4. Bölüm

3. Bölüm

Ayışığı__
ayisigi__

Gökyüzünü yine gri bulutlar sarmıştı. Hafiften çiseleyen yağmur taneleri saçlarımı ıslatırken ben bahçemde ki bankta oturmuş, kanat çırpan güvercinlerimi izliyordum. Çıkardıkları sesler bana huzur veriyordu. Oldum olası güvercinlere karşı bir hayranlığım vardı. Küçükken yan bahçemizde olan evin sahibinin de böyle beyaz ve gri karışımları olan evcil güvercinleri vardı. Aksi bir adam olduğu için beni yaklaştırmıyordu bahçeye ama sanşlıydım ki odam da ki pencereden o bahçeyi görebiliyordum. Hayranlıkla evcil kuşları izler huzur bulurdum. Babama da bana alması için söylediğimde bana sadece bir tane almıştı. Bir taneydi ama hepsine bedeldi. Sabah o, öğlen o, akşam o ve gece yine o kuştu beni odamdan çıkartan. Babam kolay kolay dışarı çıkmama izin vermezdi. Ki zaten bende pek çıkmazdım. Evcil bir kuşum olana denk... fakat babamın benim o kuşu kendi ellerimle öldürdüğümü söylediği günü hiç unutmuyordum. Güya onun gözleri önünde kuşumu kendi ellerimle boğmuşum. Hep sevdiklerime zarar vermişim falan filan... en çok da yengemi özlüyordum, annemden sonra bana destek veren tek kadın kendisiydi. O asla hasta olmamı kabullenmez gözyaşı içinde beni döven babamın ellerinden alırdı. Babam şuan neredeydi ne yapıyordu hiç bilmiyordum. Beni kliniğe yatırdan sonra ortadan kaybolmuştu.
Belki de uğraşacağı deli kızından kurtulmuştu. Babam severdi de döverdi de. Onu da özlemem sanırım bana karşı biraz da olsa sevgi beslediğindendi.

Bahçe kapısında bekleyen iki koruma dış kapıyı sonuna kadar açtığında bakışlarım o yöne kaymıştı. Caner her zaman ki gibi yine beni bankta otururken bulmuştu. Arabasının kapısını açık bırakıp inerek yanıma kadar yaklaşmıştı. Çatık kaşları hep yerini korurken seslice nefes verdim. Caner'in gelmesi kuşlarımı korkutmuş, omuzumda varlığını unuttuğum inatçı kanat çırparak göğe yükselmişti.
''Hey! Güvercinlerimi korkuttun!'' Caner umursamazlıkla ıslak banka oturduğunda bunu dert ettiğini davranışlarından anlamıştım.
''Kuşlarını seviyorsun.'' Dedikleriyle dudaklarım yukarı kıvrılmıştı.
''Severim, sence de huzur veren hayvanlar değil mi?'' Caner şöyle bir kuşlarıma baktı ve bilinmezlikle dudak büktü.
''Bilmem ki! Hayvanları severim ya da sevmiyorum diyemem. Nötr sayılırım bu konu da ama zarar vermem onlara, gelmesine de pek hoş karşılamam.'' Güvercinlerime bakaraktan mırıldandığı cümlelerle, ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım.
''Bugün neden buraya geldin? Hangi işe başlıyoruz!'' Omuzlarımı öne doğru eğdim. Zaten yapacaklarım dışında pek geldikleri söylenemez. Halimi hatrımı önemsediklerini de merak ettiklerini pek sanmıyordum. Soru işaretleriyle gözümün içine baktı.
''İllam bir iş için mi buraya gelmem gerekiyor. Öylesine gelemez miyim?'' Ona nasıl baktım bilmiyorum fakat boğazını temizleyip önüne döndü.
''Bilmem pek halimi hatrımı sormak için geldiğini hatırlamıyorum.'' Üstümde ki hırkanın kenarlarını çekiştirerek önümü kapattım. Sessiz kaldı bir süre. Oflayıp ensesini ovarken yandan yandan ona bakıyordum.
''Hiç mi gelmedim.'' Dedi sanki yeni farkına varıyormuş gibi mırıldanması kırık bir şekilde gülümsememe neden olmuştu. O da yandan bana bakış attığında göz göze geldik.
''Kırıldın mı peki?'' Güldüm.
''Ne haddime canım!''
O da alayla güldü. Gözleri bana acıyarak baksa da dudakları zıttını konuşturuyordu.
''Tamam bundan sonra gelirim yanına hatrını sormaya.''
''Ben söyledikten sonra ne anlamı var bunun. Sizin akıl etmemiz gerekiyordu bunu.'' Homurdanarak söylediğimde buna da gülmüştü. Çocuk gibi kollarımı göğüsümde bağladım. Caner'le aramız pek iyi olduğu söylenemezdi. İyiden kastım samimi değildik. Pek iş dışında bir şeyler konuşmazdık, gelirdi anlatırdı ve ne yapmam gerektiğini söyledikten sonra giderdi. Sohbet etmişliğimiz yoktu. Ne o yanaşırdı ne de ben. Bugün konuşacağı tuttu sanırım. Kaşlarımı çatıp kendi kendime içimden konuşurken Caner'in konuşmasıyla ona döndüm.
''Bugün prensesler günüymüş, günün kutlu olsun.'' Elinde nerden getirdiğini bilmediğim bir lavanta çiçeği vardı. Onu bana uzatıyordu. Şaşkındım hem de hiç olmadığım kadar. Gönlümü mü almaya çalışıyordu! Üstelik lavanta çiçeklerini severken! Gözlerimin içi parladı ona bakarken. Uzanıp aldım. mahçup olmuştum.
''Nerden biliyorsun lavantaları sevdiğimi!'' Heyecanla konuştuğumda önce şaşırmış sonra tebessüm etmişti. Aylardır ilk defa içten gülmüş ve sevinmiştim. Elimde olan bir kaç dallı çiçeğe baktım. Burnuma yaklaştırıp kokladım. O kadar güzel kokuyordu ki gözlerimi kapattım.
''Lavantaları sevdiğini bilmiyordum.'' Dedi gözleri üzerimdeyken. Kaşlarımı çattım.
''Caner sakın bana evin içinde her köşe de olan lavantaları fark etmediğini söyleme!'' Yüz ifadesi değişirken yutkundu.
