@ayman01
|
Yürüyor olmak yetmez, farkında da olmak gerekiyor. Her adımımda hayatın içinde olmanın verdiği keyif bana müthiş görme yeteneği veriyor. Kaç kere gerçekten farkında olarak ve görerek yürümüştür insanlar. Kafamızın içindeki görüntüler gözümüze perde indiriyor ve o an nerde olursak olalım o perdedeki görüntünün içindeki hayatı yaşıyoruz. Buda o pamuktan duvarın eseri. Olmak istediğimiz yerle olduğumuz yer aynı olmuyor çoğu zaman ve düşüncemizde taşıdığımız şeyler yaşamımıza bile etki ediyor. İşte böyle olunca da sadece yerlere basmış oluyoruz yürümüş olmuyoruz. Berduş, Medet Dede, dondurmacı kim bilir kaç kişi varlıklarını derinlemesine görmüştür ve kim bilir kaç kişi yokluklarını fark edecektir. İnsanlar kendilerinin farkına varamıyorken onları farkedecek olmaları da zor bir ihtimal ama bence her ne olursa olsun bir çözümü vardır hayatı yaşamanın. Yaşadığımız sürece hayatta olduğumuzun farkına varmamız yeterli. İşte bende, farkında olarak yürümeye devam ediyorum. Kalabalığın arasında koltuk değnekleriyle yürümeye çalışan bir adam dikkatimi çekiyor. Ayakları saydığı değneklerini rengarenk boyamış. Yukarıdan aşağıya doğru renkli yağlı kağıtlardan süs yapmış, kağıtlar değneği sara sara aşağıya doğru iniyor ve değnekleri her oynatışında sanki dönüyormuş gibi görünüyor. Yürümekte zorlanıyor aslında bunu görebiliyorum ancak içindeki yaşama sevincini koltuk değneklerine resmetmiş ve görememek imkansız. Değnekleri o kadar süslemiş ki bayram günleri, yeni ayakkabılarını giyip sokağa fırlayan ve her adımında yeni ayakkabılarından gözlerini alamayan çocuklar gibi. Bu kadar olumsuzluğun içinde umut dağıtan bu adam dönüyormuş hissi veren koltuk değnekleriyle her adımında güler yüzü, neşeli bakışları ve yaşamın farkında oluşuyla umut dağıtıyor sanki etrafına. Koltuk değneklerinin kaymaması için altına takılan plastikler bile renk renk. Tatlıcı dükkanının önünden geçiyoruz ters yönlere doğru gidiyoruz ve bu dükkanın önünde yolumuz kesişiyor. Tatlıcı esnafı sesleniyor o geçerken, -Duran! Lastiklerin inmiş. Adı Duran’mış. İsmine inat durmamış ama. Hayatın ona verdiklerini kabul edip durmamak için yine hayattan yardım alıp devam etmiş yaşamaya. Duran kendisine yapılan bu espiriye, -Biliyorum hava vurmaya gidiyorum. Diyecek kadar seviyor hayatı. Verdiği cevap aslında ders niteliğinde. Kabul etmişlik, alışmışlık, hoşgörü,sahiplenmek ne ararsan var içinde. Esnafın niyetinin de dalga geçmek olmadığını anlatıyor bu cevapla bu diyaloğu duyanlara. Fiziksel olarak sağlam olup yürekleri nasır tutanlarla, yaşama sevincini hep erteleyen insanların hayat rehberi keşke Duran olsa diyorum içimden. İçinde bulunduğu durumu görsel bir şölene çevirip tüm insanlara ‘bakın benim ayaklarım engelli ancak, kalbim bu engeli kabul edip hayattan zevk almamı sağlayacak kadar güçlü’ diye bağırıyor sanki. Dönen koltuk değnekleriyle yanımdan geçip gidiyor Duran. Bense Ladin Ağacımın bana öğrettiği gibi önüme bakarak yürümeye devam ediyorum. Bebek arabasında oturur vaziyette annesinin de kontrolünde olan bir bebek dikkatimi çekiyor. Yoldan geçen herkese gülücükler dağıtıp el sallıyor sanki herkes çok yakın dostuymuş gibi. Bebeği görenler