Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7. BÖLÜM

@aygulmudurlu

Gargalyal Mabedi / Ormanın Özü Obka ✴

Bilincim yerine geldiğinde köstebeğin midesinde uyanmayı beklerken kendimi bir mabedin içinde bulduğumda hayretler içinde kaldım. Gördüklerimden anladığım kadarıyla köstebeğin bizi yutması tam bir yanılsamaydı. Asıl giriş yaptığımız yer mide değil mabedin içiydi. Kafamda dönen yüzlerce soruyu bir kenara bırakıp yerden doğrulduğumdaysa az ilerimde yerden kalkan ikiliyi görünce rahat bir nefes aldım. Bu saçmalığın ortasında en azından hiçbirimiz zarar görmemiştik. Bir araya geldikten hemen sonra şaşkın bakışlarla dolaşmaya başladığımız mabet ise beklentilerimizin aksine gereğinden fazla gösterişli duruyordu. Tüm duvarlar, oturulacak yerler ve içerideki tüm eşyalar sanki altına benzer değerli bir madenden yapılmış gibiydi. İçerisinde dolaşmaya devam ettikçe buranın kahrolası bir labirentten ibaret olduğunu fark etmemizse çok sürmedi.

Yürüyüşümüz ayaklarımızın altı su toplayana kadar devam ettiği halde gargalyal bilgelerine bir türlü ulaşamıyorduk. Sonunda yorgun düşmüş bir halde kendimizi labirentin köşelerine rastgele attık. Hepimizin yüzü ter içinde kalmış, mabedin basık havası nedeniyle de iyice kızarmıştı. Giderek azalan hava da nefes alışımızı neredeyse imkânsız hale getiriyordu. Tükenmişlik hissine kapılıp burada öleceğimizi düşündüğümüz andaysa yüksek tınılı bir ses ile olduğumuz yerde zıplayarak kendimize geldik.

" Kendini bilmez bu üç kişi de kim! Bizi rahatsız etmeye nasıl cüret edersiniz?! "

Duyduğumuz ses sanki toprağın binlerce metre altından geliyordu ve konuşan her kimse kesinlikle çok öfkeliydi. Kısa süren bir bekleyişin ardından ayaklarımızın altı bir anda sarsılmaya başladı. Bulunduğumuz dar ve boğucu labirent genişliyor, tavansa giderek yükseliyordu. Gözlerimizin önünde tüm zemin ve duvarlar hareket ediyor, yoğuşup esniyor ve kendi kendini sündürüp genişletiyordu. Saniyeler süren bu işlemin ardından içinde bulunduğumuz yer tam anlamıyla görkemli bir saraya dönüştü. Sarayın gözle görülebilen her yeri tıka basa kitap, yazma ve parşömenlerle doluydu. Eğer yanılmıyorsam içerideki eserler binlerce belki de yüzbinlerce yıllıktı. Yüzlerce çeşit ağacın kokusu ile çevrilmiş bu yer çok geçmeden bizi kendine hayran bıraktı.

" Tanrım burası harika! "

Gördüklerim ve kokunun etkisiyle söylediğim bu sözün ardından bir anda yeni bir hareketlilik olmaya başladı. Şimdi sarayın tam ortası az önceki gibi yoğuşup esniyor ve zeminden yukarıya doğru sanki bambaşka bir şey çıkıyordu. Saniyeler süren bu işlemin ardından gözlerimizin önünde büyük bir toprak kütlesi belirerek hızla bina şekline dönüşmeye başladı.
Bu kütle üç katlı bir bina haline gelmiş, duvarlarındaysa yarım metrelik genişlik ve uzunlukta çekmeceler belirmeye başlamıştı. Bu çekmecelerin sayısı tüm hesapların aksine yüzlerce belki de binlerce gözüküyordu. Binanın yüksekliğini düşünüp kafamda hesaplamalar yaptığımdaysa karşımızda duranın büyük bir yanılsama olduğu açıkça belli oluyordu.

Bizi hayretler içinde bırakan gördüklerimizin etkisiyle çok geçmeden kendimizi binanın yanında bulduk. Binanın üzerindeki çekmecelerin içinde gizledikleri şeyleri öylesine merak ediyorduk ki üçümüz de en yakındaki çekmeceyi yakaladığı gibi olanca gücümüzle çekmeye başladı. Çektiğimiz çekmecelerin içinin boş olduğunu gördüğümüzdeyse büyük bir hayal kırıklığıyla birbirimize baka kaldık. Tam hayal kırıklığıyla çekmeceleri geri ittirecekken gözlerimizin önünde hiç beklenmedik şeyler olmaya başlamıştı.

