Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. Bölüm, Denizden Varılan Yer

@aylindeyiz

 

Michlaud


Michlaud...

Selamına karşılık olarak ben de elimi uzattım. Her nereden geldi bilmiyordum fakat ya dünyevi bir aşka tutulmuştum ya da ruhani bir ölümsüzlük duygusunu yeniden hatırlıyordum. Hislerim yeni değildi. Hep varmış, yanımdaymış, içimdeymiş ancak benim onları fark etmem için bir şeyler bulmam gerekiyormuş gibiydi. Hep böyle değil midir? İçindeki potansiyeli fark etmesi gereken insanlar günün birinde bir gün onu aramayı bırakır ve hiç beklemediği o yegane kutsal anda hep olması gerektiği kişiyi anlardı. Sanmıyorum, bu bir aşk da değildi. Peki neydi? Bir bilinmişlik, geçmişin tezahürü ya da çok önceden aşinalık... Değişimi fark ediyordum. Bunca zaman unuttuğum ya da bilmediğim bir yanım baskın geliyordu fani bedenime.

''Merhaba, ben Ocean.'' Küçük bir tebessüm ile karşılık verdim. Elini çektiği an yaşadığım mistik deneyim bir anda son bulmuştu sanki. İçten içe kendimi bir Holyywood filmindeymiş gibi hissetmiştim. Uzaktan bizi izleyen John ise yapmacık bir şekilde öksürerek ortamın sessizliğini bozdu. ''Toplantıya ne zaman başlayalım Mr. Michlaud?'' Michlaud geri dönüp John'a doğru baktı. ''Ee asistanlar ve diğer uzman konuşmacılar ortak salonda bizi bekliyorlar. '' Tok bir sesi vardı. Kapıya doğru geri geri yürümeye başladı. ''Sizleri orada bekliyor olacağım.'' Son kez gülümseyerek kapıdan çıktı. Kimdi bu adam? Daha önce onu görmüş müydüm?

''Ocean! Bu bakışlar hiç iyi görünmüyor. Adamın içine düşecek gibiydin!'' Gülerek masasındaki gerekli notları toplayarak bana doğru yürümeye başladı. ''John! Hadi ama! Sence de çok farklı bir yüzü yok mu? Tanrı'ya inansam cennetten düşen bir melek diyeceğim adeta!'' John kahkaha attı. ''Evet gerçekten de herkeste olmayan bir şey var onda.'' Bende gerekli belgeleri alıp kapıdan çıkmaya hazırlanıyorken, ''Dikkat et duygularını işe karıştırma. Sonuçta sunumu sen yapacaksın.'' John kulağıma doğru fısıldarken ona, ''Sorun yok, kendimi kontrol edebilirim.'' Diyerek gözlerimi devirdim.

Uzun koridorlardan geçerken bir yandan ikimizde elimizdeki notları karıştırmaya başlamıştık. Mr. Michlaud herhangi bir ayrıntıyı atladığımızı fark ederse pek anlayışlı davranacak birisine benzemiyordu. Kalbim hala çok hızlı çarpıyordu. Bu heyecanımın sebebi onu yeniden görecek olmamdan kaynaklı olmaması için dikkatimi sürekli elimdeki notlara veriyordum. ''John, en son kalıntılarda aldığımız notların Aztekler ile bağlantısını yazdığım notları arıyordum fakat hala bulamadım.'' John yeniden kulağıma doğru eğilip fısıldamaya başladı. Bu aralar gizli tutacak o kadar çok şeyimiz vardı ki! ''O notları senin masandan ben aldım. '' Bir anda bakışlarımı ciddi bir şekilde John'a yönelttim. ''Ocean! Ne çabuk unuttun! Bende olan defterde Azteklerin büyük tapınağının resmi işlenmişti.'' Son günlerde o kadar fazla şey olmuştu ki, neredeyse John ile gizli yürüttüğümüz bu işi unutacaktım.