kayıtsız kalmıyor kimisi ona gülücükle karşılık verip el sallıyor kimisi de yanaklarını okşayıp seviyor. Bebeğe bakan herkesin gözündeki özlem duygusunu yakalıyorum. Bebekte bir zamanlar kendilerinde de olan ancak yaşamın getirdiği türlü sorunlardan dolayı kaybettikleri duyguları görüyorlar ve bu duyguların eksikliğinin verdiği acıyla onu taklit etmeye çalışıyorlar. Duygu ve his bakımından tam yaratılıp büyüdükçe bu duyguları bir bir eksilen sadece insanoğludur canlıların içinde. Minicik elleri ve berrak bakışlarıyla insanlara neyi kaybettiklerini hatırlatan bu bebek ve koltuk değnekleriyle rengarenk bir yaşama sahip Duran caddeyi renklendiriyorlar. Bu ikilinin renklendirdiği cadde de ilerlemeye devam ediyorum. Dizimdeki leke insanların dikkatini çekmeye devam ediyor ve bu yolculuğun bir nişanı gibi pantolonumda duruyor. Düştükten sonra her adımda yanımda oldu her anıma tanıklık etti ve bu yolculuğun tek şahidi oldu. Bu yaranın bir gün iyileşip geçecek olmasını düşündüm ve birazda üzüldüm. Umarım izi kalır ve her baktığımda bu yolculuğumu hatırlarım. Bazı yaraların izlerinin kalması gerektiğini düşünüyorum. Mesela yetişkinlerin büyük çoğunluğunun dizlerinde illaki bir yara izi vardır. Çocukken dizlerinde oluşan bu yaralar büyüyüp yetişkin olunca, yaşadığı çocukluğun izlerini taşır yetişkinliğine. Yani çocukluktan yetişkinliğe taşınan bir izdir bu. İzi olduğu halde, zamanla görmez olduğumuz doğrudur ama gerçekten özellikle bakıp o izle konuşsak eminim bizi çocukluğumuza götürecektir. Yaranın oluştuğu o ilk ana ışınlanıp anıların içinde dolaşırken farkında olmadan yüzümüzde oluşacak o gülümsemeye çok muhtacız. İşte beki de bu yüzden vardır bu yara izleri vücudumuzda. Onların kıymetini bilin ve ne zaman çocukluğunuzu özlerseniz bakın onlara, sizi o özlemini duyduğunuz zamana ışınlayacaktır. İşte bende bu yaranın izi kalsın istiyorum bu yolculuğu ilerde de hatırlayabilmek için. Otobüse binip tekrar Ladin Ağacımın yanına gitme fikrimi biraz daha erteleme kararı alıyorum yürümeye devam ettikçe. Bu yürüyüşümde gözlemlemem ve canlıların tümünü tanımam gerektiğini düşünmeme sebep oluyor adımların. İç sesim bana daha vakit var gez dolaş yürü yürüyebildiğin kadar diyor. Bende bu sesi dinlemeye karar verip yürüyorum. İnsanların arasından salına salına gelen bir köpek geliyor. Etrafa ürkek gözlerle bakıp kendisiyle ilgilenenlere kuyruk sallıyor ancak pek acelesi varmış gibide koşturmaya devam ediyor. Kocaman bir gövdesi olan ve gövdesiyle de orantılı şekilde başı olan, sırtı beyaz, patisinden bileklerine kadar kahverengi ve alnının ortasında da kalp şeklinde yine kahverengi leke bulunan bir köpek bu. Ne yaptığında ve nereye gittiğinden emin bir hali var. Bakışları tek korkusunun insanların onu yolundan çevirmek olduğunu söylüyor sanki. Seyyar satıcılardan birinin yanına gelip orda duruyor. Bir süre ne yapacağını unutmuş gibi etrafına boş boş bakıyor. O an yoldan geçenlerin içinden ondan korkanlar oluyor biraz uzağından geçiyor, sanki varlığından daha fazla korkmasınlar diye onlarla hiç ilgilenmeden başka taraflara barak rahatça geçmelerini sağlıyor. Köpek o şekilde beklerken bir adam elinde bir plastik kap ve içinde