@aylindeyiz
|
Büyük konferans öncesinde yeniden bir toplantıdaydık. Son zamanlarda toplantıları John sunuyordu. Kendimi pek iyi hissetmemeye başlamıştım. Doktorun verdiği ilaçlar beni olduğumdan daha kötü bir ruh haline sokuyordu. Biraz daha bu şekilde ilerlersem bir terapi almayı bile düşünüyordum. Sorunumun fizyolojik olduğunu düşünmüyordum. Ruhsal anlamda hiç bu kadar durgun, dalgın ve sessiz olmamıştım. Kendi içimde bir çöküş yaşıyordum. Gittikçe sadece kendi sesimi duyuyordum. İnsanların söylediği hiçbir cümle zihnimde yer etmiyordu. Toplantı boyunca Michlaud ile birçok kez göz göze gelmiştik. Konferansı sunacak olan kişi olmasına rağmen sürekli gözleri benim üzerimdeydi. John toplantıyı bitirip yanıma oturduğunda bakışları bana iyi olup olmadığımı sorar gibiydi. Ona kafamı sallayarak iyi olduğumu belirttim. Salonun kapısından herkes yavaş yavaş çıkmaya başlarken önümde duran kağıtları toparlamaya başlamıştım. ''O günden sonra hiç iyi görünmüyorsun.'' John'un sesinde endişe vardı. Benimle beraber o da aynı psikolojiyi yaşıyordu. Ona doğru bakıp gülümsedim. ''Beni lanetli bir işin içine soktuğun için senin yüzünden bu haldeyim.'' Gülerek omuzuma dokundu. John ile defteri incelediğimiz o akşamdan beri tarifi imkansız bir ruh haline dönüşmüştüm. O akşam bedenimin beni taşıyamadığı bir yorgunlukla bayılmıştım. Daha önce bu tür şeyler sık sık başıma gelmezdi fakat günlerdir içimde farklı bir insan daha yaşıyordu sanki. Benimle beraber görüyor, duyduklarımı duyuyor, düşüncelerime ortak oluyor ya da dokunduğum şeye temas ediyor gibiydi. ''Bu gece yine sen de kalma mı ister misin?'' Bayıldığım günden beri beni yalnız bırakmama konusunda inat etmişti. Ona olan minnettarlığımı sanırım hiçbir zaman ödeyemeyecektim. ''Artık senin de bir evin olduğunu hatırlaman gerek.'' Gözlerindeki endişe yine dinmediği için elimdeki dosyayı masaya bırakıp John'un elini tuttum. ''Ne zaman inanırsın bilmiyorum fakat gerçekten iyiyim. Artık evinde kalman gerek sürekli bir bakıcı gibi benimle ilgilenmen gerekmiyor.'' Elimi sıkarak anlayışla gülümsedi. ''Tamam sana güveniyorum. Kendini iyi hissetmediğin zaman beni ara. '' Kafamı sallayarak ben de ona gülümsedim. Dosyalarımızı alıp toplantı salonundan dışarı çıkarken hafifçe kulağıma eğilip, ''Unutmuşum, kendini iyi hissetmediğinde bara gitmek gibi bir opsiyona sahipsin.'' Müzede ki günü normal halime oranla güçlükle tamamlamıştım. Bir türlü aklımı toparlayamıyordum. İlaçlar beni daha da fazla sersemlettiği için içmeyi bırakma kararı almıştım. Ceketimi alıp ofisten çıktığımda John ile yarın buluşma ve elimizdeki verileri nasıl değerlendireceğimize dair konuşma kararı almıştık. Bir işi çözmeden asla peşini bırakmazdı. Gerçi bu sembol bilimcilerin ortak bir huyuydu. Merak ve bilinmeye olan tutku bizi hayatın tüm derinliklerine itiyordu. Gerçekliğimizi kaybetmek anlamı gelecek olsa da bir gizemin peşinden gitmek paha biçilemez bir tutkuydu. Müzenin kapısından çıktığımda ise kapının önünde Michlaud bekliyordu. Ona doğru yavaş adımlarla ilerleyip gülümsedim. ''Konferans öncesi rahatlama