Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. BÖLÜM

@aygulmudurlu

✴ Kaybolmuşlar Kohlası/ Kırılan Lanet ve Günlüğe Sihirli Yazgı✴

 

Sihirli yazgının kalem ve mürekkebi darbelerini indirdikçe günlüğün özüne yazgımız başlamıştı. Mürekkep bedenlerimizde yazıya dönüştükçe ben, Yaşlı ve Savaşçı Elza kristalize kesitler halini almış ardından da milyarlarca parçaya kırılarak boyutsal kapıdan toprağın çatlak zeminine doğru yuvarlanmaya başlamıştık. Ben zeminden sıvı halinde akmayı beklerken yaşadıklarımın şokuyla afallamış bir haldeyken üstüne bir de Yaşlı Elza'nın çığlıklarıyla sarsılıyordum.

Yaşlı kadın "Ne olursa olsun dişimi sıkmamı ve her acıya katlanmamı " çığlıklar atarak söylüyordu.

Duyduklarımla kafam bir kez daha karışmış ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sihirli bir yolculuğun güvenli ve acısız olması gerekmez miydi? Tam, "Bu ne acısı? Bizi neler bekliyor?" diye sormayı planladığım bir anda gerçek ayyuka çıkmaya başlamıştı. Kristalize haldeki milyonlarca parçamız toprağın derinlerine yuvarlanırken toprak garip bir şekilde bize saldırıyordu. Eğer delirmediysem toprak kitlelerinin sanki elleri ve kolları vardı ve her biri bizden bir parça koparmak istiyordu. Bu saldırı bedenimizi parçalıyor, etlerimizi koparıyormuş gibi canımızı yaktığı için bizi çığlıklar içinde bırakıyordu. Kahrolası toprak canavarlarıysa kopardıkları her parçayı afiyetle yiyordu.

"Lanet olsun! Biz ne yaşıyoruz böyle? Bu yazgının nesi sihirli? Her şey bir an önce bitsin lütfen!" diye çığlıklar atıyordum. Her parçam eksildikçe çığlıklarım yerini küfürlere bırakıyordu.

Biz bir bilinmeze yuvarlanırken bedenlerimizin parçaları her saniye azalıyordu. Yolculuk biraz daha sürerse geriye beden diye bir şey kalmayacaktı. Bu toprak canlılarının nasıl da doymak bilmez bir iştah vardı. Sanırım çok uzun süredir açlardı ve bu bekleyişin acısını bizden çıkaracaklardı.

Bedenlerimizden eksilen her parçayla yaşadığımız acı bir noktadan sonra doyum noktasına ulaşmış, acı duyamaz bir hale gelmiştik. Neredeyse yaşadığımız bu katliamdan zevk alıyorduk. Bu nokta sanırım çıldırma noktasıydı ve biz tam da şu an o eşiği geçiyorduk. Yaşlı, Genç ve Savaşçı delirmiş Elza'nın Edna'ya ne faydası olabilirdi ki? Bunu düşündükçe çığlıklarım yerini kahkahalara bırakıyordu.

Mevcutta bir gözüm olmadığı halde hala toprak ve parçacıklarımızın savaşını izliyordum. Parçalar birbirine karışmıştı hangi parça hangimize aitti ancak tanrı bilirdi. Benimse tek görebildiğim bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar az parçanın kaldığıydı. Geri sayım sanırım başlamıştı. Kalan parçalar ya hızla kaçacak ya da aç toprağın midesinde yerlerini alacaktı. Üçümüzden de duyulan en son ses kahkahalar içinde kayboluyordu. Bu bir geri sayımdı. Kalan parçacıklarımızı sayıyorduk,

" 10 - 9 - 8 - 7 - 6 - 5 - 4 - 3 - 2 ve 1...." ve bitmişti. Sonrasıysa mutlak bir karanlık.

-------------------------------------------------------------

Mutlak karanlığın içinde insan duyamaz, düşünemez, algılayamaz, göremez değil mi? Normal olanı budur. Peki şimdi yaşadıklarımız hangi kategoriye giriyordu? Karanlığı görüyor, kokusunu alıyor, ona dokunuyorduk. Onun boşluğunu adımlar halinde yürüyor, onunla konuşuyor hatta ona sarılıyorduk.

