@aysebusra
|
GURFA 1. BÖLÜM OCAĞI YAKAN ATEŞ Yangın yeriydi yürekler, ağlamalıydı bu gözler. Aklın vermediği en yüksek dağlıktı. Tırmanış ası güç ve zordu yollar. Eller tutmuyordu, kaybolmuştu tüm duyular. Ve her şeyle beraber, silinmişti tüm duygular. Sarı kurdeleler tüm evi çevrelemiş, dağlık alandaki evin etrafını kalabalık sarmıştı. Bu sarı şeritler kimine merak, kimine heyecan, kimine gizem katıyordu. Fakat kimilerine inanılmaz acı vermiş, ocağına ateş düşürmüştü. Yakmıştı kiminin canını. Kim bilir kimleri nefessiz bırakmıştı? Etrafta bulunan kalabalık ise bir şeyler öğrenip para kazanmanın peşinde olan muhabirlerden başka kimse değildi. ''Evet, şuan IŞIKLI Şirketi'nin sahibi Hakan Işıklı' nın evinin önündeyiz. Alınan bilgilere göre dün gece 2 sularında intihar eden Hakan Işıklı, herkesi koca bir şaşkınlığa düşürdü. Evi tamamen kapatan polisler araştırmaları sürdürüyor. İçeriye kimseyi almamakla beraber, henüz bir açıklama da yapılmadı. Ne sebeple intihar ettiği, şuanlık kafalarda bulunan bir soru işareti. Herkesin gözü Nehir Hanım'da, fakat kendisinden ne ses var, ne seda.'' Muhabirlerden biri bu açıklamayı yaparak konuşmaya devam etti. Aynı zamanda evin içerisinde olay yeri inceleme ekibi, etrafı dikkatle kontrol ediyorlardı. Siyah torbanın başında çömelerek yavaşça fermuarı araladı genç adam. Daha sonra cesedin çenesinden tutarak sağa sola çevirdi. Buz tutmuş beden, ruhunu teslim ettiğini belli ediyordu beyazlığından, yalnızlığın beyazıydı belki de. Daha doğrusu yanlız olabileceğini bu oğlan düşünmüştü. Saatlerdir yanına uğrayan tek bir yakını bile yoktu. Dudakları mor, gözleri şişmişti bu henüz 40'larında olan sakallı adamın. Dikkatle inceleyen genç oğlan en sonunda konuştu. ''Bir insan, neden böyle bir şeyi yapar ki kendine, çevresine?'' Yanında gri ceketinin fermuarını yukarıya çeken arkadaşı göz devirerek cevap verdi. '' Aga, bu kaçıncı intihar olayı ve her seferinde aynı şeyi tekrar ediyorsun. Bu duruma böyle devam mı edeceksin?'' Oğlan sanki istediği cevabı alamamıştı. Bunun vermiş olduğu huzursuz tavırla nefes vererek konuştu. ''Hm, evet. Her intihar vakasında aynı tepkiyi vereceğim. İntiharları sevmem, benim gözümde göt korkusu olanların kaçış yolu sandığı anlamsız bir hareket.'' Arkadaşı Olgunay, böylesine bir tavır beklemiyordu. Oldukça ciddi duran, gözünü cesetten ayırmayan gence baktı. ''Tamam, sakin ol, haklısın Ateş.'' Oğlan konuyu kapatmak istediğini bıkkın bir nefesle belli etti. ''Her neyse, saat iki gibi, bir gece yarısı içme sızma yokken, durduk yere kimse intihara kalkışmaz değil mi? En son kiminle muhatap olmuş, ne konuşmuş, sıkıntılı sorunlu olduğu birileri var mı bak bakalım Olgun.'' Olgunay, çocukluk arkadaşıydı Ateş'in. Kardeşiydi, dünyada olan tek güvendiği dostuydu. Evet, sözde bir babası ve üvey bir annesi vardı, ama Ateş bir tek Olgunay' a güvenirdi. Tabi Ateş'in içini dışını tamamen bilen kimse yoktu, olamazdı da. Buna arkadaşı da dahildi. Ateş'in aklındaki