@ayfresia
|
Keyifli Okumalar... *********************
Koridorda geçen uzun bekleyiş, yerini ağır bir sessizliğe bırakmıştı. Tim üyeleri, bir an önce Çiçek’in odasına girip ona kavuşmak istiyorlardı, fakat doktorlar, ziyaretin ancak stabil duruma geçtiğinde olabileceğini söylemişti. Bu süreç, herkesin sabrını sınıyor, özellikle de Cihangir’in içindeki bekleyişi daha da zorlaştırıyordu. Cihangir, gözlerini bir an olsun hastane odasının kapısından ayırmıyordu. Kardeşinin içeride ölüm kalım savaşı verdiğini bilmek, onu daha da çaresiz hale getiriyordu. İçi, bir an önce Çiçek’e ulaşma ve ona sarılma isteğiyle yanıp tutuşurken, zaman adeta akmıyordu. Can ise annesi Narin'in yanında oturmuş, gözyaşlarını sessizce siliyordu. Cihangir, küçük kardeşine bir şey demek istedi ama ne söylese boş olacaktı. O da aynı acıyı yaşıyordu, aynı çaresizlikle. Tim üyeleri koridorda sessizce beklerken, kapının yanında dikilen Ekin, adeta başka bir dünyadaydı. Gözleri yerde, zihinleri ise Çiçek'le olan anılarıyla doluydu. Son konuşmalarını, o gergin telefon konuşmasını ve sonrasında olanları düşündü. Kaçırılma anına kadar her şeyi hatırladı. Çiçek’e bir şey olursa, bunun vicdan azabını ömür boyu taşıyacağını biliyordu. Ekin, her şeyden önce kendini suçluyordu. “Onu koruyamadım,” diye mırıldandı kendi kendine. Tam o sırada koridordan bir doktor hızlı adımlarla onlara doğru yaklaştı. Herkesin gözleri bir anda doktora çevrildi. Cihangir, yerinden kalkarak doktorun yüzündeki ifadeyi okumaya çalıştı. Doktorun yüzü her ne kadar ciddi olsa da, gözlerinde belli belirsiz bir rahatlama işareti vardı. Bu bile bir umut ışığıydı. “Durumu şu an stabil,” dedi doktor. “Ama iyileşme süreci uzun sürecek. Şu an bilinci açık değil, fakat mücadele ediyor. Onu görmek isterseniz, kısa süreli ziyaretlere izin verebiliriz.” Bu sözler, adeta koridorda bir bomba etkisi yarattı. Cihangir, derin bir nefes alarak gözyaşlarını zorla geride tutarken, hemen doktorun yanına yaklaştı. “Kardeşimi görmek istiyorum,” dedi boğuk bir sesle. Doktor başını salladı ve elleriyle Cihangir’e odanın yolunu gösterdi. “Sadece kısa süreli, ama emin olun, onun burada olduğunu hissetmesi bile iyileşmesine yardımcı olabilir.” Cihangir, ağır adımlarla odanın kapısına doğru ilerledi. Her bir adım, kalbindeki endişeyi daha da artırıyordu. Ekin ve timin diğer üyeleri sessizce onu izledi, kimse bir şey söylemedi. Bu an, Cihangir için kutsaldı. Kardeşiyle arasındaki bağı hissetmek istiyordu. Kapıyı yavaşça açtı ve içeride, yatakta yatan Çiçek’i gördü. Gözleri kapalıydı, nefesi düzensiz ama derindi. Yanındaki makineler, onun yaşam belirtisini gösteriyor, düzenli bir bip sesi odayı dolduruyordu. Cihangir, yavaşça Çiçek’in yanına yaklaştı ve onun elini tuttu. Bu kadar sessiz ve savunmasız gördüğü her an, içinde daha büyük bir koruma hissi uyandırıyordu. Ama bu sefer, daha önce hissettiğinden farklı bir şey vardı: Korku. “Çiçek,” diye fısıldadı. “Buradayım, hep burada olacağım. Sana söz verdim, seni yalnız bırakmayacağım.” Çiçek’in elini sıkıca tuttu, gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. Cihangir, her şeyin biteceğine ve her şeyin iyi olacağına dair kendi kendine söz veriyordu. Bu sırada odanın dışında Ekin ve diğer tim üyeleri sessizce bekliyordu. İçeride Cihangir ve Çiçek’in arasında geçen