''Fark etmedin değil mi?'' Cevabını bildiğim soruları sormaktan nefret etsem de yine de soruyordum. Huyum buydu. Ayağa kalkınca bende ayaklandım, lavantaları göğsüme bastırdığımda gözleri oraya kaydı bir kaç saniye.
''Hadi üstünü giyin de gidelim. Çınar bizi bekliyor.'' Ona anlamayarak baktım.
''Kahvaltı yapacağız beraber.'' Şaşkındım hem de fazlasıyla, demek Çınar iş dışında da çağırabiliyormuş. Aramızda geçen o tartışmanın üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Ara da Metin'le konuşmuş buluşmak istediği yerde Çınar sayesinde buluşmuş ve konuşmuştuk. Onun dışında kimseyle iletişime geçmemiştim. Yalnızdım her zaman ki gibi, şimdiye kadar ama Caner beni bu yalnızlıktan kurtarmıştı.
''Tamam ben üzerimi değiştireyim de geleyim hemen!'' Heyecanla konuştuğumda sanki yerimde duramayacak gibiydim. Aylar sonra aralarına katılacaktım. Bu benim için bir ilkti. Eve girmeden önce Caner'e güvercinlerimi yuvalarından içeriye almasını istedim. Açık kapıdan içeri girip merdivenleri hızla çıktım. Önce lavantaları beyaz bir kutunun içine koydum. Nefes nefese üzrime geçirdiğim bir kot pantolon ve beyaz kazakla hazırdım. Çok şık giyinmeye gerek duymamıştım. Siyah botlarımı da giyip aynı hızla ayrıldım odadan. Montumu da üzerime geçirip kapıdan ayrıldım. Caner kapı da olan korumalarla bir konuşma yapıyordu. Geldiğimi görünce elini karşısında ki adamın omuzuna koyup sıktı. Kafasını eğerken bana adımladı. Elin de tuttuğu telefonumu bana uzattı. Yine bankta unutmuş olmalıydım. Cebime telefonumu koyarken arabaya adımladım. Caner şoför koltuğuna geçerken ben de hemen yanında yerimi aldım. İçime sığmayan bir mutluluk vardı.
İçimde ki küçük çocuk el çırpıyordu sevinçten. Dışa vurmamak için yüzümü sabit tuttum. Akıp giden yollara gözlerimi diktim. Ardımda kalan her nesneye tekrar tekrar bakıyor gözden kaybolana kadar bakmaya devam ediyordum. Oldum olası araba yolculuklarını sevmişimdir.
''Bakıyorum çok heyecanlısın.'' Camı indirmem ve ellerimi dışarı çıkarmam bir oldu. Elimin arasından akıp giden rüzgar beni iyi hissettirmişti. Derince bir nefes aldım soğuk havadan. Caner'e şöyle bir baktım.
''Nasıl olmayayım Caner! İlk defa beni aranıza alıyorsunuz! Kendimi insan yerine koyulmuş gibi hissediyorum.'' Gözlerim dolu dolu olduğunda bakışlarımı ondan çektim. Caner yoldan gözlerini alıp üzerime dikti. Omuzları çöktü önce sonra dudakları kıvrıldı yukarı doğru. Önüne dönerken sessiz kaldı. Kafamı camdan çıkartıp saçlarımın savrulmasını keyifle izledim. Sağa sola çarpan siyah saçlarım bugün özgürdü tıpkı eski ben gibi. Aradan geçen zaman sessizlik içinde sürmüştü. Caner yola odaklanmış ben ise kafamı camdan dışarı çıkarmış vaziyette gökyüzünü izliyordum. Kafam sarsılmaya başladığında başımı içeri çektim. Çakıltaşlarıyla döşenmiş bir yola girmiştik. Her yolu ayrıladığımızda uzaktan belli olan eve yaklaşıyorduk. İki katlı kocaman ev gözümde devleşirken hayretle baktım. Gerçekten de büyük bir evdi. Fakat ne bir bahçesi ne de bir rengi vardı bu evin. Dışı beyaz, bahçesi sönüktü. Araba açılan demir kapıdan girdiğinde ıslak toprak çamurlaşmamıştı bile. Nihayet durduğumuzda kapıyı açarak aşağıya indik. Etraf neredeyse adamlarla kaynıyordu. Dış kapı açıktı. Caner'i beklemeden içeriye girdiğimde uzun ve geniş hol çok boştu.
Burda birileri uzun süre yaşamamış gibiydi. Evin ruhu yoktu sanki. İçerisi ne kadar boş olursa olsun bir o kadar da sıcaktı. Eski parça eşyalar vardı, antik fiskosların üstünde.
''Ee hadi ama ben çok açım kimi bekliyoruz?!''
İçeriden bağırtılı sesler geliyordu. Bağıran kişi bir yabancıydı. Aşinası olmadığım bir ses hem de. Yabancı misafirleri mi vardı acaba?
''Alev Hanım! Lütfen içeri girin.'' Caner'in sesiyle duraksadığım yerden yoluma devam ettim. Kapısı açık tek kapı vardı burda da. Bu kapılar neden hep açıktı. Açık kapıya yaklaştıkça sesler gelmeye devam ediyordu.
''Bana bak Serkan, biraz sonra bir misafirimiz gelecek. Sakın onunla arkadaşlık kurayım deme! Duydun mu beni!''
O misafir ben oluyordum galiba.
''Abi biraz abartmıyor musun? Sabahtan beri aynı şeyleri söyleyip duruyorsun. Kim ki bu misafir de ondan nefretle bahesedecek kadar bu duruma geldin. Ayrıca neden istemiyorsun onunla arkadaş olmamı.'' Abi mi? Sergen'in bir kardeşimi vardı. Benim hakkımda böyle şeyler söylemesi hiç hoş değildi. Zaten en başından beri sevemedi gitti. Onlar konuşmaya devam ederken aralarında kapının önüne gelmiş, tam karşımda olacak şekilde oturan adamı inceledim. Vay canına! Sergen'e ne kadar çok benziyor bu adam. Sergen esmerken bu adam sarşındı. Umarım abisi gibi ukala bir tip değildir. Ayakta durmaya bir son verip masaya doğru yürüdüm. Aslında erkenci olduğum için kahvaltımı yapmıştım aç değildim ama onların teklifini de kaçıracak değildim.