mı?'' Soruma karşılık bana doğru dönüp gözlerimin içine baktı. Herhangi bir insanda görmediğim bir etkisi vardı. Şimdiye kadar gördüklerim dışında başka bir şey vardı. Michlaud'un bakışları karşısındaki insanın gözlerinin içinden başlayıp kalbinde biten bir yolculuğu temsil ediyor gibiydi. Haklıydı fakat işi sürekli insanlar ile alakalı olan birisi için de garip bir cevaptı. Alanında başarılı bir arkeolog olmasından kaynaklı sürekli insanlar ile iletişimini korumak zorundaydı. ''Sizin gibi birisi için bu oldukça zor olmalı.'' Eve doğru yürürken az önce hissettiğim heyecanı bile hiç yaşanmamış gibi hızlı bir şekilde hafızamdan silmiştim. Son günlerde ki halim hayatı kendime çekilmez kılmak için her yolu deniyordu. Bana olan şey her ne ise, bir an önce bedenimi ve ruhumu terk etmesi gerekti. Eskiden olduğum insana yeniden dönüşmem için her ne varsa yapmak için hazırdım. Akşam çıkacağımız yemekte bu durumu sorgulamak için konuyu açabilirdim. Kendisi her ne kadar iyi bir arkeolog olsa da sembolleri okumak konusunda büyük görev bizimdi. Ona bu yeteneği için hayran mı olmalıydım yoksa göremediğim bir şeyi gördüğü için korku mu duymalıydım bilmiyordum. Apartmanımın döner merdivenlerini çıkarken Stella'nın sesi her zamanki gibi apartmanın her bir duvarından geçiyordu. Hayatı kendine çekilmez kılan demek ki bir tek ben değildim. Dairemden içeri girdiğimde ise uzun bir nefes verip mutfağa doğru yürüdüm. ''Riwar.'' Bu adı sesli bir şekilde dile getirmek garip geliyordu. Geçmiş. Yaşanmışlıklar. Kurban ayini. Kim bilir ne anlatılmak isteniyordu bu defterde veya neyin kaydı tutulmuştu. İsmi her okuduğumda dibe çekiliyordum sanki. Birinin hiç kimsenin bilmesini istemediği bir hikayesini okuyor ve onun mahremiyetine giriyor gibi hissediyordum. Riwar her kimse veya her ne ise onu yaşıyor ve onun tüm iç dünyasını biliyordum sanki. Bir yandan biramı yudumlarken bir yandan da aldığımız notları bir kenara toparlayıp yatak odama geçtim. En azından bir süreliğine aklımı bu hikayeden başka yerlerde tutsam iyi olurdu. Nereden geldiğini bilmediğim bir cesaret ile yeniden perdenin arasından baktım ve yine bomboş sokakları gördüm. Derin bir nefes dışarıya verdim. ''Bugün birilerinin canı sıkılmış anlaşılan.'' Üzerime yapışan koyu mavi bir elbise giyip saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Bana verilen ismin anlamından olsa gerek, New Orleans'ta yaşayan üvey annem bana hep mavinin benim rengim olduğunu söylerdi. John'un gelip beni almasını beklerken gözüm rüyalarımı yazdığım küçük defterime takılmıştı. Genellikle gördüğüm rüyalarımı yazdığım bu defterimi ara ara kurcalamak rutin haline gelmişti. Son sayfayı açtığımda yeni herhangi bir yazı görememiştim. Bayıldığım gece gördüğüm rüya benim için bilinmezlik içinde kaybolan kelimelere dönüşmüştü. Hissiyatı hala devam eden ama tek bir görüntü hatırlamadığım o rüyayı kelimelere dökmeyi o kadar çok isterdim ki, sanırım son zamanlarda eksikliğini tamamlayamadığım için mutsuz olduğum şey buydu. Bu durumu artık çaresizce kabul etmekten başka yapacak bir şeyim yoktu.
|
0% |