bu sessiz diyalog, dışarıdakiler için de anlamlıydı. Bir süre sonra, Cihangir dışarıya çıktı. Gözleri dolu olsa da, artık daha kararlı bir ifadeyle koridora geri döndü. Yanına gelen Ekin, ona anlamlı bir bakış attı. “Nasıldı?” diye sordu Ekin, endişeyle. “Çiçek iyi olacak,” dedi Cihangir, kesin bir ses tonuyla. “O, düşündüğümüzden daha güçlü. Sadece biraz daha zamana ihtiyacı var.” Narin, bu sözleri duyunca bir nebze olsun rahatlamıştı. Gözlerinden akan yaşları sildi ve oğluna sarıldı. “Ben de hepimiz için dua ediyorum,” dedi yumuşak bir sesle. Tim üyeleri de bu habere sevindi, ancak Ekin'in gözleri hala endişeliydi. İçindeki fırtına, henüz dinmemişti. Çiçek’in başına gelenler ve gelecekte olacaklar hala belirsizdi. Ekin, derin bir nefes aldı ve yanındaki koltuğa oturarak düşüncelerine daldı. Ne olursa olsun, Çiçek iyileşene kadar yanında olacaktı. Günler geçtikçe Çiçek’in durumu yavaş yavaş iyileşmeye başladı. Cihangir, timiyle birlikte görevlerine dönmeye hazırlandı ama her fırsatta hastaneye uğruyordu. Ekin de her fırsatta hastaneye geliyor, Çiçek’in yanında sessizce oturuyordu. Onun varlığını hissetmek bile Ekin için bir teselliydi. Çiçek’in yeniden kendine geleceği gün, herkes için umut dolu bir gün olacaktı. Ve o gün, artık çok uzakta değildi. ***** Günler, hastane koridorlarında sessizce ilerlerken, herkes Çiçek’in iyileşmesi için dua ediyordu. Cihangir ve timi, görevlerine geri dönmek zorunda kaldıkları her an, hastaneden ayrılmak istemiyorlardı. Fakat ülkenin dört bir yanında bekleyen tehditler, onlara ne zaman dinlenme fırsatı tanısa, akılları hep hastanede kalıyordu. Cihangir, kardeşi Çiçek’in başına gelenleri düşündükçe içi öfkeyle doluyor, teröristlerin onu hedef almasına tahammül edemiyordu. Bu bekleyişin ortasında, bir sabah, Cihangir hastaneye gelirken Ekin de peşinden koşar adımlarla onu yakalamıştı. İkisi de gözleri kızarmış, uykusuzluğun getirdiği yorgunlukla konuşmadan hastanenin yolunu tutmuşlardı. Çiçek’in durumu bir türlü tamamen düzelmiyor, her iyileşme belirtisi gösterdiğinde yeni bir komplikasyon çıkıyordu. Cihangir, hastane kapısından girer girmez gözleri timden Canan’a ilişti. Canan, o sabah erkenden gelmiş, Çiçek’in yanında beklemekteydi. Odaya girmeden önce Cihangir’i fark ettiğinde başını salladı, “Bugün biraz daha iyi görünüyor, ama hâlâ bilinci kapalı.” Cihangir derin bir nefes aldı. “Her geçen gün daha iyi olacak,” dedi kendini telkin edercesine. Fakat içindeki endişe ve suçluluk duygusu, her geçen gün daha da büyüyordu. O, kardeşini koruyamamıştı. Çiçek’in bu hale gelmesinde kendini suçlu hissediyor, bir an bile durmadan bunun vicdan azabını yaşıyordu. Odaya girip kardeşinin yatağının başucuna oturdu. Ekin ve diğer tim üyeleri, sessizce koridorda beklemeye devam ettiler. Herkes, Cihangir’in biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu biliyordu. Cihangir, kardeşinin elini tuttu. Parmakları hâlâ soğuktu, ama nabzı yavaş yavaş güçleniyordu. Çiçek, zorlu bir mücadele veriyordu ve Cihangir, ona cesaret vermek istiyordu. “Çiçek,” diye fısıldadı. “Buradayım. Seni hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım, bu kez de bırakmayacağım. Ne olursa olsun, savaşacağız. Seninle birlikte savaşıyorum.” Tam o sırada, Çiçek’in elinin hafifçe titrediğini hissetti. Gözleri bir anlığına