"Tanrım!"

Şükür ki tam delirdiğimi düşündüğüm anda önce Edna'nın zihni ardından da Yaşlı Elza benimle etkileşime girmiş ve olanları kısaca anlatmışlardı. Ancak ondan sonra kaybolan ruhumu geri alabilmiş kendime gelmiştim.

Bu sihirli yazgı, kaybolmuşlar lanetiyle çarpışma içindeydi. Savaş toprakla değildi onların yemeği de olmamıştık. Sadece lanetin içinde kaybolmaya mahkûm olmuştuk. Bu lanetin bilmediği şeyse bu seferki kaybolmuşlar onun yok edebileceği türden değildi. Bu lanet Edna'nın en garip ve karmaşık tek gücü yani çoklanmış üç büyük gücüyle yüzleşmek üzereydi. Kendini ne kadar da kolay ortaya çıkarmıştı böyle. Oysaki daha iyi saklansaydı kurban sayısı şimdikinden kesinlikle çok olurdu.

Edna'nın zihninden aldığımız talimatları çok geçmeden Yaşlı Elza, ben ve sadece benim görebildiğim Savaşçı Elza uygulamaya başlamıştık. Bedensel bütünlük için bu lanetli kohlasın yıkılması gerekiyordu. Onun için de burada saklı olan özlerimizi bulmamız gerekecekti. Bu kohlasın milyonlarca belki de daha fazla yolcuğu kaybettiği o gizli odasını bulmamız bunun için yetecekti. Peki bu kadar karanlık ve uçsuz bucaksız bir boşlukta böyle hazineleriniz olsa nereye gizlerdiniz?

Edna'nın zihni ışıksal bir damla halinde olan şeffaf ruhlarımızın bütünleşmesi gerektiğini söylüyordu. Bu bütünleşme ise güçlü bir simya ile mümkündü. Bu da en eski yazıtlarda saklı olan kadim sözlerle mümkündü. Zannımca Savaşçı Elza'nın da bu işlem için görünür olması gerekiyordu. Bu üçlü birbirini göremezse ruhsal bütünleşme nasıl olurdu. Bu yüzden Savaşçı Elza'nın üzerindeki gizleme simyamı geriye döndürmüş onu görünür kılmıştım. Onu gören Yaşlı Elza ise birden çılgına dönmüş ve bana ilk kez sesini yükseltmeye başlamıştı.

"Tanrım! Ne yaptığını sanıyorsun aptal kız! O olması gereken yerde -yani içinde- kalmalıydı. Bu garip yolculukta onu özgür bırakırsan ona neler olur biliyor musun? Emin olmadığın konularda nasıl kendi başına karar alırsın. O bir daha bedenine geri dönemezse söyle ne olacak? O normal bir insan değil ki bir bedeni yok? Onu serbest bıraktın ve o bedeni olmayan bir varlık olarak bu saldırıysa maruz kaldı! Onun parçalarını şimdi nasıl birleştireceğiz? O tekrar nasıl bir bütün haline gelip sana dahil olacak, bunu bilmiyoruz. Daha onun ne olduğunu bilmiyoruz!"

Üçümüz de bu sözlerden sonra büyük bir sessizlik içine gömülmüştük. Yaşlı Elza söylediklerinin tamamında haklıydı. Bense şimdi yaptığım aptallık için kendime kızıyordum. Bunu yaparken ne yaptığımı sanıyordum acaba? Yaşlı Elza ise çaresizlik içinde Edna'nın Zihninde bir çözüm arıyordu. Savaşçı Elza ise ilk kez korkmuştu ve çaresizlik içinde yüzümüze bakıyordu. Bizden yardım istediği o kadar çok belliydi ki. Olanlar karşısında yaşadığım acizlikten delirmek üzereydim. Çok geçmeden sinirlerim boşaldı ve ağlamaya başladım. Her şeyi elime yüzüme bulaştırmıştım. Sadece bana hizmet etmek için her dediğimi yapan Savaşçı Elza'yı bu kohlasta kaybolmaya mahkûm etmiştim. Onun bedeni ve özü yoktu ki ruhsal bütünleşmeyle bu lanetten kurtulsun.

