Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7. Bölüm, Yılan Yiyen Kartallar

@aylindeyiz

 





''1519 yılında Hernan Cortes adında bir İspanyol denizci Küba Valisi'nden ana kıtaya sefer yapmak için yardım istemiştir. '' Ellerimi saçlarımın arasından geçirip geriye doğru yaslandım. Bu aralar bedenen oldukça zayıf hissetmeye başlamıştım. '' Quetzalcoatl, inanca göre önce doğuya gitmiştir ve oradan geri gelecektir. Kral Montezuma bu beyaz adamı gördüğü sırada onun Quetzalcoatl olduğunu düşünüp kutsal şehrin kapılarını ona hediyeleri ile açmıştır. Ancak bu kapı açıldığında Azteklerin sonu hazin bir şekilde gelmiştir.''

Büyük konferans öncesinde yeniden bir toplantıdaydık. Son zamanlarda toplantıları John sunuyordu. Kendimi pek iyi hissetmemeye başlamıştım. Doktorun verdiği ilaçlar beni olduğumdan daha kötü bir ruh haline sokuyordu. Biraz daha bu şekilde ilerlersem bir terapi almayı bile düşünüyordum. Sorunumun fizyolojik olduğunu düşünmüyordum. Ruhsal anlamda hiç bu kadar durgun, dalgın ve sessiz olmamıştım. Kendi içimde bir çöküş yaşıyordum. Gittikçe sadece kendi sesimi duyuyordum. İnsanların söylediği hiçbir cümle zihnimde yer etmiyordu.

Toplantı boyunca Michlaud ile birçok kez göz göze gelmiştik. Konferansı sunacak olan kişi olmasına rağmen sürekli gözleri benim üzerimdeydi.

John toplantıyı bitirip yanıma oturduğunda bakışları bana iyi olup olmadığımı sorar gibiydi. Ona kafamı sallayarak iyi olduğumu belirttim. Salonun kapısından herkes yavaş yavaş çıkmaya başlarken önümde duran kağıtları toparlamaya başlamıştım. ''O günden sonra hiç iyi görünmüyorsun.'' John'un sesinde endişe vardı. Benimle beraber o da aynı psikolojiyi yaşıyordu. Ona doğru bakıp gülümsedim. ''Beni lanetli bir işin içine soktuğun için senin yüzünden bu haldeyim.''

Gülerek omuzuma dokundu. John ile defteri incelediğimiz o akşamdan beri tarifi imkansız bir ruh haline dönüşmüştüm. O akşam bedenimin beni taşıyamadığı bir yorgunlukla bayılmıştım. Daha önce bu tür şeyler sık sık başıma gelmezdi fakat günlerdir içimde farklı bir insan daha yaşıyordu sanki. Benimle beraber görüyor, duyduklarımı duyuyor, düşüncelerime ortak oluyor ya da dokunduğum şeye temas ediyor gibiydi.

Gözlerimi açtığımda yatağımda uzanıyordum ve John'da başımda dikiliyordu. O kadar korkmuştu ki saçlarının arasından yüzüne doğru terler akıyordu. ''Biraz daha gözlerini açmasaydın hastaneyi arıyordum. '' demişti. Ona o gece yarım saat kadar gelmesine karşın bana yıllar gibi gelmişti. Uzun yıllardır uyuyor gibi hissediyordum.

Gördüğüm rüya ile beraber eski dünya ve yeni dünya arasındaki ayrımı yapmakta bile zorlanmaya başlamıştım. Rüyamda yine duyduğum dalgaların sesi ve karşımda bir kadın duruyordu. Onunla olan konuşmalarımı uyandığım andan itibaren tek bir kelimesini bile hatırlamıyordum. Oysa etkisi, yıllar boyunca üzerimde kalacak kadar büyüktü.

