Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. BÖLÜM

@aygulmudurlu

Zamanın Gölgeleri/Skyproptera Diyarı / Thkpras Mabedi

Zemine az miktarda akan okba özü, zeminle birlikte bizi de içine alarak sarmallar halinde kıvrılmaya başlamış ve bizi bulunduğumuz gerçeklikten zamansal bir soyutlanmayla farklı bir gerçekliğe taşımıştı. Büyük bir savrulma eşliğinde gelmiş olduğumuz bu yeni yer Zakiros yolculuğu için kritik bir geçiş yolculuğu olacaktı. Zakiros algoritmasına göre şimdi sıra obka özü, flüt ve yaprağı olması gereken yere teslim etmeye gelmişti. Görev bittiğinde obka simyası bedenlerimizde özümlenmiş ve bizi kendi koruması altına almış olacaktı. Bu koruma bizi Zakiros kalkanı anında dayanıklı kılacak ve gereken simyaları sağlayacaktı. Ama bunları yapmak o kadar da kolay değildi. Kısa süre önce zamansal gölgelere çevirdiğimiz o lanetli ruhlar bu yolculukta peşimizde olacak, eski hayatlarını geri almak ya da en azından bizden intikam almak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardı.

Ben bu düşünceler içinde savrulurken bir taraftan da içinde bulunduğumuz gerçekliği incelemeye çalışıyordum. Sarmallar halinde olan ve devinim içinde bükülmeye devam eden zeminin üzerinde yürümek giderek zorlaşıyordu. Gökyüzü diyebileceğimiz şey ise taşıdığı nem nedeniyle nefes almamızı neredeyse imkânsız kılıyordu. Hava öylesine geçirgen ve ıslaktı ki tüm vücudumuz kısa sürede ter içinde kalmıştı. Tüm bu bileşenler vücutlarımızı dakikalar içerisinde tüketmiş, bizi yorgun düşürmüştü.

Çok geçmeden dinlenmek için oldukça garip ağaca benzeyen, gölgesi gökyüzüne doğru yükselen şeylerin olduğu yerde durduk. Bu cisimler ağaç gibi olmasa da altında oturmak en azından havadaki nemi azalmıştı. Gölge vermiyordu belki ama altında olmak garip bir şekilde serinletiyor ve insan kendini güzel kokular içinde buluyordu. Ağacın oldukça kalın gövdesine sırtımızı dayadığımız anda anlam veremediğimiz bir huzur bedenlerimizi kaplamış, o az önceki yorgunluğumuz sanki ağacın gövdesinden zemine doğru akarak kaybolmuştu.

Büyük bir huzur eşliğinde kendimizi teslim ettiğimiz bu keyifli dakikalar Edna'nın zihni ile yaptığım bilgi paylaşımıyla kendini büyük bir korkuya bırakmıştı. Artık bu cisimlerin ne olduğunu ve bize neler yapabileceklerini kısmen biliyordum. Edna'dan zihnime aktarılan görülerden oluşan kesitlerde bu ağacın beslenme şekli oldukça net görülüyordu. Vaktiyle bu gerçeklikte yaşayan bütün türlerin nesli üst yırtıcıları olan bu ağaçlar nedeniyle tükenmişti. Bular kendisiyle temas eden ya da en azından metrelerce yakınında bulunan talihsiz ruhların özleriyle besleniyordu. Katledilen canlıların tek hatası ise kendilerini huzura teslim etmekti. Sonrası tamamen özümlenmiş ruhları ve ağacın katil topraklarınca eritilip yutulan bedenlerinin kaybolmasıydı. Bu canavar ağaçlar ardında tek bir iz bile bırakmadan bütün yaşamı yok etmişti. Bu garip diyar bana nedense Zalemenz' i hatırlatıyordu. Tek farkları burada yaşayan hiçbir canlının olmamasıydı. Geride kalansa kaybolan ruhların ağaca dahil olan gökyüzüne doğru gölgeler halinde uzanmış özleriydi.