Dışarıda duran çekmeceler toprağa dönüşerek hızla yere doğru dökülmeye ardında da her yönde kararsızca savrulmaya başladı. Her şey öylesine hızlı oluyordu ki, hareketlilik ancak çekmecelerin toprak yığınına dönmesiyle son buldu. Biz olanları anlamak için yığınların başına geldiğimizde ise kaynağını anlamadığımız bir patlamayla yerdeki tüm topraklar yeniden savrulmaya başladı. Havada savrulan toprakları izlediğimizde kusursuz bir canlının dokunduğu anlamamız çok sürmedi. Dokuma süreci bittiğinde karşımızda üç adet toprak canlısı tüm heybet ve güzelliğiyle duruyordu. Yanılmıyorsam bunlar aradığımız gargalyal bilgeleriydi. Biz dehşete kapılmış bir halde onlara bakmaya devam ederken onlar ise yepyeni bir forma bürünmekle meşguldü. Saniyeler süren bu yeni dokuma sürecinin ardından tamamen bize benzeyen iki insan ve bir suhura olarak karşımızda duruyorlardı. Çok geçmeden,

" Kimsiniz?! "diye yüksek tınılı kendi sesimi duyduğumda ürpererek sesin sahibi olan bilgeye odaklandım. Bizi kusursuzca kopyalayan ve oldukça kibirli görünen bu tür beni çok rahatsız etmiş olsa da çok geçmeden sorusunu yanıtladım.

" Zakiros kadimleri ve yol gösterici! "

Sözlerimin ardından üç bilge beni tepeden tırnağa incelemeye başladı. Bakışları öylesine aşağılayıcıydı ki kim olduğumuzu umursadıkları söylenemezdi. Çok geçmeden,

" Kutsal mabet ve bilgeleri hangi cüretle rahatsız edersiniz!" diyerek ölüm gibi soğuk bakışlarını yeniden bize odakladı.

Karşımda duran kendini beğenmiş üç zavallıyı öldürmek için içten içe benden izin isteyen Savaşçı Elza'yı zor durdurup öfkeme yenik düşmüş bir halde,

" Auz'un varisi, kadim koruyucunun kimseden izne ihtiyacı yoktur! O istediği her yere girer ve Edna' da ki tüm canlılar ona hizmet etmek zorundadır! " dedim.

Sözlerim herkesi çok rahatsız etmişti. Şükür ki kibir dolu bu öfkem yerini kısa sürede sakinliğe bıraktı ve sözlerime kaldığım yerden devam ettim.

" Obka'yı sentezlemek için sizden izin ve yardım almaya geldik. Kutsal kalkanın tamamlanması ve Heretis'in tedavisi için ona ihtiyacımız var. "

Sözlerimin ardından üç bilge beni daha dikkatli bir şekilde incelemeye başladı. Bakışları iyice derinleşti ve çok geçmeden kendi aralarında bilmediğimiz bir lisanda konuşmaya hatta tartışmaya başladılar. Dakikalar süren bu tartışma, seslerindeki sinir bozucu tını bizi germiş olsa da büyük bir sabırla verecekleri cevabı bekliyorduk. Sonunda tartışmalarını kesen bilgeler bize dönerek,

" Obka için Zakiros kadimleri ve yol göstericiye sorularımız olacak. " diyerek bizden onay beklemeye başladılar. Üçümüzün de başıyla verdiği onayın ardından aralarında yaptıkları kısa bir görüşmenin ardından ilk soruyu Wlaykras'a yönelttiler.

" Kutsal yol gösterici! Rehberliğin tükenir ve gidecek yolun kalmazsa, yolunu aydınlatacak olan nedir? "

Yanılmacalarla dolu bilmece gibi olan bu soru karşısında Edgar ve ben afallamış bir halde gözlerimizi Wlaykras'a çevirdik. Arkadaşımız gördüğümüz kadarıyla soru karşısında bizim gibi zorlanıyordu. Uzunca süre kendisiyle büyük bir zihinsel mücadeleye girişti. Bu süreçte kendi kendine sorup yanıtladığı yüzlerce sorunun ardından sonunda ikna olmuş bakışlarını bana çevirerek,

" Sanırım cevabı biliyorum Elza. Cevap zaten bizim ellerimize teslim edildi. Bu sorunun cevabı için sende olanlara ihtiyacım var yani Frank' in sana teslim ettiği şeylere. " dedi.

