Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. BÖLÜM

@aygulmudurlu

Sığınak ve Saklı Dünyası ✴

Bulunduğumuz sığınak fazlasıyla karanlıktı. Okyanustaki canlıların ışıltısı olmasa önümüzü dahi göremezdik. Kısa süren bu karanlık Theo'nun çıkardığı tıkırtılar ve aradığı şeyi bulduğundaki küçük kahkahasıyla son buldu. Şimdi sığınak tamamen aydınlıktı. Işığın kaynağıysa sığınağın duvarları boyunca uzanan olukların içindeki okyanus sıvısıydı. Theo'nun yaptığı tek şey ilk oksijen parçacığını yakmak olmuştu. Peki ya bu işlem kalkan oluşturmak yerine neden sıvının parlamasıyla son buluyordu? Bu parçacıklar nasıl ışık kaynağı oluyordu? Ben kafam karışmış bir şekilde olanları anlamaya çalışırken, Theo ise sorularımı erteleyip gözlerimi okyanusa çevirmemi önerdi. Sığınakla ilgilenmeyi sonraya bırakıp gözlerimi okyanusa çevirdiğimde ise daha önce göremediğim canlıları net bir şekilde görünce istemsizce birkaç adım geriledim. Çünkü gördüğüm şeyler kesinlikle lanetliydi.

Canlıların baş kısımları karıncaya benziyordu ama antenleri yerine büyük ve keskin boynuzları vardı. Yüzleri oldukça tüylü, gözleri ise büyük ve çekikti. Ağızları neredeyse yüzlerinin tamamını kaplıyordu. Dudaklarının yanlarında oldukça keskin ve uzun dişleri vardı. Burunları geniş iki delikten oluşuyor ve yüzlerinin tam ortasında tüm çirkinliğiyle duruyordu. Başlarının büyüklüğü yüzünden göremediğim boyunları bu çirkin kafaları gövdelerine bağlıyordu. Gövdeleri ise kalın pullardan oluşan sert katmanlarla çevriliydi. Bu katmanlar da sıvıdaki diğer canlılar gibi çevresine ışıklar saçıyordu. Gövdeleri oldukça geniş ve sırtları ise çift kamburluydu. Bu tiksindirici vücut oldukça kaslı kalça ve bacaklara bağlanıyordu. Kalça ve bacaklarsa kalın pul ve zırh gibi derileri hariç daha çok insanı anımsatıyordu. Ayakları ise tam anlamıyla pençelerden oluşuyordu. En korkunç uzuvları sanırım kollarıydı. Istakoz kıskaçlarına benzeyen kollar tek hamlede avını ortadan ikiye ayırabilirdi. Bu ürkütücü yaratıkların boyları en az 2,50 metre kadardı. Bu korkutucu şeylerin yüzlercesi okyanusta hem yüzerek hem de zeminde yürüyerek bıkıp usanmadan bizi arıyordu. Ben gördüklerimin dehşetiyle istemsizce neredeyse Theo' ya sarılıyorken Theo ise,

"Bunlar Straptor'lar, okyanusun katilleri olarak bilinirler. Karakter olarak maalesef ki bizim gibiler yani aç gözlüler. Şimdiye kadar belki de binlerce türü sadece zevk için katlettiler. Onların çığlıkları okyanusta duyulduğunda tüm canlılar büyük bir korkuyla buldukları ilk deliğe gizlenir. Bu okyanusta en son görmek isteyeceğin şey kesinlikle bu kahrolası yaratıklardır. Sanırım yeterince gördük." diyerek sözlerini tamamlayan Theo yeniden bir şeyler yapmaya odaklandı.

