Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bilinenden Bilinmeyene

@aysebusra

Yeniden merhaba. Ah şu fındık bahçeleri... Her hafta 1 bölüm yayınlama hedefim vardı fakat fındık sürecinde bu durum saesıntıya girdi. Sizler kusura bakmayın ve emin olun fındık biter bitmez düzenli bölüm paylaşımları gelecek. Bölümlere yorum yapıp beğenmeyi unutmayın. Sizlerin düşünceleri benim ışığım, hazinemdir. Şimdiden anlayışınız için teşekkür ederim, keyifli okumalar dilerim.

💥

GURFA

2. BÖLÜM

BİLİNENDEN BİLİNMEZLİĞE

 

Yanan bu kalp benim miydi onu bile hissetmiyordum. Akarken yakıp geçen gözyaşlarım, çenemde donup kalıyordu. Onsuzdum, onsuz kalmıştım. Canım öylesine yanıyordu ki, haykırmak istiyordum fakat sesimi duyuramıyordum. Kimse duymuyor, derdimi anlamıyordu. Anlatamıyorum da, nasıl anlatabilirim ki... Bu acının, hislerimin bir tarifi var mıydı?

 

Tam bir ay olmuştu babamın öldüğü. Hala içimdeki bu his geçmiyordu, bitmek bilmeyen bir kalem gibiydi. Kördüğüm olmuş bir iplikle savaşıyormuşum gibi. Çaresizlik akıyordu.

 

Bu bir ay, şirket tamamen Rüzgar'ın omuzlarına yüklenmişti. Babam artık yoktu, bense gidecek halde değildim. Bütün bu sorumluluğa rağmen, Rüzgar her gün yanıma geliyor, ihtiyacım var mı kontrol ediyordu. Tüm zamanını bana ve şirkete ayırıyordu. Yaşamı, rutinleri, alışkanlıkları her şeyi benim yüzümden alt üst olmuştu.

 

Ayrıca Rüzgar, şirketimizin %47'sine sahipti. Geriye kalan %53'lük pay bana aitti. Onunla sözlüydük. Tam bir yıldır, sözlüydük sadece. Daha ilerisi olmamıştı. Bizimkisi zaten mantık evliliği olacaktı. Ne o benim işlerime karışırdı, ne ben onun. Sadece kağıt üzerinde evli görünecektik işte. Şirketin bütünlüğü içindi hepsi. Babamla tek kavgam bu yöndeydi. Çünkü babam, aşık olarak evlenmemi istiyordu.

 

'Sevmek, aşık olmak... Bu hisle evlen kızım. İnsan her şeye bağlanır ama yalnızca bir kişiye tüm kalbini açar. Hem sevmeden mutluluk olur mu hiç? Asla unutma, mutluluğu huzurda, huzuru sevgide, sevgiyi kalpte, kalbi de birbirinizde bulursunuz. Kalbini gözün kapalı emanet edebileceğin birisiyle evlen. Uçurumda olsan bile, korkusuzca elini tutabilecek birisini bul.'

 

Bu sözleri hep aklımdaydı. Doğruydu ama bir o kadar da yanlıştı dedikleri. Aşk denen şeye olan inancım yoktu. Öyle bir şey yoktu. İnsanlar sadece kendilerini, akıllarını kandırıyorlardı. Aşk bundan ibaretti. Koca bir yalan. Bir kere kapıldığında bu yalana, dolanıyordu kalbine bir ömür boyunca. Yavaş yavaş, ama çok acıyla öldürüyordu. Hastalıktı aşk bana göre. En tehlikeli ve ölümcül hastalık. Belki de tedavisi bulunamayacak tek hastalık.

 

Nefesimi daraltan, boğazımda yumru gibi kalan bu his geçmek bilmiyordu. Bu zaman boyunca attığım çığlıklarım ve hıçkırıklarım sonucunda sesimden de olmuştum. Babamı öylece toprağa koymak, hayatın en zor anıydı. Öylesine karanlık ve kor bir uçurum kenarındaydım ki, sanki adım atsam düşeceğim korkusu vardı. Yerimde duracak kadar da sabrım yoktu.

 

Ece'nin seslenişiyle kendime geldim, ama cevap bile veremiyordum. Hayır, vermiştim aslında lakin duyulmayacak kadar kısıktı. En sonunda Mine annem kapıyı açmış olacaktı ki, Ece soluğu benim odamda aldı.

 

Mine annem, yıllardır bizimle ilgilenen, yemeğimizi yapan kişiydi. Evin tüm ihtiyaçlarıyla tek başına ilgilenirdi. Ona anne dememin sebebi ise doğdum doğalı bana annelik etmesinden kaynaklanıyordu. Tabi en önemlisi de o benim süt annemdi. Şimdiyse, onun evindeydim. Gidecek başka yerim yoktu ki. Onun evinde, misafir odasında sabahlamıştım. Bizim ev hala polislerin meşkalesi altındaydı. Sürekli gelip gidiyorlar, birşeyler araştırıyorlardı. Gerçi beni eve alsalar bile, orada nasıl kalırdım bilemiyorum.