tilkiler sayılmazdı, görülmezdi. Kurulması unutulan saat gibiydi. Olmayacak şeylere parlar, bazen ufacık olaya alerji olurdu. Bazense toz dumana karışsa, dünya ters dönse doğal karşılardı. Onu anlamak ve tanımak, uzaylıyla arkadaş olmak gibiydi Olgun'un tabiriyle. Ve şimdi yine o ufacık şeylere takılarak, en inceye dalası gelmiş olmalıydı ki olayı cinayete kadar çekmişti. ''Nereden biliyorsun intihar olduğunu? Ya cinayete, başka bir şeyler var işin içinde hissediyorum.'' ''Yine saçmalıyorsun abi, kafasına sıkmış adam işte. Zaten silah parmak izine gönderildi bile. Bulunan kıl ,tüy ne varsa bakılıyor işte. Adli tıp ilgilenecek gerisiyle. Ayrıca, Adil Komisere görünmeden kaçarsan çok iyi olur. Beni de yakacaksın kendinle.'' Gözleri, bu karanlık deponun içinde dolanıyordu. Kesinlikle Olgun'un yaptığı uyarıyı dikkate almadı. Tam tersi bütün dikkati bu odadaydı, aklının en ücra köşesine kaydediyordu, sanki daha sonra lazım olacakmış gibi. Oda, dışarısının aksine oldukça karanlıktı. Deponun demir bir kapısı bulunmaktaydı ve tam karşısında, üst tarafta bulunan küçük bir penceresi vardı. Deponun tam ortasında çevresini zor aydınlatan ufak bir lamba vardı. Sıradanın aksine hiç bir şey yoktu alanda. Sadece kendini zor ayakta tutan eski bir masa, ve parçalara ayrılmış iki adet sandalye bulunuyordu. Soğuktan üşüyen genç, ellerini siyah ceketinin cebine soktu ve sert bakışlarını gezdirmeye devam etti. ''Neden kendini böylesine soğuk ve sessiz bir yerde öldürdü ki? Bahçıvan burada olup silah sesini duymasa, belki de hala bulunamamıştı, hatta günlerce bulunamayacaktı cesedi. Ayrıca düşme, morarma gibi izleri yok. Kafasında bir darbe yok. Yani ayakta değil de büyük ihtimalle oturuyor olabilir, üstelik bir sandalye bile yokken. '' ''Yani, yere mi oturuyordu?'' dedi Olgunay, olayı anlamaya çalışır gibi. Kafasını olumlu salladı genç oğlan. Tam cesedin sağına geçerek silahını çıkarttı. '' Tam burada oturan birisini...'' Silahı o yöne doğrulttu.'' Bu şekilde vurabilirsin, tam kafadan, bam..'' Taklidini yaparak silahı salladı ve tekrar yavaşça beline yerleştirdi. Olgunay, yok artık bakışlarını fırlatıyor, sergilediği şova inanamıyordu. Göz devirmekten başka bir tepki veremedi. ''Öyle birşey varsa çıkar kokusu adli tıpta. Merak etme yani.'' Genç oğlan gözünü devirdi kafasını sağa sola sallarken. '' Kime ne anlatıyorsam.''O sırada kopan vaveyla sesleriyle kafasını kaldırdı. '' Neler oluyor? '' Herkes en az onun kadar bilgisizdi. Bu yüzdendir ki kimse bu soruya cevap vermemişti. Dışarıdaki çığlık bir daha yükseldi. Genç kız, bağırarak onu tutan polislere cevap vermeye çalışıyordu. Gözyaşları durmak bilmiyor, ardı arkası kesilmeyen hıçkırıklarla konuşmaya çalışıyordu. '' Babaa!! Bırakın beni içerideki babam!'' Polisler sakin olmasını söyleyerek tutmaya çalışsa bile bu ne mümkündü? Nasıl sakin olabilirdi ki? Öylesine tanımadığı birisi aramıştı onu. Babasının ölüm haberini hiç bilmediği kişiler tarafından almıştı. Kalbi