Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. BÖLÜM

@aygulmudurlu

Değneklerin Seremonisi Kalkanı ve Zakiros Algoritması

Suiya Bilgeleri Mabedinde olmak ve daha önce hiç tanımadığım büyük büyükbabamla karşılaşmak beni iliklerime kadar dondurmuş olsa da bu yeni gerçekliğe çok geçmeden alışıp bana doğru açılmış olan oldukça iri kollara kendimi düşünmeksizin teslim etmiştim. Birkaç gündür yaşadıklarımın ardından tanıdık bir liman, güvenilecek dostane ve akraba kollar az da olsa ruhuma iyi gelecekti. Sevgi dolu uzun bir sarılmanın ardından ismiyle seslenildiğini duyduğumda büyük büyük babamın adının Frank olduğunu öğrendim.

Frank nedense çok az konuşuyor ne kendinden ne de ailemizden neredeyse hiç bahsetmiyordu. Kısa süreli heyecanlı ve meraklı bekleyişim bu nedenle büyük bir hayal kırıklığına dönüşmüştü. Çok geçmeden mabedin bahçesinden anlam veremediğim bir şekilde kaçar adım içeriye yönelmeye başladık. Herkesin yüzünde bir anda beliren büyük korku beni de huzursuz etmişti. Kısa süren bu korku anının ardından tüm mabet sakinleri bizi girişin önünde bırakarak yeniden bahçeye doğru yöneldi.

Theo ve ben olanları anlamaya çalışırken, herkesin elinde oldukça eski ve gösterişli birer değnek belirmeye başladı. Önce Frank değneğini üç kez zemine sert bir şekilde vurdu. Ardındansa diğer herkes onu takip etmeye başladı. Yapılan bu işlem çok geçmeden kusursuz bir seremoniye dönüştü. Ben değneklerden çıkan ahenge kendimi kaptırmışken, mabedin bahçesi gözlerimin önünde bir anda parçalanmaya başladı. Gördüklerimizin etkisiyle Theo ve ben birer adım gerileyerek korku dolu gözlerle olanları çaresizce izlemeye başladık.

Kusursuz seremoni bahçede bizi dehşete düşüren bir gerçekliği gözlerimizim önüne seriyordu. Parçalanan toprak yepyeni şeklini alıyor, güçlü ve zırhlı birer savaşçı olarak sanki bilmediğimiz bir savaş için bahçedeki konumunu alıyordu. Kısa süre içinde yüzlerce savaşçı değneklerin seremonisiyle yaratılıp bahçe ve mabedi tam anlamıyla kuşattı. Anlam veremediğimiz bu koruma kalkanı havada gördüğümüz korkunç bir gerçeklikle çok geçmeden gerekçesini gözlerimizin önüne seriyordu.

Daha bizim dakikalar öncesi mabede ulaştığımız yoldan belki de binlerce okyanus katili yani Mulagar mabet bahçesine neredeyse ulaşmak üzereydi. Bu kahrolası yaratıklar mabedi, şehri ve tüm Suiya'yı kuşatmak üzere bizi büyük bir savaşın eşiğine sürüklüyordu.

" Kahretsin! Buraya nasıl girdiler!? "

Gördüklerimin etkisiyle dehşete kapılıp Savaşçı Elza' yı bir anda serbest bıraktım. Ona verdiğim tek emir ise,

" Savaş! " oluyordu. Buradaki herkes ve tüm yaşam için savaşmak zorundaydı.

Savaşçı Elza silahlarını kuşanmış ve mabedin bahçesine inmeye başlayan devasa yaratıklara tam saldırmak üzereyken, bahçeden mabede doğru gelen büyük bir güç dalgası yere kapaklanmamıza neden oldu. Neler olduğunu anladığımızda ise gördüklerimiz karşısında tüm sözler anlamını yitirmişti. Frank' in bedeninde büyük bir enerji serbest kalmış, onu saniyeler içinde şeffaf bir forma dönüştürmüştü. Ardındansa diğerleri bedenlerinden sıyrılarak saf bir enerjiye dönüştü. Tüm bu olanlarsa büyük enerji dalgaları halinde bizi oradan oraya savuruyordu.