 

Ağlamaktan helak olan gözlerim fazlasıyla acıyorlardı. Silmekten mahvolan burnumsa domatesten farksız görünüyordu. Günlerdir yüzüm soluk, tenim beyazdı.

 

'' Canım. ''

 

Öylece bana bakıyordu kapıda Ece. Ne diyeceğini bilemiyordu, nasıl davranacağını da. Ne denebilirdi ki, öylesine bir başın sağolsun mu?

 

Hafif gülümsedim. En yakınımdı, can yoldaşımdı o benim. Fakat, böylesine canım yanarken içten gelerek gülmem mümkün değildi. Zaten yurt dışında olduğundan, cenazeye katılamamıştı. Bunun verdiği utanç, yanaklarında kızarıklıkla kendini belli ediyordu. Yanıma hızlı adımlarda geldi ve yatağa oturarak hiç bir şey söylemeden sarıldı. O sarıldığı an, zaten sürekli hazırda duran gözyaşlarım tekrar kendilerini ele verdiler. '' Ne olacak şimdi? ''

 

Sarılmamıza rağmen zor duymuştu sesimi. Saçımı okşarken cevap verdi. ''Biliyorum, bu çok zor olacak. Ama her şey düzelecek.''

 

Geri çekildim ve inanamayan gözlerle ona baktım. '' Nasıl? Nasıl düzelecek Ece? Babam geri gelmeyecek ki. Evet, kalbimdeki bu acı her geçen gün azalacak. Alışacağım ama geçmeyecek! ''

 

Uzun süre cevap vermedi, veremedi. Öylece birbirimize baktık. Zoraki yutkunmamın ardından yavaşça ayağa kalktım. Çünkü, ani harekette başımın dönüyor olması kaçınılmazdı ve bu, geri yerime oturmama sebep oluyordu.

 

'' Herkes her şeye alışıyor okyanus gözlüm. Dur, yardım edeyim sana. ''

 

Okyanus gözlüm...

Nasıl da özlemişim bu lafı. Bu hem Ece'nin hem de Rüya'nın bana takmış olduğu lakaptı. Ama Ece 1,5 aydır iş sebebiyle yurt dışındaydı. Rüya'yı ise bir yıldır görmüyordum. Hayallerimi yaşıyordu. Yurt dışında üniversite okuyordu.

 

Ece, hemen bir koluma girince kendime geldim. Bana destek olmaya çalışıyordu.

 

'' Adli tıpa gideceğim. Oradan da Emniyet Genel Müdürlüğüne geçeyim de şu ifadeyi vereyim artık. 1 aydır oyalıyorum sürekli. ''

 

'' Ne ifadesi ya? Niye sen ifade veriyorsun ki? '' dedi gözleri faltaşı gibi bana bakarken. Bu hali zorlada olsa gülümsememe sebep olmuştu.

 

'' Çünkü, en son babamla konuşan bendim. ''

 

'' Oha. Bir dakika ya! Bundan seni sorumlu tutmuyorlardır herhalde? ''

 

Dudaklarımı bükerek ellerimi iki yana açtım ve bilmediğimi ifade ettim. Kafasıyla onaylarken bende geliyorum bakışları attı. İtiraz edecek gücüm bile yoktu. Üzerimi değişip kapıya ilerledik. Ayakkabılarımı geçirdikten sonra kapıyı açtığımda, tamda kapıya vurmak üzere elini kaldırmış olan Rüzgar'ı karşımda buldum. Kısa bir an durduktan sonra elini indirdi ve gülümsedi.

 

"Tam zamanında geldim sanırım."

 

Kafamla onayladım.

"Biraz öyle oldu sanırım. Adli tıpa geçiyorduk bizde."

 

Gözlerini Ece'ye çevirdi. Önce bir süzdü, sonrasında "Ne zaman geldin?" diye sordu.

 

"Bu sabah." dedi Ece.

Kısa ve net cevaptı. Ayrıca oldukça soğuktu. Kavga mı etmişlerdi? Ya da iş yüzünden bir anlaşmazlık mı yaşamışlardı bilmiyordum. Rüzgar bu tavrına bir şey demedi, kafasıyla onayladı ve arabaya geçmemizi, bizi onun bırakacağını söyledi. Kabul etmek istemesem de itiraz kabul etmediğini belli ediyordu.

 

Durumu zorlamadan arabaya bindiğimde elimde tuttuğum lastikle, saçımı arkadan bağladım hızlıca. Ece'yle arkaya oturmuştum tabiki. Rüzgar, arabayı sürerek varacağımız noktaya ilerledi.

 

Adli tıpa herhangi bir gelişme olup olmadığını sormak için gelmiştim. Fakat bu durum hüsranla sonuçlandı ve dışarıya çıktım. Ece yanıma geldi.

