@aylindeyiz
|
Artık gitmenin vakti gelmişti. Bitti. Ölüm beni aldığında bunu biliyordum. Gün geldiğinde yeniden dönecektim. Asıl son, ben geldiğimde başlayacaktı. Kanım döküldüğünde bunu herkes öğrenmişti. Ben geri dönecektim. Yeniden kan dökmeye, Yeniden aramak için, Hep onu bulmak için, Geri dönecektim. Bunu hiçbir zaman unutmazlardı. Zamansal döngünün tesir ettiği yaşamımda bir kez daha gerçek bir duvar gibi suratıma çarpmıştı. Yaşadığım tek gerçek an, o an bulunduğum zamandı. Geçmişi veya geleceği olmadan, ileriye mi ya da geriye mi doğru gittiğini idrak edemeden, sadece var olan anın içindeydi her şey. Herhangi bir şeye bitti demek doğru muydu? Ya yeniden başlangıcın bir alametiyse? Yaşadığım hayat ya benim zihnimde yarattığım bir illüzyonsa? Kendimi kaybettiğim yerde, bulmaya çalışıyor fakat arayışın boş bir çaba içinde son bulmasını çaresiz bir şekilde izliyor muydum yoksa? Michlaud konferans öncesinde gerçekleşen son toplantıda her zamanki halinden çok daha iyi görünüyordu. Oldukça heyecanlı ya da dinamik bir şekilde anlatılanların üzerinden seri bir şekilde geçmiş ve toplantıyı erken bitirmişti. Salonun tamamen boş olup onun yanına gitmeyi beklerken, etrafındaki insanlar bir türlü onun yanından ayrılmamıştı. Ne kadar beklesem de en sonunda yanındaki stajyer ve asistanlarla beraber salondan çıkmıştı. Salonun kapısından geçerken bana kısa bir bakış atmıştı. Bakışı boşluktan ibaretti. Bir şekilde benim ona olan tepkimi bekliyor ve ona göre hareket etmeyi planlıyor gibiydi. Toplantı sonrası odama geçip sıkıntılı halimi dışa vururmuşçasına bir nefes verdim. ''Ne oldu, yakalayamadın mı?'' John'un sesi de en az benim içinde bulunduğum durum kadar korku dolu çıkmıştı. Kafamı hayır anlamında salladım. John elindeki notları alıp hızlıca yanıma gelirken, ''Bu arada sen yokken hızlı bir araştırma yaptım. Aztek İmparatorluğunda insan kurbanları yapılırken, bu bir çeşit,'' Konuşmasına devam etmek için onu beklerken suskunluğunu merak edip kafamı ona doğru çevirdim. ''Seks ayini tarzı bir şekilde de yapılıyormuş.'' Gözlüklerini tekrar yukarıya doğru kaldırıp yanıma bir sandalye çekti. '' Quetzalcoatl adlı tanrılarına adeta adanmış bit toplum gibi görünüyor. Azteklerin bir kısmı kral Montezuma'nın emrinin dışında bu ayinleri düzenli olarak yaptıklarını düşünüyorum. '' ''İnan, ona karşı olan garip hislerimin nedense anlamsız olmadığını düşünüyorum. '' John için de yeni bir bardak alıp ona da kahve doldurdum. Eminim şu an onun da benim gibi sert bir kahveye ihtiyacı olacaktı. ''Biliyorum şu an kaçık birisi olduğumu düşünüyorsun ama bütün bunların birbiriyle bir bağlantısı olduğunu artık biliyorum. Michlaud benim karşıma tesadüfen çıkmadı.'' ''Bazı şeyler çok çağdışı gelse de hislerim ve rüyalarım sanki bana başka mesajlar veriyor. ''Uzun bir iç çektim. ''Bilmiyorum John, '' Kahveleri masaya dikkatlice koyup oturdum. ''Sanki yaşam sandığım gibi tekdüze bir yoldan ibaret değil.'' Kahvesini soğutmadan içmeyi sevdiği için hızlıca bir yudum aldı. ''Ne demek istiyorsun?'' Söylediğim şeyler dikkatini çekmişti. ''Bilmiyorum,'', diyebildim. Ne söyleyeceğime veya nasıl söyleyeceğime dair herhangi bir fikrim yoktu. ''Zihnimde duyduğum ve gördüğüm her şeyi bana adeta aynı zihni paylaşıyormuşuz gibi söyledi.'' Geri döndüğümde... Hafızama yer etmiş o boğuk sesi yeniden duyuyor gibiydim. Seni de yanıma alacağım... ''Ocean, '' Dirseklerini dizlerinin üzerine koyarak öne doğru eğildi. ''Hiç geçmişine veya kökenlerine dair bir araştırma yaptın mı? '', diye sordu. Açıkçası böyle bir şey yapma ihtiyacı hissetmemiştim. Kendim dışında görünmeyeni görmek en büyük gayem olmuştu. Şimdiye kadar yıllar boyunca geçmişte yaşayan insanların veya onların ortaya çıkardığı eserleri inceleyerek bir işaret arayışındaydım. Hiçbir zaman kendime dair gizemli bir geçmişin izlerini sürmemiştim. Henüz bebekken evlatlık verilmeme karşın, nereden geldiğimi ve kimin tarafından verildiğimi bilmiyordum. Kafamı olumsuz anlamda salladım. ''Bence işe ilk buradan başlamalıyız. Ailenle görüşmelisin. New Orleans'a gitmeli veya onları aramalısın. Sana anlatacakları bir hikaye mutlaka olmalı.'' Bu işe elbette ki benim geçmişimden başlamak en doğru karardı. Aileme yıllar boyunca sorma gereği