Evet bunlar katil ağaçlardı ve boyları o kadar uzundu ki tahmin etmek bile imkansızdı. Bakışlarımı gökyüzüne doğru çevirip baktığımda ağacın vardığı son noktayı kestirmek imkansızdı. Geniş sarmallar halinde uzanan, kalın geçirgen kabuklarla sarılı gövdesi gökyüzüne doğru uzanıp gidiyordu. Gövde kimi zaman kalınlaşıyor, kimi zaman boğumlar halinde düğümlenerek daralıyordu. Daralan noktalarında kıvrılarak bükülmüş oldukça iri yapraklar görülüyordu. Bu yaprakların aralarına serpilmiş ne olduğunu algılayamadım şeyler vardı. Sanırım bunlar ağacın tohumlarını taşıyan meyveleriydi.

Ağacı incelerken çevremde olanları fark etmem biraz gecikmiş olsada, ağacın bende kurduğu etkiden kendimi ancak güçlü bir simya kurtarabilmiştim. Gözlerimi arkadaşlarıma çevirdiğimde korkudan irkildim. Sanırım az önce bende bu haldeydim. Edgar ve Wlaykras ağacın gövdesine doğru iyice yapışmıştı. Bedenlerinden kesit kesit ışıksal bir şölen halinde çıkan enerji akımı ağaca doğru akıyordu. Kahrolası bu ağaç onların özlerini emerek karnını doyurmaya başlamıştı. Gördüklerimin ürpertisiyle az önce kendimde uyguladığım simyanın bir benzerini onlar için de yapmaya başladım.

" Syrente bylerde wehkrong skyproptera. "

Bu tılsımlı sözler "skyproptera" denen bu canavar ağaçların canlılar üzerindeki bağını sonsuza dek koparan özel bir şifa gibiydi. Bu simya ile kurtulan canlılar artık bu ağaçlar tarafından kör nokta sayılırdı. Katil ağaçlar bu canlıları istese de göremez, kokularını alamaz, enerji ve özlerini çalamazdı. Yapmış olduğum kusursuz simya ile arkadaşlarım da saniyeler içinde kendine gelmişti. Olanları ve olabilecekleri öğrendiklerinde Edna'nın zihninin benimle kurduğu bu kusursuz etkileşime şükretmişlerdi.

Biz tam kendimize gelmiş ve yolculuğa devam etmek için doğrulmuşken, bir anda büyük bir enerji akımının bize doğru geldiğini fark ettik. İlk önce bir esinti halinde olan ama sonra gözle görülmeye başlayan havadaki elektriksel hareketli olan bu akımlar onların ne olduğunu anlamamız için yetmişti. Bunlar vaktiyle benim peşime düşen gölgelerime benziyordu. Ama bunlar Gargalyal bilgelerinin lanetli ruhlarının gölgeleriydi ve peşimize düşmüşlerdi.

Aramızdaki mesafeyi fırsat bilerek koşar adım ilerlemeye başladık. Bir gözümüz arkada seri adımlarla devam ettiğimiz bu yolculuk bir anda kararmaya başlayan ve soğuyan havanın etkisiyle bizi dehşet içinde bırakmıştı. Kısa süre içinde sığınacak bir yer, ısı ve yiyecek bulmalıydık. Şartlardan anlaşılan bu diyarda gece olmak üzereydi ve gece tüm kötülüklerin özgür olduğu saatler demekti. Hele de Edna' da iseniz.

Wlaykras'tan suhura çantasını açmasını istemiştim. Yeni bildiklerim ve suhura çantası yardımıyla kusursuz bir sığınak ve yaşam alanını saniyeler içinde burada oluşturabilecektim. Üstelik büyük bir gizleme simyasıyla onu burada iç içe geçen binlerce boyut ile gizleyecektim.