''Bu gece yine sen de kalma mı ister misin?'' Bayıldığım günden beri beni yalnız bırakmama konusunda inat etmişti. Ona olan minnettarlığımı sanırım hiçbir zaman ödeyemeyecektim. ''Artık senin de bir evin olduğunu hatırlaman gerek.'' Gözlerindeki endişe yine dinmediği için elimdeki dosyayı masaya bırakıp John'un elini tuttum. ''Ne zaman inanırsın bilmiyorum fakat gerçekten iyiyim. Artık evinde kalman gerek sürekli bir bakıcı gibi benimle ilgilenmen gerekmiyor.''

Elimi sıkarak anlayışla gülümsedi. ''Tamam sana güveniyorum. Kendini iyi hissetmediğin zaman beni ara. '' Kafamı sallayarak ben de ona gülümsedim. Dosyalarımızı alıp toplantı salonundan dışarı çıkarken hafifçe kulağıma eğilip, ''Unutmuşum, kendini iyi hissetmediğinde bara gitmek gibi bir opsiyona sahipsin.''

Gözlerimi devirerek ona baktığımda ise omuzlarını silkti. O geceye dair her ayrıntıyı ona anlatmıştım. O gece tanıştığım Davier hakkındaki her şeyi biliyordu. Güvenliğimden endişe ettiği için birkaç gün söylenmelerine maruz kalmıştım ancak görünüyor ki hala devam etmekte ısrarcıydı.

O günden beri John ile defter üzerinde herhangi bir çalışma yapamamıştık. Kendimi iyi hissetmediğim için John'da tek başına yapmaktan kaçınmıştı. Artık normale döndüğümü kabul ettirmem ne kadar zor olsa da John yeniden defter üzerinde yoğunlaşma önerimi kabul etmişti.

Müzede ki günü normal halime oranla güçlükle tamamlamıştım. Bir türlü aklımı toparlayamıyordum. İlaçlar beni daha da fazla sersemlettiği için içmeyi bırakma kararı almıştım. Ceketimi alıp ofisten çıktığımda John ile yarın buluşma ve elimizdeki verileri nasıl değerlendireceğimize dair konuşma kararı almıştık. Bir işi çözmeden asla peşini bırakmazdı. Gerçi bu sembol bilimcilerin ortak bir huyuydu. Merak ve bilinmeye olan tutku bizi hayatın tüm derinliklerine itiyordu. Gerçekliğimizi kaybetmek anlamı gelecek olsa da bir gizemin peşinden gitmek paha biçilemez bir tutkuydu.

Müzenin kapısından çıktığımda ise kapının önünde Michlaud bekliyordu. Ona doğru yavaş adımlarla ilerleyip gülümsedim. ''Konferans öncesi rahatlama mı?'' Soruma karşılık bana doğru dönüp gözlerimin içine baktı. Herhangi bir insanda görmediğim bir etkisi vardı. Şimdiye kadar gördüklerim dışında başka bir şey vardı. Michlaud'un bakışları karşısındaki insanın gözlerinin içinden başlayıp kalbinde biten bir yolculuğu temsil ediyor gibiydi.

''Bir bakıma evet, ama bir bakıma hayır. '' Kaşlarımı çatarak tam cevap verecekken tebessüm ederek yeniden konuşmaya başladı. Gülümsediğini nadir görmüştüm. İçimde yavaşça büyüyen bir ışık hissettim. ''Konferans için heyecanlı değilim elbette fakat insanlar arasında çok bulunduğum zaman sessizliği isteme ihtiyacım daha fazla artıyor.''

Haklıydı fakat işi sürekli insanlar ile alakalı olan birisi için de garip bir cevaptı. Alanında başarılı bir arkeolog olmasından kaynaklı sürekli insanlar ile iletişimini korumak zorundaydı. ''Sizin gibi birisi için bu oldukça zor olmalı.''

