Koştum, günlerce koştum Alvea,
Göğe bakıp Aztlan'ı buldum,
Denizden vardım Panotlan'ı buldum,
Turnaları izledim Ay Gölü'nü buldum,
Kanımı denize döktüm Alvea, seni görmeyi umdum.
Beyaz Turnalar Ülkesinin En Güzel Kızı,
Ben Geldim.
Yüzyıllardır seni arıyorum Alvea.
Yüzyıllardır.
Boşluğa ne kadar süredir daldığım konusunda herhangi bir fikrim yoktu. Rüyamda yaşadığım bu mistik deneyimi John'a anlatsam oldukça ilgisini çekeceğini biliyorum. Özensizce hazırladığım sandviçi yeniden elime alıp salondaki eski koltuğa kendimi attım. Görüntüler yeniden zihnimde canlanmaya devam ederken, gözlerimin önüne getirdiğim bütün sahneleri teker teker çözümlemeye çalışıyordum. Meditasyon yaptığım zamanlar rüyalarım her zaman karmaşık bir hal aldığı doğruydu. Her zaman içinde bir mesaj barındıran rüyalar görür, ardından gördüğüm rüyanın hayatımın bir yerinde, bir şekilde beni bulduğunu fark eder ve ardından içten içe gülümserdim.
Adeta geleceği gören bir medyum gibi hissetmekten alıkoyamazdım kendimi. Şimdiye kadar yaşadığım en ilginç deneyim bugün gördüğüm rüyaydı. Elbette birçok açıklaması olabilirdi. Gece yaşadığımız ve çözmeye çalıştığımız gizemli Aztek sembolü ve üzerine uykusuz geçen bir gecenin vermiş olduğu bir bilinçaltı yansıması bile olabilirdi. Ancak derinlerde, çok derinlerde bir yerde hala sesimi duyuyor ve hala o yumuşak melodiyi mırıldanıyordum.
Büyülü bir sesti... Kendi sesimin olduğunu bile o an fark edemeyecek kadar etkilenmiş ve sese yürüyordum. Görüntüler bir bir zihnimden geçerken sandviçimin son dilimini de ağzıma attım. Kanepeye uzanıp elime aldığım diz üstü bilgisayarımdan Azteklere ait birkaç makale okumak istiyordum. Tenochtitlan'da, yani Aztek uygarlığının merkezinde bir erkek olarak doğmak doğrudan olarak savaşçı birisi olacağın anlamına geliyordu. Kadınlar toplumun daha alt bir tabakasını oluştururken bir erkek bebeğin dünyaya gelişi bile coşku ile kutlanıyordu. Gizemli tapınakları, Güneş ve Ay piramitleri ve en önemlisi de şehrin merkezinde yer alan Temple Mayor ile adeta medeniyetin temellerini atmışlardı.
Pagan inançlarının kötü bir örneği olarak gösterilen kafatası duvarını okurken ise adeta tüylerim ürpermişti. Görsellere daha fazla bakamıyordum. İçimi farklı bir ürperti almaya başlayınca bilgisayarımı sert bir şekilde kapatıp uzandığım kanepeden doğruldum. ''Kendine gel Ocean...'' Günümü evde geçirmek gibi harika bir planım vardı ancak nedense bugün yaşadığım olay beni tahmin ettiğimden daha fazla etkilemişti. Farklı bir şeylerle ilgilenmem sanırım kafamın dağılmasını yardım edebilirdi. Ayağa kalkıp biraz esneme hareketleri yaptıktan sonra dolaptan kendime küçük bir bira açtım. Yazı yazdığımda alkol almak kelimeleri zihnimde daha düzenli bir hale getirmeme yardımcı oluyordu. Blog sayfam ile ilgili aldığım notları düzenleyip yayınladıktan sonra biramın dibinde kalan son yudumu da kafaya dikip sırtımı kanepeye yasladım. Kafamı geriye doğru atarak saatlerdir ekrana baktığımdan kaynaklı olan boyun ağrımı dindirmeye çalışıyordum. Hala içimde huzursuzluk hissinin varlığı gezinirken bu durumu kökten çözebilecek tek bir yer biliyordum. Gözlerimi aniden açıp kararımı değiştirmemek için hızlıca kanepeden kalkıp odama geçtim. Bu geceyi kendime ayıracaktım. İçtiğim biranın vermiş olduğu hafif çakırkeyif halimle dolabımdan en çarpıcı elbiseyi seçmeye çalışıyordum.