de yiyecekle köpeğe yaklaşıyor. ‘Cam göz! Geldin mi? ‘ diye sesleniyor ve o kocaman köpek adamı görünce kuyruğunu bir pervane misali sallamaya başlayıp sevinçten yerinde duramamaya başlıyor. Çıkardığı ince ve kısık sesler sevinç çığlıklarını andırıyor. Adı dikkatimi çekiyor. Bu kocaman köpeğe neden bu ismi taktıklarını merak ediyorum. Bu merakımı gidermek için köpeğe dikkatlice bakıyorum ama halen anlam verebilmiş değilim. Adam elindeki yemek kabını kalabalığın içinden geçerek yanda bulunan kapı eşiğine bırakıyor. Cam göz kaba yaklaşıp önce kokluyor, sonra adama bakıp kafasını öne doğru eğiyor. Bu hareketi teşekkür eder gibi yapıyor. Sonra etrafına bakıyor, yemek yerken herhangi bir tehlikeye maruz kalıp kalmayacağını kontrol eder gibi. İşte o bakışlarında yüz yüze geliyoruz Camgöz’le ve o zaman anlıyorum bu koca köpeğin adının neden Camgöz olduğunu. Bir gözü kahverengiyken diğer gözü masmavi ve cam gibi parlıyor adının hakkını vererek. Mavi olan gözünün bakışları o kadar keskin ki doğrusu duygularını ifade etmekte zorlanması muhtemeldir. Ama bu esnaf onu çok iyi tanıyor ve belli ki tüm duygularından haberdar. Camgöz yemeğini yerken ona yemek veren esnafta yandaki seyyar satıcıyla konuşurken duyuyorum. Camgöz 5 senedir her gün aynı saatlerde buraya gelip beklermiş bu adam da tam bu saatte yemeğini hazır edermiş ve onu beslermiş. Karnını doyurduktan sonra da dükkanının önüne gelip esnafa kendini biraz sevdirdikten sonra geldiği tarafa doğru gidermiş. Kimseye zararı olmayan, insanların kendisinden korkmasına üzülen ve onları korkutmamak için ürkek bakışlarla hareket eden bir köpekmiş. Ben her gün aynı saatte geliyor olmasına bir hayli şaşırıyorum. Parktaki dondurmacı ve çocukların anlaşmazlıkları geliyor aklıma. Akılla hareket eden insanların zamana uyamadıkları ya da hepsinin zaman kavramı duygularına göre değişirken, içgüdü ile hareket eden bu köpekte zaman çok net. Belki dondurmacı yine aynı saatte gelmişti parka ama çocukların o anki dondurma yeme isteklerinin artması onlar için zamanın yavaşlaması anlamına geliyordu, bu istekleri suçu dondurmacıya atmış olabilir. Camgözü oraya hep aynı vakitte getiren içgüdüsü, esnafın onu görünce yemek vaktinin geldiğini anlamasıyla bağlantılı olabilir. Yani esnaf köpeği görünce yemek vaktinin geldiğini anlıyor, köpeğin gelince bir süre bekliyor olması, aklın görüp hatırlaması için olabilir. İçgüdü aslında tüm canlılarda vardır ancak, bizler akılla hareket ederek daha insani bir yaşam tarzını benimsediğimiz için körelmiş olabilir. Ama diğer canlılar içgüdüsel hareketleriyle kendileri gibi olmaya devam etmekteler. Ladin Ağacım, bitkilerde de içgüdü olduğunu söylemişti. Kışın bazı ağaçların yapraklarını döküp, baharda tekrar yeşillenmeye başlaması da aslında bitkilerin içgüdüymüş. Mesela uzayan bitkilerin, önünde aşamadığı bir engel olduğunda, aşamayacağı bir engele göre şekil alıp yönünün değiştirmesi de bir içgüdüymüş. Bitkilerin içgüdülerini fark edebilmek için çok iyi incelememiz gerekiyor, çoğu zaman ağaçların ya da çiçeklerin bile farkına varamadığımız için onların içgüdüsel hareketlerini görme fırsatını kaçırıyoruz. Hayvanlar ise bitkilere göre daha bariz