Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. BÖLÜM

@aygulmudurlu

Görsel hafızama kazınan en son görüntü yüksek bir şelaleden öngörülemezliğin sonsuz okyanuslarına doğru düşmekte olan bedenimdi. Düşüşüm ile birlikte ne kadar derinlere battığımı ise fark edemiyordum. İçinde bulunduğum durumda ne gözlerimi açabiliyor ne de nefes alabiliyordum. Birkaç dakikayı bulan nefes tutuşum ciğerlerimi yakıp kavurmaya başlamıştı. Ben bunlarla boğuşurken yaşadığım her şey gözlerimin önünden geçiyordu.

Edna' dan önceki hayatım, yaşadıklarımla birlikte yerini kaos ve korkuya bırakmıştı. Kısa süre içerisinde çok fazla şeyle baş etmek zorunda kalmıştım. İyilik için elimden geleni yapmış, küçük hayatımla büyük umutları bu sihirli diyarlara taşımıştım. Son olarak da zamansal yanılsamalar girdabının bütün zincirlerini kırarak laneti iyiliğin lehinde büyük bir çöküşe taşımayı başardım.

Peki ya bunca şeyden sonra ödülüm ne oluyordu? Sevdiğim adamdan ve gelecekteki çocuklarımdan çok uzakta, zifiri bir derinlikte boğulmak mı? Nefesimi bıraktığımda burada ölüp gideceğimi biliyordum. İçinde bulunduğum sıvı derinlere battıkça bedenimde kramplara yol açıyor, derinliğin verdiği baskıyla içten içe yok oluşa sürükleniyordum. Elimden bir şey gelmediği için hem korkudan hem de çaresizlikten yaşadıklarıma sadece teslim oluyordum.

Ciğerlerimde hissettiğim tahammül edilmez bir yanmayla her şeyin bittiği beni selamlamaya başlamıştı. Evet ölüm buydu, yalnız başına büyük bir karanlığın içinde sessiz çığlıklarla boğulmak. İçimde zehre dönüşen bu son nefesi çaresiz bir çırpınışla dışarıya bırakınca, okyanus sıvısı saniyeler içinde bedenime dolmaya başladı. Bu anın son anlarım olduğunu çok iyi biliyordum. Sonsuz bir ışık demetiyle karşılanmayı beklerken gördüklerimse beni şaşkınlık içinde bırakıyordu. Seçmekte zorlandığım bir gölge bana doğru büyük bir hızla geliyordu. Acaba gelen Azrail miydi?

" Tanrı aşkına, ne yapıyorsun böyle?! "

Son duyduğumsa sadece buydu. Sonrası ise büyük bir karanlık ve boşluk .....

Üzerimde büyük bir yorgunlukla titrer bir şekilde kendime geldiğimde ölmediğimi fark ederek hayretler içinde kaldım. Bu nasıl mümkün olmuştu? Son hissettiğim şey vücuduma dolan okyanus sıvısıyken iç organlarım çökmüş olması gerekmez miydi? Çok geçmeden nefes alabildiğimi fark edince korku yerini titremeye bıraktı. Kahrolası sıvının içinde nasıl nefes alıyordum? Büyük bir refleksle olduğum yerde sıçradım ve görmekte işime yaramayan gözlerimi bir kenara bırakıp ellerimle çevremdeki sıvının içini kontrol etmeye başladım.

Evet hala okyanustaydım ama garip bir farkla. Vücudum anlam veremediğim bir oksijen kalkanıyla çevrelenmişti. Kalkana çarpan sıvıdaki parçacıklar ısı ve ışıklar saçarak bir anda kül olup gidiyordu. İçeriye çözemediğim bir şekilde hava giriyordu ama sıvı ya da parçacıklar hiçbir şekilde giremiyordu. Yaşadıklarım ve gördüklerim sanırım bir rüyaydı. Bu kesinlikle ölümün tatsız oyunlarındandı. Kısa süren bu afallamamın ardından çok yakınlarımdan bir ses duyduğumda kendime gelerek, korkunun verdiği etkiyle birkaç metre geriye doğru savruldum.