Nihayet simsiyah ve üzerime yapışan mini elbisemi giymeye karar verirken hızlı bir şekilde saçlarımı üstten dağınık bir şekilde topuz yaptım. Topuklu ayakkabılarımı elime alıp dairemden çıkarken bu geceyi en iyi atlatabileceğim mekan olan bara doğru yürümeye başladım. Kendimi apartmandan dışarıya atar atmaz yüzüme çarpan soğuk havanın etkisi ile açıkta kalan bacaklarım aniden titremeye başlamıştı. Yanıma almayı unuttuğum trençkotum için üst kata çıkmaktan vazgeçip, soğuğu hissetmemeye karar verdim. Sırtımı dikleştirip genellikle tek başıma gittiğim bara doğru yürümeye başladım. Topuk tıkırtım rüzgara karışırken, bomboş ve tenha sokaklarda gizemli bir hava yaratıyordu. Rüzgarın sesini dinlerken zihnimde arka planda yeniden o cümleleri tekrarlarken buldum kendimi. ''Ve bir gün onların kalplerini parçaladım.''
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Şimdi bunları düşünmek istemiyordum. Bu gece tanışmamın muhtemel olduğu yeni insanları düşündüm. Çoğunlukla tek gittiğim mekanlarda mutlaka birileriyle tanışırdım. Bu bana tarif edemediğim bir haz veriyordu. İlk defa tanıştığım bir insanın dinleyeceğim o kadar çok şeyi oluyordu ki, adeta bir kitap gibi okumak beni alemlerin arasında minik bir yolculuğa çıkarıyordu. Mimikleri ve ses tonu bazen karşımdakinin yalan söylediğini bana anlatsa bile bozuntuya vermiyordum. Sonuç olarak sabah bir daha birbirimizi görmeyecektik. İnsanların yalan söylediğini çok kolay anladığım için bu kimi zaman eğlenceli olsa da kimi zaman ise can yakıcı olabiliyordu.
Barın bulunduğu sokağa nihayet geldiğimde kapının önünde duran güvenlikler ve etrafta ot içen serserilerin olduğu köşeyi dönüyordum. İçeriden gelen müzik sesi dışardan çok net duyuluyordu. Oldukça sevdiğim bir şarkı olan Not Afraid çalıyordu. İçeriye geçip boş bulduğum ilk bar sandalyesine oturdum. Burası bilindik bir bar değildi ve genelde benim çevremin asla tercih etmeyeceği bir türdendi. Sokak arasında genelde ot içenlerin bulunduğu ve başıboş takılan erkeklerin ava çıktığı bir mekandı. John bile yıllardır ara ara buraya geldiğimi bilmezdi. Burayı sevmemin başka bir nedeni ise farklı türden insanlarla iç içe olmayı sevmemden kaynaklıydı.
Hayatta sürekli bir amacımın olması gerektiğini hissettirilerek büyütüldüğümden dolayı, herhangi bir amaç uğruna yaşamayı reddeden bu insanları görmek bana iyi geliyordu. Uzaktan beni izleyen barmeni yanıma çağırarak, ''Sanırım beğenmedin.'' dedim. Barmen elinde kurulamaya çalıştığı bardağı bırakarak yüzüme anlamayan bir ifade ile baktı. Kıvırcık ve kabarık saçları vardı. Çekik gözleri ile oldukça etkileyici bir gülüşü vardı. ''Affedersin?'' diyebildi sadece. ''Bu kadar dikkatli baktığına göre saçlarımı beğenmedin sanırım.'' diyerek yukardan dağınık bir şekilde topladığım saçlarımı gösterdim. Barmenin gözleri kısılarak aniden gülmeye başladı. Tek kaşımı kaldırarak ona muzip bir şekilde baktım. ''Oysa ben senin saçlarını beğenmiştim ama...'' diyerek elimi ağır bir şekilde onun kıvırcık saçlarının arasında gezdirmeye ve gözlerinin içine bakmaya başladım. Adını bile hala bilmediğim barmen bana doğru yaklaşarak nefesini dudaklarıma değdirdi. ''Biraz daha yakından bakmak ister misin?'' Ses tonunun düşmesi ile aramızda artan gerilimin boyutu da bir o kadar artmıştı.
Dudaklarını dudaklarıma değdirmeden hemen önce aniden ondan uzaklaşıp, '' Ahh, önce bana güzel bir Martini yapmak istersin diye düşündüm.'' Az önceki anı hiç yaşamamış gibi aniden geri çekilişim ile barmen yüzüme afallamış olarak bakıyordu. Onun bu yüz ifadesine büyük bir kahkaha patlattım. ''Martininiz birazdan hazır madam,'' Eli ile abartılı bir selam verdikten sonra içkimi hazırlamaya dönmeden, ''Bu arada saçların gerçekten de pek hoş görünmüyor.'' Bu cümlesinden sonra kahkahamı aniden kesip ona şaşkın bir şekilde baktığımda ise, yüz ifademe bakıp gülme sırası ona geçmişti.