Gördüklerimden sonra,

" Peki kahrolası bedenler nerede! " diyerek kendi kendime söylenmeye başladım.

Büyük bir öfkeyle zor da olsa yerden doğrulup Theo'yu da kaldırdığımda sorum cevabını kendiliğinden bulmuştu. Az önceki o enerjiden oluşan bedenler, gerçek bedenlerini kusar gibi dışarıya doğru savuruyordu. Tüm mabet sakinleri afallamış bir halde yerden doğrularak bize doğru hızla koşmaya başladı. Enerjiden oluşan bedenleriyse seremoniye kaldığı yerden devam ediyor ve her saniye yeni bir savaşçıya can veriyordu.

Çok geçmeden Frank' in sesi her yanda duyulmaya başladı.

" Mabedi, şehri ve tüm Suiya'yı mühürleyin! Hemen!!! "

Bu oldukça yüksek tınılı ses enerjiden oluşan bedenleri bir anda tepeden tırnağa sarsmış ve onlardan da yükselen tiz çığlıklar ise büyük bir kalkanın her yanımızı sarmasıyla son bulmuştu.

Ben olanları büyülenmiş bir şekilde izlerken Frank ise beni sarsarak,

" Buradan hemen gidiyoruz! " diyerek beni içeriye doğru sürüklemeye başladı.

Tüm olanlardan sonra Savaşçı Elza ise çoktan geri plana çekilmişti. Anlaşılan ona bu savaşta ihtiyaç olmayacaktı. Ben ise az önce gördüklerimin sersemliğiyle adım atmakta bile zorlanıyordum. Kendime geldiğimde mabedin içinde gördüklerim nedeniyle yeniden şaşkınlığa düşmem sadece saniyelerimi almıştı. Burası binlerce belki de milyonlarca farklı diyara açılan boyutsal kapılardan oluşan saklı bir cennet gibiydi. Ben hayranlıkla tüm çevreyi izlerken çok geçmeden kütüphaneye benzer büyük bir salonda yolculuğumuz son buldu. Girdiğimiz kütüphane ise el yazması, parşömen ve yazmalarla dolu renk karmaşasından oluşan şaşırtıcı bir yerdi.

Theo ve ben kütüphaneyi büyük bir merakla izlerken Frank ise yeniden bir şeyler yapmaya başladı. Ellerinde tuttuğu eski bir parşömeni açarak yüksek bir sesle bir şeyler okumaya başladı. Okudukları ve kullandığı dil benim için bir şey ifade etmese de çok geçmeden kütüphanede yepyeni bir gerçekliği tetiklemeye başardı. Önce büyük bir gölge tüm kütüphaneyi kapladı. Gölge ve çevreye saldığı ışıktan halkalar kesik kesik gözüküyor olsa da gördüklerimi algılamam çok uzun sürmedi. Bu gölge benim kasabama aitti. Gölgenin merkeziyse her zaman gizemli olduğunu iddia ettiğim kasaba meydanındaki saat kulesi, kilise ve kuyu üçlemesiydi.

" Tanrım! "

Bu esrarengiz üçlü büyük bir enerji sarmalı ile çevrelenmiş bir halde büyük bir hızla dönmeye başladı. Çok geçmeden birleşimlerinden oluşan eğri bir şekil gözler önüne serilerek bizi hayretler içinde bıraktı. Gördüğümüz şey akılları karıştıran bir güzelliğe sahipti. O büyüleyici şey sanki bir algoritmaydı ve bize kurtuluşumuzun yol haritasını işaret ediyordu. Frank ise çoktan algoritmayı resmetmeye ve şifrelerini çözmeye başlamıştı.

