Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. BÖLÜM

@aygulmudurlu

Girdaplar Diyarı -Sykloner

Oldukça konforlu olan yatağımda gerinerek uyandım. Saatlerce süren kesintisiz uyku bedenime ve ruhuma iyi gelmişti. Dün gece yaşadığım gerginlik, yeni günlüğün açılmış olması, gizli planlarım her şey üst üste gelmiş ama hepsi işe yaramıştı. Arkadaşlarımınsa tüm bu olanlardan haberi yoktu. Yorgunluktan ağrı içinde olan bacaklarımı zor da olsa yataktan çıkarıp, odanın içinde yürümeye başladım. Masa üzerindeki ikramlık yiyeceklerden büyük bir keyifle yiyordum. Gecenin koşuşturması bedenimdeki bütün enerjiyi tüketmiş, açlık çekerken yorgunluğa yenik düşerek sızıp kalmıştım. Şimdiyse masanın üstündeki her şeyi yiyebilirdim. Büyük bir iştahla yemek yerken hışırtıya benzer sesler kulaklarımı tırmalayınca duraksadım. Sesin geldiği yere odaklandım.

Ses sırt çantamdan geliyordu ve sanırım nereden geldiğini biliyordum. Yeni günlüğüm birlikte olduğumuz ilk günde beni selamlıyor olmalıydı. Büyük bir hevesle elimdeki yiyecekleri bırakarak çantama yöneldim. Hızla elime aldığım çantamı açarak günlüğü ellerim arasına aldım. Dün akşamın en güzel yanı ellerimin arasında duruyor sanki içindeki sırları bana sunmak için büyük bir heyecanla bekliyordu. Birkaç saniyelik duraksamanın ardından günlüğün üzerindeki yazıları okudum.

" Zakiros kalkanı, kutsal evlilik ve ölüm ağacına yolculuk. "

Okuduklarımın üzerinde belki de saatlerce düşünmem gerekecekti. Ama şu an bunun hiç de sırası değildi. Günlüğün kırmızı nişaneli kapağını hızlıca açarak ilk sayfasını gözlerimin önüne sermiştim. Karşımda duran yazılanları görünce donup kaldım.

" Elza! Hayatınız tehlikede hemen oradan çıkıp Girdaplar diyarına -Sykloner'e- gelmeniz gerek. Seninle yapmam gerekenler var. Ben Elza. "

Gördüklerimin şokuyla okuduklarımı algılamakta zorlanıyordum. Elimde olan günlüğüme Yaşlı Elza mesaj gönderiyordu. Bu nasıl olabilirdi? Peki günlüğüme ne olmuştu? Şu an aktif olup bana yol göstermesi gerekmez miydi? Aklımda düşünceler dönerken sanki yaşlı halim bunları duymuş gibi bana cevap yazmaya başlamıştı ve yazdıkları aklımdaki tüm soruları cevaplıyordu.

" Günlük, Gargaryal bilgelerince asırlar önce büyük bir simya ile lanetlenmiş. Bunu acilen çözmezsek Edna'nın birçok diyarı çökerek yok olacak. Çünkü günlük yerinden alındı ve lanet serbest kaldı. Lanetin sebep olacağı felaketler durdurulmalı çok geç olmadan."

Okuduklarımın etkisiyle korkuya kapıldım. Ellerim titreyerek yeni yolculuğumuz için eşyalarımı apar topar hazırlamaya başladım. Biraz eşya, biraz yol için erzak her şey hazır olduğu gibi odamdan hızlıca çıktım. Arkadaşlarımın kapılarını çalarak kısa sürede onları da uyandırdım.

Uyanan ve korkuya kapılan arkadaşlarıma tüm olanları onlar hazırlanırken kısaca anlattım. Duydukları karşısında korkan ve bana haklı yere kızan arkadaşlarımın sitemleri eşliğinde saklı sığınağımızdan kısa süre içinde çıktık. Sığınak yapımında suhura çantası kullanıldığı için tüm anı ve yolculuk izlerinin yok edilmesi gerektiğini biliyorduk. Bunun için sığınağı sanki hiç olmamış gibi yok ettik. Artık arkamızda hiçbir iz yoktu.

