekliyor,” diye düşündü. Ve yine yürümeye devam etti. İçindeki heyecan, onu ileriye doğru itiyordu. Sonunda hastanenin kapısına vardığında, kalbi hızlı bir şekilde çarpıyordu. İçeri girmek için derin bir nefes aldı. Hastane lobisinde, hemşireler ve doktorlar arasında kalabalık bir atmosfer vardı. Ancak Can’ın tek bir amacı vardı: Ablasının yanına ulaşmak. İçeri adım attığında, etrafındaki gürültü bir an için sanki kaybolmuştu. Akıllı bir çocuk olarak, hemen hemşirelerin yanına doğru ilerledi. "Ablam Çiçek nerede?" diye sordu, sesi titreyerek. Hemşire, Can’ın gözlerindeki kararlılığı görünce ona gülümsedi. “Küçük dostum, ablan burada,” dedi, “Ama içeri giremezsin. Doktorlar onunla ilgileniyorlar.” Can, hemşirenin sözlerini duyduğunda kalbinde bir acı hissetti. Ablasının başına bir şey geldiği için endişeliydi. “Ama ben ablamla olmak istiyorum,” diye haykırdı, gözleri dolarak. Hemşire, onun naif duygularını anlayarak başını salladı. “Anlıyorum ama şu an ablanın biraz dinlenmeye ihtiyacı var. Sen buradan bekleyebilirsin,” dedi. Can, bu yanıtı duyduğunda içindeki hüzün katlandı. Bir an bile olsa, ablasını görebilmeyi umuyordu. Kendini çok çaresiz hissediyordu. Birkaç adım geriye çekildi, kalabalığın içinde kaybolmuş gibi hissetti. O an, yalnızca küçük bir çocuk olarak kendini savunmasız hissetti. Beklemek, Can için oldukça zorlayıcıydı. İçinde her geçen dakika, ablasına duyduğu özlemle daha da büyüyordu. “Abla, ben buradayım,” diye mırıldandı. Zaman geçtikçe, kaygıları daha da derinleşiyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülerek, o sıcak kollarına sarılma özlemiyle doluydu. Bir süre sonra, hastanede Çiçek’in yanına girmek isteyen diğer hastalarla dolup taştı. Can, onların yanından geçerken, gözleriyle ablasının odasını arıyordu. “Neden onu göremiyorum?” diye düşündü. İçindeki kaygı, onu daha da çaresiz hissettiriyordu. Birden, hemşirenin bir kapıdan çıkıp gittiğini gördü. “Abla!” diye bağırmak istedi ama sesi boğazında düğümlenmişti. O an, bir şeyin değişmesi gerektiğini hissetti. “Onu bulmalıyım,” diye düşündü. Cesareti toplayarak hastane koridorunda hızlıca ilerlemeye başladı. Koridorda yürürken, bir kapının ardındaki sesleri duymaya çalıştı. Kalbi, her bir adımda Çiçek’i görmek için umut doluydu. “Lütfen, ablamı bulayım,” diye içten içe dua etti. Can, ablasının yanına ulaşmanın yolunu bulmak için her şeyi göze almıştı. Bütün bu olanların yanında, Can’ın içinde bir cesaret vardı. O an, yaşadığı zorluklar onu daha da güçlendirmişti. Etrafındaki kalabalık, onu hiç de yalnız hissettirmedi; aslında bu, onun içindeki cesareti arttırıyordu. “Beni yalnız bırakma, abla,” diye düşündü. Birdenbire, odanın kapısı açıldı ve içeri bir doktor girdi. Can, heyecanla doktorun yanına koştu. “Ablam nerede? Lütfen onu görmek istiyorum,” dedi, gözleri parlayarak. Doktor, Can’ın duygusal halini anladı ve onu teselli etti. “Küçük dostum, ablan şu an iyi, ama dinlenmeye ihtiyacı var. Biraz beklemeni istiyoruz,” dedi. Can, doktorun sözlerinden bir nebze rahatladı ama yine de sabırsızlığı içindeydi. “Onu görmek zorundayım,” diye düşündü. Beklemek zorundaydı ama bu, ona zor geliyordu. Çiçek, her an aklındaydı; onu gördüğünde, ona olan sevgisiyle dolup taşacaktı. Can, ne olursa olsun ablasını bekleyecekti. İçindeki cesaret, onu beklemeye yönlendiriyordu. Zaman geçtikçe, Can’ın aklında her geçen an ablasına kavuşmanın hayali belirdi. “Abla, ben buradayım,” diye fısıldadı. Bunu yaparak, sevgi dolu kalbini biraz daha güçlendirdi. Can’ın içindeki cesaret, onu hastaneye sürüklemişti ve bu cesaretle birlikte, Çiçek’in yanına ulaşma umudunu taşımaya devam edecekti. Ablasına kavuşma isteği, ona her zaman güç verecekti. ************************************** Bu bölüm prlkeylul41@gmail.com ve @kitap_severrrr e gelsin.🤍🤍 Oy vermeyi , yorum yapmayı ve takip etmeyi unutmayın lütfen 🤍🤍🤍
|
0% |