@aygulmudurlu
|
☘️ NOKTALAR HEP ZOR OLUR, SATIR BAŞLARI DAHA DA ZOR...☘️
Boşanmanın ağır acısı karşısında uyanmakta zorlanan Perrin gözlerini tırmalayan güneşe daha fazla karşı koyamıyor, buram buram kasvet kokan yeni bir güne daha uyanıyordu. Sürüklenerek çıktığı yatağından kalkarak hiç istemese de odanın oldukça yüksek tavanında sarkan işlemesiz sade perdelerini araladı. Ona inat güneş sanki bugün de çok mutluydu. Öyle ki bir anda bütün odayı aydınlatmıştı. Güneşe sinirlenen Perrin homurdanarak komodinin üzerindeki sürahiden bir bardak su alarak soluksuzca içmişti. Öfkelendiği zaman bunu hep yapardı. "Öfkeye su iyi gelir. İç ve kendini serinlet." derdi hep. Bu söz ona aitti ve onun hayat felsefesi gibiydi. Başkası için komik olan bu söz onu nice kavgadan döndürmüş, öfke kontrolünde onun destekçisi olmuştu. Suyu içtikten sonra güneşe kızarak gerilmiş olan kasları gevşemeye başlamıştı. Gerinerek kollarını başının üzerine doğru kaldırarak esneme hareketleri yapmaya başladı. Kendince bu hareketlerle bedenini uyandırıyordu. O yataktan kalktığında kolay kolay uyanamazdı. Eğer esneme hareketlerini yapmazsa evdeki ilk çıkıntıya ya da kapı eşiklerine ayak parmaklarını vurur kendini yaralardı. Bazen kol ve bacak yaraları da bu şekilde olurdu. Esneme hareketleri bitince sıra yüzünü uyandırmaya gelmişti. Yatak odasında bulunan banyoya girerek musluğunu açtı. Şıklığıyla ışıltılar saçan mutluğundan avuçlarına doldurduğu soğuk suyla yüzünü iyice yıkadı. Hemen önünde duran kâğıt havlu rulosundan kopardığı büyükçe bir tomar ile yüzünü kurulamaya başladı. Yüzünü kurularken karşısındaki İngiltere'den getirttiği aynadan şişmiş yüzüne bakıyordu. Baktığı kişi o olamazdı. Gördüğü bu kadını tanımıyordu bile. Kimliksiz, çökmüş, kaybetmiş bir kadın. Perrin bu değildi, olamazdı. Aylar önce yaşadığı ve onu iliklerine kadar tüketen evliliği geldi hemen aklına. Sonunda bitirmeye karar verdiği bu saçma sapan evlilik yüzünden yorgun bir savaşçıya dönmüştü. Bir enkazın altında kalmıştı, yaşadığı depremin şiddetini ölçecek bir Richter ölçeği de yoktu. Ömrüne mengene gibi yapışan asalak bir adamı evinden ve hayatından tamamen kovmuş, ona ait ne varsa onunla kapı dışı etmişti. Tabi bunlar çok zor ve sancılı bir şekilde olmuştu. Perrin acılarının kendinde kimlik bulduğu biriydi. Ona kalsa her acısına bir pasaport bile çıkarırdı. Şimdi uyanmakta zorlandığı bu yatakta ve evinin diğer yerlerinde eski eşine dair hiçbir iz yoktu. Ardında bıraktığı acı dolu derin kalp kırıklarını saymazsak. Yaşadıkları nedeniyle kendine kızıyordu Perrin. Böylesi bir asalağı nasıl olmuş da sevmiş, hayatının merkezine koymuştu. Kendine böylesi bir kazığı nasıl atmıştı. Kendiyle nasıl bu kadar ayrı düşmüştü. Neredeyse o adam yüzünden kimliğini kaybetmiş, kendine yabancılaşmıştı. Sonra arkadaşının söylediği bir sözü hatırladı ve istemsizce gülümsedi. "İnsanın kendine ettiğini bir köy bir araya gelse ona yapamaz." Dostunun bilgece söylediği bu söz çok doğruydu. Bunu asla unutmayacak kulağına küpe yapacaktı. Artık hayatının felsefe kitabına eklemişti bu sözü. Yoksa vücudu bir sonraki yıkımı belki de hiç kaldıramazdı. Kendine aylarca zulmeden bu evlilikte yaşadıklarının ağırlığıyla tüm vücudu isyan ederek tepeden tırnağa şişmişti. Psikoloğunun dediğine göre bu depresyonun en uç noktasıydı. Yaptığı aptalca bir hata neredeyse hayatına mal oluyordu. Allah'tan son dakika aklı başına gelmiş, hayatına soktuğu o yılandan daha fazla zehirlenmeden kurtulmayı başarmıştı. Şimdi adını dahi anmak istemediği o zalimi hayatından ve kimliğinden çıkarmak için ölesiye can atıyordu. Hani evlenmek için heyecan içinde olan insanlar