Biz bunlarla uğraşırken havada ve toprakta başlayan değişim bizi ürkütüyordu. Kısa süre içinde her yer soğumaya ve toprak da çatlayarak kırılmaya başladı. Gökyüzündeki hava büyük bir fırtınanın habercisi gibi hızlanarak esiyordu. Gördüklerimden sonra Skyproptera Diyarı'ndan acilen çıkmamız ve yeni hedefimiz olan Sykloner'e bir an önce ulaşmamız gerekiyordu.

Diyarın ismini duyduğum andan itibaren Edna'nın zihni ile girdiğim iletişim oranın nasıl bir yer olduğu konusunda beni yeterince bilgilendirmişti. Sykloner şöhretini girdaplarından alıyordu. Orası korkunç ve tarifsiz girdapların diyarıydı. Orada olmak, nefes alabilmek neredeyse imkansızdı.

Bunları düşünürken bizi içinde bulunduğumuz diyardan kurtaracak simya çoktan hazır olmuştu. İçinde tek bir canlı bile olmayan sadece katil ağaçların olduğu Skyproptera şimdi gözlerimizin önünde kırılıp bükülmeye ve katlanarak kendi gerçekliğine gömülmeye başlamıştı. Saniyeler süren bu simya ile gerçeklik bükülmüş ve yerini başka bir gerçekliğe bırakmıştı. Şimdi gözlerimizin önünde büyük bir orman duruyordu. Adım atarak içine giriş yaptığımız yeni gerçeklik girdaplar diyarına açılan kapının gizli olduğu ormandı. Yapmamız gerekense o kapıyı bulmaktı. Bu arayışta hiçbir simya işe yaramazdı çünkü böyle lanetli diyarlara geçiş ancak diyarın sizi davet etmesiyle mümkündü. Bu da Edna'nın kutsal yazıtlarında koruma altına alınmış kanunlarından biriydi. Simyalar bu noktada kanunlardan güçlü olamazdı.

Ben içinde bulunduğumuz durumu ve yapmamız gerekenleri arkadaşlarıma kısaca anlatmıştım ardından geçidi aramaya başladık. Oldukça büyük ağaçlar ve garip yaratıklar arasında seri adımlarla yürüyorduk. Az önce kaçtığımız diyardaki gariplikler sanki buraya da sirayet etmişti. Huzur içinde olan hayvanlar zaman geçtikçe saldırganlaşıyordu. Ormanın havası da nemini her dakika arttırıyor, bizi nefes alamaz hale getiriyordu. Hava gündüz vakti olmasına rağmen bir anda kararmaya başladı. Şimdi neredeyse göz gözü görmüyor sadece hayvanların çığlıkları duyuluyordu. Gördüklerimiz ve olanlar bizi çaresiz bırakmıştı. Acilen bir şeyler yapmamız gerekiyordu ama güçlerimiz burada bir işe yaramıyordu.

Wlaykras ve Edgar hem fikir bir şekilde büyük bir ağaç kovuğu bulup sığınmamız gerektiğini söylüyordu. Haklıydılar böylesi tehlikeli bir ortamda açık bir alanda kalmak bazı yaratıklar için akşam yemeği olmaktı. Ellerimize aldığımız ağaç parçalarını meşale haline getirerek yolumuzu görmeye ve ilerlemeye başladık. Yanan ateşin etkisiyle aydınlanan çevre ormanın ürkütücü yeni halini gözler önüne seriyordu.

Ormanın tabanından çıkarak çevreye büyük bir hızla yayılarak büyüyen sarmaşıklar tüm ağaç ve canlıları sarmaya başlamıştı. Meşalelerimizde yanan ışık garip bir şekilde bizi sarmaşıklardan koruyordu. Çünkü aydınlığın olduğu noktalarda sarmaşıklar kaçarak gözden kayboluyordu. Işık saldırgan hayvanları da bizden uzak tutuyordu. Gördüklerimiz çok saçmaydı. Böylesi vahşi bir ortamda bizi sadece çaputa sarılı bu meşaleler mi koruyordu!

