@aylindeyiz
|
İkiz Bedenlerin Düşüşü
Döngü devam edilir, Ruh, kime ait olduğunu bilir. Odanın duvarları arasına sıkışmış nefesim ve tırnaklarımı avuçlarıma geçirdiğim ellerim... Gerçekliğini yitirmişti her şey... Michlaud korku dolu gözlerle bana bakıyordu. Ona ne söylesem bilmiyordum. Az önce ne oldu bilmiyordum. ''Michlaud?'', diyebildim. Cevap vermedi. Konuşmamı bekliyordu. Beni dinlemek istiyordu fakat anlatacak neyim vardı ki? Var olanı nasıl kelimelerle ona sunabilirdim ki? ''Kimsin sen?'' Gözlerimi açıp belli belirsiz görüşüm ile Michlaud'a doğru baktım. Aklımda hala bilinçaltımın derinliklerinde gezen o görüntü vardı. Michlaud gözlerini gözlerimden ayıramıyordu. Tek bir detayı bile kaçırmak istemeyişini hissedebiliyordum. Tırnaklarımı avuç içlerime geçirdiğimde canımın acısı beni daha diri tutması için adeta içten içe kendime yalvarıyordum. ''Tüm bunlar bir delilik, aynı şeyi görebiliyor ve duyabiliyor oluşumuzun anlamı ne? Bilmiyorum.'' Diğer elimi saçlarımın arasında geçirerek odanın içinde yürümeye başladım. Michlaud söylediklerinde garip derecede samimiyet duygusu hissettiriyordu. Yalan söyleyecek nasıl bir sebebi olabilirdi ki? ''Anlam veremiyorum. Bizi bekleyen bir şey varsa bunu nasıl bulacağız?'', diye sordum. Michlaud derin bir nefesi dışarıya verip bakışlarını yumuşattı. ''Bilmiyorum. Ancak bekleyen şey her ne ise bizim onu bulmamız için resmen çırpınıyor.'' Dünya sandığım yer değil de hissettiğim yer miydi? Geçmiş sadece bitmiş olan hikayelerin yolculuğu muydu yoksa başlayacak olanların mı habercisiydi? Koltukta otururken düşüncelerin ağırlığı göz kapaklarıma yansımıştı. Kısa ama rahatsızlık verici bir uykuyla uyumuştum. Koltuktan hızlı bir şekilde doğrulup dün geceyi düşünmeye, buraya nasıl geldiğime dair anılarımı hatırlamaya çalışıyordum. Ellerimi saçlarımın arasına daldırdım. ''Lanet olası Michlaud!'' Hayatıma karanlık bir gizem olarak çökmüştü. Yatağa geçtiğimde ise saatin neredeyse sabah olduğunu yeni fark etmiştim. Bugün müzede önemli bir konferans daha vardı. Bu sefer konuşmacı başka birisiydi. Bizler katılımcı olarak bulunacaktık. Michlaud'un bugün müzeye uğrayacağından emin değildim. Yolda yavaş yavaş yürürken bir yandan da saate bakıyordum. Bugün oldukça erken gelmiştim. Muhtemelen John hala gelmemiş olacaktı. Müzenin kapısına yaklaştığımda etrafıma bir göz gezdirdim. Hiç kimse yoktu. İçeriye geçtiğimde ise benimle birlikte çok az kişi gelmişti. Sabahları rutinleşen selamlama faslını geçtikten sonra ofise doğru yürümeye başladım. Geçerken toplantı odasına ve ortak salona göz gezdirdim fakat ne bizim ekibimizden ne de Michlaud'un ekibinden kimse yoktu. Michlaud ve ekibinin vereceği büyük konferans gününe sadece üç gün kalmıştı. Konferans bittikten sonra ne olacağı koca bir muammaydı. Michlaud ne olursa olsun gitmemeliydi. İçinde bulunduğumuz şeyi bir çözüme kavuşturmalıydık. Cevapları bulmalıydım. Ben bunun için var edilmiştim. Düne dair ayrıntıları öğrenmeden onu bu şehirden göndermeye hiç niyetim yoktu. Ofisteki masamı düzenlerken zaman oldukça hızlı bir şekilde geçmiş olacak ki John'un sesi ile