Oldukça yanlış anlamaya müsait bir cevap verdiğimi zannetmiyordum fakat Michlaud bana anlamayan bakışlar ile baktı. ''Benim gibi birisi?'' Boğazımı temizleyip hızlıca mantıklı bir cevap vermem gerekiyordu. ''Sizin gibi herkes tarafından tanınan bir arkeolog...'' Bu düzeltmeme karşın ellerini kumaş pantolonun cebine koyarak bakışlarını farklı bir yere çekti. Bu durumda ona bakmam daha kolay bir hale gelmişti. Bana baktığı her an yanlış bir şey söyleyecek veya duygularımı okuyacak hissine kapılıyordum. ''Bu gece bir şeyler içmek için uygun musun Ocean? Konferansa sayılı günler kala detayların üzerinden geçeriz hem de daha yakından birbirimizi tanımış oluruz.'' Sorusuna karşılık kalbimin normal atışlarından daha hızlı attığını fark etmiştim. Daha önce böyle bir heyecanı çok nadir yaşamıştım. ''Ah, elbette! John'a haber veririm. Kendisi restaurant ayarlama konusunda ustadır.''


Michlaud yüzüme bakıp dudaklarını araladı. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu fakat derin bir nefes alıp, ''Harika! Akşam görüşmek üzere o halde.'' Müzenin kapısına doğru yönelip yavaş adımlarla yürümeye başladı. ''Görüşmek üzere!'' Arkamı dönüp daha fazla yanlış bir izlenip sergilemeden yürümeye başladım. Akşam onu göreceğim için heyecanlıydım ancak bir yandan içimdeki korku ile savaş halindeydim. Bir an önce konferansın yapılıp New York'tan gitmesi için gün saymaya başlamalıydım. Sadece baktığında bile bu kadar etkileyen birisi ile aynı duvarların arasında çalışmak epey dikkat dağıtıcı olabiliyordu.

Eve doğru yürürken az önce hissettiğim heyecanı bile hiç yaşanmamış gibi hızlı bir şekilde hafızamdan silmiştim. Son günlerde ki halim hayatı kendime çekilmez kılmak için her yolu deniyordu. Bana olan şey her ne ise, bir an önce bedenimi ve ruhumu terk etmesi gerekti. Eskiden olduğum insana yeniden dönüşmem için her ne varsa yapmak için hazırdım.

Apartmanımın kapısından girerken aklımda sürekli dönen semboller vardı. Normal zamanda müzede olanı müzede bırakır ve eve geldiğimde kendi hayatıma odaklanırdım. Ancak son zamanlarda birçok şey üst üste gelmişti. Michlaud'un geçen hafta yaptığım sunumda fark ettiği sembolü görememem aklımda birçok soru işareti bırakmıştı.

Akşam çıkacağımız yemekte bu durumu sorgulamak için konuyu açabilirdim. Kendisi her ne kadar iyi bir arkeolog olsa da sembolleri okumak konusunda büyük görev bizimdi. Ona bu yeteneği için hayran mı olmalıydım yoksa göremediğim bir şeyi gördüğü için korku mu duymalıydım bilmiyordum.

Apartmanımın döner merdivenlerini çıkarken Stella'nın sesi her zamanki gibi apartmanın her bir duvarından geçiyordu. Hayatı kendine çekilmez kılan demek ki bir tek ben değildim. Dairemden içeri girdiğimde ise uzun bir nefes verip mutfağa doğru yürüdüm.


Bir yandan geçen geceden kalma notlara bakarken bir yandan buzdolabından bir bira çıkardım.

''Riwar.'' Bu adı sesli bir şekilde dile getirmek garip geliyordu. Geçmiş. Yaşanmışlıklar. Kurban ayini. Kim bilir ne anlatılmak isteniyordu bu defterde veya neyin kaydı tutulmuştu. İsmi her okuduğumda dibe çekiliyordum sanki. Birinin hiç kimsenin bilmesini istemediği bir hikayesini okuyor ve onun mahremiyetine giriyor gibi hissediyordum. Riwar her kimse veya her ne ise onu yaşıyor ve onun tüm iç dünyasını biliyordum sanki.

Bir yandan biramı yudumlarken bir yandan da aldığımız notları bir kenara toparlayıp yatak odama geçtim. En azından bir süreliğine aklımı bu hikayeden başka yerlerde tutsam iyi olurdu.