Biz kısık sesle konuştuğumuz bu düşüncelerimizin eşliğinde ışığın açtığı zeminde ilerliyorduk. Saatler süren bu yürüyüş biz yorgun düşene dek devam etmiş, ayaklarımızın adım atamaz hale gelmesiyle son bulmuştu. Yorgun dizlerimizi ovalayarak duraksamış ve birbirinin aynı olan çevreyi görmeye odaklanmıştık. Meşalelerimizi sağa sola savurarak sığınılacak bir yer aradık. Birkaç dakika süren bu arayış büyük bir ağaç kovuğu görmemizle birlikte son bulmuştu. Ağacın gövdesi üçünüze yetecek kadar büyüktü. Tek sorunumuz girişi nasıl kapatacağımızdı.

Ben ağacın içine girmiş, zemini temizlemeye başlamışken arkadaşlarım da çevreden ağaç dalları topluyordu. Şu aşamada yapacağımız tek şey buydu. Çok geçmeden büyük bir dal yığını gözlerimizin önünde duruyordu. Yapmamız gereken bu dallarla oyuğun girişini kapatmaktı. Oyuğun içine taşıdığımız dallarla içeriden girişi kapatmaya başladık. Topladığımız dallar bizi oyuğun içinde gizlemeye yetmişti. Yaptığınız şey sadece ağaç dallarından bir yığınaktı ama en azından ağacın gözdesinde bizi gizlemişti.

Çantamızın içinden çıkardığımız birkaç parça giysiyi yere serip yiyecekleri çıkarmıştık. Birimizin meşalesini içeriyi aydınlatsın diye ağacın çıkıntılı olan gövdesine sağlayıp sabitledik. Yerleşme tamamlanınca büyük bir iştahla yemek yemeğe başladık. Çok yürümüş, yorulmuş ve acıkmıştık. Açlık ve susuzluğumuzu giderdikten sonra sırt sırta vererek uzandık. Yorgunduk, uyumalıydık. Gözlerimizi kapatıp kendimizi karanlığın huzuruna teslim etmiştik ki bir hareketlilik bizi tedirgin etmeye başladı. Az önce oyu kapadığımız dal yığını yıkılmaya bağlamıştı. Ne olduğunu bilmediğimiz bir şey oyuğun girişini açıyor, bizi ortaya çıkarmaya çalışıyordu.

"Lanet olsun!" diyerek küfürler savurmaya başlayan Edgar huzursuzca bize bakıyordu.

Wlaykras ise burada işe yaramayan simyasından denemeler yapıyor her yaptığı yine sonuçsuz kalıyordu. Benim aklıma gelen tek şey ise Savaşçı Elza'ydı. Göğsüme dokunmuş, onu serbest bırakmıştım. Burada tek çaremiz belki de onun kaba kuvveti olacaktı. Lakin ne kadar dokunsam da Savaşçı Elza yardıma gelmiyordu. Üçümüz de burada çaresizlik içinde saplanıp kalmıştık. Karşımıza çıkacak olan şey her neyse onunla kas gücümüzle mücadele etmekten başka çaremiz kalmamıştı. Üçümüz de yumruklarımızı sıkmış, gelen felaketi bekliyorduk. Gözlerimizin önünde azalan dallar ise istemsizce korkumuzu arttırıyordu. Huzursuz, saldırgan ve tetikte bir haldeyken son dal da oyuğun önünden çekilmiş karanlık orman gözlerimizin önüne serilmişti. Oyuğun önünde bir şey ya da bir canlı arayan gözlerimiz anlamsızca boşluğa bakıyordu. Hiçbir şey yoktu. Peki ağaç yığınını kaldıran şey neydi?