açıldı, fakat tekrar kapanmadan önce bir an için kardeşi Cihangir’e baktı. Bu, Cihangir için büyük bir umut ışığıydı. Çiçek uyanıyordu, geri dönüyordu. O sırada odaya Ekin girdi. Sessizce Cihangir’in yanına yaklaştı. “Bir şey mi oldu?” diye sordu endişeyle. Cihangir, kardeşinin elini bırakmadan başını salladı. “Kısa bir an için gözlerini açtı,” dedi. “Onu geri kazanıyoruz, Ekin. Savaş henüz bitmedi.” Ekin de Cihangir’in yanına oturdu ve Çiçek’e dikkatle baktı. “Çiçek bu kadarını atlattıysa, gerisini de başaracaktır,” dedi sakin bir sesle. Fakat içinde bir huzursuzluk vardı. Çiçek’in yaşadıkları, ona da ağır geliyordu. Ekin, onunla konuşmak, onu dinlemek ve tüm bu acıları paylaşmak istiyordu. Fakat Çiçek’in yaşadığı travmalar, henüz gün yüzüne çıkmamıştı. Bir süre sessizce bekledikten sonra doktor içeri girdi. “Hastamızın durumu şu an stabil, ama biraz daha zamana ihtiyacı var,” dedi doktor. “Uyandıktan sonra ruhsal iyileşme süreci de başlayacak. Bu süreç belki de fiziki iyileşmeden daha zor olabilir.” Cihangir, doktorun söylediklerini dikkatle dinledi. Fiziksel yaralar iyileşebilirdi ama Çiçek’in ruhunda açılan yaralar daha derin olacaktı. Onun çocukken yaşadığı yetimhane günlerini, gördüğü şiddeti hatırladı. O günlerde bile Çiçek’i koruyamamıştı. Şimdi, yine aynı şekilde koruyamamış gibi hissediyordu. Ekin, Cihangir’in içindeki bu öfkeyi ve suçluluğu hissediyordu. Onunla konuşmak istiyor ama ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu. Bir süre daha bekledikten sonra odadan çıktılar. Cihangir, derin bir nefes alarak kafasını toplamak için koridora yöneldi. Koridorda yürürken, karşılarında Can’ı gördüler. Can, gözyaşları içinde onlara doğru koşarak geldi. Küçük çocuk, o gün hastaneye gelememiş ve evde ablası için ağlamıştı. Şimdi, herkesin arasında koşuşturuyor, ablasını görmek istiyordu. Cihangir, küçük kardeşini kucaklayarak durdurdu. “Abi, Çiçek nasıl? İyi mi?” diye sordu Can, gözyaşlarını silerek. “Ona ne oldu, neden kalkmıyor?” Cihangir, kardeşine sarılarak onu sakinleştirmeye çalıştı. “Merak etme Can, ablan iyileşecek. Sadece biraz daha zamana ihtiyacı var,” dedi sakin bir sesle. Can’ın yüzündeki endişeyi gördükçe, onun da aynı korkuyu yaşadığını anlıyordu. Can, ablası için içten gelen bir sevgiyle ağlamaya devam etti. “Ona ne oldu abi? Neden onu götürdüler? Ben onu kaybetmek istemiyorum,” dedi, içtenlikle. Cihangir, Can’ın bu sözleri karşısında daha fazla dayanamadı. “Merak etme Can,” dedi. “Sana söz veriyorum, ablanı bu sefer sonsuza kadar koruyacağım.” Bu sözler Can’ı biraz olsun rahatlatmıştı. Cihangir, küçük kardeşinin gözlerine bakarken içinden bir yemin etti: Ne pahasına olursa olsun, bu sefer Çiçek’i koruyacaktı. Günler geçtikçe Çiçek’in durumu yavaş yavaş düzelmeye başladı. Bilinci açıldı, fakat tam anlamıyla kendine gelebilmesi zaman alıyordu. Tim üyeleri, onun iyileşme sürecini yakından takip ediyordu. Ekin, her fırsatta hastaneye gelerek Çiçek’i ziyaret ediyordu. Onunla konuşmak, ona destek olmak istiyordu. Fakat henüz o gün gelmemişti. Cihangir, Çiçek’in başına gelenlerin hesabını sormak için sabırsızlanıyordu. O, bu kez asla pes etmeyecek ve kardeşini korumak için her şeyi yapacaktı. ******************** Oy vermeyi ,yorum yapmayı ve takip etmeyi lütfen unutmayın. Sizleri seviyorum 🤍 🤍 |
0% |