''Bir şeyler bulabildin mi peki?'' Ortak salonun kapısının önünde büyük bir kalabalık vardı. Konferans öncesi herkes son bir toplantı yapacak ve buldukları verileri birbirleri ile paylaşacaktı. '' Defteri henüz açmadım. Kapakta yer alan sembol ve Azteklerin kayıtları üzerinde olan çalışmaları hakkında araştırma yaptım. '' Son birkaç adım kala ikimizde adımlarımızı yavaşlatmıştık. O kadar sessiz konuşuyorduk ki dışardan bakan bir göz yanlış anlayabilirdi. En önemlisi de Marianne henüz ortalıkta görünmemesiydi. ''Bulduklarımdan yola çıkarak bir şeyleri anlayabiliriz belki. Bu akşam görüşelim mi?'' Açıkçası neler bulduğunu çok merak ediyordum. John'a doğru kafamı sallayarak onayladım.

İkimizde duruşumuzu düzelterek ortak salonun önünde toplanan kalabalığın arasında içeriye doğru geçtik. Michlaud toplantı masasının en başında oturuyordu. Bakışlarımı daha fazla yanlış anlaşılmaya mahal vermeyerek onun üzerinden çektim. Yüksek ihtimalle hayatının birçok evresinde bu tür bakışlara maruz kalmıştı çünkü dünya üzerinde bu kadar etkileyici bir yüze sahip olmak alışılagelir bir durum değildi.

Herkes bizim salona girmemizle beraber yerini alırken kapı kapatıldı. Michlaud ellerini masanın üzerinde birleştirerek beden dili ile başlamam gerektiği mesajını veriyordu. Masanın diğer ucunda oturmayarak öncelikle herkesi selamladım. John sağ tarafımda oturuyordu ve her zaman ki gibi güven veren tebessümü ile bana bakıyordu.

''Kazıdan gelen bulguları göstergebilim profesörü John ile beraber incelediğimizde, döneme ait birçok dini ritüelin kanıtlarını bulduk. '' Arkamda bulunan ekrandan kumanda ile slaytın diğer sayfasına geçiş yaptım.

''Uygarlıklar oluşmadan önce ve sonra din olgusu birçok kez değişime ve dönüşüme uğramıştır. Kimi zaman toplum bütünlüğünü ve huzurunu korumak, kimi zaman ise bireyin içgüdüsel olarak korunma ihtiyacının giderilmesinden doğmuştur. Örnek olarak huzursuzluğun baş gösterdiği bir toplumda onları cezalandıracak ilahi bir güçten bahsetmek, elbette ki korku hissini doğuracaktır. İnsanlara yapmaması gerekilen bir şeyi anlatmak için tanrı/tanrıça, cennet/cehennem dünyaları kurulmuştur.''

Sunuma devam ederken Michlaud ile göz göze gelmemeye özen gösteriyordum. ''Gördüğünüz tablette bir yazı stilinden ziyade, resimler ve semboller yer almaktadır. Aztekler bir olayı veya anlamı ifade etmek için bir yazı fonetiğinden çok sembolleri kullanmışlardır. ''

Şimdiye kadar birçok sunum yapmama karşın ilk defa avuçlarımın terlediğini ve kalp atışlarımın hızlandığını fark etmiştim. Geceyi çok iyi geçirmediğimden kaynaklı olduğunu düşünüyordum. Ara sıra kelimeleri bile yanlış telaffuz ettiğimi fark ediyordum. Tam o sıra John devreye giriyordu. Sunum neredeyse bitmek üzereydi. Son sayfaları hızlı bir şekilde anlatarak bir an önce gitmek istiyordum.

''Çıkarılan son tablette ise gözleri kapalı bir insan figürü görüyorsunuz. Aztekler ölümü ve ölünün gömülmesini tasvir etmek için tabletlerinde renk metaforunu oldukça sık kullanmıştır. Bu tabletin siyah olmasının sebebi ise ölünün bedenini karanlık bir yere gömdüklerini belli etmeleridir. ''

Sunuma devam ederken, Michlaud'un sesi ile cümlemi bitiremeden ona doğru baktım. ''Sizce ölümü neden karanlık olarak tasvir etmişlerdir peki?''