"Lanet olsun!" Ömrümde söylemediğim kadar çok küfrü dakikalar içinde kendi kendime savurmuştum.

Yaşlı Elza ise tamamen çaresiz kalmıştı. Savaşçı Elza'nın bu durumdan kurtulmasının hiçbir yolu yoktu. Çünkü onun bir ruhu yoktu. Onun kurtuluşu için bu kohlasta olup hala kaybolmamış bir ruhun olması ve kendini onun için feda etmesi gerekiyordu. Ve bu ruh bizden biri olamazdı. Savaşçı Elza kaybolursa onunla birlikte kutsal veraset de kaybolacaktı. Eğer bu olursa Edna içindeki kötülüklerden hiçbir zaman kurtulamazdı. Biz çaresizlik içinde kıvrandıkça içinde bulunduğumuz karanlık boşluktan sanki zafer kahkahaları yükseliyordu. Zaferine ulaşmış ve lanetin en büyük düşmanları olan bu üçlüyü bir çırpıda devre dışı bırakmıştı. Üstelik bunun için hiç çaba göstermemiş, işi aptal genç varise bırakmıştı. O da kendi elleriyle her şeyi kaybolmaya mahkûm etmişti.

Karanlık boşlukta anlamsız ve amaçsızca yürümeye başlamıştık. Belki bir cevap belki de serbest kalmış bir ruh bulur ve ondan yardım alırız diye. Yaşlı Elza belli etmese de gizliden gizliye ağlıyordu. Savaşçı Elza'nın korkusu yerini öfkeye bırakmış, saldırmaya hazır bir halde agrasif bir şekilde homurdanarak yürüyordu. Haklıydı da bana küfürler savursa haklıydı. Belki de sıktığı yumruklarını çenemle buluşturmalı öfkesini üzerime kusmalıydı. Bu belki de en doğrusu olurdu.

Saatlerdir, belki de günlerdir amaçsızca, yorgunluk nedir bilmeden yürüyorduk. Her yer hala karanlık ve boşluktu. Hiçbir şey, ses, nefes dahi yoktu. Yürümekten yorulmamıştık çünkü beden değil ruhlarımız yürüyordu. Ama umutlarımız yorulmuş ve arayıştan vazgeçmiştik. İsteksizce durdurduğumuz adımlarımızın altımızda başlayan depreme benzer sarsıntılarla dört bir yana savrulmaya başladığımızda içine dalmış olduğumuz umutsuzluk okyanuslarından boğulmadan sıyrılmayı başarmış ve kendimize gelmiştik. Bir şeyler oluyordu ya da olmak üzereydi. Umarım bu bizim için kurtuluş olurdu.

Boşlukta bakışlarımız umutla bir şeyler arıyorken bir anda çevremiz içi hava dolu ışıltılar saçan baloncuklarla dolmaya başladı. Neler olduğunu sanırım anlamıştım ama bunu yapanın ne ya da kim olduğunu anlamıyordum. Bu baloncuklar Fağnula'ya -şekillerin diyarına- bedensel olarak kendini aktarmış biriydi. Orası hakkında başkaca bir bilgimiz yoktu. Fağnula Edna'nın zihni için bile büyük bir sırdı. Orası sadece şekillerin simyacılarının girebileceği bir diyardı ve kesinlikle Edna'da olmayan bir yerdi. Bambaşka bir diyar ya da evren artık siz ne derseniz oydu. Baloncuklar giderek artıyordu. Çok geçmeden Fağnula'dan bedensel aktarım tamamlanmış ve baloncuklar içindeki ışıksal özleri serbest bırakmak için bir bir patlamaya başlamıştı. Bu patlayan balonlar kısa sürede işini tamamlamış ve karşımızda durup bizi selamlayan bir ruhu serbest bırakmıştı. Bu tanıdık bir yüzdü,

"Selam size kadim dost ya da dostlar her neyse! Edna'nın kıymetli varisleri. Umarım Esbula'yı özlemişsinizdir?"