hareketli canlılar olduğu için bunu görmemiz daha mümkün oluyor. Bitkilerdeki en ufak değişikliği bile görerek yaşamamız gerektiğini düşünüyorum. Sevimli Camgöz’ü yemeğini yerken arkamda bırakıp yürümeye devam ediyorum araç ve insan kalabalığının arasında. Bu yolculuğun bana kattıkları ve katacaklarını düşündükçe çok doğru bir karar verdiğimi anlıyorum. Hiçbir yolculuk boşu boşuna yapılmamalı gidilen ve görülen her yer daha sonra hatırlanmalı. Duygularımızda ve belleğimizde yer etmeli anlatacak çok hikayemiz olmalı. Ancak böyle olursa bir yerlere gitmiş sayılırız. Bu bilinçle yürümek yolculuğuma anlam katıyor ve bende yürümeye devam ediyorum. Cadde de birbirine karışan seslerin arasından geçerken sakin bir yerde daha oturup farklı yerleri izlemek ihtiyacı duyuyorum. Caddeye açılan ara sokakları bir bir geçerek yine kalabalığın seyrekleştiği başka bir tarafa doğru yöneliyorum. Yalnız başladığım bu yolculuğumda anılarımda yer eden ve daima hatırlayacak olduğum arkadaşlar edinmiş olmam ve yine bu arkadaşlardan kayıplar bile yaşamış olmam bana her anın değerli olduğunu anlatıyor. Kalabalığın seyrekleştiği başka bir yere geçince yine zaman yavaşlamış gibi bir hisse kapıldım. Sanki caddenin kalabalık olduğu yerde birisi sırtımdan iterek koşturuyordu beni ve buraya gelince itmeyi bırakmış gibi. Bunda seslerin de azalmasının rolü olabilir. Adım seslerimi bile duyabileceğim kadar sessiz bir sokağa giriyorum. Sokağın sonu başka bir caddeye çıkıyor ancak o cadde de çok kalabalık değil. Bu sokakta da genelde 4 katlı evler var ve hemen her evin bahçesinde irili ufaklı ağaçlar buluyor. Kısa bahçe duvarları tel örgülerle yükseltilmiş ancak tel örgülerde zamanla eskimiş ve paslanmış. Binaların hepsi aynı tip ve ilk yapıldıklarında boyanmış kırmızı renkleri solmuş durumda. Bahçeleri bakımlı değil genelde yabani otlar kaplamış topraklarını ama sokakta bir huzur havası hakim. Bunu yürürken etrafımı saran sakinlikten hissedebiliyorum. Bazı balkonlarda yıkanmış çamaşırlar asılmış kurusun diye bunlar bir gerdanlık gibi duruyor. Arada kediler koşuşturuyor, çöpleri kontrol edip yiyecek arıyorlar. Aynı çöpte karşılaşan iki kedi birbirine öfkeyle çığlık atıyor. Hayatlarının devam etmesi o çöplerde yiyecek olmasına bağlı ve hayatı paylaşmayı düşünmemeleri hiç adil değil. İşte buda içgüdüyle hareket etmelerinin bir sonucu. İçgüdüde paylaşmaya yer olmayabilir mi acaba bunu Ladin Ağacıma sormam lazım. Sokağın sonuna doğru geliyorum ve cadde tarafında bir bank bulup oturuyorum. Bu cadde de büyük aslında ancak geldiğim cadde kadar kalabalık değil. Belli ki bu cadde insanları buraya toplayacak kadar ilgilerini çekecek bir cazibe bulundurmuyor içinde. Oturduğum bankta yolun karşısındaki sıra sıra dizilmiş apartmanlar görünüyor. Bu apartmanlar sokaktakilerden daha yüksek ve daha bakımlı. Hepsinin bahçe duvarları yüksek ve boyaları yeni. Balkonlar da oturanlar, bahçelerinde oynayan çocuklar arada sırada geçen araçlar, bankta oturan ben ve dizimdeki yara caddenin bu bölümünün sakinleriyiz. Kan izi pantolonumda kahverengi bir hale dönmeye başlamış. Bu haliyle gören birisi yaranın çok büyük bir alanı kapladığını düşünür ancak kanım daha