Eliyle oluktaki okyanus sıvısının içinden yakamoz renkli bir parçacık çıkardı ve onu iki tırnağıyla parçaladı. Bu işlemin ardından havada saniyeler içinde oluşan filizi sığınağın duvarına büyük bir özenle yerleştirdi. Ben anlam veremediğim bu ritüeli seyrederken gözlerimin önünde küçük bir parçacıktan başlayan yaşam zinciri kendini çoğaltmaya devam ediyordu. Çok geçmeden de sığınağın tüm duvarları sarmaşıklarla kaplanmıştı. Ben olanları izlerken, Theo ise bana gülümseyerek bakıyordu. Çok geçmeden sarmaşıklar sayesinde okyanustaki korkunç görüntüden kurtulmuştuk. Artık tüm dikkatimi sığınağa verebilirdim.

İçinde bulunduğum sığınak daha önce görmediğim şeffaf bir maddeden yapılmıştı. Duvarlara dokunduğumda elim zemini delerek okyanusa geçiyordu. Anlamadığım şey ise içeriye sıvı ve canlıların nasıl giremediğiydi. Benim bakışlarımdaki karmaşayı gören Theo,

"Bu gördüğün zeminleri sadece oksijen parçacıklarıyla yaptım. Ama burayı geçilmez kılan bir simya kullandığım için buraya hiçbir şey giremez. Bu simyayı bir şifre ya da parmak izi gibi düşün. Kusursuz ve sadece bir kişiye özel. Bu sığınağa ancak benimle temas edenler girebilir. Straptor'lar sığınağın yerini biliyor. Defalarca burayı ifşa etmeye çalıştılar. Kendi bildikleri tüm güç ve simyayı kullandılar. Asıl bilmedikleri şey buranın kusursuz bir boyutsal çakışma merkezinde olması. Yani burası Edna'nın zihninde kaderin taşlarıyla mühürlenen Suiya Diyar'larının geçiş kapısı. Kaderin taşları Suiya ile öngörülemezliğin okyanusları arasında geçirgen olmayan kusursuz bir düzen kurdu. Sadece tek bir sapmayla. O da sanırım ben. Nedenini çözemesem de bu düzenin tek sapması benim. Olmam gereken Suiya'dan başka bu okyanuslarda da dolaşabiliyorum.

Diğer Suiya sakinleri bunu yapamıyor. Bu anlam veremediğim düzen bir bulmaca gibi. İşin kötü tarafıysa bu bulmacanın en önemli hamlesi benim." dedi ve kafası karışmış bir halde büyük bir suskunluğa gömüldü. Ben ise hem onun söylediklerini düşünüyor hem de sığınağı incelemeye devam ediyordum.

Sığınakta bitkilerden örülmüş birkaç tane yatak vardı. Duvarlardaki oluklarda ise Theo tarafından tetiklenen oksijen oluşumu devam ediyordu. Aynı şekilde ışığın oluşumu da kusursuz bir döngüde devam ediyordu. Sığınağın karanlıkta kalan bir odası gözüme iliştiğinde ise heyecanla oraya yöneldim. Girdiğim bu odanın tamamen karanlık olması beni önce şaşırtsa da nedenini çok geçmeden anladım. Burada küçük bir sıcak su havuzu vardı ve ben bunu içine düşerek tecrübe ediyordum. İlk önce korkudan çığlık atmış olsam da fazlasıyla üşümüş olan bedenim bu durumdan oldukça memnun kalmıştı. Çığlığımın üzerine yanıma koşan Theo ise odadaki ilk ışığın kıvılcımını hızlıca tetikledi. Oda ışıklar içinde kaldığında havuzdaki halimi görünce gülmeye başladı.

"Sanırım ihtiyacın olanı bulmuşsun. Sana biraz yod şurubu, havlu ve birkaç parça kıyafet getireyim. Yemek hazır olana kadar buranın keyfini çıkar. "

Theo sözlerinin ardından yanımdan hızla ayrıldı. Çok geçmeden eli dolu bir şekilde geri geldi. Elindekileri havuzun kenarına bıraktıktan sonra bana gülümseyerek,

" Kendini böyle daha rahat hissedersin. " diyerek yeni bir filiz ritüelini tetikledi.

