Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm, Uyanışın İzleri

@aylindeyiz

 






Deniz dalgalarının sesi bana bir şey anlatıyordu.

Artık gitmenin vakti gelmişti.

Bitti.

Ölüm beni aldığında bunu biliyordum.

Gün geldiğinde yeniden dönecektim.

Asıl son, ben geldiğimde başlayacaktı.

Kanım döküldüğünde bunu herkes öğrenmişti.

Ben geri dönecektim.

Yeniden kan dökmeye,

Yeniden aramak için,

Hep onu bulmak için,

Geri dönecektim.

Bunu hiçbir zaman unutmazlardı.

Zamansal döngünün tesir ettiği yaşamımda bir kez daha gerçek bir duvar gibi suratıma çarpmıştı. Yaşadığım tek gerçek an, o an bulunduğum zamandı. Geçmişi veya geleceği olmadan, ileriye mi ya da geriye mi doğru gittiğini idrak edemeden, sadece var olan anın içindeydi her şey. Herhangi bir şeye bitti demek doğru muydu? Ya yeniden başlangıcın bir alametiyse?

Yaşadığım hayat ya benim zihnimde yarattığım bir illüzyonsa? Kendimi kaybettiğim yerde, bulmaya çalışıyor fakat arayışın boş bir çaba içinde son bulmasını çaresiz bir şekilde izliyor muydum yoksa?

Neydi mücadelem? Kiminleydi? Kazananı kimdi, kaybedeni kim olacaktı?

Kapıda içeriye girdiğim andan konferans bitene kadar gözlerimi Michlaud'tan ayıramamıştım. Sanırım onu tanıdığım ilk günden beri ilk defa bu kadar uzun uzun onu inceliyordum. Kimdi bu adam? Neden ve nereden girmişti hayatıma? Bana bir şeyleri anlatmaya çalışıyordu fakat o ne kadar fazla tanıyordu kendini?

Elimi çenemin altına yerleştirdim. Bir savaş varsa şayet bu ilk olarak benim kendimle olan savaşımdı. Önce kabullenmekle başlamalıydım.
Kendimi ve olacak olanları kabul etmeliydim. Biliyordum, hissediyordum. Bir şey, beni çeken bir şeyler vardı ama hiçbir zaman ne olduğunu bilememiş ya da hiçbir zaman o şeyi aramamıştım. Artık nereye veya neye ait olduğuma dair tüm sorularımı kabul etmiştim. Diğer tarafıma olan isyanım sona eriyordu. Bu beni özgürleştirmişti.

Bilmek ve kabul etmek beni zihnime vurulan zincirlerden kurtarmıştı. Bir ışık, çok güçlü bir ışık bedenimi adeta bilinmez ama bir o kadar da huzurlu bir boşlukta uçmasına sebep oluyordu.

Michlaud konferans öncesinde gerçekleşen son toplantıda her zamanki halinden çok daha iyi görünüyordu. Oldukça heyecanlı ya da dinamik bir şekilde anlatılanların üzerinden seri bir şekilde geçmiş ve toplantıyı erken bitirmişti. Salonun tamamen boş olup onun yanına gitmeyi beklerken, etrafındaki insanlar bir türlü onun yanından ayrılmamıştı. Ne kadar beklesem de en sonunda yanındaki stajyer ve asistanlarla beraber salondan çıkmıştı.

Salonun kapısından geçerken bana kısa bir bakış atmıştı. Bakışı boşluktan ibaretti. Bir şekilde benim ona olan tepkimi bekliyor ve ona göre hareket etmeyi planlıyor gibiydi.

Toplantı sonrası odama geçip sıkıntılı halimi dışa vururmuşçasına bir nefes verdim. ''Ne oldu, yakalayamadın mı?'' John'un sesi de en az benim içinde bulunduğum durum kadar korku dolu çıkmıştı. Kafamı hayır anlamında salladım. John elindeki notları alıp hızlıca yanıma gelirken, ''Bu arada sen yokken hızlı bir araştırma yaptım. Aztek İmparatorluğunda insan kurbanları yapılırken, bu bir çeşit,'' Konuşmasına devam etmek için onu beklerken suskunluğunu merak edip kafamı ona doğru çevirdim. ''Seks ayini tarzı bir şekilde de yapılıyormuş.'' Gözlüklerini tekrar yukarıya doğru kaldırıp yanıma bir sandalye çekti.