Tanrım tüm bu olanlar, kasabam ve içinde sakladığı bu kusursuz algoritma hepsi inanılmaz güzeldi. Yıllarca tam olarak bir mucizenin içinde yaşıyor olmak ve bu büyülü güzelliği ancak şimdi görebilmek, hayatım ve kim olduğum gerçekliğini bana yeniden sorgulatıyordu. Onca zaman annem ve kasabadaki belki de çoğu kişi benden kusursuz bu gerçekliği özenle gizlemişti.

" Peki neden? "

Zihnimde beliren binlerce soru Frank' in bakışlarında sırların saklı kalması kararlılığını görene kadar devam etti. Ardındansa her şey yeniden gömüldükleri yerlere hiçbir şey olmamış gibi gizlendi. Her şey bu kadardı. Frank resmini tamamlamış, algoritmayı ve sırlarını hızlıca not almıştı. Ardındansa kasabamın gölgesi ve esrarengiz algoritma tüm sırlarıyla birlikte bir anda gözden kayboldu. Notlarını yeniden gözden geçiren Frank,

" Birinci adım Kutsal Kalkan'ın tamamlanması. " diyerek bakışlarını cevap bekler bir şekilde bana çevirdi.

Ben ise heyecanlı ve titrek bir sesle,

" Bunun için Edgar ve Wlaykras da gerekiyor." diyebildim.

Kısa bir duraksamanın ardından Frank ise,

" Anlaşıldı. Bunun için şu an nerede olduklarını da bilmeliyim. " dedi.

Frank' in sesinden rahatlıkla hissedilebilen stres durumun aciliyeti konusunda beni uyarıyor gibiydi. Bunun da etkisiyle strese kapılıp hızlıca,

" Edgar kasabada yani dünyadaki evimde. Wlaykras ise Edna' da Zertegya şehrinde. " diyebildim.

Sözlerimin üzerine Frank ise boynunda asılı duran bir kolyeyi hızlıca avuçlarının içine aldı. Dört boynuzlu yılan simgesine sahip, zümrüt yeşili bu kolyeyi daha önce de görmüştüm. Bu kolye yaradılışın ustalarına ait o muhteşem ve gizemlerle dolu bir mühürdü. Hatta bir tanesi de şu an benim üzerimdeydi.

Bu mühür gerçekliği ve yaradılışı objektif görü halinde gözler önüne serme gücüne sahipti. Peki şu an ne işimize yarayacaktı? Bize lazım olan gerçekler değil kutsal kalkan için gereken diğer iki kişi değil miydi?

Ben kafam karışmış bir şekilde Frank'i izlerken çok geçmeden üç kişinin daha onun yanına geldiğini fark ettim. Diğerleri de boyunlarından birer kolye çıkararak avuçlarının içine almış ve az önceki algoritmanın şekli gibi dizilmişti.

" Tanrım bu dörtlü yaradılışın ustaları! Dört usta ve dört mühür! "

Gördüklerim ve az sonra göreceklerim kesinlikle bu mühürlerin yepyeni bir gücü olacaktı. Dört usta, dört mühürdeki dört boynuzlu yılan simgesini aynı anda saatin tersi yönünde döndürmeye başladı. Kolyeler boynuzların dönüşüyle birlikte dört köşeye doğru uzamaya ardından da aşağı ve yukarı doğru genişlemeye başladı. Ardındansa karşımızda kesitlerden oluşan dört kristalize boyut belirdi. Karşımızdaki bu dört boyuttan kısa süre içinde Edgar ve Wlaykras'ın izlemeye başladık.

Edgar evimdeydi ve kanepede huzursuz bir şekilde oturuyordu. Yaşlı Elza ise hemen onun yanında dehşete kapılmış bir halde günlüklerde bir şeyler arıyordu. Çocuklarımsa görüntülerin arasında yoktu. Hem de hiçbir kesitte. Kahretsin onlara ne olmuştu? Ardındansa Wlaykras'ı izlemeye başladım. O tam da bıraktığım yerde, Goarks savaşçıları ve Zylkla ile Akarazt Ormanı'nda sanırım beni ve Edgar' ı aramaya devam ediyordu. Hepsi günlerce süren bu zorlu arama yüzünden iyice yorgun düşmüş ve kir içinde kalmıştı.