Biz anlamsız bakışlarla ürkek bir halde çevreyi inceliyorken büyük hortuma benzeyen hava akımı ormanın zeminindeki toprakları savurarak yükselmeye ve giderek büyümeye başladı. Bu akım büyük bir hızla savruluyor, bükülüyor sonra da kırılarak dağılıp gidiyordu. Bu işlem dakikalarca devam ettikten sonra kırılan hava dağılmamış ve bir şeyi inşa etmeye başlamıştı. Salt hava gözlerimizin önünde bir kapı inşa ediyordu. Kapı muhteşem gösterişli çam ağacından yapılma metrelerce yükseklikteydi. Üzerinde asırlar öncesinden kalma olduğu belli olan oymaları ve şekillerin simyasını temsil eden simgeleri barındırıyordu. Kapının kulpu ise büyük bir yakuttan yapılmıştı. Biz gördüklerimizin güzelliğine kapılmış bir haldeyken kapı gözlerimizin önünde açıldı. Açılan kapı Sykloner diyarını ayağımıza getirmişti. Ya da diyara davet edilme şeklimiz buydu. Kapının ardında göz görebildiğince çoklukta girdap çevreyi kasıp kavuruyordu. Girdapların yarattığı keşmekeş yüzünden göz gözü görmüyordu.

Bizi davet eden bu geçit karşısında kararsız bir şekilde kapıyı izlerken, davet eden "kaybedecek zamanım yok!" dercesine bizi olduğumuz ağaç kovuğundan büyük bir hortum eşliğinde söküp çıkarmış kapıya doğru sürüklemeye başlamıştı. Kapıdan içeriye düşmemek için ne kadar mücadele etmiş olsak da bizi savuran rüzgarla baş edemiyorduk. Saniyeler süren bu çırpınış kapıdan içeriye savrulmamız ve ardımızdan da kapının sert bir şekilde kapanmasıyla son bulmuş, Sykloner diyarı bizi zor kullanarak misafir etmişti.

Girdaplar diyarında savrulmuş ve havadaki akımların etkisiyle oradan oraya savruluyorduk. Esintilerin şiddetiyle ayaklarımız bir türlü zeminle buluşmuyordu. Üçümüz de savrulmaktan yorgun düşmüş, hiçbir şey yapamıyorduk. Daha zenime bile ulaşamamışken Yaşlı Elza'yı nasıl bulacaktık. Havadaki akımın etkisiyle kısa sürede yarı baygın bir halde kendimizi başımıza geleceklere teslim etmişken baygın gözlerimiz bizi hayretler içinde bırakan bir görüyle birden sonuna kadar açılmıştı. Gözlerimizin önünde gök bıçakla kesilmişçesine yarılmaya başladı. Bu yarılma kulaklarımızı sağır eden yüksek bir sesle tüm çevreyi titretiyordu. Sanki diyar bu yarıkla birlikte çöküyordu. Yarığın kesiği giderek açılıyor ve zifiri bir karanlığın tüm diyara yayılmasına neden oluyordu. Yaşlı Elza yardımımıza yetişmezse lanetin yok ettiği bu diyarla birlikte biz de yok olup gidecektik.

Parçalanan gökyüzü serbest kalan karanlık ve aşağılardan gelen yıkım sesleri arttıkça üçümüz korkudan çığlıklar içinde kalmıştık. Havadaki akım bu olanların etkisiyle eski gücünü kaybetmeye başlamış bizi gökyüzünde tutmakta zorlanıyordu. Çok geçmeden korkulan oldu ve akım etkisini tamamen kaybederek sarmaladığı bedenlerimizi boşluğa teslim etmiş, biz de yere doğru çakılmaya başlamıştık. Saniyeler süren bu korkulu an sert bir şekilde zeminle buluşmamızla son buldu. Tam anlamıyla yere çakılmıştık.