Burayı işte bu yüzden çok seviyordum. İnsanların sınırı yoktu. Ya da belirlenmiş sınırlar burada işlemiyordu. Herkes istediği gibi, içlerinden geldiği gibi davranıyordu. Burada sadece bir an olsun anı yaşamak için var olmaya geliyorlardı. Kimse kimseyi muhtemelen hatırlamayacaktı ama hayatlarında bir an olsun gerçek benliklerinin gerektirdiği gibi davranacaklardı.
Barmenin hazırladığı neredeyse beşinci martiniyi içerken gözlerimi kapatıp müziğin ritmine kendimi kaptırıyordum. Oldukça güzel gelen bu ritim ile daha fazla dayanamayıp alkolün etkisi ile kendimi piste attım ve içimden geldiği gibi dans etmeye başladım. Etrafımda insanların bir kısmı bana gülerken bir kısmı da benden sonra gelen cesaretleri ile dans etmeye başlamışlardı bile.
Elimde tuttuğum martini ile müziğin ritmine kendimi kaptırmış bir şekilde anın tadını çıkarıyordum. Işıklar mavi, yeşil, beyaz ve sarı tonlarında piste vururken ben sadece var olduğum anı ten bir doğrultuda yaşamaya çalışıyordum. Ara ara gözlerimi kapatıp kendimi bulunduğum mekanda tek başıma hayal edip gülümsüyordum. Dışarıdan beni izleyen birisi muhtemelen hem sarhoş hem de kaçık birisi olduğumu düşünecekti ancak ben buraya bu tür durumları umursamamak için gelmiştim. Sıcak ve güçlü bir el arkamdan gelip belimi kavradığında kafamı ona doğru yaslayıp elimde tuttuğum martinimin son yudumunu da kafaya diktim. Kim olduğunu bilmiyordum ama benimle birlikte müziğin ritminde kendini kaybeden birisi olduğunu anlamıştım. Ne yöne gitsem oraya geliyordu ve beni arkadan güçlü kolları ile adeta kaçacakmışım gibi sıkıca sarıyordu.
Elimi, karnımın üzerinde duran bu güçlü elin üzerine koyduktan sonra tenimden artan gerilimi fazlaca hissediyordum. Kendini bana doğru daha fazla bastırdığında bende kaçlarımı ona sürtmeye başladım. Dansın, müziğin ve alkolün etkisi bir yana bu his beni olduğumdan daha fazla sarhoş etmeye yetmişti.
Arkamdaki yabancı diğer elini başlayıp yavaşça boynumda gezdirmeye başladı. Boğazımı sıkıca tutup kafamı geri attı ve boynuma sıcak bir öpücük kondurdu. Saçlarımın arasından kokumu alarak bir yandan boynumu öpüyor bir yandan da göbeğimin üzerinde olan elini daha fazla aşağıya kaydırıyordu. Tanımadığım bir yabancıydı. Varlığı hoşuma gitmişti ve beni adeta kendimden geçiriyordu. Kim olursa olsun bana o anı güzelleştirmişti. Yüzünü görmediğim için kendimi onun suretini hayal ederken buldum. Saçları siyah mıydı? Sarışın ve renkli gözlü müydü? Suretinin ne olduğundan önemsiz yaşattığı duygu tarif edilemezdi.
Bundan önemli şu an pek fazla bir şey yoktu. Dansın hareketli kısımları bittikçe daha fazla yavaşlıyordu bedenlerimiz. Artık merakıma yenik düşüp arkamı dönmek isterken beni kendine doğru sert bir şekilde çevirip o anın büyüsünü bozduğunda ise artık yüz yüze bakıyor ve birbirimizi tanıyorduk.
Sert yüz hatları ilk gözüme çarpan detay olmuştu. Alkolün etkisi ile görüşüm bulanıktı ama hislerim netti. Bu adamda beni kendine çeken büyülü bir şey vardı. Ellerimi boynuna doladım. ''Kimsin sen?'' diye belli belirsiz bir sesle sordum. Beni duyduğundan bile emin değildim. Uzun bir süre cevap gelmedi ya da ben alkolün etkisinde ve seslerin arasında onu duyamıyordum.
Yabancı ellerini belime sarıp beni kendine doğru çekti. Sıkı bir şekilde sarılarak, ''Kim olmamı istersin?'' Bu cevabı beni gülümsetmişti. Kelime oyunlarını severdim. Sıradanlıktan sıyrılmak hoşuma giderdi her zaman.