Michlaud'un konuşması ile herkes ona doğru dönmüştü ve benden bir cevap bekliyorlardı. ''Ölüm onların dünyevi hayatının bir sonu olduğu için. Ölümden sonraki yaşama inanmalarına karşın ölümü karanlık tasvir etmeleri elbette büyük bir tezatlık oluşturuyor. Tabletin incelemesine göre verilen o siyah renk ölüleri yaktıkları küllerden ele edilen is ile oluşturulmuş olabilir. Belki bir savaş sonucu ölen bir savaşçı veya cehennemi hak edecek kadar kötü bir insan olabilir. Henüz elimizde ölümü temsil eden ve siyah olmayan bir tablet yok. İlerleyen zamanlarda ki çalışmalarda eğer öyle bir tablete denk gelirsek, ölen kişinin cennet olarak adlandırılan yere gitme düşüncesinin de var olduğunu söyleyebiliriz.''

Michlaud oldukça etkilenmiş bir şekilde kafasını salladı. ''Peki tabletin üzerindeki sembol hakkında ne düşünüyorsunuz?'' Arkamdaki ekranı işaret etti. Arkamı dönüp tablete bakmaya başladım. Bu tabletleri biz incelemiştik gözümüzden kaçan bir şey olduğunu düşünmüyordum. Yeniden Michlaud'a dönüp konuşmaya devam edecekken, yerinden kalkıp bulunduğum yere doğru geldiğini gördüm. Onun o kadar uzaktan fark edip bizim fark etmediğimiz sembol ne olabilirdi bilmiyordum.

Parmağı ile ekranda ki sembolü adeta daha önce biliyormuş gibi yakınlaştırdı. Bu kalıntıları bizimle beraber onlarında incelediğini biliyordum ancak sembol bilimciler olarak her ayrıntıyı görüp çözümlemek bizim işimizdi. Dürüst olmak gerekirse bu beni biraz utandırmıştı. John'un da bakışları ciddi bir hal almış elindeki notları karıştırmaya başlamıştı. Benimle aynı şeyleri düşündüğünden emindim. Kaçırdığımız şey ne olabilirdi?

''İşte burada. Ölü gözlerin anlatıldığı sembolün tam altına kazınmış.'' Gösterdiği sembol o kadar küçük bir yere işlenmişti ki, birinin bunu görebilmesi için oldukça detaylı bir inceleme gerçekleştirmesi gerekliydi. Bir arkeolog olarak kalıntıyı bizden öne görmüş olabilirdi fakat bilinmeyeni görmek bize aitti.

Gösterdiği sembolü daha net görmek için gözlerimi kıstım. Göğüs çevremde bir sıkışma hissediyordum. Muhtemelen Mr. Michlaud'un toplantıda herkes önünde fark ettiği şeyi fark etmememden kaynaklı bir küçümsenme hissiydi. Ben ve John'un başarısızlığa tahammülümüz yoktu.

Gösterdiği sembole baktıkça iki kaşımın ortasında dayanılmaz bir ağrı hissetmeye başladım. Kulaklarımda bir uğuldama duyuyordum. Sembol daire ve çizgilerden oluşmuş bir kuleyi anımsatıyordu. Parmaklarımla alnımın ortasına bir baskı yaptım. Baskı ve stres anında kaldığım için bedenimin fizyolojik bir tepkisi olabilirdi. John'a doğru döndüğümde ise adeta donmuş bir şekilde ekrandaki sembolü inceliyordu. Ondan beklediğim ifade bu olmasa da herkesin dikkatinin şu an bu görünmeyen sembolde olduğundan emindim.

''Sizce ölüme atıfta bulunan bu tablete işlenen sembol neyi ifade ediyor olabilir?'' Michlaud konuşmaya devam ederken bakışlarımda netlik yakalayamıyordum. Ve yaşayacak olanı bulduğunda, Zihnimin derinliklerinden garip bir cümle geçti. Onu ölümsüz kılacak büyüyü söyle.

Görüşüm netliğini kaybedecek olduğunda elimle sandalyeden destek almaya başladım. Zihnimin içi darmadağın olmuştu ve kelimelerimi toparlayamıyordum. Bildiğim her şeyi unutmuştum. Tam o sıra John devreye girmişti. Konuşacak durumda olmadığım sanırım her halimden belli oluyordu. John konuşurken Michlaud ona değil bana doğru bakıyordu. John sembole ilişkin bazı teorileri profesyonel bir şekilde anlatırken içten içe ona teşekkür ediyordum. Toplantı bitimine kadar sessiz kalıp John'un sunumu bitirmesini bekledim.