Odama geçip boy aynasından kendime uzun uzun baktım. Buğday tenimin üzerine dökülen simsiyah saçlarım, neredeyse kömür karası gözlerim ve dolgun dudaklarım... Sahi, kime benziyordum acaba? Şimdiye kadar gerçek ailemin kim olduğuna dair bir merak hissi bile içimde uyanmamıştı. Ancak bir gün karşılaşacak olsam onlara ne söylerdim hiç bilmiyordum. Onlara karşı bir öfkem yoktu, zaten bebekliğimden beri koruyucu ailem ile büyümüştüm ve bir aile özlemi yaşamayacak kadar mutluydum.

Derinlerde bir yerlerde ait olamadığım hissi beni onlardan koparmıştı ama aramızdaki sevgi bağı hala devam ediyordu. Gerçek ailem neden beni terk etmişti, neden hiç beni arama çabaları dahi olmamıştı? Bu her daim muamma olarak kalacaktı.

Aynadan kendimi izlerken odamın penceresinin orada sesler duymaya başlamıştım. Kaşlarımı çatıp neler oluyor diye bakmaya giderken yavaş adımlar atmaya başlamıştım. Bu sokaklarda her an her şey olabilirdi. Perdeyi hafif aralayıp aşağıya doğru sarhoş bir serseri göreceğimi umarken bomboş sokaklarla karşılaşmıştım.

Sokak lambalarının ışığında sessiz sessiz yağan karın altında tam bir sükûnet hakimdi. Perdeyi geri kapatıp odama geri döndüm. Tam döndüğüm esnada başka bir ses daha duydum ve adımlarımı durdurarak olduğum yerde kaldım. Birileri benimle oyun mu oynuyordu?
İçten içe ürperdiğimi biliyordum ve yeniden perdenin arasından bakma dürtüme engel olmaya çalışıyordum.

Nereden geldiğini bilmediğim bir cesaret ile yeniden perdenin arasından baktım ve yine bomboş sokakları gördüm. Derin bir nefes dışarıya verdim. ''Bugün birilerinin canı sıkılmış anlaşılan.''

Perdeyi kapattığımdan emin olarak yeniden aynanın karşına geçtim.

Bu gece için hazırlanmaya başlarken John'u arayıp Michlaud ile yaptığımız plandan bahsettim. Bir restaurant ayarlamak için oldukça hevesli bir şekilde telefonu kapatmıştı. Bu akşam için şık bir şeyler seçmek istiyordum. Belki günlerin stresini atmak için iyi bir çözüm olabilirdi.

Gerçekten bu buluşma için heyecanlı mıydım yoksa tam anlamıyla Michlaud için mi hazırlanıyordum emin değildim. Hala oturmayan bazı parçalar vardı içimde.

Üzerime yapışan koyu mavi bir elbise giyip saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Bana verilen ismin anlamından olsa gerek, New Orleans'ta yaşayan üvey annem bana hep mavinin benim rengim olduğunu söylerdi.

John'un gelip beni almasını beklerken gözüm rüyalarımı yazdığım küçük defterime takılmıştı. Genellikle gördüğüm rüyalarımı yazdığım bu defterimi ara ara kurcalamak rutin haline gelmişti. Son sayfayı açtığımda yeni herhangi bir yazı görememiştim.

Bayıldığım gece gördüğüm rüya benim için bilinmezlik içinde kaybolan kelimelere dönüşmüştü. Hissiyatı hala devam eden ama tek bir görüntü hatırlamadığım o rüyayı kelimelere dökmeyi o kadar çok isterdim ki, sanırım son zamanlarda eksikliğini tamamlayamadığım için mutsuz olduğum şey buydu. Bu durumu artık çaresizce kabul etmekten başka yapacak bir şeyim yoktu.

Defteri tam kapatacakken ilk sayfalara gözüm takıldı. Birkaç satır okumaya çalışırken tanıdık gelen kelimelerimin arasında şimdiye kadar dikkatimi çekmeyen detaylar olduğunu fark etmiştim. Her sayfayı atladığımda neredeyse aynı şeyleri okuyordum.


Neredeyse her rüyamda, bir okyanusta boğuluyordum.


 

Loading...
0%