bile hissetmediğim kökenim hakkında bir süre onlara rahatsızlık verecektim. Mutlaka onlarında kafalarında, ''Neden şimdi?'' soruları olacaktı. Ancak hiçbir boş halka bırakmadan bu zinciri en detayına kadar tamamlamalıydım. ''Haklısın. Onları en kısa zamanda arayacağım.'' Kahvemin son yudumunu da kafaya dikip hızlıca sandalyemden kalktım. ''Önce konuşmam gereken başka bir kişi var.'' Hızlıca ofisimden çıkarken daha önce hiç olmadığım kadar kararlı ve kendimden emindim. İçimde arayışıma denk bir cesaret vardı. Büyük bir cesaret... Bir şeyleri anlamlandırma ve onlara gerçeklik kazandırma peşinde sürükleniyordum. Mantığıma katiyen ters düşen fakat ruhuma ebediyen tanıdık gelen duyguların peşindeydim. Anlamsız, sonuçsuz ve boş bir çabaydı belki... Ancak ilk defa belirsizlik bu kadar fazla gerçek hissettiriyordu. Siyah ceketimi üzerime geçirip toplantı salonuna doğru ilerledim. Kapıdan içeriye doğru çekinerek baktığımda ise kimseyi görememiştim. Koridor boyunca birçok insan müze içinde yer alan eserlere ve çözümlemelere bakıyordu. Birçoğu asla bilmediği işaretleri adeta o dönemi görmüş gibi anlatıyordu. O insanların yanından geçerken gülümsedim. ''Oce!'' Tanıdık gelen sese doğru baktığımda Marianne bana doğru koşuyordu. Elindeki dosyaları düşürmemeye çalışırken bir yandan da koridorda çarpmamak için özen gösterdiği insanlardan özür diliyordu. ''Oce, Mr. Michlaud'u gördün mü?'' diye sordu. Ben dahil herkesin aradığı kişi olmak Michlaud için tanıdık gelen bir his olsa gerekti. ''Hayır,'' Marianne sıkıntı ile gözlerini devirince, ''Aslında ben de onu arıyordum Marianne, onu gördüğünde bana da haber verir misin?'' Marianne meraklı gözlerini üzerime dikmeye başladı. ''Sen neden arıyorsun?'' diye sordu. Neden aradığımı bir bilse beni ihbar edeceğini bildiğim Marianne'e karşı yapmayı en çok sevdiğim şeyi yaptım. Birileri ile konuşmak istemediğim veya konuşmayı bitirmek istediğim zaman yapmayı en sevdiğim şey onun dikkatini dağıtmaktı. ''Ah, Marianne unutmadan, bugün çok güzel görünüyorsun.'' Gözlerinin içi parlamaya başlayan Marianne'i gördükten sonra arkamı dönüp yürümeye başladım. Arkamdan, ''Teşekkürler Oce! Sen de öyle!'' Elimi havaya kaldırıp cevap vermekle yetinmiştim. Daha önemli olan işimi halletmem gerekiyordu. Uzun koridorlar boyunca yürürken Michlaud'un asistanlarından veya çevresinde gördüğüm stajyerlerinden birini gözlerim arıyordu. Michlaud'un genelde ortak salonda asistanları ile beraber oturduğunu görüyordum. Yönümü değiştirip ortak salona doğru yürümeye başlarken içimde daha önce hiç hissetmediğim bir his vardı. Gerçek olan, sahtelikten uzak bir histi. İlk defa bu kadar kendim, ilk defa bu kadar benliğimin sınırlarını zorluyordum. Olmam gereken kişiyi kaybetmişim veya daha önce hiç keşfetmemiş gibiydim. Gerçek olan sadece buydu. Bendim. Ortak salona doğru giderken merdivenlerden neredeyse koşarcasına iniyordum. Etrafta gezinen insan kalabalığını neredeyse görmüyor gibiydim. Bir çeşit fısıltı gibi gelen gürültü sadece beynimin içinde gezinen düşünceleri kapsıyordu. Ortak salonun kapısının önü kalabalıktı. Michlaud muhtemelen oralarda bir yerlerdeydi. Parmaklarımın üzerinden havaya kalkıp insan kalabalığının arkasından o tanıdık simayı aramaya başladım. Hiçbir yerde onu göremiyordum. İçimde büyüyen o his bir öfkeye dönüşmeden evvel omuzuma dokunan bir el ile irkilmiştim. Bu kalabalığa rağmen o dokunuş beni ürkütmüştü. Arkamı hızlı bir şekilde döndüğüm zaman ise o simsiyah gözleri görmüştüm. ''Sanırım beni arıyorsun.'' Onu saatler önce görmeme rağmen adeta ilk defa görüyormuş hissine kapılmıştım. Ve gariptir ki, ne zaman görsem aynı duyguyu hissediyordum. ''Evet.'' Elini omuzumdan çekti. Gözleri ile arkamda duran kalabalığa bakarken ellerini kumaş pantolonunun cebine yerleştirdi. ''Konuşmamız gerek.'' Elbette bunu o da biliyordu. Kaçınılmaz bir şekilde bu sonu ertelemek ikimizin de zararına olacaktı. Yüzüme bile bakmadan alt dudağını ısırıp etrafına bakmaya devam etti. ''Bunun farkındayım.'' İçimden gözlerimidevirme istediği geliyordu fakat ifadesiz suratımı sergileme konusunda büyükbir çaba gösteriyordum. ''Konferansa sayılı günler kaldı. Bir araya gelmeli ve üzerimizdegezinen belirsizliğe cevaplar aramalıyız.'', dedim.
|
0% |