yetmiyordu, buna dayanamıyordu. Babası bunu yapmış olamazdı. Onu bırakarak, kafasına tek bir kurşunla gidemezdi. Terk edemezdi, bırakamazdı kızını yalnız başına şu koca dünyada. İçi acıyordu, hayır acı bile bu denli şiddetli olamazdı. Sanki her bir yanını parça parça ediyorlardı. '' Ne olur... Bırakın beni de, gideyim. '' '' Hanımefendi sakin olun önce. '' ''Nasıl? Nasıl olayım Allah aşkına! Seni aradılar mı baban öldü diye. Ha? Hayattaki tek sığınağını kaybettin mi hiç! Şu acıyı tattın mı? Tamamen yalnız kaldın mı bunca kalabalık arasındayken?'' Haddinden fazla sesi yükselmişti. Polis bir şey diyememiş, bilakis mahcup hissetmişti. Kalabalık, bir anda sarı kurdeleler arkasına dizildi. Bitmek bilmeyen flaşlar patlamaya başladı. Soru yağmuruna tutuldu saniyeler içerisinde genç kız. '' Nehir Hanım, babanız dün gece intihar etmiş. Bu doğru mu? '' '' Babanız intihar mı etti, yoksa öldürüldü mü? '' '' Babanızın kötü alışkanlıkları var mıydı? '' '' Siz henüz olayı yeni mi duydunuz? Neden geç geldiniz? '' Daha pek çok soru sorulurken, flaşlardan dolayı kız gözlerini kısarak sağ elini sipher etti. Bu onun kabusuydu, korkusuydu. Bu ani yüksek ışık, onun fobisiydi. Etraftan gelen telsiz sesleri, kalabalığın sorduğu pek çok soru, bağrışmalar, patlayan flaş sesleri... Elleri ayakları titredi, başı dönmeye başladı. Midesi karıncalanıyor, nefes alması zorlaşıyordu. Arkalardan gelen ses tanıdıktı. '' Açılın! Flaşları kapatın lütfen! '' Ses, oldukça telaşlı ve stres doluydu. Bu sesi tanımıştı Nehir. Fakat gözlerini açıp bakamıyordu ki delikanlıya. Bu ses Rüzgar'a aitti. Rüzgar ise Nehirin hem iş ortağı hem de sözlüsüydü. Rüzgar, kalabalığı dağıtmaya çalışıyor, flaşları engelleyebilmek için elinden geleni sergiliyordu. Biliyordu genç kızın delicesine korktuğunu. Fakat kimse anlamıyor, tabiri caizse yamyamlar gibi daha da saldırıyorlardı. O esnada polisleri itikleyerek ceketini çıkarıp kızın kafasına örttü tanınmayan genç oğlan. Kız etrafındaki polisler açılınca gözlerini hafif araladığı an tanımadığı bir yüz görmüştü. Fakat o kadar ışık vardı ki arkasında, öylesine parıldıyordu ki, düzgün bakamadan üzerine ceket örtülmüştü. Neredeyse düşmek üzere olan Nehir'e destek olarak, sararak kalabalıktan uzaklaştırdı. Arkadan bakan kalabalığın arasında sözlüsü Rüzgar'da vardı. Nehir, bilmediği bir adam tarafından eve getirildi ve bir yere oturtuldu. Etrafını göremiyor neler olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği dağınık saçları arasından, alnından dökülen boncuk terlerdi, korkusuydu, ellerinin titremesiydi, gözlerinde donan yaşlardı, boğazında düğüm olan o yumru hissiydi. Kısa bir süre sonra kendine gelerek üzerindeki ceketi indirdiğinde etrafında dolanan polisleri gördü. Az önce yanında olan adam, şimdi ortalıkta yoktu. Sırtında duran ceketin kime ait olduğunu bilmiyor, açıkcası şuan bu durumu hiç umursamıyorsun. Teslim etmeliydi elber ceketi sahibine fakat her şeyden önce babasına kavuşmalıydı. Hızla ayağa