Çok geçmeden hazırladığım birleşim yeşillik ve ışıltılı suların olduğu bir sığınak inşa etmeye başlamıştı. Yaşam alanı kulübe gibi görünse de içi oldukça geniş ve konforluydu. Uyguladığım bu simya yaratılışın ustalarınca Angoria'da yapılan sonra lanetlenerek kaybolmaya mahkûm edilmiş olan Auz'un tohum simyasıydı. Daha önce yaratılışın ustaları Edgar ve benim için bu simya ile kusursuz bir ev inşa etmiş ve bütün bir geceyi o evin konforlu ortamında geçirmiştik. Ta ki korkunç gerçeklik Edgar'ın rüyalarına girip bizi bu rüyadan uyandırana dek. Evet bu simya kötülük için kullanılmış ve sayısız canlıyı gölgeler kovhlasında esir etmişti. Bedeli çok ağır olmuştu biz bu bedelin lanetini kırıp onu serbest bırakınca, simya bütün lanetlerinden arınıp saf bir öz giymişti. Artık kusursuzdu büyük bir yaşam alanı inşa edebilir, bütün lanetlerin kırılmasında güçlü bir kalkan olarak kullanılabilirdi. Edna'nın zihni bu simyayı bize hediye ediyordu. Hem de hiçbir karşılık beklemeden. Özüme güveniyor ve bu kusursuz simyayı sıvı formundan arındırıp, benim öz sıvım olarak vücuduma dahil ediyordu. Yapmam gereken tek şey bu simyanın yardımını istemekti.

Şimdi bu simyayı yardıma çağırmış ve suhura ilmini de kullanarak üst üste eklenmiş binlerce boyutu birleştirerek iyice gizlenmiş bir yaşam alanı inşa etmiştik. Karşımızda duran bu emsalsiz yapıt bizi kendine hayran bırakmaya yetiyordu. Zaman kaybetmeden içine girdiğimiz sığınakta büyük bir şömine her yeri ısıtmıştı. Ağaç gövdesinden inşa edilmiş dört kişilik bir yemek masası üzerindeki yemeklerle bizi karşılıyordu. Hemen arka tarafta ise yan yana dizili üç oda rahat bir uyku içindi.

Üşümüş ve çok acıkmış olduğumuz için çevreyi incelemeyi bırakmış ve anın keyfini çıkarmaya odaklanmıştık. Yemek için oturduğunuz sofra sanki Minidia diyarındaki Skropya ağacından yapılmış gibiydi. Masadan bir şey istememiz yetiyordu sanki bizimle etkileşimde olan bu masa aklımızdan geçenleri gözlerimizin önünde dokuyarak bize ikram ediyordu. Bu keyifli ve sihirli dakikalar eşliğinde karnımızı güzelce doyurmuş ve içeceklerimizi de tüketmiştik. Yemek sonrası iyice yorgun düşmüş olduğumuz için sohbeti kısa tutarak odalarımıza çekildik.

Girdiğim oda arkadaşlarımın aksine beni dinlenmeye götürmeyecekti. Aksine onları korkunç bir yüzleşmeden uzak tutacaktım. Bunun mümkün olmasının tek yolu bu küçük kandırmacaydı. Onların odasının kapısı uyku için benim kapım ise emanetleri bir an önce teslim etmek için az önceki gerçekliğe açılmıştı. En azından karnım doymuş ve ısınmıştım. Bu simya ile üzerime bedenimi ısıtacak kalın giysiler almıştım. Hızlıca giyindikten sonra odanın içinde olan diğer kapıyı açarak Skyproptera diyarına geçiş yaptım.

Karşıma ilk çıkan canavar ağaçların arasından hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Az önceki şaşırtma ile zamansal gölgeleri yeterince uzaklaştırmıştım. Beni yeniden bulmaları için gereken sürenin benim hedefime ulaşmam için yetmesi için dua ediyordum. Şimdi bulmam gereken yer Amadarn zindanlarındaki tahasın mührünün üretildiği yer yani mühürlerin mabedi "Thkpras" tı. Onu bulmaksa zor olmayacaktı. Karanlık ve korkunun arttığı, soğuğun dondurucu noktaya ulaştığı yeri bulmak onu bulmak demekti. Bunun için de karanlık gökyüzüne bakmak yetiyordu. Gökyüzünde giderek zifiri karanlığa dönüşen yer tam olarak orasıydı.