büyük bir alana yayılmış sadece. Ben yara olan dizime dalmışken bir anda kafamı kaldırdığımda, en son Medet Dede’nin yanında gördüğüm yaşlı ve genç adamın yanımda oturduğunu görüyorum. Berduşu ve Medet Dede’yi ölürken yanlarında gördüğüm bu iki adam şimdi de benim yanımdalar ve ikisi de bana bakıyor. Ölüm korkusu mu yoksa kim olduklarını bilmiyor olmamım korkusu mu tam olarak isimlendirmediğim bir korkuya kapılıyorum. Bakışları korkmama sebep olacak şekilde değil aslında ama gördüğüm son iki yerde iki insan öldü. Bunun tesadüf olamayacağını düşünüp , keşke bu yolculuğa hiç çıkmasaydım diyerek iç geçirmeye başlıyorum. İhtiyar olan sevgiyle bana bakıp gülümsüyor genç olansa dizimdeki kan izine bakıyor. Gözlerinin içine bakamıyorum ve öyle çok korkuyorum ki halen isim koyamadım bu korkunun adına. Kalkıp gitmek istiyorum ancak kalkamadığımı fark ediyorum. Yaşlı olan kafamı kendine doğru çevirip bana ‘korkma!’ diyor. Bu sesi duyuyorum ancak yaşlı adamın bunu söylerken ağzını hiç oynatmamış olduğunu far ediyorum. Bir an acaba diğerinden mi çıktı bu ses diye düşünürken yine bir ses duyuyorum aynı adamdam. ‘korkma! Bizden korkman çok anlamsız olur çünkü biz seninle beraber yaşıyoruz’ Benimle beraber yaşadıklarını söylemesiyle şaşkınlığım giderek artıyor. Ben bu yolculuğa çıkmadan önce bu iki adamı da görmemiştim. Ney sesini duyduğumda bir an için kendimi bu iki adamın otağında bulmuştum hepsi bu. Benimle yaşıyor olmaları imkansız ama adam kendinden emin bir şekilde konuşmaya devam ediyor. ‘iyi ile kötünün, güzelle çirkinin, aydınlıkla karanlığın , aç ile tokun , ağlayan ile gülenin ve dahi bütün hislerin sendeki karşılığıyız biz. Yaşadığın her duyguda içinde bizleri yaratıp resmettin. Koktun beni çağırdın, oyun oynamak istedin yanımdaki bu adamı çağırdın. Bizimle içinden konuşabilirsin biz seni duyabiliriz’ diye de ekledi. Korkumu yenmeme yardımcı olmuştu adamın söyledikleri. İçimden konuşabildiğim zaman duyup duymadıklarını denemek için ‘Neden düşüp dizim yaralanınca, bana yardım etmediniz’ dedim. Yaşlı olan bu iç geçirişimden sonra gözlerini kapatıp kafasını arkaya doğru götürüp hafiften tebessüm etti ve ‘ düştüğünde bizi içinde var ederken yaşadığın duygulardan farklı bir duygu yaşadın, bizim bilmediğimiz bir duygu bizim yerini dolduramadığımız bir duyguydu bu, o yüzden yanına gelemedik’ Düştüğüm anda aklıma ilk gelen duygunun acı olduğunu düşünmüştüm ancak öyle olsa bu adamlar bana yardım edebilirmiş demek ki ilk duygu acı değilmiş diye sorgulamaya başladım kendimi. Ama bir sonuç bulamayınca tekrar adama dönüp yine sadece içimden konuşarak, -İlk hangi duyguyu yaşadığımı biliyor musun peki’ diye sordum. Adam tam kafasını hayır anlamında sallayacaktı ki genç olan hemen atıldı ve, -Anne! dedin. Yaşlı olan bunun üzerine, genç olana çok sert bir attı ve kalk hadi gidiyoruz dedi. Gözlerimdeki yaşlarla onların gidişini seyrederken buldum kendimi. Evet, anne dedim ilk önce annemim yerine koyabileceğim herhangi bir duygunun olmadığını da bu iki adam sayesinde bir kere daha öğrendim. Benim annem, ben 5 yaşındayken öldü. Yerine kimseyi koyamadığım, her gün rüyamda görmek için can attığım annemi anmıştım düşünce. |
0% |