''Günaydın!'' Dedim neşeyle. Bugün gerçektende neşeliydim. Masadakiler bana dönerken gülümsedim. Sergen'in tam yanına oturdum. Kardeşinin ise karşısına. Sergen onaylamaz homurtular çıkartırken ben sadece sırıttım. Sena da kocasının karşısına geçmişti. Gözlerinde gördüğüm kızarıklılar dikkatimi çekerken kaşlarımı çattım. Fazlasıyla bitkin ve yorgun görünüyordu. Hasta mıydı? Hala yanımda homurdanan adama baktığımda nedenini anlamıştım. Bu adam ne istiyordu bu kadından. Resmen kadını sömürmüştü. İlk gördüğüm güçlü kadın yoktu karşımda.
''Sergen beni özlemiş gibisin.'' Dedim şen şakrak. Sergen dehşetle bana döndüğünde güldüm.
''Allah korusun!'' Açılan gözleriyle bana cevap verdiğinde daha çok gülmemi sağlamıştı. Önüme döndüm.
''Bu kadının yanımda ne işi var?'' Huysuz bir sesle yine homurdadığında bu sefer yüzümü buruşturdum. Onu görmezden geldim. ''Hey! Ben de burdayım!'' Diyen adama döndüm. Gözlerini üzerime dikmiş beni inceliyordu. Yüzün de samimi bir gülüş vardı. Elini uzattı.
''Merhaba! Serkan ben. Biraz önce laf dalaşına girdiğin adamın kardeşi.''
Samimi ve içten haline tebessüm ettim. Kibarlıkla elini kavradım. ''Ben de...'' Demiştim ki benden önce yanımda ki şahıs lafa girmişti. ''Namı değer delimiz!'' Saygısızca hem sözümü kesiyor hem de bana hakaret ediyordu. Hiç hoşlanmadığım bu durum karşısın da kaşlarımı çattım. ''Hiç kibar değilsiniz Sergen Bey!'' İğneleyici şekilde konuştuğumda öfkeyle bana bakıyordu.
''Alev sen bence iyi geçin benimle. Senin için iyi olmaz yoksa!''
''Sergen!'' Diye uyarı da bulunan Çınar'ı yeni fark ediyordum. Masanın en başına oturmuş elinde tuttuğu çay bardağını içiyordu. Akıl edip etrafıma baktığımda Bayan Bi, Sena'nın çaprazında oturuyordu. Onun karşısında ise Caner. Derin bir nefes aldım sakinlikle.
''Bence sen benimle iyi geçin Sergen deliyim ya ben musallat olurum sana. İnan bana bir delinin neler yapabileceğini bilseydin böyle konuşmazdın.''
''Delimize de bakın! Nerden geliyor bu özgüven.'' Sergen elinde ki çatalı tabağa gürültüyle attığında yüzüme karşı haykırıyordu. Anlıyordum benim burda olmamdan rahatsız oluyordu ama bilmeliydi ki ben de pek hevesli değildim.
''Nerden olacak senin bu tavırlarından!''
''Alttan alacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun.''
''Sen alttan almazsan bende üstten alırım.''
''Bana bak!''
''Sen bana bak!''
''Alev! Sergen!''
Salak saçma bir tartışmanın içinde bizi kendimize getiren Çınar'ın gürleyen sesi olmuştu. Ben ve yanımda ki şahış kızgınlıkla Çınar'a döndük ve aynı anda bağırdık. ''Ne?''
Çınar bu çıkışımızla öfkelenirken biz yutkunmuştuk. Hemen önümüze dönerken Serkan bir kahkaha patlattı. Eğlenen tek oydu sanırım.
''İnanamıyorum! Siz ikiniz çok komiksiniz.'' Gülmeye devam ederken ben de kendi halime gülmeye başladım. Sergen gibi ciddi bir adamla çocuk gibi tartışmam beni güldürüyordu.
''Al işte yine delirdi!'' Sergen gerçekten iflaz olmaz bir adamdı. İyi ki kardeşi onun gibi mızmız değildi. Çınar bize gerekli uyarıyı yapınca kahvaltımıza başladık. Sena ise oturduğu yerde yoktu. Biz tartışırken çıkmış olmalıydı. Hızlıca kahvaltımı yapıp çayımla birlikte ayağa kalktım. Cebimde ki sigara paketimi yoklarken salondan ayrılmak için adım atıyordum. Diğerleri kendi aralarında sohbete o kadar dalmışlardı ki benim kalktığımın farkında değillerdi. Adımlarım beni dış kapıya götürürken elimde hala çay bardağım vardı. Dış kapıyı açtığımda bahçenin sol tarafında çardakra tek başına oturan biri vardı. Sena! Ayaklarım benden bağımsız ona gidiyordu. Tam karşısına oturduğumda bakma zahmetinde bile bulunmamıştı. Başı eğik ve düşünceliydi. Oturduğum zemin soğuktan beni ürpertirken iç çektim. Sigaramdan bir dal alıp ucunu tutuşturdum.
''Neyin var?'' Dedim direk konuya girerken. Cevapsız kaldığımda iç çekişlerim çoğaldı. Aradan geçen dakikalarda bile buna devam ettim. Kaçıncı sigaraydı bilmiyorum. Dikkatini çekmek için oflayıp puflayıp durmak benim sorunum değil onun beni görmeyişindendi. Bir kaç yudum içtiğim çayı öylece soğuya bırakıp yalnızlığa terk etmiştim. En son yine ofladığımda dikkatini çekmiştim ki sonunda bana bağırdı.
''Kes şunu!'' Güldüm.
''Neden ne olduğunu söylemiyorsun. Yorgun ve halsiz görünüyorsun. Hasta mısın?'' Dedim son sigaramı da söndürürken.
''Seni ilginedireceğini sanmıyorum.''
''İlgilendirmeseydi sormazdım.''
''Güldürme beni Alev. Sen kendinden başkasını düşünmezsin.''
Beni tanımıyordu, o yüzden böyle konuşuyordu. Geçmişimde kardeşimle karşılaşmış olabilirdi. Ama ne kadar da birbirimize benzesekte karakter olarak farklıydık.
