@aylindeyiz
|
Kısım3 Zaman onu da yok eder. İnsan ki bir avuç toprak, Her sarsıntıda unutulacak. Belki bir bakış, ufak bir kelime ya da minik bir dokunuş beni bu yalnızlığımdan koparabilirdi. En azından şimdiye kadar hep öyle düşünmüştüm. Kurtuluşumu bir insana bağlamıştım. O var ettiğim ama bilmediğim kişiyi beklemekten bile acizdim oysa ki. Şimdi ise savrulup giden, benliğimin ve mantığımın sınırlarını aşan bir şeyin içindeydim. Ve gariptir ki, şayet varsa bir kurtuluş günüm, bu sınırları aştığımda bulacağımı hissediyordum. Beni bu duruma bağlayan yegana şey buydu. Michlaud ile en kısa zamanda yeniden bir araya gelmek için son kez konuştuktan sonra müzeden ayrıldım. Gün batımının turuncu ışığı her yeri aydınlatıyordu. Soğuk içime işlerken trençkotumun düğmelerini kapattım ve evime doğru yürümeye başladım. Güneş vardı ama ısıtmıyordu. Ne kadar ironik... Eğer bir şeyi yapmak isterse hiç vakit kaybetmeden o işi bitirmek ve aklındaki soruları cevaplamak isterdi. ''Tapınak tasviri ayini resmediyordu,'' kendin kendine konuşuyor ve susuyordu. ''Su kelimesini anlatan eski Aztek dilinden bir kelime bulduk,'' o konuşurken ben de aklımdakileri birleştirmeye çalışıyordum. ''Riwar ismini keşfettik,'' parçaları oturtmaya çalışıyorduk. Defterin bir sonraki sayfasına geçip elimizde merceklerle incelemeye devam ettik. ''Şurada bir bebek mi görüyoruz Ocean?'' Baktığı yere doğru merceğimi çevirdim. Detaylara baktığımda kundağa sarılmış bir bebek resmedilmişti. ''Evet,'' etrafındaki sembolleri incelemeye başladım. ''Bebekle beraber bir kadın var.'' John merceği eline alıp benim baktığım yöne bakmaya devam etti. ''Aynı ifadeyi gördüm. Su anlamına gelen Alt kelimesi kullanılmış.'' Mercekleri ikimizde elimizden bırakıp aklımızdan geçen teorileri üretmeye başladık. ''Tanrı Quetzalkoatl'la özdeşleşmiş bir kelime ve bir bebeğin doğumu ne gibi bir mesaj içeriyor olabilir ki?'', diye sordum. John çenesini kaşıdı. ''Tanrı ya bu çocuğu kutsuyor ya da lanetliyor.'' Mutfağa doğru giderek John ile kendime kırmızı şarap doldurmaya karar verdim. Bu sırada yine aklımda birçok teori üretiyordum. ''Ya da kadın bebeğini korumak için bir şekilde kendini tanrıya feda ediyor da olabilir.'' John eline merceği alıp defteri incelemeye devam ederken ben de yanına oturarak şaraptan bir yudum aldım. ''Bir feda etme olayı olsa bu deftere işleneceğini hiç düşünmüyorum. Bu muhtemelen ondan daha anlamlı, daha derin bir sebebi içeriyor Ocean.'' Haklıydı. Ancak aklımdan her ihtimal geçiyordu. Geçmek zorundaydı. ''Michlaud ile ne zaman görüşeceksin?'', diye sordu. Beklemediğim bir anda gelen bu soru karşısında kendimi hazırlıksız hissetmiştim. ''Neden sordun?'' Merceği ile hala sayfaların köşelerini incelemeye devam ediyordu. ''Bilmiyorum. Belki ufak bilgileri de ondan alabiliriz. Biliyorsun adam işinde resmen çağ atlamış,'' çekinerek yüzüme baktı, ''Hem belki bize yardım eder.'', dedi. Kaşlarımı kaldırarak