kalktı. Geçen bir polisi durdurdu. '' Babam... Nerede? '' '' Hakan Işıklı'nın kızı mısınız?'' Kız bu lafın üzerine zoraki yutkundu. Titreyen elleriyle elbisesinin eteklerinden sıkıca tuttu ve hafif kafasını sallamayla yetindi. ''Biraz bekleyin, amirim gelince sizinle ilgilenecek. '' '' Babamı göremez miyim? '' dedi iç çekerek. '' Bu sizin için iyi bir düşünce değil. Lütfen bekleyin. '' Çaresizdi, belkide zemheriyi yaşıyordu. Olduğu yere çivilenmişti, vücudu en az babası kadar buzlamış, nefes alışı kesilmeye başlamıştı. Şaka olmalıydı. Bütün bunlar bir kabus olmalıydı. Kız, içindeki kendine inandıramadığı olayı tekrar tekrar hatırlıyordu. Neden yapmıştı babası bunu? Evden buraya nasıl atmıştı kendini bilmiyordu. Yaprakların döktüğü Kasım ayında, hatta yağmur yağdığını düşünürse fazlasıyla kötü haldeydi. Üzerinde evin içinde giydiği sarı kısa kollu, çiçek desenli, dizlerinin hemen üstünde biten elbisesinden başka hiçbir şey yoktu. Saçları dağılmış, ıslanmıştı. Titriyordu, üşüyordu ama ıslandığı için miydi? Yoksa babasının olmayışından mı bilmiyordu. ''Sana buradan git dedim Ateş!'' Yükselen sesle kızarmış olan gözlerini, o tarafa çevirdi. Evin dış kapısı açılmış, az önceki yağmura zıt kaçan benzersiz güzellikte olan güneş ışıkları kapıdan içeriye süzülüyordu. Göz alıcı bu ışık, kapı önünde duran iki adamı gölgeliyordu. ''Yine mi uzaklaştırma? Ya da... Olaydan men.'' Dalga geçerek konuşuyordu gölgelerden bir tanesi. Fakat diğeri oldukça sinirli, gergindi. ''Hangisini istersen. Bu olaydan uzak duracaksın.'' '' Neden? Gerçekten intihar çıkmamasından mı korktun? '' Ne dedi o? Ne demişti tam olarak. İntihar çıkmaması demek ne demekti? Bu işin içinde intihar değilde başka bir şey mi vardı? Kalbinin ritmi inanılmaz hızlandı kızın. Bunu duymak bile içini ürpertti. ''Saçma sapan konuşma, medyayı çalkalandırma. Sessizce olaydan uzak kal ve git. Öyle birşey yok.'' Genç oğlan öfkeyle güldü. ''Hahaha... Tabi. Ama sana verdiğim 3 hakkın ikincisini kullanıyorsun. Hani hatırlatayımda. Son bir hakkın kaldı uzak tutmak için. Sonrasında, beni asla engelleyemeyeceksin! '' Son kelimesi, geyik yapmaktan daha çok tehdide dönüşmüştü. Oğlan, izlendiğini sanki hissetmiş gibi kıza döndü baktı. O gölgeli görüntüsü, öylesine kusursuzdu ki, uzun boyuyla, yapılı vücuduyla yanındaki gölgeden daha iyi duruyordu. Kız gözlerini kısarak baktığında, üzerinde esmer tenine çok yakışan beyaz bir gömlek olduğunu, kollarını yarıya kadar katladığını görebildi. Kumral saçları karışmış kirpiklerinin üzerine dökülmüştü. Daha dikkatli baktığında, o anki adama benzediğini anladı. Sırtındaki ceketin sahibi olan, kalabalıktan çekip kurtaran adam.. Yavaşça ayağa kalktı, ona doğru birkaç adım attı genç kız. Oğlansa öylece durmuş ona bakıyordu. Bir eli cebinde, kızın ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordu. Hoş, kızda ne yaptığını, neden yaptığını bilmiyordu. Gölgenin diğer sahibi Adil Amir de kıza döndü. Gözleri yaşlı, zor adımlayan bu