irkildim. ''Bu insani gözlerim bir rüya mı görüyor yoksa Ocean benden önce işe mi geldi?'' Yüzümdeki ciddi ifadeyi hiç bozmayarak, ''Sence şu an bunu mu düşünmeliyiz?'' dedim. John'un kayıtsız kalamayacağını bildiğim bu ifade elbette ki onu kaygılandırmaya yetmişti. Elindeki evrak çantasını masasına gelişigüzel fırlatıp, ''Bir şey olmuş,'' dedi. ''Dün sizi yalnız bırakmak ile hata mı ettim?'' Ona doğru dönüp ellerimi masaya yerleştirdim. ''Dün gece bizi bilerek mi yalnız bıraktın yoksa?'' Meydan okuyan bir bakış attım. John abartılı el hareketi ile, ''Öyle bir durum söz konusu bile olamaz.'' Kafasını önüne eğip utangaç bir şekilde, ''Dün gece Marianne arayınca aniden kalktım. Sadece bu. Üstelik seni neden yalnız bırakayım,'' dedi. ''Bunu sen benden istemediğin sürece, söz konusu dahi olamaz.'' İstemsizce John'u bile sorgulamıştım. Bu sorgulama ağının içinde John'un olmaması gerektiğini bile bir anlığına unutmuştum. Bakışlarımı yumuşatıp omuzuna dokundum, ''Biliyorum, sorun değil. '' John omuzunda duran elimi alıp tuttu. ''Ocean, sorun ne? Ne oldu? Sana istemediğin bir şey mi yaptı?'' diye sordu. Gözlerimi devirip, ''Hayır,'' dedim. ''Bana hepsinin delilik olduğunu düşündüğüm birçok şey söyledi. '' Antik dönemleri bu kadar çok araştırıp, analiz ederken, dönemi her zaman dönemin şartlarına, kültür yapısına, diline ve dinine göre değerlendiririz. Mucize olarak anlatılan her mitin aslında günümüzde hep bir açıklaması olduğunu biliriz. Michlaud'un bahsettiği ve ima ettiği şeyler 21. Yüzyıl dünyasında benim gerçeklik algıma uymuyordu. John'a dün Michlaud ile geçen tüm diyalogları anlattığım an John'dan hiçbir tepki alamıyordum. Elimi gözlerinin önünde sallayarak, ''Hey, iyi misin?'' diye sordum. John hala yüzüme bakarak, ''Ocean gerçekten bir an bile mi?'' diye sordu. Anlamayarak yüzüne doğru baktım. ''Bir an bile mi anlattıklarında gerçeklik payı olabilme ihtimalini aklına getirmedin?'' dedi. ''Tabii ki hayır John!'' Net bir şekilde cevap vermeme karşın John heyecanlı bir şekilde ofisin içinde hızlı bir şekilde düşünmeye başladı. Böylesi tavırları sadece çözümlemeye yaklaştığı gizemleri anlayınca sergilerdi. ''Kendine gel Ocean.'' Bana doğru kararlı bir ifadeyle yaklaştı. ''Bu kadar katı ve sınırlı düşünmek sana göre değil. Bir şeyleri sorgulamadan ve inançlı davranmadan gerçekliği hiçbir zaman bulamayacağını sen de çok iyi biliyorsun. '' dedi. John'la konuşmak, onu dinlemek ve fikirlerine eşlik etmek bir insanı bütün karanlığından kurtarabilirdi. Ona olan inancımdan ötürü iç dünyamda bir rahatlama hissetmiştim. Bir şeylerden ister istemez kaçıyor gibiydim. Bunun farkındaydım. Ancak yeryüzündeki hangi insan kaçtığı şeye daha sert bir şekilde çarpmadı ki? ''Haklısın. Bilmiyorum. İçten içe bende son dönemlerde yaşanan her şeyin bağlantılarını çözmeye çalışıyorum fakat sanırım korkuyorum. Kendim hakkında ki gerçeği bilmemem gerekiyormuş da ondan olabildiğince kaçmam gerekiyormuş gibi hissediyorum.'' John anlayışla bana doğru yaklaşıp elimi tuttu. ''Biliyorum. Ne olursa olsun yanındayım. Kaçık bir deli de olsan seni her zaman