olur ya aynen öyleydi içindeki bu heyecan. Acı ve kaybedişle karışık; yeniden başlama umudu ve kaldığı yerden devam isteği. Evet bu çok zor olacaktı. Bunu o da çok iyi biliyordu. Çünkü Perrin'in azımsanmayacak bir zenginliğe sahipti. Hayatından çıkarmaya çalıştığı o adamsa tam bir asalaktı. Perrin'in enerjisinden ve parasından besleniyordu, bundan neden vazgeçsindi. Ona göre bu para onun da hakkıydı. Perrin ise bu zenginliğini yıllarca emek verdiği yazarlığına borçluydu. Uzun yıllar süren açlık ve sefaletle dolu büyük bir mücadelenin ardından yazmış olduğu onuncu kitabında turnayı gözünden vurmuştu. Biri tutunca satmayan o toz tutmuş dokuz kitabı da deli gibi satmıştı. Hayat böyleydi işte. Seni tüketene kadar yorar. Senden emek üstüne emek, tükenmeyen bir mücadele ister. Sonra tam yorulur, artık bitti dersin. Yürü diye seni ardından itekler. Yatak odasından çıkarak oldukça geniş Amerikan mutfak salonuna geçmişti. Salonda modern eskitme mobilyaları ve işlemeli şık bir orta sehpası vardı. Canım hemen önündeyse deniz manzarası eşliğinde kitap okumaktan keyif aldığı iki berjer. Berjerlerden izlenen manzaraysa İstanbul Boğazı'nın o bakire güzelliği. Ama tüm bunlar onun umudunda bile değildi. Salonunda uzun yıllar önce izlemekten vazgeçtiği için bir televizyonu yoktu. Ona göre bu alet kafa şişirmekten başka ne işe yarardı. Hayatındaki tüm seçimleri o yapacaktı, onun adına seçilmiş ve içi salakça şeylerle doldurulmuş kanallar değil. Camın önünde araladığı perdeden boğazı izliyordu. "Bu deniz manzarası aşksız hiç çekilmiyor." diyerek pencereden uzaklaşarak kahve makinasına yönelmişti. Yorgundu o. Kalbi, vücudu yorgundu. Belki de tiryakisi olduğu filtre kahve bu hayat yorgunluğuna da iyi gelecekti. Kim bilir? Hep olduğu gibi kahvenin altını yakmaktan vazgeçmiş, direkt kahve faslına geçmişti. Hem kahvaltı da neyin nesiydi? O ailesi olanlar için icat edilmiş mideleri erken saatte doldurma faslı değil miydi? Bunu düşünürken hüzünlenmişti. İstemsizce bir damla yaş yanaklarından süzülmüştü. Onun da bir ailesi olsa kahvenin altını da üstünü de umursamazdı. Midesini huzurlu ailesiyle sabahın bu saatinde pervasızca doldurmaktan çekinmezdi. Derin bir iç çekmiş ve umarsızca moda dergilerini karıştırmaya başlamıştı. Açtığı her sayfada ayın trendi, yılın trendi diye sergilenen saçma sapan kostümlere bakmak onu çileden çıkarıyordu. Bu gördükleri akıllı olan insanların alacakları şeyler değildi. Çok parası olup ne çılgınlık yapsam diyen umarsız ruhlar ancak bu şeyleri alırdı. Sinirlenmiş bir halde moda dergilerinin içinde savrulurken kahve "İçim için hazırım" diyen enfes kokularını bırakmıştı salona. Büyük bir hevesle gittiği kahve makinasından kendisi içi kocaman bir kupa doldurmuş ve oldukça yumuşak ve konforlu koltuğuna gömülmüştü. Kahvesini yarıladığı bir zamanda sıkıldığı dergileri bırakarak balkonun kapısını aralayarak oldukça geniş deniz manzaralı terasına çıktı. Çıkarken can yoldaşı ve elinin bir uzvu haline gelmiş olan laptop ve faresini de alarak. Karşısında eşsiz bir inci gibi duran İstanbul Boğazı'nı ve Kız Kulesi'ni selamladıktan sonra hemen önünde duran ahşaptan oyma, yumuşak minderlerle donatılmış koltuklara kendini sere sere bıraktı. Aklında bugüne dair bir plan yoktu. Spontane olacaktı yazdıkları aynen hayatındaki diğer şeyler gibi. Hem şuan için umursayacağı ne vardı ki? Yine derin bir iç çekmişti. Açtığı Word sayfasına baktı öylece. Sadece bir nokta koydu. Eski hayatına atılan bir sondu bu nokta sonra satır başı yaptı ve yanıp sönen imleci seyretti. Satırlar ona yeniden yazmasını söylüyordu sanki. "Satır başı yap ve hayatını yeniden yaz."
☘️☘️☘️ |
0% |