''Bak geçmişimde kardeşimle karşılaşmış olabilirsin ama ben o değilim... Sergen mi?'' Duraksayarak konuştuğumda son söylediğim isimle başını öyle bir kaldırıp bana baktı ki yutkundum. Öfkeliydi.
''Geçmişde de sen vardın Alev şimdi de sen varsın. Kendini kandırmayı kes! Ayrıca bilmiyorum ayaklarını kendine sakla.''
Evet demek Sena canı yandığında karşısındakinin duygularını düşünmeyip can yakan birisiydi. Neyse ki şanslıydı da benim gibi biri vardı da ağır sözlere karşı bağışıklık kazanmıştı. ''Neden açık konuşmuyorsun?''
Toprak rengi gözleri öyle bir baktı ki bana gerildim. Gözlerinde gördüğüm böcek muamelesi miydi? Yerimde kıpırdandım hafifçe.
''Alev bak neden kabul etmiyorsun bilmiyorum ama gerçek bu. Her şeyi duymak mı istiyorsun? Tamam. O zaman beni iyi dinle. Biz hiç birimiz sana inanmıyoruz. Evet yanımızdasın ama bu sadece işimiz bitine kadar tamam mı? Sana bunları anlatıyorum çünkü kendine gelmen gerek. Sen kabul etmedikçe çok üstüne gelecekler. Canın yansın istemiyorsan bu ruh halinden çık.''
Öyle sert bir dille konuşmuştu ki yutkundum. Zaten en başından beri bunun farkındaydm ama onlar dile getirmedikçe benim de kabul edeceğim bir gerçek değildi. Karşılarında bir aptal yoktu. İlk zamanlar Çınar'ı kabul ettiğimde bir boşluktaydım. Herkes kendi çıkarını gözetliyordu. Tıpkı benimde bir çıkarım olduğu gibi
''Sena ben bunun farkındayım. Tamam gözünüzde iğrenç biri olabilirim ama hiç mi düşünmüyorsunuz değiştiğimi. Hı?'' Bu kez onlar gibi yaklaşmaya başlamıştım. Hep dediğim gibi ne yaparsam yapayım düşüncelerini değiştirmeyecektim. Sanırım kendimi kabul etsem fena olmazdı. Burukça gülümsedi.
''Sen hiç değişmezsin Alev.''
''Tamam. Neden yedinden başlamıyoruz? Bir başlangıç yaparak yeniden arkadaş olalım.''
Bu sefer kahkaha atarak gülmeye başladı. ''Ben o aptallığı bir kere yaptım, bir daha tekrar etmeyeceğim bir hatayı yine yapacak değilim.''
Kırılmıştım. Gözlerimde ne gördü bilmiyorum başını başka tarafa çevirdi. Elim istemsizce soğuk çay bardağını kavradı. Küçük bir yudum aldığımda sıcak içimde ki alevi söndürmüştü sanki. Geçmişde ki Alev her ne yaptıysa onun için bitmişti sanırım. Ona zarar verdiği açıktı. Çünkü Sena tekrar o köprüyü kurup ihanete uğramak istemiyordu.Sena yerinden kalkmadı ben de öyle. Çevreden çıt çıkmıyordu. Üşüyorduk. Çünkü ikimizde titriyorduk.
''Sen hayatımıza girmeden önce Sergen'le nişanlıydık.'' Dedi pes ederek. Anlatmaya ihtiyacı vardı. Bana ayak uydurarak konuşmaya başlamıştı. Ellerimi bacaklarımın altına koyarak onu dinledim. ''Ben kendimi bildim bileli onunla hep nişanlıyız ama hayatımızda evlilik yoktu. Evlenmeye yanaşmıyordu. Çünkü beni sevmiyordu. Onun kalbi başkası için atıyordu. Geçen sene evlendik ve dün evliliğimizin birinci senesine girdik. '' Anlattıklarıyla şoka girmiştim. Tamam sevgili olmalarını beklerdim, nişanlı olmasını da ama evlilik çok farklı bir şeydi. Üsttelik kocası başka bir kadını severken. Benim başıma gelse ne yapardım bilmiyorum. Ağır bir yük olmalı. Sena bana dolu gözlerle bakarken yaşları tutamadığı için akmaya başlamışlardı. Bu nasıl bir histi bilmiyorum ama içimde bir şeyler kopmuştu. O yüzden Sergen'in yüzük parmağı boştu. Bu evliliği kabul etmiyordu. Madem sevmiyordu ne diye kızla evlenmişti işte bunu anlamıyordum.
''Sonra sen çıktın geldin Alev. Nişanlıyken tanışmıştık evet ama en yakın arkadaşım sendin Büşra'dan sonra... her şey çok güzel gidiyordu. Ta ki sen beni yaralayana kadar. Hem bana kendini kaybettirdin hem de Büşra'yı aldın elimden. Gözümü açtınız ikiniz de. Ama beni yalnızlığa terk ettiniz. Sen Büşra'yı tanımıyorsun o da seni. Sen bizim içimizdeydin ama Büşra'yla hiç denk gelmediniz. Çünkü Çınar buna izin vermiyordu. Neden bilmiyorum ama öyleydi. Sen, Büşra'yı öğrendikten sonra beni onunla vurdun. Şimdi anladın mı neden tekrar başlamayacağımızı.'' Son sözleri bunlar olurken gözlerimi kapattım. Kardeşim arkasında yaralı bir kadın bırakmıştı. Aklımda sadece neden bunu yaptığıydı. Giderken kendisinden başka bir hayatı düşünmemişti tıpkı benim hayatım gibi.
Neredeydi bu kadın? Hangi cehenneme girmişti bilmiyorduk. Bir bilseydikde hesap sorsaydık bu kadar hayatın içine neden ettiğini.
''Yenge sen yine ağlıyor musun?''
Serkan'nın sesiyle ona döndük aynı anda. Yanın da Çınar da vardı. Çatık kaşları her ikimiz arasında gidip geliyordu. Serkan yengesinin yanına ilerleyip onunla ilginenirken benim gözlerim sadece birini arıyordu ve gördü de. Sergen elleri paltosunun içinde öylece buraya bakıyordu. Boştu bakışları. Buraya gelir diye düşünmüştüm. Fakat karısının ona dönen bakışlarını görünce arkasını dönüp arabasına binmişti. Hızla buradan ayrılırken onun için ağlayan kadını bir kez daha görmezden gelmişti.
