Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. BÖLÜM

@aygulmudurlu

Heretis' in Müziği ve Kutsal Yaprak Mucizesi

Heretis ağacının pamuğumsu ve ıslak gövdesinde derinlere doğru battıkça vücudumda çok önceden hissettiğim bir şeyin yeniden hareketlendiğini fark etmem çok sürmedi. Minidia'dayken liderin bana teslim ettikleri birden aklıma geldi. Ayak bileğime bir halhal takmış ve parmağıyla da vücuduma bir akım teslim etmişti. Bu akım elektrik gibi bir şeydi. O an onu bu denli hissedememiş olsam da bu sihirli akım şimdi beni sanki bütünüyle sarmaya başlamıştı. Ağacın gövdesinden kayarak bilmediğim bir gerçekliğe doğru düştükçe o elektriksel akım tüm hücrelerine doğru akın etmeye başladı. Sanki her damarımı patlatıyor, her kasımı koparıyor, her hücreme varana dek beni içten içe yok ediyordu. Yaşanan bu korkunç an tüm bedenimin acılar içinde kıvranarak ölüm ağacına sanki ölümüm için gömülmeme neden oluyordu.

Korkudan kapadığım gözlerimi sonunda açabildiğimde ise her şey o kadar hızlı gerçekleşiyordu ki ancak çok sonra neler olduğunu anladım. Aslında bedenim ölmüyor, içten içe parçalanmıyordum. Vücudumdaki akım bedenimin her hücresinde bir şeyleri tetikliyor ve o şeyler de çevremi kutsanmışçasına aydınlatmama neden oluyordu. Ağacın gövdesinde karanlık bir gerçekliğe doğru yol alırken, bedenim tamamen ışıktan bir forma dönüşüyordu. Geriye kalan bu ışık kesinlikle Elza değildi. Bu varis olan kimliğimin bambaşka bir hali olmalıydı. Daha önceden teslim aldığım ama ne olduğunu anlamadığım bu akım, Heretis'e temas etmemle birlikte kendini gözler önüne sermeye başlamıştı. Ortaya çıkan bu ben bambaşka bir bendim. Daha güçlü, daha saf ve asıl özüne daha yakın.

Ben yaşadıklarımın hayranlığına kapılmışken birden büyük bir sarsıntıyla irkilerek kendime geldim. Ağacın içine doğru kaydığım ıslak zemin bir sarsıntı eşliğinde parçalanmaya başlamıştı. Çevremdeki tüm gerçeklik tuzla buz oluyordu. Her şey havada kararsızca savrulana kadar da bu değişim devam etti. Ta ki son bütün de parçalanana dek. Sonrası ise büyük bir ışıksal patlama ve tamamen bilinç kaybı.

Kendime geldiğimde az önceki yaşananlar sanki bir halüsinasyona dönmüştü. Kendimi az önce olduğum yerde ve Heretis ağacına sarılmış bir halde buldum ama tek bir farkla gövde benim dokunduğum yerden itibaren tamamen aydınlanmaya başlamıştı. Ağaç benden gelen bu akımın etkisiyle büyük bir ışık kütlesine dönüşüyordu. Karşımda duran göz kamaştıran bu manzara ise çok geçmeden korkunç bir gerçekliğe dönüşmeye başladı. Tamamen ışığa dönüşen devasa ağaç birdenbire bedenimle bütünleşmeye başladı. Heretis doku doku, molekül molekül bedenime doluyordu. Tanrı aşkına neler oluyordu? Bu rüyanın amacı bu değildi. En son isteyeceğim şey bu ucu bucağı görünmeyecek kadar büyük olan ağaçla bedensel bir bütünleşmeydi.

" Biri bunu durdursun! " diyerek çığlığı basmam çok sürmedi.