Rehber olarak gökyüzünü kullanarak, bedenimde hissettiğim titremenin eşliğinde saatler süren yolculuğum görmediğim bedenlerin çığlıklarını duymaya başlamamla biraz duraksamıştı. Bunun olacağını bildiğim halde yine de korkmaya başlamıştım. Ortada bana saldıran birileri yoktu ya da katledilenler ve duyduklarım, karanlık ve soğuk tamamen bir yanılsamaydı. Tıpkı Amadarn zindanlarında giderken geçmek zorunda kaldığımız Tig-Sefr yani kesitler tarlası gibi. Burası da orası gibi sonsuz boyut korku ve ölüm tuzaklarıyla sarılıydı. Zihinde oluşturduğu yanılgı ve algı boşlukları insanın kendi kendini öldürmesine bile neden olabilirdi. İnsan farkında olmadan aslında kendinden kaçıyor ve kendi korkuları yüzünden kendini katlediyordu. Tabi benim gibi her şeyi biliyor ve güçlü bir simya ile bunlardan korunmuyorsa.

Yapmış olduğum koruma kalkanı beni korumaya yetmişti ama kalkanı aşan korku çığlıkları ve soğuk ürpermem için yetiyordu. Her ihtimale karşı hızlandırdığım adımlarım çok gerilerde görünmeye başlayan akımsal hareketlilik nedeniyle koşuya dönmüştü. Büyük bir hızla koşuyor ve daha hızlı olabilmek için diğer Elza'ya ihtiyaç olduğunu biliyordum. Çünkü bundan sonraki yolculuk için bedensel güç ve savaş taktikleri gerekiyordu. Anında ön plana geçen savaşçı Elza adımlarımı birkaç kat daha hızlandırmıştı. Hem koşuyor hem de şekillerin simyası ile yaptığı aletlerle havayı ve zemini gölgelere karşı tuzaklıyordu. Bu tuzaklar geçici adımlarla gölgeleri anlık tutsak kılacak şeylerdi ama bize zaman kazandıracaktı.

Dakikalarca süren koşu sonunda bitmiş ve mühürlerin mabedi Thkpras'ı bulmuştuk. Karanlık olan tüm gerçekliğin aksine o büyük ışıltılar saçıyordu. Sanki ışıkları açık bırakılmış dış duvarları da tamamen aydınlatılmış bir şato gibi. Bu büyük taştan binanın ahşaptan oldukça kalın kapısını bir omuz darbesiyle açan Savaşçı Elza mabedin içine dalmıştı. Arka plandan verdiğim talimatları takip ederek mabedin dar koridorlarında koşar adım ilerliyordu. İçerisi labirent gibiydi. Mabet ise bulmak istediğimiz gerçekliği bizden gizlemek için elinden gelen her şeyi yapıyor, labirenti her saniye değiştiriyor bütün çıkışları kapatıyordu. Bilmediği şeyse içerideki yolcunun kim olduğuydu. Tüm gerçekliğini Edna'nın zihninden alan bu yer ona ne kadar karşı koyabilirdi.

Çok geçmeden çözdüğümüz labirent bize çıkış vermiş ve kendimizi olmamız gereken yerde bulmuştuk. Savaşçı Elza gerçekleşmek üzere olan saldırı için hazır bir şekilde bekliyordu. O zamansal gölgelere savaşırken bense özsel yükselmeyle bedenimden sıyrılacak bu emanetleri yerlerine koyacaktım. Yani bu simya gizlenmiş gözle görünmeyen ikinci bir Elza'yı inşa edecekti. Bu kusursuz simya özsel yükselme simyası yani "protograns" tı.

Bulunduğumuz yerde eski bir lahit vardı. Emanetleri lahidin içinde gizlenmiş kırmızı nişaneleri olan ikinci günlüğe teslim edecektim ve bu teslimle birlikte ikinci günlük açılacak ve yazılmaya başlayacaktı. Güçlü kolları olan Elza lahidin kapağını büyük bir güçle ileriye doğru çoktan itmişti şimdi tam karşımda beş adet kırmızı nişaneli günlük duruyordu. Birinci günlüğü biliyordum. O dostum Sajtera'ydı ya da günlüğün beden giymeden önceki orijinal haliydi. İkinci günlük mührü kırılmak üzere bizi bekliyordu. Diğer üç günlük ise tüm sırlarıyla kendi sırasının gelmesini bekleyecekti.