Ben şaşkın ve kararsız bir halde ona bakarken gözlerinde ona güvenmem gerektiğini söyleyen o ifadeyi görünce bir an duraksadım. Kısa bir kararsızlık anının ardından çantamda bana emanet edilenleri çıkarıp ona uzattım. Elimdekileri alan Wlaykras ise soruyu yönelten bilgeye dönerek,

" İşte Sulekar ve Zakiros algoritması! Rehberliğim tükenirse Zakiros algoritması yardımıma yetişecektir. Eğer gidecek yolum kalmazsa kutsal asa Sulekar bana yol gösterecektir. " dedi.

Sözlerinin ardından ellerinde tuttuklarını çok geçmeden bana iade etti ve bakışlarını yeniden karşısında duran bilgeye çevirdi. Suhura kılığındaki bilge ikna olmuş bir ifadeyle gülümsemeye başladı. Ardından da küçük bir reveransta bulunduktan sonra yüzlerce parçaya bölünerek dağılmaya sonra da yeni şeklini almaya başladı. Saniyeler süren bu değişimin ardından bilge çekmece halini alarak kumdan binadaki yerine giderek gözden kayboldu.

Geriye bana ve Edgar' a benzeyen iki bilge kalmıştı. Sıra şimdi onlardaydı. Kısa süreli bir bekleyişin ardından Edgar şekline bürünen bilge konuşmaya başladı.

" Zakiros kadimi! Obka'ya sahip olmanın yolu ona hiç sahip olmamaktır! Obka ruhun özüdür, bu yüzden kendini ancak ruhu olmayanlara teslim eder! Ruhu olmayan ise ölüdür. Peki ya ölü olan obka'ya nasıl sahip olur? "

Bilgenin uzun ve zorlu sorusunun ardından şaşkına dönen Edgar büyük bir suskunluğa gömüldü. Saatlerce süren bu beyin jimnastiği nedeniyle Edgar tamamen tükenmişti. Bakışlarını kimi zaman bilgelere kimi zaman da belki bir yardımımız olur diye bize çeviriyordu. Ama bilgeler her defasında cevabı kendi bulması konusunda onu tehditkâr bir üslupla uyarıyordu. Karşımızda kendi kendine konuşmaktan ve cevabı bulamamaktan tükenen adam karşısında biz ise sadece üzülüyorduk.

Cevabı tüm çabalarına rağmen bulamayan Edgar sonunda yorgunluktan esnemeye başlamıştı. Bıraksalar olduğu yerde yığılıp uyuyacaktı. Yarı uykulu ve esner halde devam eden çabasıysa gözlerinin bir anda kocaman açılmasıyla son buldu ve

" Buldum! " diyerek sevinç çığlıkları atmaya başladı. Ardındansa kendi suretine bürünmüş bilgeye dönerek,

" Ölmemiz için uyumamız gerek. Obka'ya da göreceğimiz rüyanın bilgeliğiyle sahip olacağız. Yani sorunuzun cevabı uyku ve rüya. Şimdi size düşen bunu yapmamız için bize yardımcı olmak." dedi.

Karşısındaki bilge duyduğu cevaptan memnun olmuş bir şekilde gülümseyerek,

" Evet doğru. Üçüncü soru rüya bittiğinde diğer kadime sorulacak. Şimdi uyku mekânınız için beni izleyin.” diyerek yürümeye başladı.

Topraktan çekmecelerle dolu binaya tutunarak tırmanmaya başladı. Üç katlı olan binanın üçüncü katına geldiğinde ise birden duraksadı. Tam önünde duran çekmeceleri açmaya başladı. Açılan üç çekmecenin içi sanırım uyku için yeterince genişti. Çok geçmeden bize dönerek.

" Burada uyuyacaksınız. " dedi.

Onun gösterdiği çekmecelere üçümüz de girdik ve kısa süre içinde topraktan yastıklara başlarımızı koyarak uzandık. Bilge ise saniyeler içinde çekmeceleri yerine ittirmeye başladı. Topraktan çekmecenin içinde kapana kısıldığımızı hissediyor olsak da bu uykuya dalmak zorunda olduğumuzu biliyorduk. Büyük bir cesaretle derin bir nefes alarak gözlerimizi hızla kapadık.

--
Kendimi bir anda karanlık ve bomboş bir evrende buldum. Hiçliğin ortasında hava boşluğunda öylesine süzülüyordum. Yerçekiminin olmadığı bu yerde istemsizce savrulurken saniyeler içinde duyduğum çığlıklarla irkildim. Sesin geldiği yöne doğru yol aldığımda ise büyük ışık patlamaları ve havada parçalanıp dağılan gargalyalları görünce şaşırıp kaldım. Yüzlerce belki de binlerce toprak canlısı önce en küçük moleküllerine varana dek parçalanıp dağılıyor, ardındansa yeniden toplanmaya çalışıyordu. Defalarca tekrar eden bu lanetli döngü asla durmuyor gargalyallar ise büyük bir acı içinde kıvranıyordu. Gördüklerim onların ölüp ölüp yeniden dirilmesiydi. Peki bu acıyı ya da cezayı neden çekiyorlardı?