Benim çığlığıma inat Heretis arsızca bedenimdeki yerini almaya çalışıyordu. Bu küçücük beden bu kocaman ağacı nasıl alacaktı? Peki bu bütünleşmeden sonra bana yer kalacak mıydı? Tanrı aşkına bu Edna' da ki güçlerin benimle problemi neydi? Neden her şey benim bedenimle bütünleşme çalışıyordu? Benim isyan dolu haykırış ve düşüncelerimin eşliğinde Heretis kendini tamamen bedenime teslim etmiş ve korkunç bir ışık patlamasıyla her şey bir anda son bulmuştu. Korkudan büyümüş gözlerle neler olduğunu anlamaya çalıştığım bir andaysa gözlerimin önünden Heretis'in anıları kristalize şekildeki boyutlardan oluşan kesitlerden geçmeye başladı.

--
Yugnera ormanındaydım. Henüz yerini bilmediğim Heretis de nedense bu ormandaydı. Ağacın çevresi Gargalyallar ile çevriliydi. Ağacın gövdesinde kocaman bir oyuk vardı. Bu oyuk öylesine büyüktü ki devasa bir şehri içindeki tüm yaşamla birlikte barındırabilirdi. Her şey ve her yer inanılmaz ışıltılıydı. Bütün yüzler gülümsüyordu. Toprak canlılarının alınlarında büyük birer mor ışık vardı. Bu obka'nın özü olmalıydı. Onlara ruh veren, can veren kutsal öz.

Ben olanları hayranlıkla izlerken gözüm bir anda mor renkli gökyüzüne takıldı. Gökyüzüne sanki milyonlarca sarı renkli fenerler asılmış gibiydi. Gördüklerim gerçek olamayacak kadar renkli ve güzeldi. Gökyüzünü seyrederken hiç beklemediğim bir anda sarı fenerler damlalara dönüşerek yere doğru yağmaya başladı. Her damla hedef almışçasına bir canlıya isabet ediyordu. Damlaların isabet ettiği gargalyallar cesetler halinde toprağa yığılmaya başladı.
Gökyüzündeki son sarı fener de Heretis'e isabet etmişti. Son damla da düştükten sonra büyük bir çığlık tüm zemini ve ölü bedenleri titretmeye başladı. Bu korkunç çığlığın ardından Heretis hariç tüm toprak canlıları yeniden dirilmeye başladı. Hepsi yeniden ayağa kalkmıştı ama o eski masum ve mutlu gargalyallar değillerdi artık. Alınlarındaki o mor ışıklar gitmiş yerini dondurucu soğuklukta bir sarıya bırakmıştı.

Birden büyük bir kaos ortama hâkim olmaya başladı. Gargalyallar tüm güçleriyle her şeye ve her yere anlamsızca saldırmaya başladı. Önüne gelen her şeyi öldürüyor, zeminleri parçalıyorlardı. Büyük bir öfke krizinde savrulan bu canlılar çok geçmeden Heretis'e de saldırmaya başladı ve vahşice kopardıkları dal ve parçalarla nedense yine heretisin gövdesindeki oyuğu kapatmaya çalışıyorlardı. Uzunca bir süre devam eden bu acımasız saldırı Heretis'in hayata geri dönmesi ve acı dolu çığlıklarıyla her yanı inletmesiyle son buldu. Heretis'in kökleri toprağı yararak dışarıya doğru çıkmaya başlamıştı. Çıkan kökler Gargalyallar ile savaşıyor onları parçalarına ayırıyordu. Bu büyük mücadele anında Heretis'in dallarından bir tanesi gözlerimin önünde şekil değiştirmeye başladı. Sanki göremediğim bir canlı tarafından oyulup yeni şekline sokuluyordu.

Gördüklerim tamamen büyüleyiciydi. Kendini kusursuzca savunan bu ağaç şimdi gözlerimin önünde sanatsal bir şölen düzenliyordu. Ağacın yaptığı bu işlemle az önceki dal gözlerimin önünde 15 delikten oluşan flüte benzer bir müzik aletine dönüştü. Bu alet tüm çevresine ışıklar saçıyor ve her saniye renkten renge giriyordu. Ben olanları büyülenmişçesine izlerken görünmeyen o el müzik aletini avuçlarımın içine bıraktı. Çok geçmeden de ağacın derinlerinden boğuk ve oldukça yüksek bir ses duyuldu.