Biz bu günlükleri incelerken içeride ufak esintiler hissedilmeye başlamıştı. Evet oluyordu zamansal gölgeler her şeyi durdurmak için geliyordu. Ben zaman kaybetmeden protograns simyasına odaklandım. Tamamlanan simya ile saniyeler içinde özsel yükselme sürecim başladı. Bedenim kırılmaya başladı. Tüm derim çatlıyor, etlerin kuruyor ve kırılıyordu. Çok geçmeden bildiğim gerçeklediğim kırılıp toz haline gelmişti. Şimdi simyanın etkisiyle toz bedenim yerden yükselip yeniden giyinmeye başlamıştı. Ve işte olmuştu aynı zeminde ama farklı gerçekliklerde iki Elza bedensel olarak duruyordu. Biri gerçek bedenimi emanet alan Savaşçı Elza, diğeri ise özsel yükselmiş Varis Elza.

Gördüğüm diğer şey ise çoktan büyük bir savaşın içinde olan Savaşçı Elza'ydı. Ben özsel yükselirken o savaşına başlamıştı. Şekil simyasıyla sayısız zamansal tuzaklar kuruyor ve akımlar halinde saldıran gölgeleri kısa süreli tutsak ediyordu. Bu süreçte benim işimi bitirmem ve onları bu mabede hapsederek mühürlemem gerekiyordu. Onlar zaten ölmüş ruhların gölgeleriyken öldürülmeleri imkansızdı.

Varlığımın fark edilmediğini bildiğim için yeni bir simya ile lahidi özsel yükselme ile kendi gerçekliğime taşımıştım. Zaman kaybetmeden ikinci günlüğü ellerimin arasına almış ve ritüeli başlatmıştım. Çok geçmeden günlük, obka özü, flüt ve yaprak havada asılı bir hale gelmişti. Bu güçlü simyanın sihirli sözlerini söylemeye devam ettikçe obka özü, flüt ve yaprak ışıksal bir patlamayla form değiştirmiş ve ışık demeti haline gelmişti. Mührün son sözüyle birlikte ise bir anahtar halinde günlüğün kilidini kırmış ve içine girip ona dahil olarak gözden kaybolmuştu. Yeni rehberim ve dostum olacak ve daha kendisiyle henüz tanışmadım günlüğüm ellerimin arasında duruyordu. Şimdi yapmam gereken şey özsel birleşme ve bu mabedi içinde zamansal gölgelere birlikte sonsuza dek mühürlemekti. Bunun için yapmam gereken tek şey bir damla kanımı günlüğün dış yüzüne akıtmaktı.

Çok geçmeden kanımı günlüğün dış yüzüne akıtmış ve Tahas'ın mührünün sesine benzer bir ses kulaklarımda çınlamıştı. Şimdi tüm gerçeklik gözlerimin önünde kırılıyordu. Gerçek bedenim savaşçı Elza ile birlikte bulunduğum gerçekliğe sürüklenmiş ve büyük bir çarpma ile özsel bütünleşmiştik. Diğer gerçeklikteki lahit içindekilerle birlikte yeni arındırılmış gerçekliğe taşınmıştı. Yine aynı mabedin içindeydik ama tek farkla eski gerçeklik içindekilerle birlikte karanlığın sonsuzluğuna hapsedilmişti. Ben ise görevini bitirmenin verdiği huzurla arkadaşlarıma katılmak için beni bekleyen odama dönmek ve güzelce dinlenmek istiyordum.
Mabedin dışına çıktığım gibi az önceki saklı sığınağımıza küçük bir simya yardımı ile ulaşmayı başardım.

Şimdi içinde olduğum oda büyük rahat bir yatak, yanmakta olan bir şömine, ufak tefek atıştırmalıklardan oluşan bir masa ve giyilmeyi bekleyen yeni giysilerle dolu bir dolapla beni karşılıyordu. Benimse yapmam gereken tek şey kendimi yatağın yumuşak zeminine teslim etmekti. ☆

 

Loading...
0%