John' a baktım. ''Bu defterden sadece bizim haberimiz olmayacak mıydı?'' Alt dudağını ısırdı. ''Evet Ocean biliyorum ancak ondan öğreneceğimiz çok şey var. Bir şekilde senin hem onunla hem de bu defterle ilgin varsa, onu bu konunun dışında tutmamız biraz haksızlık değil mi sence?'', dedi. Yine sorgulanamayacak kadar haklı konuştuğu için John'a karşı savunma mekanizmam hızlı bir şekilde çöküşe geçmişti. ''Önerin nedir?'', diye sordum. ''Ya kaçak yollarla kimsenin haberi olmadan aldığımız bu defteri birilerine söylemeye kalkarsa?'' Son cümlemi abartılı bir şekilde vurgulayarak söylemiştim. ''Sanmıyorum. Kendisi de seninle olan görünmez bir bağın etkisi altında. Onu ilk gördüğüm ve tanıdığım hali ile şimdiki hali arasında büyük farklar var. '' Gözlerimin içine adeta yalvarırcasına bakıyordu. ''Ocean, bunu yapmamız demek, her şeyi yapabilecek gücümüzün olması demek. '' Derin bir nefes alıp kabullenemediğim ancak adım adım içine çekildiğim o kaderin hazin başlangıcını düşündüm. Ben neredeysem, Michlaud bir şekilde yanımda olmalıydı. Onu biz düşman mı dost mu olarak gördüğümü kendime de kanıtlamam için bir şeyler yapmaya ihtiyacımız vardı. Henüz onu hiç dinlememiş olduğumu fark etmiştim. Belki böylelikle onu bu zamana, bana veya bu hayata iten şey her ne ise öğrenirdim. Belki birbirimizin yolunda güvenilir bir rehber olurduk. ''Tamam.'', dedim. ''Sana ve içgüdülerime güveniyorum.'' John'un yüzü gülmeye başlamıştı. ''Hem onu dinlemeden, onun hayatını ve yaşadıklarını bilmeden ya da onu bana çeken o sebepleri bilmeden herhangi bir parçanın bütünüyle birleşebileceğini ben de düşünmüyorum.'', dedim. Yüzü git gide ışıldamaya başlamıştı. Herhangi bir şeyi sorgusuz kabul etmem bile onun için mutluluk sebebi olabiliyordu. Eline merceği alıp yeniden incelemeye geçerken ben de bir yandan bulduklarımızın notlarını alıyordum. İçten içe üzgündüm. Bir insan, sıradan bir insan, bu deftere yaşadıklarını anlatacak ne yaşamış olabilirdi? John defterin sayfasına parmaklarına dokunmadan bir diğer sayfaya dikkatlice geçiyordu. Hızlı bir şekilde görebildiği sembolleri bir bütün haline getirip hikayenin bütününü görmek istiyordu. Henüz elimizde sadece semboller ve sembollerle ilişkili yan anlamlar vardı. Bu hikayenin çözümlenmesinde, bize göre henüz ilk adıma bile geçememiştik. ''Ocean, burada bir çizimden çok yazı dilinde bir şeyler anlatılmış gibi.'', elindeki merceği sıkıntıyla bıraktı. ''Tek tek hepsini araştırıp bu yazıyı çözmemiz gerekiyor. Bu demektir ki oldukça vaktimizi alacak.'' , dedi. Aztek yazısı da Maya yazısına benzer şekilde ideogramların ve sesleri belirten fonetik sembollerin bir karışımından oluşuyordu. Yani bazı resim karakterleri nesneleri ve düşünceleri ifade ederken, bazıları da sesleri ifade ediyordu. Bizim ise uzmanlar dışında bunu çözmemiz oldukça vakit alacaktı. ''Artık gerçek anlamda yardıma ihtiyacımız olduğunu hissediyorsun değil mi?'' Bu sorunun cevabını elbette