Boynuna doğru yaklaştım. Uzun boyundan ötürü tam olarak kulağına doğru yaklaşamıyordum. Parmaklarımda bir yandan boynunda gezinmeye devam ediyordu. Bunu yaparken parmak uçlarıma değen sert bir şeyi hissediyordum ama dokunmaya devam ediyordum. ''Kendini kim olarak görüyorsan, o kişiyi görmek isterim.'' dedim. Bir yandan yavaşça çalan dans müziğinin eşliğinde pistte ağır hareketlerle dans ediyorduk.
Parmaklarıma değen şeyi daha net görmek için bakışlarımı yabancının boynuna doğru çekmeye çalışıyordum. Dokunurken bir yaranın bıraktığı his gibiydi ama ucundan gördüğüm şey yaradan çok bir iz gibiydi. Bir izin bu kadar sert olabilmesine şaşırmıştım. Yaşadığı kaza yakın geçmişte olmalıydı diye düşünüyordum. Ağır dans hareketlerinin ardından yabancı beni yine çevik bir şekilde kendinden uzaklaştırdı. Elimden tutarak kendi etrafımda döndürdü daha sonra gövdesini sırtıma bastıracak şekilde beni kendine doğru çekti. Ellerimi sertçe tutuyordu. ''Ama buna pişman olabilirsin.'' dedi. Nefesini boynuma değdirirken başımın dönmesi daha fazla artıyordu. ''Neden?'' diye sormuştum.
Yine yaptığı kelime oyunu beni muzipçe gülümsetmişti. ''Bilmem tahmin ettim.'' Sanırım artık pes etmişti ve tanışmamızın gidişatı artık oyunlara gerek duymayacak şekilde ilerleyecekti. ''Boynuna ne oldu?'' diye oldukça yersiz bir soru ile aramızdaki bu farklı iletişimi daha farklı bir yöne çekmeye çalışmıştım ama gereksiz bir soru olduğunu fark ettiğim an çoktan geç kalmıştım. ''Ne olmuş?'' diye hiç beklemediğim bir cevap vermişti. ''Sanırım bir yara vardı. Bir kaza mı geçirdin?'' diye cevap verdim. ''Hayır.'' Verdiği kısa cevaba ithafen anlatmak istemediğini düşünerek ben de hiç üstelemedim.
Arkamı dönerek yüzüne bakmak istediğim için onun kollarının arasından sıyrıldım. Yüzünün her bir hattına bakarken garip bir his içime doğmuştu. Nereden tanıyordum bu yabancıyı? Gözleri ile adeta gözlerimi delecek gibi bakıyordu. Az önce yaşananları bilmesem karşımdaki yabancının beni neredeyse öldürmek üzere olduğunu bile söyleyebilirdim.
''Senin yaranın sebebi ne?'' diye sordu. Sorduğu soru karşısında afallamıştım. Görünürde bir yaramın olmadığına adım kadar emindim. Ona anlam veremeyen gözlerle bakınca hiç konuşmadan sorumu anlamıştı. ''Kimilerinin dışında, kimilerinin içindedir. ''
Bu yabancıda bana garip hissettiren bir şey olduğunu biliyordum. Ancak ilk defa bu söylediği şey ile nedensizce ürpermeme sebep olmuştu. Bedenimi ondan uzaklaştırarak belli belirsiz gülümsedim ve bu garip yabancının yüzüne son kez baktım. ''İlginç birisin gerçekten. Tanıştığıma memnun oldum yabancı.'' Hafifçe gülümsedim.
Alkolün etkisi üzerimden yavaşça kalkıyordu. Ondan bir anda uzaklaşmış olmamı hiç umursamayarak bana doğru anlayışla gülümsedi. ''Ben de seni tanıdığıma memnun oldum yabancı. '' Bar masasında duran çantama doğru gitmeye başladım. Pistin ortasında kalan yabancının arkamdan beni izlediğini biliyordum. Ona doğru son kez dönüp bakma isteğimi bir türlü bastıramıyordum. Çantamı hızlıca alıp barın çıkış kapısına doğru yönelirken pes edip göz ucuyla baktım. O da bana doğru dikkatli bir şekilde bakıyordu. ''Hey!'' diye bağırdı arkamdan. Arkamı döndüğümde bana doğru koşuyordu. ''Bu kadar sohbetin ardından birbirimizin ismini bile bilmiyoruz. '' Muzipçe gülümsedi. Yüzündeki sert hatlara rağmen gülümsediğinde küçük bir çocuğun masumiyeti oluşuyordu. ''Ocean.'' Dedim gülümseyerek. Tokalaşmak için elimi uzattım. Önce elime sonra bana doğru bakmaya baktı. Elini uzatarak,'' Davier'' dedi.