" Tanrıya şükür uyanmışsın! "

Sesin verdiği ürpertiyle tüm vücudum zangır zangır titremeye başlamıştı. İçinde bulunduğum sıvıdaki parçacık katmanı sesin sahibini görmeme engel oluyordu. Bunun etkisiyle sıvıda istemsizce çırpınmaya başladım. Sesin sahibi her kimse ondan kesinlikle kaçmalıydım. Sıvıda bilmediğim halde yüzmeye çalışıyor, kol ve bacaklarımı aptalca çırpıyor ve sesin tam aksi yöne doğru kaçmaya çabalıyordum. Ben telaş içinde çırpınırken yeniden duyduğum sesle irkilerek kendime geldim.

" Yok daha neler! Kaçmana gerek yok aptal kız. Beni rahat görebileceğin bir yere gidelim de bu saçmalık sona ersin! "

Sesin sahibi sözlerinin ardından yanıma gelip beni kollarımdan kavradığı gibi derinlere doğru sürüklemeye başlamıştı. Onun bana dokunuşuyla birlikte kasılan vücudum ancak parçacıkların azaldığı bir derinlikte gevşemeye başladı. Beni taşıyan o canlı şimdi tam gözlerimin önünde duruyor ve büyük sersem bir gülüşle bakıyordu. Asıl şaşırtıcı olansa onun bir insan olmasıydı.

Karşımda yaklaşık benim boylarımda zayıf bir adam duruyordu. Bu kişinin yüzü ve gözleri sanki sevimlilik abidesiydi. Bakışları öylesine yaramazdı ki, her an şaka yapabilirim der gibi beni tepeden tırnağa inceliyordu. Uzun ince yüzünde yuvarlak ve iri gözlere sahipti. Gözleri oldukça siyah ve ışıltılıydı. İnce ve uzun dudakları gülümsemesiyle birlikte bembeyaz parıltılı dişlerini ortaya çıkarıyordu. Saçları omuzlarından sırtına doğru hafif dalgalar halinde dökülüyordu. Bedeni ise suda olmanın etkisiyle balığımsı hassas hareketlerle sıvının içinde sağa sola kıvrılıyordu. Ben onu dalgın bakışlarla izlerken o daha fazla dayanamayıp,

" Tanrım çok güzelsin hem de gerçek olamayacak kadar. Ama konumuz bu değil. Asıl konu bu okyanusta ne aradığın ve kim olduğun? " diyerek söze başladı.

Sonra biraz ara verip, kafasını garip hareketlerle oynatarak beni incelemeye devam etti. Kısa bir süre sonra yeniden konuşmaya başladı.

" Seni bulduğumda ölmek üzereydin. Neden kendini oksijenle sarmalamadın? Yoksa intihar mı ediyordun? "

Sözlerine ara verip, cevap bekler bir ifadeyle bana bakmaya başlamıştı. Ben ise,

" İntihar mı? Bunu neden yapayım? Kahrolası Zamansal Yanılsamalar Girdabını bunun için yok etmedim. Elbette yaşamak istiyorum. Henüz Edna' ya yeni gelmişken ölmek en son isteyeceğim şey. " diyerek gözlerimi ona çevirdim.

O ise biraz duraksamanın ardından parıltılı gözleriyle bana odaklanarak sözlerine kaldığı yerden devam etti.

" Tanrım sen buraya ait değilsin. Neredeyse unuttuğum Edna' dan geliyorsun. Ama nasıl? Peki Edna' dan sürgün edilen bu okyanuslarda ne işin var ve buraya nasıl gelebildin? "

Karşımdaki duran genç adam hiç ara vermeden çılgınca konuşmaya başlamıştı. O kadar çok şey sormuştu ki artık onu duymak istemiyordum. Bu nedenle sözünü hızla keserek,

" Eğer sorularına cevap istiyorsan önce sen bazı cevaplar vereceksin!" dedim.