''Abim diye demiyorum tam bir gerizekalı!'' Serkan giden abisinin arkasından küfür edip ona saydırırken Çınar, Sena'nın üşüyen bedenine üstünde ki ceketini örtmüştü. Üşümüştüm bende ama belli etmedim. Çınar onunla birlikte ayağa kalktığında göz göze geldik. Yutkundu. Arkasına bakmadan giderken ben ise sadece onları izledim, gözden kaybolana kadar. Sessizdi yine bahçe. Omzuma örtülen örüyle başımı çevirdim. Serkan gülümseyerek bana bakmış ve göz kırpmıştı. Görmüştü değil mi, gözlerimde ki hüznü.
''Tam tanışamadık, hadi bir daha tanışalım.''
Serkan onlardan farklıydı. Bunu şimdi anlamıştım. Ya beni tanımıyordu gerçekten de ya da tanımıyormuş gibi yapıyordu. Tek temennim beni tanımamasıydı. Soğuktan mı yoksa en son yaşananlardan mı dolayı elim titriyordu emin değildim. Uzattığı elini sıktım. Bu benim için bir ilkti, bir arkadaş edinmek. Burukça güldüm. Elime yüzüme bulaştırmayacaktım. Sonuna kadar savaşıp kendimi kurtaracaktım. Hikayenin sonunda canavar ben olsam bile.
...........
''Niye kadına bir böcek gibiymiş gibi davranıyorsun pis herif!'' Diye yumruğunu arkadaşının yüzüne patlattı Çınar. Çok hararetli bir tartışmanın içindeydi ikili. Çevresine toplanan cemiyet halkını umursamıyordu bu iki bey. Ağızlarına yakışmayacak şekilde küfür ediyor ve birbirlerini hırpalıyorlardı. Herkes sessiz ve suskundu bu olay karşısında. Ringe çıkan iki dövüşçüydü onlar. Heyecanla bekleyen adamlar bir sağına bir de soluna bakıyorlardı. Sergen de bir yumruk Çınar'a doğru savrunduğunda gelen tehlikeyi son anda fark etmiş ve yumruğunu hava da yakaladı. Patlak dudaklarına rağmen sırıtan ikili dengesiz hareketler sergiliyordu.
''Serkan orda abini dövüyorlar farkında mısın? Sen gelmiş burda yemek yiyiyorsun!''
Caner hayretle karşısında ki adamı izliyordu. Çatık kaşları ve gerilen yüzü bundan hoşnut değildi. ''Ne yapayım aksiyonlu şeyler beni hep acıktırıyor. Abim hak etti bir kere, bir adam hiç mi değişmez ya! Benim gibi yengesi olan bir kadını nasıl sevemez tartışma konusu. Çınar da artık dayanamadı baksana kavga ettiklerine göre.''
Tavuklu pilavını yerken keyfi yerindeydi.
''Sence kim yener?''
''Sen gerçekten inanılmazsın!'' Caner artık bu adama karşı nasıl tepki vereceğini kestiremiyordu.
''Bana hayran olduğunu biliyorum ama fazla belli ediyorsun.'' Dedi Serkan uslanmaz sesiyle. Caner karşısında köpürürken o hala yemek yiyiyordu. Serkan onu takmayarak göğsüne taktığı siyah güneş gözlüklerini gözüne taktı. Bu sizi görmüyorum deme şekliydi. Gözlerini devirdi. Kavga eden ikili durmayacakmış gibi duruyordu. En sonunda dayanamayan genç adam ikiliyi ayırmak için araya girdiğinde daha ayırmadan nerden geldiğini bilmediği bir yumruk gözünde patlamıştı. İnleyerek geriye çekilen adam farkında olmadan kavgayı da durdurmuştu.
''Hay sizin elinizin ayarını!'' Söylenen adam gözünü tutup en yakın sanadalyeye oturdu. Çınar ve Sergen anında yanında yerini alıken, Caner elini gözünden çekmiyordu.
''Bırak da bakalım!'' Diyen Çınar'ın kızgın sesiydi. Sanırım yumruk atan kendisiydi. Caner onları duymuyor gözüm de gözüm diye bağırıyordu.
''Naz yapıyor!'' Dedi Serkan her zaman ki munzur ifadeyle. Salonda olanlar buna gülerken, diğer üçlü ona öfkeyle bakıyordu. Üç gün önce yengesini böyle perişan bırakmayacaktı. Biraz abisini biraz da Çınar'ı sinir edip onların kavga etmesini sağlamıştı ve bundan pişman değildi. Yine olsa yine yapardı. Ayağa kalkarak önünde ki tabağı ileriye itti.
''Sizinle uğraşamam randevum var.'' Diyip içinden sıyırmıştı. Serkan'ın arkasından söven adamlar önlerine dönüp yaralı adama yoğunlaşmışlardı.
Serkan ise ıslık çalarak cebinden telefonunu çıkarmış yeni arkadaşına mesaj atmıştı. Bir kaç gün önce Alev'le tanışmış ve en az kendisi kadar deli olduğunu fark etmişti. Hal böyle olunca bunu kaçırmamış ve günlerce telefonla iletişime geçmişlerdi. Bugün ilk defa yüz yüze görüşeceklerdi ve Serkan yenge hanımı da yanına alarak Alev'le buluşacakları yere götürecekti. Tabii bunu yengesi bilmiyordu. Bilseydi gelmezdi. Yeni arkadaşı çoktan varış noktasına ulaşmıştı. Şimdi sıra kendisindeydi. Yol üzerinden yengesini alıp devam ettiler yola ama Sena'nın durmak bilmeyen çenesi neredeyse onu vazgeçtirecekti. Bu kadının çenesi ne ara düştüğünü bilmiyordu Serkan yol boyunca hiç susmamıştı çünkü.
''Yenge sen bu aralar çok mu konuşkan oldun sanki ne?'' Serkan onu üzmemek için alttan almaya çalışıyordu ama bu sefer yengesinin gazabına uğradı.