biliyordu. Michlaud, bu yazıyı bizden daha hızlı bir şekilde çözebilirdi. Sıkıntıyla başımı salladım. ''Tamam, artık net bir şekilde ona ihtiyacımız var.'' Sırtımı geriye atarak düşünmeye başladım. John ise dirseklerini sehpanın üzerine yerleştirmiş bir şekilde gözlerini kapatarak düşünüyordu. ''Antik el yazmalarının olduğu arşivlere baksak belki tanıdık bir hikaye ya da benzer sembollerin işlendiği bir efsane veya metin bulabilir miyiz?'', diye sordum. Sesli düşünürken bir anda John'dan cevap bekliyordum. ''Şansımızı deneriz ancak sanmıyorum. Bu defter elime gizli yollarla geçti. Muhtemelen sadece tarihin bilinen tarafını buluruz.'' Derin bir nefes aldı. ''Bizim sahip olduğumuz şey ise tarihin hiç anlatılmamış ve anlatılmayacak bir tarafını anlatıyor.'', dedi. ''Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?'', diye sordum. ''Ya bu işin sonunda gerçekten çokta tarihi değer taşımayacak bir şey çıkarsa?'' John bu defterle tanıştığı günden beri ona büyük anlamlar yüklemişti. Elinde neredeyse kutsal bir kitap tutuyormuş gibi hissediyordu. ''Nasıl bu kadar emin miyim?'', şaşkınlıkla bana döndü, ''Beden değişimini anlatan bir ritüel yapıldı ilk sayfalarda, tapınaklar çizimi ve sadece tek bir tanrının sembolize edildiği bir şey elbette ki büyük bir patlama yaratacak Ocean.'' Sanırım onu gücendirmiştim. Ancak her ihtimale karşı hazırlıklı olmak bu meslekte önemli bir alışkanlıktı. Tabi ki her buluş, her keşfediş tarihi anlamak açısından önemliydi ancak beklediğimiz değerde bir şey çıkmaması da olası bir durum olabilirdi. ''Haklısın, bazı ayrıntıları kaçırmışım.'', dedim. ''Michlaud ile ne zaman görüşeceksiniz?'', diye sordu. Az önceki ufak çaplı krizi unutmuş gibiydi. ''Bilmiyorum.'' Doğruldum ve John'a baktım. ''Henüz karar vermedik.'' John bana ne zaman direnç göstereceğim bir şey söyleyecek olsa tüm beden dilini bana çevirir ve ikna etmek için tüm kozunu oynayacak bir havaya bürünürdü. ''Şimdi?'' Ona inanmayan gözlerle baktığım an konuşmama fırsat bile vermeden devam etti, ''Artık nereye kadar kaçıp bu durumu olabildiğince erteleyeceğiz Ocean?'' Yeniden konuşmak için ağzımı açmama fırsat vermeden kendince geçerli sebeplerini sıralamaya devam ediyordu. ''Evet, anlıyorum zor. Ancak bitmeli, her ne oluyorsa bulup bu işi çözmeliyiz.'' Eğer John bu kadar kararlı olmasaydı belki de ben bir adımı atmak için yüzyıllarca bekleyebilirdim. Sıkıntıyla iç geçirdim. ''Artık ne olacaksa olsun.'', John'a doğru baktım, ''Bu işi bitirelim.'' Mutlulukla gözleri ışıldayarak bana sarıldı. ''Ocean, her zaman akıllı hamleler yapıyorsun ama konu kendin olunca adeta yavaş hareket eden bir çark gibisin.'' Bu cümlesi beni gülümsetmişti. Telefonu elime aldım ve Michlaud'un ismini rehberimde aramaya başladım. İnanması güç olsa da Michlaud'ta gerçek olan bir şey vardı. Bu çağa ait bildiklerimi yeniden düşündüren, bilinmeyenin ötesinde bir şeydi. Eksik parçanın ta kendisiydi.
|
0% |