İniltiler içinde karanlık zeminde doğrulmaya çalışırken kaç kemiğimizin kırıldığı konusunda hiçbir fikrimiz yoktu. Kırık ve eziklerin etkisiyle vücudumuz kaç içinde kalmıştı. Edgar ve Wlaykras kendi acılarını unutmuş çığlıklar içinde benden bir ses duymaya çalışıyordu. Bense vücudumda kalan son enerjiyle,

"İyiyim, buradayım!" diyebilmiştim. Sonrası ise mutlak karanlık.

.........

Gözlerimi açtığımda kendimi kasabadaki evimde ve gelecekteki Elza'nın yanında bulmuştum. Yanımda iki dostum uyandığımı görünce ferahlamıştı. Yaşlı Elza ise içmem için bana bir şurup uzatıyordu. Dediğine göre yaralar ve kırıklar için birebir olan bu şurup şifa şurubuydu. Edgar ve Wlaykras da bununla iyi olmuştu.

Zoraki de olsa doğrultup şurubu içmeye başlamış ve neler olduğunu anlamaya çalışırken Edgar yaşadıklarımızı benim için özetlenmişti. Dediğine göre Sykloner diyarında yere çakıldığımızda çok geçmeden bayılmışım. Benden ses alamadıklarında çığlıklar içinde beni aramaya başlamış ve sonunda bulmuşlar. Ben karanlık zeminde kanlar içinde yatıyorken öleceğimden korkmuşlar. Ta ki toprağa akan kanım toprakça emilene kadar. Varis kanı efsanesini böylece öğrenmiş oluyorduk. Kanım Edna diyarlarında tüm simyalardan daha güçlüydü. Sykloner topraklarına karışan kanım diyardaki tüm döngüyü durdurmuş ve tüm güçlerim aktif olmuştu. Baygın olduğum için ben bir şey yapamasam da bu boyuta kanıyla boyutsal kapı açan Yaşlı Elza yardımımıza yetişmiş ve bizi şu an olduğumuz yere -gelecekteki evime- getirmişti.

Aklımda bir sürü cevaplanmamış soru vardı. Elza'ya çocuklarımı da sormak istiyordum. Edna'nın zihninde onları benden almış ve evimize getirmişti peki şimdi neredeydiler? Geçmişte olanlar, gelecekte beni bekleyenler daha bir sürü şey. Aklımdan geçenleri her zamanki gibi okuyan yaşlı kadın,

"Biliyorum Elza. Her şeyi bilmeye hakkın var ama olmaz. Geçmişe ve geleceğe müdahale edemeyiz. Hem şu an büyük bir sorunumuz var. O da ikinci günlüğü mühürleyen lanet. Onun kırılması gerek. Ancak ikimiz bunu yapabiliriz. Kaybedecek vaktimiz yok."

Yaşlı kadın konuşurken büyük bir gök gürlemesi sanki evi temelinden sökecekmiş gibi titretmişti. Burada neler oluyordu böyle? Yaşlı Elza,

"Lanet dünyada da çöküşe neden olacak. Önce Edna'nın zihnine köprü olan bu kasaba. Sonra diğer yerler." demişti.

O sözlerine devam ettikçe sarsıntıya eşlik eden büyük bir yağış yeryüzüne inmeye başlamıştı. Yağış çok şiddetliydi. Sözlerini tamamlayan yaşlı kadın beklememi söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Çok geçmeden odaya elinde kırmızı nişaneli bir günlükle geri döndü.

Çantamdaki günlüğü çıkarmamı istemişti. Şimdi tam önümüzde duran bu iki günlük birbirinin aynıydı. Bu benim günlüğümün gelecekteki haliydi. Yaşlı kadının söyledikleriyse ürkütücüydü.

Elza, günlüğün bendeki suretiyle sendeki lanetlenmiş günlüğün özüne yolculuk yapacağız. Bu yolculukta maalesef sadece ikimiz olacağız ve bu çok tehlikeli olacak. Hazırlıkları bir an önce tamamlamalıyız. Kaybedecek vaktimiz yok. ☆

 

Loading...
0%