'' Quetzalcoatl adlı tanrılarına adeta adanmış bit toplum gibi görünüyor. Azteklerin bir kısmı kral Montezuma'nın emrinin dışında bu ayinleri düzenli olarak yaptıklarını düşünüyorum. ''
Eliyle kağıtlara düzensizce yazdığı notları okuyarak bir yandan da açıklama yapıyordu. ''Tanrı Quetzalcoatl için yapılan bazı yasaklı ayinlerinde var olduğu biliniyor. Bu ayinler bir topluluk tarafından gizlice yapılırmış. Bu topluluk içinde kimi zaman vahşet, kimi zaman seks kimi zaman da sadece gıda ile kutsal saydıkları tanrıya saygılarını gösterirlermiş.''

Dikkatlice gösterdiği notları incelemeye başladım. ''Bir çeşit tarikat gibi toplumdan ayrı ritüeller yapıyorlardı o zaman? Belki defterin geçmişte ki sahibinin de bu tarikat ile bağlantısı olabilir. Ne düşünüyorsun?'', diye sordum.

Gözleri notlarından ayırmadı, ''Aynı şekilde düşünüyorum. Defterin şimdiye kadar incelediğimiz her bölümünde bir ayin resmedilmiş. Bir kadın figürü var ve beden değişimi ile alakalı olduğunu düşündüğüm bir sembol.''

''Riwar hakkında bir bilgiye rastladın mı peki?'', diye sordum. ''Hayır.'', dedi net bir şekilde. ''Hiçbir kaynakta görünmüyor. Defterde geçen bu ismin tarih sahnesinde bir yeri yok ancak bir kadının kalbinde büyük bir yeri olmalı.''

Düşünceli bir şekilde John'un anlattıklarını dinliyordum. Söz konusu deri defterin kapağını açtığımız günden beri yaşananların önü arkası kesilmiyordu. ''Başka ipuçları olmalı. Bugün akşam daha detaylı inceleyelim,'',dedim.

''Olur. Konuşuruz.'', dedi ciddi bir ifade ile. ''Ocean,'' dedi. Sessizlik içinde bekleyişinin ardından merak edip yüzüne baktım. ''Bu yolda benimle olduğun için teşekkür ederim.'', dedi.

Gülümseyerek yüzüne baktım. ''Aklını mı kaçırdın John? Neden böyle konuşuyorsun? Alt tarafı gizlice bir defter inceliyoruz.'' John'da benimle birlikte gülümsedi. Ortamı yumuşatmaya çalıştım fakat John'un yüzü yine aynı ciddi halini almaya başlamıştı.

John'un bu yüz ifadesinin karşısında istemsizce ben de gerilmiştim. Onu bu şekilde çok nadir görürdüm. ''Sonuçta benimle birlikte riske giriyorsun. Merak etme eğer ilerde istemediğimiz durumlar olsa bile seni koruyan ilk kişi ben olacağım.'' Meraklı gözlerle ona bakmaya devam ederken aklımın takıldığı tek bir şey vardı. İstemediğimiz durumlardan kastettiği ne olabilirdi diye düşünüyordum. ''İstemediğimiz durumlar ile karşılaşırsak bunu birlikte çözeriz. Söz veriyorum.'', dedim.

Cevap verecek gibi oldu ancak sonra vazgeçip susmayı tercih etti. Sadece bakıyor ve düşünüyordu. John'da anlam veremediğim bir şey vardı şu an ve bir şekilde bana rahatsızlık vermişti.

Bu duygu duruma çok takılmak istemiyordum. Ortamın havasını bozmak için aniden ayağa kalktım. Parmaklarımı saçlarımın arasına daldırarak kendime sıcak ve sert bir kahve yapmak için ofisin köşesinde mini kahve masasına doğru ilerledim.