koruyacağım.'' Gülümseyerek elimi sıktı. Bende ona gülümseyerek karşılık verdim. Yolumu kaybetmişken bana en iyi yol arkadaşının o olduğunu ve olacağını biliyordum. Ona anlattıklarımı yeniden kendine anlatıyordu. Ufak sayılabilecek ofisin içinde sayamadığım kadar tur atıyordu. Bu tür zamanlarda sadece kendisiyle konuşuyordu. ''Seni bir çeşit trans haline geçirmiş olabilir mi? '' Neredeyse kahkaha atacaktım. ''Ne yani arkeolog Michlaud sence bir psişik mi?'' John alay etmeme karşın hala kendi kendine teori üretiyordu. ''Bir psişik veya insan bilincinin neye ihtiyacı olduğunu bilen birisi de olabilir. Freud'un yaptığı bilinçaltı tekniklerini ve hipnoz çalışmalarını unutmamak gerek.'' John odanın içinde bir ileri bir geri yürümeye devam ederken ani bir şekilde durdu. ''Aklıma bu tür konularda uzman birisi geldi. Yarın onun yanına gidelim mi Ocean ne dersin?'' diye sordu. Ofisin kapısının tıklanması ile ikimizde kapıya doğru baktık. Marianne kafasını içeriye doğru uzatmış bize doğru bakıyordu. ''Konferans için son toplantı yapılacak. Michlaud bütün ekibin bir araya gelmesini istedi. '' Kaşlarımı çattım, '' Sabah geldiğimde kimseyi göremedim?'', diye sordum. ''Herkes küçük toplantı salonundaydı. Sizlerin gelmesini bekliyoruz.'' Bir yandan da John'a kaçamak bakışlar atmaya devam ediyordu. Dün gece her ikisi için de oldukça heyecanlı geçmiş olmalıydı. ''Geliyoruz birazdan. Teşekkürler Marianne.'' dedim. Kapıdan çıkmaya hazırlanırken John'a yine gülümseyerek şımarık bir bakış attı. ''Rica ederim Oce.'' John hemen masasındaki belgeleri toparlamaya çalışırken ben de ona imalı bir şekilde bakmaya başladım. ''Kes şunu Ocean!'' Tepkisi ile daha fazla gülmeye başlamıştım. İkimizde karşılıklı atışarak ofisten çıktık ve toplantı salonun kapısına geldik. John koluma dokunup, ''Şimdilik dün ile ilgili herhangi bir tepki verme, konferans sonrası onu mutlaka yakalaman ve söylediklerine karşı daha fazla ayrıntı alman gerek. '' John önden giderek toplantı salonun kapısını açtı. Michlaud'u yeniden görecek olmam içimde farklı bir hissi uyandırmıştı. Sanki onu hep tanıyordum. Onu biliyordum. Onu hissediyordum ancak itiraf edemiyordum. Ne ona ne de kendime. Varlığı daha önceden içime kazınmış bir ruhtu sanki ve birileri onu almamış olsaydı zamanın bir yerinde birbirimizi çoktan bulmuştuk Yazar Notu: Yaşama dair yolculuğunuz hiçbir zaman bitmeyecek. Kendinizi bulduğunuzu sandığınız an da bile kaybedebilir ve yeniden bilinmezliğe sürüklenebilirsiniz. İçinizde hep bir yerlerde geçmişinize dair bir parça olsun. Kaybettikleriniz de kazandıklarınız kadar gerçek ve size ait. Onları unutmayın, onlar sizi var etti. Gözlerinizi kapatın ve olmak istediğiniz, olmanız gereken yeri düşünün. Siz oraya aitsiniz. Gözlerinizi açtığınızda bir dünyaya sahipsiniz fakat kapattığınızda koca bir evrene hükmedensiniz. Kendinizin efendisi olun, kendinize itaat edin. Ve en önemlisi her zaman arayın, bulunmayacak olsa bile arayın ve düşünmekten hiç vazgeçmeyin. Düşünmek sizi özgürleştirecek. Özgürleştiğiniz an sorgulayın. Sorgulamak ise sizi kudretli bir dünyayla eş değer kılacak.
|
0% |