Çok geçmeden odanın şeffaf duvarları ve kapısı eksik olan girişi tamamen bu bitkiyle sarılmıştı. Theo ise kapı haline gelen filizleri aralayıp odadan çıkarak beni tek başıma bıraktı. Ben ise omuzlarıma kadar battığım bu havuzdan çıkarak üzerimdeki ıslak kıyafetlerden kurtuldum. Theo'nun getirdiği kıyafetleri ıslanmasın diye havuzdan uzak bir noktaya koydum. Havlu ve anlamsızca bakıyordum. Çünkü ikisi de beni şaşkınlık içinde bırakıyordu. Havlu duvarları sarmalayan o garip bitkiden yapılmaydı. Kâse içinde duran Yod şurubu ise oldukça saydam ve yapışkan görünüyordu. Bu iğrenç şey ne işime yarayacak diyerek elimi sıvının içine daldırdığımda merakım yerini ilgisizliğe bırakmıştı. Çok geçmeden havuza yeniden girdim. Şurubun yapışkan etkisinden kurtulmak için elimi suda yıkamaya başladım. İşte o an şurubun ne işe yaradığını anladım.

Tanrım bu şey sabuna benziyordu. Havuza yakın bir yerde duran şurubu hızlıca alıp, önce saçlarıma sonra vücuduma, kalanını da havuza döktüm. Yod şurubu kısa süre içinde havuzu ve beni köpükler içinde bırakmış ve çevrem inanılmaz çiçek kokularıyla sarılmıştı.

Sıcak suyun içinde köpüklerle ferahlamış olmak uzun süredir ihtiyacım olan şeydi. Birkaç saat süren bu keyfi sonunda tamamlayıp, dinlenmiş ve temizlenmiş bir şekilde havuzdan çıktım. Yerdeki havluyu alıp kurulandım. Çok geçmeden de Theo'nun getirdiği birkaç parça giysiyi üzerime geçirdim. Bunlar oldukça geniş bir tişört ve neredeyse bana uyan bir pantolondu. Kendi giysilerim ve günlüğümün ıslak olduğu ise ancak o zaman aklıma gelmişti.

" Tanrım günlüğüm! " diyerek odadan hızlıca çıktım ve çantamın olduğu girişe yöneldim.

Gördüklerim karşısında çılgına dönebilirdim. Çantam bıraktığım yerde değildi ve Theo arsız bir gülümsemeyle bana bakıyordu.

" Sanırım çantanı arıyorsun? " diyerek bana bir diğer odayı işaret etti.

Ben ise zaman kaybetmeden onun gösterdiği odaya yöneldim. Odaya girmemle birlikte çığlığı basmam çok sürmedi. Kıyafetlerim, çantam, günlüğüm hepsi hava boşluğunda süzülüyor ve göremediğim bir şey onlardaki ıslaklığı damlalar halinde emiyordu. Günlüğüm tahminimin aksine hala sapasağlamdı. İşin kötü tarafıysa iç çamaşırlarım beni utanç içinde bırakan bir pervasızlıkla havada arsızca süzülüyordu. Ben korku ve utanç içinde olanları izlerken, eşyalarımdan süzülen her bir damla havada süzülerek odanın diğer bir köşesinde toplanıyordu. Theo'da yanıma gelmiş korkmuş ve utangaç bu halime gülüyordu.

" Seni şaşkın! " diyerek başıma ufak bir hareketle vurdu. Ardından da,

" Beni izle! " diyerek odanın içine hızla daldı.

