Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. Bölüm, Güneşin Utancı

@aylindeyiz

 

 Kısım 2



Kısım 2

''BULDUĞUNU VAR ETME''



Günümün geri kalanını hem gözümden kaçan hem de deftere işlenmiş sembolü çözümlemekle geçirmiştim. Yaklaşık iki sayfa not almıştım. Akşam John'a karşı epey hazırlıklı olacaktım. Defterin içini beraber inceleyecektik fakat bunu yaparken onun değerine zarar vermemeye elbette ki özen gösterecektik. Ne zaman bir gizemin veya bir sembolün peşinde olsam kendimi olduğumdan daha güçlü ve daha fazla canlı hissediyordum. Sanırım hayatımda verdiğim en iyi karar bu mesleği seçmekti. Başka türlüsünü düşünmek bile bana çok sıkıcı geliyordu.

Akşama doğru dışardan Meksika yemeği alıp apartmanıma doğru yürümeye başlamıştım. Gün batımını ışığının turuncu olarak binalara yansıtması ile havada güzel enerjiler hissediliyordu. Benim için zor bir gündü. Her ne kadar peşinde olduğumuz şey ile ilgili daha fazla yaklaşımımız olsa da Michlaud'un yaydığı baskınlık sanırım beni biraz zorlamıştı. Akşam John'a anlatacağım birçok şey vardı. Yeryüzünde en derin sırlarımı bilmesi gereken bir kişi varsa o kişi tartışmasız John'du.

Daireme girip mutfak tezgahına doğru ilerlemeye başladım. Yemeğimi yerken bir yandan da bilgisayardan araştırdığımız konuya dair makaleleri okuyordum. Aztek tanrıları, savaş ve güneş tanrısı Huitzilopochtli, yağmur tanrısı Tlaloc ve yarı Tanrı - yarı kahraman Tüylü Yılan Quetzalcoatl idi.

Quetzalcoatl, Azteklerin geri dönmesini beklediği tanrıydı. Tasvirlerine baktığımda ise ejderhaya benzeyen tüylü bir yılan kafası figürlerini görüyordum. Ayinlerde kurban ettikleri insanın kalbi güneş tanrısına adanıyordu. Bazı geleneklerini okurken ciddi anlamda vahşeti görüyordum. Ve bu vahşet bir zamanlar gerçekten yaşanmıştı.

Aztekler içinde kaybolmuşken kapımın çalınması ile irkildim. John gelmiş olmalıydı. Hızlı adımlarla kapıya doğru ilerlerken ne kadar odaklandığımın farkına yeni varıyordum. Kapıyı açar açmaz John büyük bir heyecanla içeriye doğru girdi. ''Tarihi değiştirecek bilgilere sahip olacakken burada Meksika yemeği yemen gerçekten muhteşem(!)'' Kahkaha atarak onu mutfağa davet ettim. Sırt çantasından özenle koruduğu defteri çıkarıp masanın üzerine yavaş bir şekilde bıraktı. ''Bazı kaynaklara göre Quetzalcoatl, tanrılar arasında en önemlilerinden biriymiş. O dönemde Quetzalcoatl, bir yer ve su tanrısı olarak geçiyor.'' Diye başladı.

Şaşkınlıkla onu dinliyordum. ''Sence de biraz hızlı başlamadık mı? Önce istersen yemeğime dahil olabilirsin. Bu kutsal anı kaçırmamanı dilerim.'' dedim. John önce kemik gözlüklerini geriye doğru itti ve masadaki yemekleri bakışlarıyla tarttı. Burun kıvırarak, ''Damak zevkimiz aynı olsaydı şu an bu masada bu yemekler olmazdı elbette. Meksika yemeklerinin nesini seviyorsun anlamıyorum Ocean.'' Oturduğu sandalyesini düzeltti, ''Affedersin direkt konuya girdim ama dayanamıyorum Ocean, çok heyecanlıyım. Gelecekte neler olacağını bilmiyorum ama çok büyük şeyler olacağını hissediyorum.''

Karşısına geçip oturdum. ''Haklısın, ben de çok heyecanlıyım. İster istemez bu konuya çekiliyorum. Aztekler gerçekten ilginç bir medeniyet. Okudukça adeta oradaymışsın gibi hissediyorsun.'' John'un ne kadar hevesli olduğu adeta yüzünden okunuyordu. ''Hadi başlayalım o halde!''

Defteri sıkıca koruduğu kumaşı yavaş yavaş açmaya başladı. '' Quetzalcoatl kimi kaynaklarda sabah ve akşam yıldızı olarak anılırmış. Bunun sebebi ise değişen kültür onları gök cisimlerine tapmaya sevk etmiş. İnsan kurban etme ayinleri de böyle başlamış''

Quetzalcoatl aynı zamanda Venüs gezegeniyle de eş değerde bir tanrıydı. Sabah ve akşam yıldızını temsil etmesi onu ölüm ve dirilmenin de sembolü haline getirmişti. Kimi yerlerde ise yer altına inip atalarının kemiklerini topladığı ve kendi kanı ile yıkadığı anlatılırdı. Böylelikle yer yüzündeki tüm insanlar bu şekilde yaratılmıştı. Hepimiz bir şekilde sabah ve akşam, ölüm ve yeniden doğuş olarak birbirimize bağlıydık.