Bu dost sima Zertegular diyarında, varisi -yani beni- bedensel bütünleştiren ve kutsal veraset birleşmesini ve verasetin beden giymesini sağlayan Esbula'dan başkası değildi. Onun hakkında en son hatırladığım şey görevini tamamlamış olarak liderden izin istemiş ve intihar etmiş olmasıydı. Bu tabi ki de bir oyundu. Fağnula'ya bedensel aktarım yapmak için düzenlediği bu oyununu benimle paylaşmış, herkesten gizlememi isteyerek bana veda etmişti. Sonra baloncuklar halinde Fağnula'ya girerek gözden kaybolmuştu. Bunlar herkesten gizlenmiş farklı bir boyutta ve saniyeden daha az bir sürede olup bitmişti. Bu nedenle kimse ne olduğunu anlamamıştı.

Hala eskisi kadar pasaklı ve dağınık gözüküyordu. O sadece bedensel olarak değil ruhsal olarak da dağınık biriydi. Tüm bu düşünceler gülümsetiyordu beni. Dostumu çok özlemiş olduğumu da fark ediyordum. Tam da büyük bir çaresizlik anımda yeniden yanımda belirip yardımıma koşmuştu. Aynen daha önceki gibi. Ne zaman bedenimi kaybetsem ve kimliğimle buluşmam gerekse sanırım beni bulacak ve bana beden giydirecekti. Bu düşünceler beni iyice duygulandırmıştı. Karşımda gülümseyerek bakan dostuma doğru hamle yapmış ve onun ruhunu ruhumla kucaklamıştım. Tabi diğer Elza'lar da beni görünce duramamış onlar da Esbula'yı kucaklamıştı. Yaşadığımız bu duygusal an bedensel olmasa da onu hissetmem ve minnetimi sunmam için yetmişti. Muhteşem gücünü hissettiğim Esbula huzur beni kucakladığında içim huzur ve güvenle dolmuştu. İşte çözüm ve kurtuluş buradaydı bu dostça güçlü kollarda.

Kısa süren samimi sarılmalar nedeniyle sevgiden boğulan Esbula üç Elza'yı da kendinden uzaklaştırarak,

"Sanırım bu kadar sevgi hepimiz için yeterli!" demişti. Bizden çok sıkıldığı belliydi. Tanıdığım Esbula zaten hiç de samimi biri değildi.

Çok geçmeden çıkış yolumuzu ve yapmamız gerekenleri bize bir bir anlatmaya başladı. Dediğine göre bu onun ikinci göreviydi. İlk görevi verasete beden giydirmekti. Şimdiki göreviyle verasetin dağılan bu üç kimliğini bir araya getirmekti. Bunun için yapması gerekenler belliydi. Yine elinde muhteşem bir kalem vardı ve mürekkeple dolu küçük bir şişe ışıltılar saçarak sanki bizi selamlıyordu. Anlaşılan Esbula bizi yeniden resmedecek ve bir bütün haline getirecekti. Bunun için bu kohlasın ruhları gizlediği sığınağı bulmamız gerekmeyecekti. Bizi bedensel olarak bu karanlık boşlukta dokuyacak ve son noktayı da koyarak ruhlarımızı bedenlerimize mühürleyecekti. Bu işlem bildiğimiz her şeyi değiştirecekti. Üçümüz de eskisinden daha güçlü ve farklı olacaktık ve bu lanetli kohlas kısa süre içinde çökecek burada kaybolmuş tüm ruhlar bedenlerini giyinip olması gereken yerlere -evlerine- ve kendi zamanlarına hiçbir şey olmamış gibi geri döneceklerdi. Hepimiz sevinç içindeydik ve Esbula'yı kucaklamamak için kendimizi zor tutuyorduk. Durumun farkında olan Esbula ise üçümüzü de uyarıyordu.

"Yeter! Durun lütfen. Yoksa çekip giderim kıçınızı kurtarmam!"