Topraktan cesetlerin içinden savrularak geçerken onlara her temasımda anılardan oluşmuş bir sürü kesit beynimin içine hücum etmeye başladı. Bir filmin içindeymiş gibi onların anılarında dolaşıyordum. Tüm sesleri duyuyor, kokuları alıyor ve her şeyi çok net bir şekilde görüyordum.

Gargalyalların ormanında yani Yugnera'daydım. Gökyüzü ne olduğunu anlamadığım milyonlarca ışık parçacıklarıyla kaplanıyordu. Işık tüm ormana nüfus ettiğindeyse orman duyduğum en harika kokularla dolmaya başladı. Kısa süre sonra gökteki ışıklar yağmur taneleri şeklinde ormanın toprağına doğru yağıyordu. Sağanak halinde tüm ormanı yıkayan bu ışık yağmuruyla birlikte gökyüzünden fısıltılar yükselmeye başladı.

" Sadece Yugnera ormanı Obka'ya sahip olabilir. "

Giderek çoğalan bu fısıltıların eşliğinde devam eden yağmur, tüm ormanı metrelerce sular içinde bıraktıktan sonra tamamen durdu. Artık gökyüzü eski halini almıştı, ışıklarsa biten yağmurla birlikte tamamen gözden kayboldu. Zeminde biriken su ise kısa süre içinde toprak tarafından emilerek yok oldu. Tüm su emilip orman toprağına karıştığındaysa yeniden ışık parlamaları olmaya başladı. Parlamalar küçük patlamalara dönüşerek devam ediyor ve topraktan nefese benzer sesler yükseliyordu. Tanrım ormanın toprağı artık nefes alıyordu!

Bir anda ormanın zemininden çatlama ve yarılma sesleri duyulmaya başladı. Tüm zemin gözlerimin önünde canlanıyor ve ayağa kalkıyordu. Gördüklerim kesinlikle gargalyallar'ın doğuşuydu. Onlar bu şekilde hayat bulmuştu. Yağmura karışan obka onlara hayat veriyordu. Onların ruhu obka'nın özüydü. Tüm bu olanlar, gördüklerim muhteşemdi. Dakikalarca seyrettiğim bu diriliş anı tamamlandıktan sonraysa ormanda yeniden sesler duyulmaya başladı.

" Biz Obka ile kutsandık. Artık toprak değiliz. Biz obka'nın efendisi, Yugnera ormanının bekçileri ve kutsal ruhlarıyız! "

Az önceye kadar sadece toprak olan bu canlıların havada kibirle süzülerek söyledikleri bu sözler karşısında saniyeler içinde onlardan tiksinmeye başlamıştım. Obka ile can bulan bu zavallılar şu an ki acılarını kesinlikle kibirleri yüzünden çekiyordu. Bence onlar acınası değil tiksinilesi canlılardı, bu yüzden hemen yanlarından uzaklaşmalıydım.

Yanlarından uzaklaşıp bir süre daha süzüldükten sonra ileriden dalgalar halinde yayılarak bana kadar ulaşan ışığın çekimine kapılarak ona doğru süzülmeye başladım. Yanına ulaştığımda gördüklerim karşısında şaşkınlık ve hayranlıktan dona kaldım. Heretis'ti bu, meşhur ölüm ağacı. Havada tüm asalet ve heybetiyle asılı duruyordu. Gözle görülmesi imkânsız bir büyüklüğe sahipti. Gösterişli yaprakları, güçlü dalları, oldukça iri gövdesi ve hava boşluğunda sonsuzmuş gibi süzülen kökleri vardı. Çevresine rengarenk ışıklar saçıyordu, kokusuyla insanı sarhoş ediyordu. Büyüsüne kapıldığım bu ağacı daha yakından görmek ve onu ellerimde hissetmek için olanca hızımla ona doğru süzülmeye başladım. Saniyeler içinde devasa gövdesinin küçük bir bölümüne büyük bir sevgiyle sarıldım.

☆ Bu hareketimin ardından büyük bir sarsıntı ve onu takip eden ışık patlamaları eşliğinde ağacın gövdesinde derinlere doğru gömülmeye başladım. Ne kadar kurtulmaya çalışsam da dipsiz bir kuyu gibi olan ağacın gövdesinde giderek batıyordum. ☆

Loading...
0%