''John, ilk sayfada duran sembole bak. Tapınak tasvirinin altında bir kalabalık resmedilmiş. ''

John gözlüğünü düzelterek oraya dikkat kesildi. Bir yandan da yanımızda boş kâğıt ve bir kalemle unutmamamız gereken ayrıntıları kısa bir şekilde not alıyorduk. Başıma yine bugün oldukça tanıdık gelen bir ağrı girmişti. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Bu anı bozmak istemiyordum.

''Tapınağın üzerinde duran insan tasviri ise elinde bir kadeh kaldırmış gibi görünüyor.'' Parmağı ile deftere dokunmadan başka bir yeri işaret etti. ''Bak yine aynı sembol Ocean. Kurban edilecek bir insan ve yanında yine aynı sembol. Kurban uzun saçlı resmedilmiş. Muhtemelen bir kadının kurban edildiği ritüel.'' Gözlerini dikip bana doğru baktı. ''Bu sembole ait tezim doğru olabilir. Yeniden doğması için ölmesi gereken bir kurbanı anlatmaya çalışmışlar.''

Aztek kurban ritüelleri bir rahibin eşliğinde yapılırdı. Kurbanın kalbi çıkarıldıktan sonra kalan parçaları vahşice parçalanırdı.

Sayfada geri kalan ayrıntılara bakarken kurban edilen kişi tasvirinin altında ''Alt'' kelimesine karşılık bir görsel ve bir yılan resmi görmüştüm. ''John, hatırladığım kadarıyla Azteklerin kullandığı dil Nahuatl diliydi. Bu kelime tasvirinin bir anlamı olabilir mi?'' Parmaklarıma alnıma baskı yapıyordum fakat ağrı gittikçe daha fazla sertleşmeye başlıyordu.

John masada duran bilgisayarımı hızlı bir şekilde alıp bu kelimenin karşılığını araştırmaya başlamıştı. ''Ocean sen bir dâhisin! ''Alt'' karşılık olarak su anlamına geliyor. Bence su tanrısı Quetzalcoatl'a adanmış bir ayin resmedilmişini inceliyoruz şu an.''

Genelde kurban ritüelleri güneş tanrısına adanırdı. Bu tasvirde günün birinde geri dönmesi beklenen su tanrısı Quetzalcoatl için yapıldığı anlaşılıyordu. Bir sembolü ya da görseli çözümlemek bazen çok karmaşık olabiliyordu. Geçmişteki insanların o an ne düşündüğünü, ne hissettiğini veya ne amaçladığını bilememek ızdırap gibiydi. Keşke geçmişin bize bıraktıklarını, o kadim insanların ve topluluklarının neler yaşadığını görebilme şansımız olsaydı.

Gururlu bir gülümseme ile yeniden defterin ayrıntılarına dönmüştük.
Görseller o kadar karmaşıktı ki, defter bize yaşanmış bir süreci mi anlatmaya çalışıyor ya da yaşanacak olanları hikayeleştirerek mi sunuyor bunu çözmemiz biraz zaman alacaktı.

Hala aynı sayfanın içinde kaybolmuştuk. Elimizde ki ufak merceklerle daha yakından görmeye çalışıyorduk. John, ''Ocean! Bir kelime daha gördüm!'' Heyecanla John'un baktığı yere onu omuzundan iterek bakmaya başladım. ''Evet ben de gördüm!'' Heyecanımıza engel olamıyorduk. Bu keşfetme duygusu muazzam bir şeydi. John defterin başına yeniden geçti. ''Hazır mısın kodluyorum. '' Ben de bilgisayarın başına geçip anlamına bakmaya başlarken deri defterin kokusu burnumun ucunu sızlatmıştı adeta. ''Hazırım, söyle.''

''R, H ...'' John, bulduğumuz kelimeye okumaya başlarken kalp atışlarımın hızlandığını fark ettim. Yine bilincim bir bulanık suyun içine girmiş kadar derinlere inmişti. Daha önce hiç böylesi bir rahatsızlık yaşamamıştım. Zihnim bulunduğum yerden bağımsız çalışıyor gibiydi. Görüşüm yavaş yavaş bulanıklıktan öte kararmaya başlamıştı. Bugün beni zayıf kılan her ne ise ona karşı üstün bir savaş vermeye çalışıyordum ama sanırım başaramayacaktım. Elimi arkamda duran duvara yerleştirip dik durmaya çalıştım. ''R, H, I...'' John'un sesi bile artık adeta suyun altındaymış gibi boğuk bir şekilde gelmeye başlamıştı. Konuşacak durumda değildim. Bedenim ateşin içindeymişim gibi yanmaya başlamıştı. Dizlerimde dayanılmaz acıyı hissedip bayılmadan önce duyduğum tek ses John'un, ''Riwar.'' Demesiydi.

Ölümsüzlük içinde seni arıyorken, ruhunu buldum.

Tanrılar ülkesine yükselmişken, var oluşumu kaybettim.

Yıldızları sana getirecek olanı seçtiğinde,

Kalbimi parçalayıp, kanımdan içtin.

Şimdi duy sesimi, duy sesimi de gel bana.

Uyanışın yüzyıllar boyunca ölümün olacak.

Ölümün ise, beni yeniden doğuracak.

 

Loading...
0%