beyaz tenli kız üzerlerine geliyordu. ''Bu kim?'' Sessizce sordu Ateş'e bu soruyu. Ateş, bilmediğini belirten şekilde omuz silkti. Kıza bakmaları yarım kalmıştı. Çünkü arkadan Ateş' in omzuna çarpan Rüzgar, özür dileme teşebbüsünde bile bulunmadan hızla kıza ilerleyerek sarıldı. Kız kalakalmıştı. '' İyi misin? '' Rüzgar, genç kızın saçlarını okşayarak sordu. Nehir ise hala Ateş'e bakıyordu. Gözlerinden akan yaşlara ise engel olamıyordu. '' Sence? Bana babamı bile göstermiyorlar. '' Zor konuşan kızın söyledikleriyle Ateş gözlerini kapattı. Derin bir nefesten sonra karşısında duran adama geri döndü. ''Şuanlık gidiyorum. Şuanlık... '' Hafif güldü oğlan ve dışarıya çıktı. Kız ufak bir hareket etmek istese bile çivilenmiş gibiydi, gidemedi. Daha sonra hafif geri çekilerek Rüzgar'a baktı. '' Sen, nereden duydun? '' Rüzgar önce sesi kısık çıkan, güçlükle konuşan kıza baktı. Nasılda solmuştu kızın yüzü, hafif kızarık olan yanakları bugün ilk kez bembeyazdı. Bakımlı saçları karışmış gibiydi. Mavi gözlerinin çevresi, kan çanağına dönmüştü. Rüzgar, İki eliyle kızın saçlarını yavaşça düzeltti. '' Şirketten öğrendim. Herkes biliyor, duymayan mı var? '' İstemsiz daha şiddetli ağlamaya başladı kız. Kötü haber tez yayılırdı, Nehir bunu tamamen unutmuştu. Sanki kendisinden başka kimse duymayacakmış gibi. O sırada yanlarına gelen yetkili polis kısa bir açıklama yaptı. '' Biraz dinlenin Nehir hanım. Gereken bütün bilgiler size aktarılacak, her şeyden haberdar edileceksiniz. Biraz daha toparlandıktan sonra ifadeniz alınacak. '' Rüzgar, lafa girdi. ''Neden ifadesi alınacak?'' ''Babasıyla, telefon aracılığıyla dün gece en son o görüşmüş. İfade verecek sadece.'' Oğlan şaşırarak baktı bir kıza, birde polise. '' Nasıl yani? Şüpheli olarak mı görüyorsunuz Nehir'i? '' Yetkili polis bir şey demedi ve uzaklaştı. Kız, nasıl bir oyunun içine düştüğünü anlamadı. Babasıydı onun, canıydı, parçasıydı. Nasıl sorumlu tutulurdu bu olaydan? Nasıl şüpheli olarak bakılırdı. '' Beni hırsızlıkla, gaspla, terör saldırısıyla suçlasaydınız keşke. Hayır! Sorun değil, beni katil olarak suçlayabilirsiniz! Ama asla babamın değil! '' Adil bey, destek olurcasına kızın omuzunu tuttu. ''Suçlamıyoruz Nehir Hanım. Mecburi alınan bir rapor işte. Sadece, lütfen sizde bize yardımcı olun." Nehir, sinirlenmiş olsa bile cevapsız kaldı. Hafif dengesini kaybeden kızı Adil Komiser ve Rüzgar tuttu. '' Gel gidelim, zaten göstermiyorlar. Biraz dinlen ve adli tıpa geçelim. Oraya gelecek baban nasıl olsa. '' Rüzgar, sakin ve soğukkanlı ses tonuyla konuşuyordu. Kız uzunca bir süre itiraz edip ortalığı yıktı. Hatta feryatları itirazları bütün yürekleri sızlatmıştı. Rüzgar ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Kızın sesi git gide kısılıyordu fakat bu Nehir'in umrunda bile değildi. O sırada kapı açıldı, içeriye girene baktı Rüzgar. Dışarıda sözlüsünün üzerine ceket örten adam oradaydı. Evet, dışarıda bir yabancı, sözlüsüne ceket vermiş hatta ona sarılarak