Esbula elindeki kalemin gözüne oldukça küçük olan mürekkep şişesini itinayla yerleştirdikten sonra üçümüzün bir araya gelmesini ve sıkıca sarılmamızı söylemişti. Talimatlarını gecikmeden eksiksizce yerine getiriyorduk. Yapacakları için duruş şeklimizi ikna olana dek değiştirmişti. Tam da birbirimize düğümlediğimizi söyleyip şikâyet edecek bir hale geldiğimiz anda ikna olup durmuştu. Büyük bir sessizlik ve hareketsizlik içinde kendimizi ona teslim etmemizi istiyordu. Biz ise ondan başka bir umudumuz olmadığı için bu uygunsuz ve garip pozisyonda "ne olacaksa olsun!" diyerek ona teslim oluyorduk.

Elindeki yazım için hazır olan ahşap oymalı eskitme kalemini büyük bir ritüel eşliğinde üç yüz altmış derecelik turlarla çevremizde döndürdükten sonra, mürekkebi karıştırmak istermiş gibi kalemi sallayarak dönüşüne devam etti. Daha önce duymadığımız bir lisan ile kulaklarımıza garip bir musikiyi fısıldamaya başlamıştı. Ama bu fısıltılar sanırım onan gelmiyordu. Az önceki çılgınca hareketlerle çalkaladığı kalem dile gelmiş ve kendi lisanıyla şarkı söylemeye başlamıştı. Kalem şarkısının sesini her saniye yükseltiyor ve parıltılar saçarak gözlerimizi kamaştırıyordu. Çok geçmeden Esbula'nın elinden savrularak kurtulan kalem büyük bir süratle çevremizde dönmeye başladı. Her şey o kadar hızlı oluyordu ki durduğunda eğer bedenimiz olsaydı kesinlikle kusmuş olurduk. Kalem havada asılı kalmış ve sanki gözleri varmış gibi bize odaklanmıştı. En son duyduğumuzsa Esbula'dan kaleme gelen talimattı.

"Yazgıyı tamamla ve kendini varise ekle!"

Bu talimatı alan kalem büyük bir süratle bize yönelmiş ve aynı anda ruhlarımıza saplanmıştı. Bu defa bizi yazmıyordu. Bizi kendisiyle birlikte küçük atomlara dönüştürüyordu. Çok geçmeden görülen tek şey sayısız atomun hava boşluğunda savrulan varlığıydı. Kalem ve mürekkep de bu varlığa karışıp gözden kaybolmuştu. Tam lanet olsun deyip küfürler savuracakken apayrı bir süreç tetiklenmiş ve atomlar birbiriyle çarpışmaya ve büyük patlamalar ve ışıktan şölenler eşliğinde bedenleri inşa etmeye başladı. İşte yeniden oluyordu atomlarımıza karışan kalem ve mürekkep bizim bir parçamız olarak bizi sıfırdan inşa ediyordu. Dakikalar süren bu beden giyinme süreci acısız olmuştu. Yaşlı Elza ve ben tamamen beden giyinmiştik. Savaşçı Elza ise bir üst boyutta gizli bir halde şeffaf formuyla benimle bütünleşmeyi büyük bir umutla bekliyordu. Ama istesek de yapamıyorduk, birleşmemiz tamamlanmıyordu. Sanırım bu iş yine Esbula'ya kalmıştı.

Bize gülümseyerek bakan Esbula,

"Sabırla bekleyin her şey yolunda. Kohlas yıkılınca tüm bedenler özlerini giyineceği gibi Savaşçı Elza'da özündeki saklı yerine dönecek. Tüm lanet artık kırıldı." dedi.

Sözlerini tamamlamasıyla birlikte içinde bulunduğumuz karanlık boşluk gözlerimizin önünde kırılıp yıkılmaya başladı. Kaybolan karanlık yerini ışıl ışıl ve renk cümbüşü bir ormana bırakıyordu. Geldiğimiz yer cennetten bir bahçe gibiydi. Savaşçı Elza ise saniyeler içinde bedenime girerek sessizce gözden kaybolmuştu. Kalan üçlü tam da birbirimize sarılmayı planladığı bir anda tiz bir sesle irkilmiştik.

☆ Günlüğün özüne hoş geldiniz. Ben Ynowkle. İkinci günlüğün yazgıcısı ☆

Loading...
0%