''Sen bana geveze mi diyorsun?!'' Sena alınmış gibi kollarını göğüsünde bağladı ama susmuştu. Serkan başta korksa da onun kesilen sesini duyunca rahat bir nefes almıştı.
''Ben biliyorum ama senin niye böyle yaptığını abin seni tembihledi değil mi? Sena'yı delirt diye! Abin ve sen hatta bütün erkler aynısınız. Sizin gibi nankörler olmaz olsun. Biz sizlere saçımızı süprürge edelim, siz kalkın bize demediğinizi bırakmayın.....'' Serkan rahat nefes almakla halt etmişti. Taramalı tüfek gibi saydıran yengesini bir zamandan sonra dinlememişti. Yaklaştıkları mekanı görünce arabayı istop ettirip aceleyle anahtarı yuvasından çıkartıp yengesinin eline tutuşturdu. ''Arabayı sen park et!'' Diyip kaçarcasına inerken mekana doğru koşmuştu. Oysa ki genç kadın lafını daha bitirmemişti. Kafasını camdan sarkıtıp tabanları yağlayan adamaın arkasından bağırdı.
''Daha lafım bitmedi!''
Eğlence mekanına giren genç adam gözlerini hızla etrafta gezdirdiğinde Alev'i bir taburede oturmuş olduğunu gördü. Arkasına baktığında yengesi hala gelmemişti ama canına okuyacağı kesindi. Yanına oturduğunda karşısında olan barmene içeceğini söylemişti.
''Naber Alev!''
''İyidir senden! Sena nerde?'' Yüksek sesle bağırıp sesini duyurmaya çalıştı. Sena'nın gelmesi de elbette Alev'in başının altından çıkmıştı.
''Gelir birazdan!'' Der demez omuzuna geçirilen yumruk ile sarsıldı.
''Ne yaptığını sanıyorsun sen! Beni nasıl bırakırsın bir başıma! Ya başıma bir şey gelseydi!''
Sena kontrolden çıkmış gibi bağırmaya devam ediyor bir yandandan saçmalıyordu farkında olmadan. Gören de onu çocuklarıyla orta da bıraktığını sanırdı. İkili depresyonda olan kadını sadece izliyordu. Acaba yanlarına almasalar mıydı? Aşırı tepki veriyordu çünkü. Üç gündür dışarı çıkmayan kadın kendisini depresyona adamıştı. Ve odasının kapısına da büyük harflerle 'DEPRESYON BÖLGESİ GİRİLMEZ' diye kağıt parçası asmıştı. Alev bunu kendi gözleriyle görmüştü, Serkan ona açık kapının ve depresyon güzelinin fotoğrafını atmıştı. Alev o kağıdı da ister istemez görmüş ve gülmüştü. Bu kadında da var bir şeyler demişti kendi kendine.
''Sen de mi burdasın?'' Öfkeli gözler bu kez Alev'e yönelmişti. Sena çıldırma eşiğine gelmiş gibi ayaklarını yere vurup tepindi. Fark etmiyordu ama etrafında ona dönen bakışlar vardı. Yüksek müziğin cesaretiyle bağırmış neredeyse öfkesini dışarı atmıştı. Bir müddet sonra durmuş ve dağılan saçlarını düzelterek boş taburelerden birine oturmuştu.
''Serkan bu kız benden daha deli!'' Diyerek homurdanmıştı.
''Depresyon inasana neler yaptırıyor, öndecen böyle değildi.''
''Sena iyi misin?'' Alev'in sorduğu soruya gülümseyerek cevap veren kadın sonrasından gülmüştü. ''Hiç bu kadar iyi olmamıştım.''
''Beni tahtımdan edecek!'' Alev homurdanmaya başladığında Serkan bu iki kızın hızına yetişemiyordu.
''Ne tahtı Alev?'' Safça soran adama ikisi aynı anda cevap verdi. ''Ne tahtı olacak delilik tahtı!' İki kadın delicesine birbirine bakarken Serkan yutkundu. Gelmese miydi hiç?
''Senin eline su dökemeyiz şekerim.'' Sena kinayeyle konuştuğunda Alev gülmüştü.
''Ha şunu bileydin Sena!''
Serkan onların atışlarını izlemeyecek kadar enerjikti. Yengesi depresyondan çıkar diye onu evden zorla getirmiş, Alev de yalnızlığını unutsun diye onu da ayrı çıkarmıştı evden. Üstüne vazife olan şeyi yapmıştı ne de olsa gerisine karışmadı genç adam. Tek temennisi yengesi Alev'i depresyona sokmamasıydı. Alev de az meyilli değildi bu duruma. Onları kendi haline bırakan adam av peşine düşmüştü. Şimdiden kanı kaynamıştı.

''Bu Serkan da hep böyle yapıyor! Beni getirip bırakıyor sonra da başını derde sokuyor. Umarım yine başı belaya girmez. Uğraşamayacak kadar yorgunum.'' Sena her ne kadar da karşısında ki kadını yok saysa da onunla konuşmadan da edemiyordu. Hala içinde ona karşı içinde küçük de olsa bir duygunun olması iyiye işaret değildi.
''Ee depresyon güzeli görüşmeyeli ne haldesin?'' Sena ağzında ki iğrenç tadı gidermek için yutkundu bir kaç kez. Yüzü buruşuk ve huysuzdu.
''Sevilmemek ne kadar zor değil mi Alev? Bunu en iyi anlayan sensin sanırım, bir de ben!''
Alev burukça gülümsedi. Arkadaşı sanırım kendisine gelememişti daha. Sorusu hava da asılı kalınca önüne döndü. Saç tutamlarını parmağına dolayıp oynamaya başladı. Her ikisini sessizlik kuşattığında Alev hep içinde tuttuğu şeyleri söylemeye karar verdi. Kendisinden bir şeyler anlatmak onu öldürmezdi ama anlatmamak süründürürdü.