Odaya girmesiyle birlikte onun da havaya yükselmesi bir oldu. O da aynı eşyalarım gibi büyük ve ılık bir hava akımının etkisine kapılmıştı. Çok geçmeden bana gülümseyerek arsızca eşyalarımı toplamaya başladı. İç çamaşırlarımı topladığını gördüğümdeyse utancımdan ne yapacağımı bilemedim. İşini tamamlayan Theo çok geçmeden süzülerek yanıma ulaştı ve ayakları sert bir şekilde zeminle buluştu. Benim çökmüş bakışlarım eşliğinde tüm eşyalarımı eksiksiz ve kurumuş bir şekilde bana teslim etti.

" Sanırım burada yer çekiminin olmadığını anlamışsındır. Ayrıca yerçekiminin olmaması burayı kararsız bir yapıya sürüklüyor. O gördüğün rüzgarlar da bu şekilde oluşuyor. Bu odanın daha neler yaptığını ve nerelere boyut açtığını bir bilsen ya korkudan ya da şaşkınlıktan ölebilirsin. Ama her şey sırayla. Önce kim olduğunu, neden burada olduğunu ve kaderimizin neden birleştiğini öğrenmeliyiz. Ancak ondan sonra sana buranın sırlarını sunabilirim. "

Sözlerinin ardından küçük bir reveransta bulunarak,

" Benimle yemek yer misiniz güzel bayan. " diyerek gülümsedi ve az ilerideki sofrayı işaret etti.

Ben ise önce günlüğümü kontrol etmeliydim. Onun zarar görmediğine ikna olduğumda ise az önceki yaşadıklarımdan bir an önce sıyrılmak için yemek davetini hemen kabul ettim. Yemek masasına geçip oturdum. Bu masa ve sandalyeler mercanlardan oyulup yapılmıştı. Ama tahminlerimin aksine hem çok sağlam hem de oldukça konforluydu. Çatal bıçak yerine taşlardan oyulma ucu keskin birer alet duruyordu. Bu aletlerin keskin olmayan kısımlarına el örgüsüyle bitkiler sarılmıştı. Çok gösterişli olmasa da bıçak ve çatal görevini göreceği kesindi. Gözlerim yemeğimizi ararken bana gülümseyerek bakan Theo'yu fark ettim. Sabırsız bakışlarım karşısında daha fazla sessiz kalamadı ve

" Yemeğimizi henüz fırından çıkarmadım. Dua edelim de çok haşlanmamış olsun. " diyerek kikirdemeye başladı.

Ardından da odanın sol köşesine doğru hareketlendi. Bu köşede olukların hemen altında akvaryuma benzeyen mercanlarla sarılı küçük bir alan görünüyordu. Sanırım burası bu sığınağa dahildi ve içinde oldukça sıcak kaynak suyu görünüyordu. Theo oluklardaki sıvıdan çok net göremediğim iki parçacık alarak sırasıyla parçaladı ve kısa bir bekleyişin ardından ellerinde garip iki canlı belirmeye başladı. Tanrım bu gördüklerim inanılmazdı. Gözlerimin önünde kusursuz bir döllenme ardından da büyüme süreci tetikleniyordu. Elleri arasında büyüyen canlılar oldukça renkli ve eklemli olsa da bana balığı anımsatıyordu. Ben olanları büyülenmişçesine izlerken Theo ise ellerinde büyüyen canlıları boyunlarını kırdığı gibi bir anda sıcak suyun içine attı. Bense dehşete kapılarak başımı başka bir yöne çevirdim. Çünkü yapabileceğim bir şey yoktu. Buradaki yiyeceklerimiz maalesef ki bunlardı. Sıcak suyun içinde pişmekte olan yemeğimiz birkaç dakikalık bir bekleyişin ardından artık servise hazırdı.

Theo hasıra benzer iki tabağın içine onları alarak,

" Evet okyanus tavuğu yemeğe hazır mısın? diyerek yemeği servis etmeye başladı.

☆ Ben ise karşımda renk cümbüşü gibi duran, balığa benzeyen ama tıpkı tavuk gibi kokan yemeği büyük bir şaşkınlıkla izliyordum. ☆

 

Loading...
0%