Sözümün ardından gözlerimi ona kenetleyerek,

" Bana ne oldu, hala nasıl hayattayım, neredeyim ve sen de kimsin? " diyerek ona oldukça sert bir bakış attım.

O ise şaşkın bir ifadeyle bana bakarak,

"Öncelikle ben Theodore. Kısaca Theo diyebilirsin. Bulunduğumuz yer Öngörülemezliğin Sonsuz Okyanusları. Burası çok uzun zaman önce Edna' dan sürgün edildi. Sayısını bilmediğim kadar çok diyara ve sonsuzmuş gibi görünen canlı yelpazesine sahip. Burada tüm ekosistem ve yaşam bildiklerinin çok ama çok ötesinde. Ama tabi şu an bunları konuşmanın hiç sırası değil. Sen nasıl oldu bilmiyorum ama bu okyanusa garip bir şekilde düştün. Hem de mucizevi bir şekilde bana çok yakın bir noktaya. Bu yüzden seni bulmam çok sürmedi. Yanına ulaştığımda nefes almayı çoktan bırakmıştın ve vücuduna okyanus sıvısı dolmuştu. Çevren oksijen parçacıklarıyla sarılıydı ama sen onları yakarak kendine bir kalkan oluşturmamıştın. İlk önce bunu çok garipsedim. Ardından hızlıca yanına kadar yüzdüm ve seni kollarından kavradığım gibi ilk oksijen parçacığını parmaklarımla yakalayıp parçaladım. Yaptığım bu işlem büyük bir yanmaya neden oldu ve kalkan süreci hızla tetiklendi. Kısa süre içindeyse artık bir oksijen kalkanına sahiptin.

Hemen ardından hava ile dolu kalkanın içinde seni ters çevirerek vücudundaki tüm sıvı ve parçacıkları bedeninden boşalttım. Tanrım içine nelerin girdiğini bir bilsen aklını kaçırırdın. Neyse bu da daha sonraki bir konu. Çabam çok geçmeden sonuç verdi ve birkaç oksijen parçacığını da ağzının içinde parçalayıp dudaklarını sıkıca bastırdım. Ve bumm artık ciğerlerin tamamen oksijenle doluyordu. Vücudundaki hasarın onarım süreci de böylece başladı. Saf oksijen parçacıkları buradaki en kusursuz tedavidir. Bu parçacıklar vücutla direkt temas ederse tüm yara ve hasarları kısa sürede tedavi eder. Böylece birkaç dakika geçmeden tamamen düzelerek kendine geldin. "

Sözlerini bitirip bakışlarını yine bana odaklamıştı. Kısa bir bekleyişin ardından,

" Artık tanışabilir miyiz? " diyerek bana elini uzattı ve

"Ben Theo. " dedi.

Bakışları benden cevap bekler bir haldeydi. Ben ise afallamış bir halde,

" Ben Elza. Tanıştığıma ve beni kurtardığına memnun oldum. " diyebildim.

Ellerimi samimi bir şekilde kavrayan Theo dayanamayıp bana sıkıca sarılmıştı. Bu şekilde kısa bir süre daha durduktan sonra şunları söylemeye başladı.

" Tanrım burada yalnızlıktan delirmek üzereydim. Tek dostlarım ayrıca yemeklerim olan canlılardı. Önce onlarla sohbet ediyor sonra da onları bir güzel yiyordum. Beni anlıyor musun Elza çok yalnızdım. "

Sözlerini bitirdiğinde komik bir ifadeyle ağlamaya başladı. Çok geçmeden de suratı umursamaz bir hal aldı ve,

" Ben çok açım. Bir şeyler yemeye ne dersin? Mesela şişte buğulama. " diyerek hareketlendi.