''Michlaud ile dün gece neredeyse yakınlaşıyorduk John,'' Arkam dönüktü fakat şu an dikkatle beni dinlediğini biliyordum. ''Oldukça ileriye gitme ihtimalimiz yüksekti. Hatta ikimizde delicesine arzu doluyduk. '' Kahveyi doldururken bir yandan da anlattığım geceyi tekrar yaşıyor gibi hissetmiştim.

''İnan, ona karşı olan garip hislerimin nedense anlamsız olmadığını düşünüyorum. '' John için de yeni bir bardak alıp ona da kahve doldurdum. Eminim şu an onun da benim gibi sert bir kahveye ihtiyacı olacaktı.

''Biliyorum şu an kaçık birisi olduğumu düşünüyorsun ama bütün bunların birbiriyle bir bağlantısı olduğunu artık biliyorum. Michlaud benim karşıma tesadüfen çıkmadı.''

Bardakları kulplarından dikkatlice tutup nihayet arkamı döndüğümde John'un kollarını göğsünün üzerinde birleştirmiş bana doğru baktığını gördüm.

''Bazı şeyler çok çağdışı gelse de hislerim ve rüyalarım sanki bana başka mesajlar veriyor. ''Uzun bir iç çektim. ''Bilmiyorum John, '' Kahveleri masaya dikkatlice koyup oturdum. ''Sanki yaşam sandığım gibi tekdüze bir yoldan ibaret değil.''

Kahvesini soğutmadan içmeyi sevdiği için hızlıca bir yudum aldı. ''Ne demek istiyorsun?'' Söylediğim şeyler dikkatini çekmişti. ''Bilmiyorum,'', diyebildim. Ne söyleyeceğime veya nasıl söyleyeceğime dair herhangi bir fikrim yoktu.

''Zihnimde duyduğum ve gördüğüm her şeyi bana adeta aynı zihni paylaşıyormuşuz gibi söyledi.'' Geri döndüğümde... Hafızama yer etmiş o boğuk sesi yeniden duyuyor gibiydim. Seni de yanıma alacağım...

''Ocean, '' Dirseklerini dizlerinin üzerine koyarak öne doğru eğildi. ''Hiç geçmişine veya kökenlerine dair bir araştırma yaptın mı? '', diye sordu.

Açıkçası böyle bir şey yapma ihtiyacı hissetmemiştim. Kendim dışında görünmeyeni görmek en büyük gayem olmuştu. Şimdiye kadar yıllar boyunca geçmişte yaşayan insanların veya onların ortaya çıkardığı eserleri inceleyerek bir işaret arayışındaydım. Hiçbir zaman kendime dair gizemli bir geçmişin izlerini sürmemiştim. Henüz bebekken evlatlık verilmeme karşın, nereden geldiğimi ve kimin tarafından verildiğimi bilmiyordum. Kafamı olumsuz anlamda salladım.

''Bence işe ilk buradan başlamalıyız. Ailenle görüşmelisin. New Orleans'a gitmeli veya onları aramalısın. Sana anlatacakları bir hikaye mutlaka olmalı.''

Bu işe elbette ki benim geçmişimden başlamak en doğru karardı. Aileme yıllar boyunca sorma gereği bile hissetmediğim kökenim hakkında bir süre onlara rahatsızlık verecektim. Mutlaka onlarında kafalarında, ''Neden şimdi?'' soruları olacaktı. Ancak hiçbir boş halka bırakmadan bu zinciri en detayına kadar tamamlamalıydım.

Ancak New Orleans'a gidemezdim. Michlaud hala buralardayken ve gitme ihtimali varken onu kaybedemezdim. Gözümün önünde dolaşan bir sır perdesi vardı. Aydınlatması gereken ilk kişi Michlaud'tu.

''Haklısın. Onları en kısa zamanda arayacağım.'' Kahvemin son yudumunu da kafaya dikip hızlıca sandalyemden kalktım. ''Önce konuşmam gereken başka bir kişi var.''