Salonu boşaltmaya başladıkları sırada John elini omuzuma attı. ''Ocean, hiç iyi görünmüyorsun. Bir şeyler içmek ister misin?'' Yavaş yavaş boşalan salonda sandalyeye oturarak başımı ovalamaya başladım. ''Anlam veremediğim bir uyuşukluk hissi var. Sanırım uykusuzluktan kaynaklı. Dün gece alkolü de biraz fazla kaçırmış olabilirim.'' Saçlarımı geriye atıp John'un gözlerinin içine baktım. ''O sembolü gözden nasıl kaçırmış olabiliriz John?''

John sandalyesini karşıma çekip kulağıma doğru eğildi. ''Ocean fark ettin mi bilmiyorum ama Mr. Michlaud'un gösterdiği sembol, bizde olan defterin kapağındaki sembolün aynısıydı. Yani bir bakıma daha net çizilmiş haliydi.''

Büyük bir şaşkınlık ve merak ile bir anda sırtımı dikleştirip John'a doğru yaklaştım. ''Emin misin? Sembole çok odaklanamadım, görüşüm bile gitmiş gibiydi.'' Bu nasıl olabilirdi? Ölüm ve bulduğumuz beden değişimini temsil eden sembol...

''Ocean sembolü nasıl fark edemedik bilmiyorum ama deftere ait önemli bazı şeyleri bu sayede aydınlatmış olabiliriz. Kendini iyi hissettiğinde akşam sende buluşalım olur mu?'' Kemik gözlüklerini yine aynı telaş ile burnunda yukarıya kaldırdı. Onaylayarak kafamı salladım.

''İyi misiniz?'' Yabancı bir sesin fısıltılarımızın arasında gelmesi ile John ve ben sese doğru baktık. Michlaud ellerini cebine koyarak bana ifadesiz bir yüzle bakıyordu. ''Sunum esnasında pek iyi görünmüyordunuz.'' Ona doğru gülümseyerek, ''İyiyim teşekkür ederim. Evet, sunum için affedersiniz pek verimli geçmemiş olabilir.''

Michlaud'un yüz ifadesi yumuşamıştı. ''Emin olun oldukça verimliydi. Sayenizde ekip olarak kaçırdığımız birçok farklı bakış açılarını yakaladık. Sizinle ve ekibinizle tanışmak benim için büyük bir zevkti. '' John ve ben aynı sıcaklık ile teşekkürlerimizi iletirken Michlaud toplantı salonundan ayrılmak için kapıya doğru yöneldi.

Ayağa kalkıp bizde salondan çıkacakken, ''Ah, bu arada konferans gününe kadar fazla boş vaktim var. Dilerseniz sizinle dışarda görüşüp daha fazla teori üzerine konuşabiliriz.''

John önce bana bakıp tepkimi ölçmeye başladı. Genelde ekip olarak kararları hep birlikte verdiğimiz için bağımsız bir şekilde cevap vermezdi. Ben de ona bakıp gülümseyince, ''Tabii ki Mr. Michlaud oldukça iyi bir fikir! Zamanı ve mekânı size bildiririz.'' dedi.

Michlaud halinden memnun bir şekilde salonun çıkış kapısından dışarıya doğru ilerledi. Çıkana kadar bakışlarım onun üzerindeyken, ''Ocean?'' John'a doğru baktım. ''Adamı yemekten sonra yatağa atmayacaksın değil mi?'' Gülerek omuzuna vurdum. ''İlginç bir adam doğrusu ama endişelenme üzerinde birçok göz varken benimle ilgileneceğini sanmıyorum.'' John omuzlarını silkti. ''Kim bilir?'' Derin bir nefes alıp verdi. ''Gerçekten de başka bir dünyadan gelmiş gibi.''

Yürüdüğümüz koridora doğru uzun uzun bakıp iç çektim. ''Evet, gerçekten de öyle.''

 

Loading...
0%