''Bir arkadaşım vardı. Gerçekte beni tanıyan, kim olduğumu bilen en çok beni seven. Artık yok Sena. İstesem de gidemiyorum. Uzun yıllardır uyuyor. ''
Sena şaşkınlıkla kendisine döndüğünde ona bakmayan kadının dudaklarında gülümseme vardı. Loş ışığın altında gördüğü kadarıyla gözleri dolu doluydu. Bir an kendisine dönünce gülümsüyordu kırıkça. ''Belki de biliyorum canım arakadaşım sevilmenin nasıl bir şey olduğunu.'' Canım arkadaşım derken altını kırmızı kalemle çizer gibiydi. Sena sormak istese de dudaklarını aralayamıyordu. İçinden gelmiyordu bir şeyler konuşmak. Üç gün önce de kalmıştı bedeni. Aklı almıyordu daha gördüklerini. Kocası başka bir kadının yanında gülüyor ve ona içten bakıyordu. Nasıl unutsun onun sevdiği kadının yanında oluşunu. Nasıl içinden atsın onun sevgisini. Bu kalp nasıl unutsun sevdiği adamı. Boğazında oluşan yumruğu nasıl söksün oradan. Gözleri maziye dalar gibi oldu ama kendine gelip kafasını iki yana salladı.

1 saaat sonra
''Sena lütfen biraz önce Serkan hakkında söylediklerin doğru değil de!''
Alev'in söyledikleriye ona döndü ve bakışlarını takip ettiğinde Serkan'ın endişeli yüzüyle kendilerine koştuğunu gördü. Bu koşus, bu endişe , bu bakış ve yüz ifadesi kendisini belaya soktuğunu gösteriyordu. Kaşları çatılan Sena yanında olan kadını döndü.
''Korkarım ki doğru dediklerim ve evet Serkan başına niye bela almış. Mıknatıs gibi çocuk her belayı kendisine çekiyor. Rabbim nedir bu çocuktan çektiğim!'' Sena isyankar sesiyle konuştuğunda kalabalığı yaran adam nefes nefese yanlarına gelmiş ve sakinlikle oturan iki kadına baktı. ''Ne oturuyorsunuz daha hadi kalkın kaçmamız gerek! Peşimde adamlar var!''
Hareket etmeyen ikili önce birbirlerine sonra ise telaşlı adama baktı. Biz biliyorduk bakışıydı bu. ''Ne yaptığını söylemeden şurdan şuraya gitmem.'' Diyen Alev'le çıldıracaktı neredeyse. Ellerini saçlarından geçirdiğinde ondan cevap bekleyen yengesini de gördüğünde dişlerini sıktı. ''Mekan sahibinin metresiyle flörtleşmişim yanlışlıkla!'' Bağıran adama ikisi de tepkisiz kaldı önce, sonra ilk tepkisi yengesinden geldi. ''Yanlışlıkla!''
''Madem başın belaya girdi. Bizi niye peşinden sürüklüyorsun? Kaçıp gitsene be adam!'' Alev de tepkisini ortaya koyduğunda yerinde duramayan adam arkasını döndüğünde ona doğru gelen iki adamı da görmüştü. Alev ve Sena da görmüş, sırıtarak adama bakmıştı. Kesinlikle onlar çok iyi arkadaşlardı. Göz göze gelen ikili aynı anda konuşup önüne dönmüşlerdi.
''Seni tanımıyoruz!''
*********
Ellerimiz ve ayaklarımız bağlı bir şekilde sandalye de oturmuş, ortamızda oturan Serkan'a kötü kötü bakıyoruk. Adamlar yanımıza kadar gelmiş ve Serkan'ı götürecekken bu adi adam bizi de yanında yakmış ve böylece bizde nasibimizi almıştık. Kesinlikle kurtulduğumuzda ilk işimiz bu adamı dövmekti. ''Ne bakıyorsunuz öyle hanımlar! Beni bırakınca iyiydi oh olsun size!''
''Sena söyle şuna çenesini kapalı tutsun yoksa çok pis küfür edeceğim bu adama.''
''Vay demek bu adam olduk Alev, yazdım bunu bir kenara.''
''Alev sen de söyle bu adama onun artık bir yengesi yok.''
''Seni de yazdım kenara! Hem ben sizi duyuyorum ne bu tentene.''
''Tentene?''
''Öyle değil miyidi o laf?''
''Öyleydi Serkan!''
Sena'yla verdiğimiz tepki kenidisini geriye çekmesine sebep olmuştu. Kaç saattir bu rahatsız sanadalyelerde oturuyorduk. Öyle uzun süredir burda oturuyorduk ki her defasında bizi peşinde sürükleyen adama laf atıyorduk. Her canımız sıkıldığında susmuyor ve iğneleyici zehrimizi bu adama sunuyorduk. Üçümüzde öfkeliydik. Sena kendi kendine şarkı mırıldanıyor arada, bende ona eşlik ediyordum. Serkan ise bu iğrenç sesimizi dinleyip cezasını çekiyordu.
Çınar ve diğerleri acaba nerede olduğumuzu biliyorlar mıydı? Gerçi bilseler ne olacak eğlence merkezin de elimiz kolumuz bağlandığını öğrenecek değillerdi ya! Hangi eğlence merkezi sabaha kadar sürerdi ki! Zaten sandalyeler de konforsuzdu! Açtık ve uykumuz vardı. Şahsen ben öyleydim yani. Serkan'dan duyulan horlama sesleri beni düşüncelerimden ayırmıştı. Kafası öne düşmüş harbi uyumuştu bu çocuk. Siyah güneş gözlükleri kafasından aşağıya düşüp de kenarları kırıldığında sese bile uyanmamıştı. Bu kadar sıkıcılığın ortasında benim de uykum gelirdi. Nerde bu aksiyon, bu tutku?
''Ocağım söndü, nasıl beladır bırakıp gitti bu ne devrandır,dünya gözümde ker beladır Allah'ından bulasın...''
Sena aklına geldikçe depresyona giriyor her iki dakika da bir hüzünlü şarkı mırıldanıyordu. Yine ve yeniden gözlerimi devirdim. Bu kız kafasında ne yaşıyordu emin değildim. Olduğumuz ortamı unutmuş ve kendi kendimize moral verir olmuştuk. İçimiz yanıyordu tamam ama bu kadar da belli etmezsin be Sena.
''Sena senin hiç ocağın yanmadı ki sönsün.'' Artık kendisine gelmesi gerekiyordu. Kocası sevmiyor olabilirdi ama kendi hayatına da bakması gerekiyordu. Bir insanın dur noktası olması gerekirdi ne de olsa.