Hızlıca ofisimden çıkarken daha önce hiç olmadığım kadar kararlı ve kendimden emindim. İçimde arayışıma denk bir cesaret vardı. Büyük bir cesaret...

Bir şeyleri anlamlandırma ve onlara gerçeklik kazandırma peşinde sürükleniyordum.

Mantığıma katiyen ters düşen fakat ruhuma ebediyen tanıdık gelen duyguların peşindeydim. Anlamsız, sonuçsuz ve boş bir çabaydı belki... Ancak ilk defa belirsizlik bu kadar fazla gerçek hissettiriyordu.

Siyah ceketimi üzerime geçirip toplantı salonuna doğru ilerledim. Kapıdan içeriye doğru çekinerek baktığımda ise kimseyi görememiştim. Koridor boyunca birçok insan müze içinde yer alan eserlere ve çözümlemelere bakıyordu. Birçoğu asla bilmediği işaretleri adeta o dönemi görmüş gibi anlatıyordu. O insanların yanından geçerken gülümsedim.

''Oce!'' Tanıdık gelen sese doğru baktığımda Marianne bana doğru koşuyordu. Elindeki dosyaları düşürmemeye çalışırken bir yandan da koridorda çarpmamak için özen gösterdiği insanlardan özür diliyordu. ''Oce, Mr. Michlaud'u gördün mü?'' diye sordu.

Ben dahil herkesin aradığı kişi olmak Michlaud için tanıdık gelen bir his olsa gerekti. ''Hayır,'' Marianne sıkıntı ile gözlerini devirince, ''Aslında ben de onu arıyordum Marianne, onu gördüğünde bana da haber verir misin?''

Marianne meraklı gözlerini üzerime dikmeye başladı. ''Sen neden arıyorsun?'' diye sordu. Neden aradığımı bir bilse beni ihbar edeceğini bildiğim Marianne'e karşı yapmayı en çok sevdiğim şeyi yaptım. Birileri ile konuşmak istemediğim veya konuşmayı bitirmek istediğim zaman yapmayı en sevdiğim şey onun dikkatini dağıtmaktı.

''Ah, Marianne unutmadan, bugün çok güzel görünüyorsun.'' Gözlerinin içi parlamaya başlayan Marianne'i gördükten sonra arkamı dönüp yürümeye başladım. Arkamdan, ''Teşekkürler Oce! Sen de öyle!'' Elimi havaya kaldırıp cevap vermekle yetinmiştim. Daha önemli olan işimi halletmem gerekiyordu.

Uzun koridorlar boyunca yürürken Michlaud'un asistanlarından veya çevresinde gördüğüm stajyerlerinden birini gözlerim arıyordu.

Michlaud'un genelde ortak salonda asistanları ile beraber oturduğunu görüyordum. Yönümü değiştirip ortak salona doğru yürümeye başlarken içimde daha önce hiç hissetmediğim bir his vardı. Gerçek olan, sahtelikten uzak bir histi. İlk defa bu kadar kendim, ilk defa bu kadar benliğimin sınırlarını zorluyordum. Olmam gereken kişiyi kaybetmişim veya daha önce hiç keşfetmemiş gibiydim.

Gerçek olan sadece buydu. Bendim.

Ortak salona doğru giderken merdivenlerden neredeyse koşarcasına iniyordum. Etrafta gezinen insan kalabalığını neredeyse görmüyor gibiydim. Bir çeşit fısıltı gibi gelen gürültü sadece beynimin içinde gezinen düşünceleri kapsıyordu.

Ortak salonun kapısının önü kalabalıktı. Michlaud muhtemelen oralarda bir yerlerdeydi. Parmaklarımın üzerinden havaya kalkıp insan kalabalığının arkasından o tanıdık simayı aramaya başladım. Hiçbir yerde onu göremiyordum.