" Tanrım her şey bıraktığım gibi. Peki çocuklarım nerede? "

Ben ikisini de büyük bir özlemle izlerken gözlerim istemsizce bir anda Frank ile buluştu. Frank' in bakışlarında sanki benden onay isteyen bir ifade vardı. Yanılmıyorsam Edgar ve Wlaykras'ı doğrulamam gerekiyordu. Hızla başımı sallayarak ona ikisini de işaret ederek,

"Bunlar! " dedim.

Benden gelen onayla birlikte Frank ve ekibi ellerindeki kolyeleri havaya kaldırarak kristalize boyutlara doğru hızla sapladı. Kolyelerin saplanmasıyla birlikte boyutlarsa yüksek ve tiz sesler çıkararak yırtılmaya başladı. Ardındansa Frank yırtılan boyutlara atlayarak önce Edgar' ı sonra da Wlaykras'ı içinde bulundukları gerçeklikten bir anda çekip aldı.

Edgar ve Wlaykras şimdi yaradılışın ustalarının tam ortasında baygın bir halde duruyordu. Yırtılan boyutlarda ise Yaşlı Elza, Goarks savaşçıları ve Zylkla büyük bir çaresizlik içinde onları kurtarmak için mücadele ediyordu. Kısa süren bu mücadele anı yırtılan boyutların tamamen yok olmasıyla birlikte son buldu.Birkaç dakikalık bir bekleyişin ardından ikili ise kendine gelmeye başladı. Şimdi ikisi de gözlerini açmış ve tüm çevreyi incelemeye başlamıştı. Birbirlerini gördüklerinde ise olanlar oldu.

Büyük bir korkuyla ayağa zıplayan ikili büyük bir hızla çevresindeki herkese saldırmaya başladı. Az önce savaştan bilgelikleriyle kurtulan Suiya bilgeleri ise şimdi bu çılgın ikilinin yumruklarıyla komik bir şekilde ardı ardına yere seriliyordu. Ortalık bir anda karışmış ve herkes başka bir yöne doğru kaçmaya başlamıştı. Bir süre daha devam eden bu karmaşa gözleri öfkeden kararmış olan Edgar'ın beni görmesiyle son buldu.

" Elza!?? "

Edgar' ın adımı haykırmasını duyan Wlaykras ise bir anda duraksamış ve onun da gözleri de benimle buluşmuştu. İkisi de şaşkın bir halde bana bakarken ben ise büyük bir mutlulukla onlara doğru koşuyordum. Edgar'ın kucağına zıplayıp boynuna atlamamsa sadece saniyelerimi almıştı. Sevgi dolu bu samimi anı kesen şey ise Frank' e ait oldukça sert ve aceleci olan şu sözlerdi.

" Zakiros Kadimleri ve yol gösterici! Zakira Irmağı'nda kadim kişilerin kaderlerini Sulekar ile birleştirmeye hazır mısınız?! "

Ardındansa elindeki asayı ve az önce aldığı notları bana doğru uzatarak.

" İşte Sulekar ve Zakiros'un algoritması" dedi.

Ardındansa yaradılışın ustalarına ait dört kolyeyi de kendi boynuna asmaya başladı. İşini bitirdiği gibi üçümüzü de bir halka haline getirdi. O ise tam olarak halkanın ortasındaydı ve yine şeffaf bir enerji halini almıştı. Kısa süreli bekleyişimizin ardından enerji halinde olan Frank üçümüzün de omuzlarına dokunarak boğuk ve tiz bir ses ile şunları söylemeye başladı.

☆ " Zakiros kadimlerinin yolculuğu başlasın.

Kutsal kalkan Sulekar ile onurlansın. "

Bu sözlerin ardındansa son görebildiğimiz şey tüm çevremizi sarmalayan ışık katmanıydı. Az önceki gerçeklik ise bir anda soyulup kırılmaya başladı. Şimdi ise yepyeni bir gerçeklik ve yolculuk bizi selamlıyordu. ☆

Loading...
0%