Ben bu garip ve delirmiş adama henüz cevap vermemişken, o çoktan beni kollarımdan kavradığı gibi derinlere doğru sürüklemeye başlamıştı. Çok geçmeden de çevremiz oldukça ilginç canlılarla çevrilmeye başladı. Bu canlılar ilginç bir şekilde çiçeğe benziyor ve renkleri sayesinde ise okyanusu ışıklar içinde bırakıyordu. Derileri katmanlar halinde sarılmış sanki vücutlarını koruma altına almış gibi görünüyordu. Renkleri birbirinden oldukça farklıydı. Çiçeğin filizlenmiş haline benzeyen bu canlılar, beslenmek için ağızlarını her açtıklarında tamamen bir çiçeğe dönüşüyordu. Durmak bilmeden beslenen bu canlılar sıvıdaki parçacıkları yuttuklarında içlerinde küçük patlamalar tetikleniyor ve bu da sıvının içinde küçük gökkuşaklarının oluşmasına neden oluyordu. Benim şaşkın bakışlarım gören Theo ise çok geçmeden bu canlılar hakkında beni bilgilendirmeye başlamıştı.

Dediğine göre bunlar Mulagarlar'dı ve okyanusun bu kısmındaki en temel yiyecekler bunlardı. Çünkü bu canlılar sıvıdaki parçacıkları gıdaya dönüştürüp kısa süre içinde okyanusa binlerce yavru bırakabiliyordu. Diğer canlıların aksine bunların yavruları sıvıda hızla dölleniyor ve kısa süre içinde de şu anki boylarına ulaşıyordu. Dışarıdan bakıldığında kocaman bir gül tomurunu andıran bu canlılar yaklaşık iki kg ağırlığında olabiliyordu. Bu bilgilerin ardından kısa bir süre daha yüzdükten sonra Theo bir anda duraksayarak sıvının içindeki mercana benzeyen bir alandan oldukça keskin görünen bir mızrak çıkararak,

" Beni izle. " dedi.

Kısa ve sakin bir yüzmenin ardından elindeki mızrağı aniden geriye doğru çekerek, olağanca gücüyle ileriye doğru fırlatmıştı. Yaklaşık birkaç metre uzağa giden mızrağa baktığımdaysa hedefine ulaşmış olduğu fark ediliyordu. Az önceki o canlılardan biri şimdi tam da mızrağın ucunda cansız bir halde duruyordu. Ben ise gördüklerimin etkisiyle istemsizce ağlıyordum. Benim ağlayışlarımı garip bakışlarla izleyen Theo ise dayanamayıp,

" Küçük Hanım burada seçeneğinin çok olduğunu düşünüyorsan emin ol yanılıyorsun. Ya bunlarla besleniyorsun ya da açlıktan ölüyorsun. " diyerek buranın acı gerçeğini suratıma haykırıyordu.

Çok geçmeden yemeğimizi pişirmek için yeni bir noktaya doğru yüzmeye başlamıştık. Theo'nun dediğine göre gideceğimiz yerde yemeğimiz şişte buğulama olacaktı. Onun bu sözleri ilk başlarda bana espri gibi gelmişti ama vardığımız yerde gördüklerim onun sözlerini doğruluyordu.

Geldiğimiz derinlik zemine yakın bir noktadaydı. Burada zeminden yukarıya doğru bir kaynak suyu yükseliyordu. Bu su inanılmaz derecede sıcaktı. Bu sıcaklık bulunduğumuz yerde oldukça geniş bir alanı ısıtıyordu. Okyanusa düştüğümden beri çok üşüdüğümü sıcaklığın etkisiyle şimdi fark ediyordum. Üşümüş ve kasılmış olan bedenim burada inanılmaz bir şekilde rahatlamıştı.

Ben su ile ilgilenirken Theo elindeki mızrağın ucundaki canlıyı çıkarıp, mızrağı bir şiş halinde kullanmaya başladı. Şişe takar gibi mızrağa taktığı canlıyı bir süre izledikten sonra ikna olmuş bir halde mızrağı kaynar suyun içine güzelce yerleştirdi. Bir süre sıcak suyun etkisiyle pişmekte olan yemeğimizi sessizce izledik. Çok geçmeden pişen buğulama yememiz için tamamen hazırdı.