içeriye kadar eşlik etmişti. Kimdi bu oğlan? Neyin nesiydi? Daha önce onu Nehir'in etrafında görmediğine emindi. Kıza sarılmış, onu durdurmaya, zapt etmeye çalışırken gözlerini Ateş'ten ayırmıyordu. Ateş, yanındaki doktora bakarak kızı gösterdi. ''Kurbanın yakını. Bir sakinleştirici iyi olur.'' Bu düşünceli hareketi, oldukça umursamaz şekilde yapıyordu. Rüzgar bu adamdan kıllanmıştı. Net bir şekilde sevmemişti onu. Doktor onlara yaklaştı. Kıza sakinleştirici verdi. İtiraz edip elini kolunu çekse de daha fazla dayanamadı. Hali canı kalmamıştı ve kabul etti Nehir. Sadece on beş dakika kadar sonra, sessiz sakin oturuyordu. Ve bu on beş dakika boyunca Ateş ayakta, kapı önünde ikiliyi izlemişti. Gözleri kısık, tek görüş alanında aslında Nehir vardı. Bu yabancı kıza öylesine dikkatli bakıyordu ki, bu durum Rüzgar'ı rahatsız etti. Rüzgar, kızın üzerinde duran ceketi almak için yeltendi. Fakat Nehir o kadar üşüyordu ki, buna müsade etmedi ve ceketi daha sıkı sardı kendine. '' Battaniye getirmemi ister misin? '' Rüzgar düşünceli davranıyordu, lakin bu durumdan rahatsız olduğu için yaptığı bariz belliydi. Nehir cevap vermedi. Gözleri kapalı koltuğa yaslanmış, dinleniyordu. Ateş'in gözleri bu sefer oğlanı buldu. Rüzgar'a dikkatle bakıyordu. Rüzgar'da aynı tepkiyi ona verdi. İkili arasındaki bakışma bir süre sürdü. Daha sonra Ateş,'ne bakıyorsun?' bakışı attı. Bunu anlamış olacaktı ki Rüzgar ayağa kalkarak Ateş' e doğru yürüdü. '' Kimsin? '' dedi Ateş'in karşısında durarak. ''Tanıyor muyum seni? '' diye devam etti gergin sesiyle ve görüntüsüyle. Genç oğlan oldukça umursamaz şekilde yanıt verdi. ''Tanımanız gerektiğini düşünmüyorum.'' ''Nehir' i nereden tanıyorsun? '' '' Nehir? '' dedi sorgulu sesiyle ve çatık kaşlarıyla Ateş. '' Tanımadığın bir kıza uzun süre böyle bakıyor olamazsın herhalde? '' diye karşılık verdi Rüzgar. Rüzgar'ın iğneleyici sesi ve sözleri Ateş'in üzerinde hiçbir etki yaratmamıştı. '' Haaa. Nehir. '' dedi kıza bakarak. Daha sonra Tekrar bakışlarını karşısındaki zarif oğlana çevirdi. "Bilmem. '' Rüzgar, bu sefer kaşlarını çattı. Bilmem, nasıl bir cevaptı? Kızı tanıyıp tanımadığını mı bilmiyordu? Yoksa direk kızı mı bilmiyordu anlayamamıştı Rüzgar. Bu kafa karışıklığını Ateş anlamış olacak ki yan bir sırıtış sergileyerek arkasını dönüp çıktı. Hoş kızı tanıdığı da yoktu. İlk kez görmüştü, ilk kez duymuştu. Sadece karşısındaki bu kıskanç oğlanı daha da sinirlendirmek için yaptı ve bunu da başardı. Rüzgar, büyük bir sabırla geri döndü ve kızı da alarak yavaşça arabaya yöneldi. Arka taraftan çıkarak muhabirlere yakalanmadan arabaya bindiler ve doğruca yola koyuldular. Yol boyu sakinlik hakimdi. Nehir sessiz gözyaşlarının arasında içinde fırtınalar koparırken, Rüzgar ise Ateş denen bu oğlanın baş belası olacağı şüphesiyle kafasında kuruluyordu. İçindeki his, kötü şeyler fısıldıyordu. 🥀 İlk bölüm sonuna geldik arkadaşlar. Her şey yeni başlıyor. Yorum yapmayı unutmayın, her yorum çok kıymetli. |
0% |