İçimde büyüyen o his bir öfkeye dönüşmeden evvel omuzuma dokunan bir el ile irkilmiştim. Bu kalabalığa rağmen o dokunuş beni ürkütmüştü. Arkamı hızlı bir şekilde döndüğüm zaman ise o simsiyah gözleri görmüştüm. ''Sanırım beni arıyorsun.'' Onu saatler önce görmeme rağmen adeta ilk defa görüyormuş hissine kapılmıştım. Ve gariptir ki, ne zaman görsem aynı duyguyu hissediyordum.

''Evet.'' Elini omuzumdan çekti. Gözleri ile arkamda duran kalabalığa bakarken ellerini kumaş pantolonunun cebine yerleştirdi.

''Konuşmamız gerek.'' Elbette bunu o da biliyordu. Kaçınılmaz bir şekilde bu sonu ertelemek ikimizin de zararına olacaktı.

Yüzüme bile bakmadan alt dudağını ısırıp etrafına bakmaya devam etti. ''Bunun farkındayım.''

İçimden gözlerimidevirme istediği geliyordu fakat ifadesiz suratımı sergileme konusunda büyükbir çaba gösteriyordum. ''Konferansa sayılı günler kaldı. Bir araya gelmeli ve üzerimizdegezinen belirsizliğe cevaplar aramalıyız.'', dedim.

Nihayet yüzüme bakmaya başlamıştı. ''Ben hazırım Ocean. Her zaman hazırdım. Bende bilmek istiyorum. Neden bir şekildesana çekildiğimi bilmek istiyorum. Seni zihnimde yaşattığım bir hayal olarakdüşünürken canlı bir şekilde karşımda gördüğüm an bir daha hiçbir şeyin eskisigibi olmayacağını biliyordum.'', dedi.

Yüzüne bakmakla yetindim. ''Sadece senin de hazır olmanı ve bir şekilde bu yeniduruma, karşılaşacaklarımıza kendini hazırlamanı istiyorum. Ben de neler bizibekliyor bilmiyorum ancak bildiğim tek bir şey var, o da insan inanmadığındabile hayat acımasızca kaderini önüne serecek bir sebep yaratıyor.'', dedi.

Elini omuzuma koydu. Teması bedenimi uyuşturmuştu. Sadece yüzüne bakıyordum vekarşımda duran bu adamla beni bekleyen şeyi, bizi karşılaştıran şeyi anlamlandırmayaçalışıyordum. ''Bildiğim başka bir şey daha var, '' Gözlerini kıstı, '' Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak ve bizim bunu birlikte aşmamız gerek. '' Eliniomuzumdan çekti ve kumaş pantolonunun içine koydu. ''Başka hiçbir şey, kaderin bizikarşılaştırmanın bir sebebi olduğu gerçeğini değiştiremez. ''

Bakışlarımı ondan çekerek düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. ''Farkında olmambiraz zaman alsa da benim de anlamlandıramadığım şeyler oluyor hayatımda,''Gözleri sanki bir hazine bulmuş gibi parlamaya başladı. Bende bu itirafı sabırsızlıklabekliyor gibiydi.

''Tüm bu olanları birleştirip aynı yolda yürümemiz gerek. Artık zor olsa da bende parçası olduğum bu şeyin bu dünyaya ait olmayan bir şey olduğu gerçeğinikabullendim.'', diyebildim.

''Biliyordum Ocean. Sadece senin önce kendini keşfetmeni bekledim. Bu anın hepgeleceğini seni ilk gördüğüm günden beri biliyordum.'', dedi.

Elini usulca uzatarak elimi tutmaya çalıştı. Elimi çekmek istemedim. Tenininvarlığı ruhumdaki daha önce kayıp bir parçayı tamamlıyordu sanki. Huzursuzluğuniçinde ki güven hissi gibi hem iyi hem kötü bir düaliteyi andırıyordu. Elimi tutarakkulağıma doğru eğildi. Fısıltıyla, ''Zaman çarkı artık bizim için dönecekOcean.'' Geri çekildi ve yüzüme bakmaya başladı. ''Biz bu çarkın içindeyönetilen değil, yöneten olmalıyız.'', dedi.

 

 

Loading...
0%