Theo öncelikle mercana benzeyen alanı işaret ederek oturmamızı söyledi. Çok geçmeden de yemek birlikteliğimiz başladı. Ben önce yeme konusunda kararsız kalarak sadece Theo' ya odaklandım. O ise benim kararsızlığımı umursamadan tomur halindeki yiyeceğin dış kabuklarını soyarak atmaya başladı. Kısa süren bu temizliğin ardından kavuna benzeyen et ellerinin arasında duruyordu. Theo eti hızla ikiye böldükten sonra bir parçasını dış kabuklarından birine sararak benim hemen yan tarafıma koydu. Diğer kısmını ise büyük bir ısırık alarak yemeye başladı. Öyle iştahla yiyordu ki istemsizce ağzım sulanmaya başladı. Bir yandan yemeye bakıyor, diğer yandan da,

"Yememem gerek" diyerek kendi kendime mırıldanıyordum.

Çok geçmeden bu ikili mücadele yerini büyük bir açlığa bırakmıştı. Beni bekleyen eti daha fazla zaman kaybetmeden ellerimin arasına alıp büyük bir iştahla ısırmaya başladım. Tadı damağıma yayıldığındaysa hayretler içinde kaldım. Bu canlı; et, balık, meyve ve sebzenin kusursuz bir karışımı gibiydi. Kokusu dış görünüşüyle örtüşüyor yani bir çiçeğe benziyordu. Böylesine karmaşık hisler içindeyken çok geçmeden elimdeki yemeğimi bitirdiğimi fark edemedim. Yemek bittiğinde mercanın sert zemininde kesilen elimi fark edip şaşırdım. Kesik geçen sürede mercanın zeminini kanlar içinde bırakmıştı. Elimi çantamdan çıkardığım bir bezle özensizce sarmaya başladım. Yaşadığım onca şeyden sonra bu yarayı ciddiye alacak değildim. Tam Theo'ya yemeğin harika olduğunu söyleyip teşekkür edecekken bir anda anlamadığım bir hareketlilik olunca afalladım.

Theo büyük bir huzursuzlukla beni ellerimden kavradığı gibi hızla yüzmeye başladı. Dediğine göre bizi ele veren az önceki yemeğimizin kokusuydu. Bana göre ise suçlu kesinlikle kanayan elimdi. Oldukça hızlı bir şekilde bilmediğim bir noktaya doğru yüzmeye başladık. Arkamızdaki ışıltılı kalabalık ise bizi amansızca takip ediyordu. Kalabalıktaki canlılar uzaktan bakıldığında büyük ışıkların arasında kaybolmuş gölgeler gibi görünüyordu.

Çok geçmeden hedefimiz olan noktada yolculuğumuza son buldu. Theo ellerimi bırakıp alelacele ileriye doğru atılarak bir anda gözden kayboldu. Tanrım beni bırakıp da nereye gitmişti? Ben onun ardından çığlıklar içinde kalmışken şükür ki bu çaresizliğim çok sürmedi ve Theo gittiği yerden geri döndü. Utanmış bir ifadeyle,

" Ah özür dilerim! Buranın benim dışımdakiler için gizli olduğunu tamamen unuttum. Haydi uzat ellerini." diyerek elimi hızla kavradı ve beni birkaç metre öteye doğru çekti.

Saniyeler içinde yepyeni bir gerçeklikte gözlerimi açıyordum. Dikkatimi çeken ilk şey de üzerimdeki oksijen kalkanının sıyrılarak yok olmasıydı. Dışarıdaki canlılar ise hemen birkaç metre uzağımızda duruyor ve büyük bir dikkatle bizi arıyordu. Biz de sanırım Theo'ya ait ve içi tamamen havayla dolu mükemmel bir sığınakta bu derin okyanusta sinsice gözden kayboluyorduk.

Loading...
0%