''Hiç yanmadı değil mi Alev? Neyse şimdilik yanmasın sonra yangınla falan mücadele edemem ben.'' Ofladım. Al birini vur ötekine. Serkan ve Sena tencere kapak misaliydi.
''Nasıl çıkacaz burdan? Hayır anlamıyorum bu adamlar hiç mi merak etmez bizi canım. Demezler mi bunca saattir neredeler diye? Yanlışsam sen söyle Sena!'' Ne gelen vardı ne de giden sıkılıyorduk. Sena kendi kendine homurdanıp yüzünü buruşturdu.
''O, Sergen var ya o Sergen benim için kılını kıpırdatmaz. Hatta benden kurtuldu diye sevinir.''
Çıldırmak üzereydim. Her ikisi de çocuk gibilerdi. Konuşmak için dudaklarımı araladığımda açılan kapı yüzünden sessiz kaldım. Orta yaşlarda kır saçlı bir adam elinde tuttuğu sandalyeyi karşımıza getirip oturdu. Arkasından gelen adam ellerini arkasında bağlayıp çaprazımızda durup gözlerini üzerimize dikti. Pala bıyıklı bir adamdı. Bu demode erkekler hala var mıydı? Kır saçlı adam bizi şöyle süzüp ortamızda horlayan adamın üzerinde bakışları durdu.
''Uyandır şunu!'' Dedi sinirle. Pala bıyıklı adam yumruk yaptığı elini Serkan'nın yüzüne geçirdi. Sena ile aynı anda yüzümüzü buruşturduk. Adamın uyandırma yöntemi gerçektende ilginçti. Çığlık atan Sergen karşımızda oturan adamı gördüğünde kız gibi bağırmayı bırakıp yutkundu.
''Abi bilmiyordum ben senin manitan olduğunu! Bilsem yapmazdım.'' Can havliyle konuşan adamı izliyorduk hepimiz. Telaşlı yüzü beni güldürmüştü. Sessiz kalan adam sanırım yapacağı işkenceleri düşünüyordu, bu kadar sessiz kalması hayra alamet değildi. ''Hadi sen neyse bu iki kadın ne alaka Cemil?''
''Evet haklı adam biz ne alaka Cemil?'' Sena da korkudan saçmalamaya başladığında usulca güldüm. Sena'nın yüz ifadesi çok komikti. Bütün gözler bana döndüğünde bile gülüyordum.
''Abi sen onun kusuruna bakma o delidir biraz!'' Serkan ve Sena çatık kaşlarla bakıyordu ama alırmadım gülmeye devam ettim. ''Sinirlerim bozuldu çok pardon. Cemil patronun sana soru sordu cevap versene!'' Kesinlikle saçmalayan bendim bu defa. Korku dilime vurmamıştı ne münasebet.
''Patron şu şahıs -parmağı ortada ki adamı göseriyordu- bu iki kadının arkadaşıymış. Eğer onları da almazsam başımıza bela olurlarmış, öyle kedi kendileri. Sen de sıkıntı olmasın diyen adamsın. Göze alamadım ve onları da aldım.'' Evet gerçekten de öyle olmuştu.
''Serkan inanmıyorum sana ben senin yengenim, yengen!'' Sena'nın çocuk gibi tavır takınması yaşadığı depresyona veriyordum başka açıklması olamazdı. Şimdilik en aralarında ki akıllı bendim konuyu ele almam gerekiyor. Yenge kardeş kendi aralarında fısır fısır konuşa dursun kır saçlı adama döndüm. Tepkisizce bizi izliyordu.
''Beyfendi lütfen kusura bakmayın sanırım yanlış bir anlaşma olmuş rica etsem bizi bırakır mısınız?'' Gülümseyerek baktım ona. Katarakla çevrili gözlerini benim üzerime dikti ve geldiğinden beri ilk defa bana tam anlamıyla baktı. Uzun uzun incelemesinin ardından tebessüm etti. Önce kibarlık sonra çirkeflik! Kibarlık çözmezse konuyu mecbur çirkefleşeceğim. Şirin görüntüm de çirkin bir hal alacağını adım gibi biliyordum. Umarım kibarlıktan anlayan bir adamdı yoksa işimiz yaştı.
''Kalıp sizinle sohbet etmek isterdim ama işim var. Özellikle seninle zeytin gözlü kadın!''
Ne diyordu yahu adam! Sevgilisi olduğu halde umarım bana yürümüyordu. Bakışı hiç bakış değildi. Sena ve Serkan korkudan ses çıkarmazken yerimize sindik. Korkmuyorduk, aması vardı işte. ''Cemil neden onları hala bırakmadığını açıkla bakalım''
''Patron Çınar Bey onları biraz misafir etmemizi istedi bir süre. Akılları başlarına gelmesi için.'' Hepimiz Cemil'e bakıp bağırdık. ''Ne?!'' Cemil yapmıştı yapacağını pala adam. Korkudan bir taraflarımız titriyordu. Ben de diyorum bu Çınar havalı şekilde nasıl ortama giriş yapmadı diye. Meğerse haberi varmış. Yüzümüz düştü. Bizim değil Serkan'nın ders alması gerekiyordu. Cemil ellerimizi bırakıp bizi yalnız bırakmıştı. Patronları da son kez bize bakmış ve gitmişti. Uyuşan bedenlerimizle ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdük ve andı anda attığımız adımla kapıya sıkışmıştık. Sena'yla aynı anda Serkan'nın ensesini tutup öne doğru ittik. Yere düşen adamı umursamadan yürüdük. Homurdanarak arkamızdan gelen adam yüzünden ter damlaları döktük kaç saattir ve üşüyorduk. Açlığımı hesaba katmıyordum bile. Boşalan mekanla uzun süredir depoda kaldığımız bir kez daha yüzümüze vurulmuştu.
Dışarı çıktığımda derin bir nefes aldım. Gün aymıştı. Sabahın ilk saatleriydi sanırım. Soğuk ve sokak lambaları daha yanıyordu. Montumun fermuarını yukarı çekerken arabaya giden ikiliyi gördüm. Onlara arkamı dönerken taksi bulabileceğim bir yer aradım. Gideceğim adres belliydi. Metin! Ve bir adet çıldıran Çınar.

 

..... 

Oy ve yorum yapmayı unutmayın...

Bölüm : 02.12.2024 17:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...