" Üfle onu Elza! Üfle ve bana can ver! "

Duyduğum sesin etkisiyle tüm vücudumdaki tüyler dikilmişti. Korkuyla karışık ellerimdeki aleti dudaklarıma yapıştırıp güçlü bir nefesi içine üfleyivermiştim. Ardındansa çevreye yaydığı kusursuz tınıya kendimi teslim ettim. Bu ses sanki cennetten kopup gelmiş gibiydi. Çevremdeki bütün canlıları kendine hayran bırakan bu sesin büyük bir simyaya sahip olduğunu anlamam çok sürmedi. Çevremdeki tüm hayat bu sesle birlikte sanki bir anda son bulmuştu. Heretis'in kökleri ise felçli gibi duran tüm Gargalyallari hedef almıştı. Kökler her canlının alınlarındaki sarı ışıkları kopararak çıkarıyor ardından da bedenlerini gövdesindeki kovuğa doğru süpürüyordu. Gözlerimin önünde gerçekleşen anlam veremediğim bu katliam devam ettikçe titreyen vücudumu ellerimle ovalıyor ve gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. Tüm gargalyallar Heretis tarafından öldürülüyordu.

Katliam tamamlandığında Heretis'in gövdesindeki oyuğun tamamen kapandığını ve ağacın yeniden bir bütün olduğunu gördüğümde şaşkınlıktan donup kaldım. Gargalyal özleri artık havada ritmik bir şekilde dönmeye başlamıştı. Az önce ağacın köklerinin başlattığı bu ritüel sanki kendi kendini tamamlamaya ve yepyeni bir şeye dönüşmeye çalışıyordu.
Özler sonunda büyük bir bütün haline gelerek havada asılı kalarak dönüşümüne son verdi. Şimdi gözlerimin önünde duran bu kusursuz güzellik kendini yukarıya doğru yükseltmeye başlamıştı. Sanki Heretis'in en üst dalına gitmek istermiş gibi yol olan bu özler kütlesi çok geçmeden gözden kayboldu. Meraklı bakışlarla gökyüzüne bakarken bir yandan da neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Dakikalarca süren bu meraklı bekleyişim büyük bir ışık parlamasını görmemle birlikte son buldu. Heretis'in en üst noktasında göremediğim bir şeyler olmuş ve büyük bir sarı ışık yerini göz alıcı bir mor ışığa bırakmıştı. Şimdi o mor ışık büyük bir hızla bana doğru geliyordu.

Çok geçmeden bana doğru gelen o mor ışığın gerçek sureti görülmeye başladı. Gelen şey tam anlamıyla bir yapraktı aynı verasetin kolyesindekine benzeyen bir yaprak. Yaprak önce güzel bir yeşil rengini alıyor ardından da parıltılı bir mor rengine bürünüyordu.

" Tanrım bu obka özü olmalıydı!"

Oldukça ince ve zarif olan yaprak sonunda avuçlarımın içine kendisini teslim ederek durdu. Yaprağın bedenime temasıyla birlikte,

" Cevabı biliyorum!" diyerek çığlık atmam bir oldu.

☆ Sonra birden her şey karardı. Gözlerimi açmaya ve nefes alamaya çalışıyordum ama yüzüme ve burnuma dolan toprak hepsine engel oluyordu. Sanırım az önceki rüyadan uyanmış ve kendimi topraktan çekmecenin içinde debelenirken bulmuştum. Ama birkaç farkla. Sorunum cevabı zihnimde ve anahtarı olan müzik aleti ve yapraksa mucizevi bir şekilde avuçlarımda duruyordu. ☆

Loading...
0%