 

'' Ne oldu? ''

 

''Biliyorsun, dosya kapatılmıştı. Bir daha açılmamış. Sonuç netmiş, intihar. Ama Ece, bu işin içinde bir tuhaflık var. İçimi kemiren bir şeyler var. ''

 

Evet, sürekli içimi tırmalayan bir şeyler vardı ve bu durum beni çok rahatsız ediyordu. 'Nasıl yani?' bakışlarını üzerimde hissedince nefes verdim.

 

'' Bilmiyorum. Gerçekten Bilmiyorum. Yani intihar dışı birşey olabilir, veya... ''

 

Rüzgar tek kaşını kaldırarak bana döndü ve tekrarladı.

'' Veya? '' İğneleyici söylediği bu kelimenin arkasında, sanki ne diyeceğimi bildiği gizliydi. Ama benden duymak istiyordu.

 

Tırnaklarımın kenarlarıyla oynamaya başlayarak konuştum.

'' Cinayet. ''

 

'' Ne? Şaka mı yapıyorsunuz? Hakan amcayı kim, neden öldürsün? ''

 

'' Şaka yapacak durumda mı Rüzgar? Kız şüphe duymuş, öyle hissetmiş ki söylüyor. ''

 

Ece'de dediğime Rüzgar kadar şaşırmıştı. Ama Rüzgar'dan daha sakin karşılamıştı.

 

'' Saçmalamayın ikinizde. Hakan amcayı öldürebilecek kimse yok ve bir düşmanı da yok. Siz duygularınızla hareket ediyorsunuz kızlar. Ama gerçekler ve kanıtlar sadece mantıkla çözülür. Üzgünüm Nehir ama, her şey ortada. ''

 

Öylesine sertti, öylesine kırıcıydı ki cümleleri, gözlerimin dolmaması için dua eder oldum. Hafifçe burnumu çekerek yutkundum. Bundan anlamış olacaktı ki, Ece lafa girdi.

 

'' Neden böyle kırıcı konuşuyorsun Rüzgar? ''

 

Rüzgar derin bir nefes verdikten sonra ellerini yavaşça omuzlarıma koydu.

 

'' Niyetim seni kırmak değildi, sadece olmayan şeylerin peşinden koşmanı ve ümit edip sonradan daha çok canının yanmasını istemiyorum. Acı ama, gerçek olan bu. '' dedi az öncekine göre gayet sakin sesiyle.

 

Bana inanmıyorlardı. Nasıl inandırabilirdim bilmiyordum. Yada ben mi kafamda kuruyordum?

 

''Peki, herhangi bir kanıt ortaya çıkarsa?''

 

Hala belki bir ümit diyerek sorduğum soruyla ikiside birbirine baktı. Daha sonra Rüzgar, eliyle hafifçe okşadı omuzlarımı ve beni bırakarak geri çekildi. Önce dudaklarını birbirine bastırarak derin bir nefes aldı.

 

'' Öyle bir şey olsaydı, çoktan ortaya çıkmıştı. Bir ay geçti aradan. Muhakkak bir şey söylerlerdi. ''

 

Beni kırmak istemiyordu, ama kırıyordu. Yaptıkları sadece beni kırıp parçalamaktı şuan. Ve yahut ben sağlıklı düşünemiyordum. Tepki vermedim, uzatmadım. Sadece kafamla hak verdim.

 

"Zorlu günlerden geçiyorsun. Böyle hissetmen, böyle düşünmen veya düşünmek istemen çok normal. Ama inan düşündüğün gibi bir şey söz konusu bile değildir."

 

Gözlerim dolmuştu ama güçlü olmalıydım. Rüzgar haklıydı, ama kendime engel olamıyordum. Evet Nehir, bu saatten sonra güçlü dur ve içini fare gibi kemiren şu şeyin ne olduğunu bul!

 

Kendime verdiğim cesaretten sonra konuyu kapatarak arabaya yöneldik ve bu sefer Emniyet Genel Müdürlüğü'nün yolunu tuttuk. Her şey sözde hallolmuştu. Onlara göre her şey hallolmuş, bitmişti. Bana göre babamla olan işlerini çabucak bitirip, öylece o çukura atmışlardı. Ve bir daha o işe geri dönüp bakmamışlardı. Sadece bu zamana kadar bizi lafla oyalamışlardı.

 

Babama da bir o kadar sinirliydim. Öylesine sinirliydim ki, nasıl olurdu da bana hiç bir şey anlatmazdı? Zorlandığını, sıkıntılı anlar yaşadığını, dertlerini, çektiği ızdırapları... Nasıl kendine kıyacak kadar gözü dönerdi de ben bir şey bile bilmezdim? Veya bir düşmanı mı vardı benim bilmediğim? Babama bir amaç için zarar verecek birileri mi vardı?

 

O kadar çok nasıllar, nedenler vardı ki, hepsi yanıtsız kaldı. Babamla beraber o sorular, o çukura kapatıldı.

 

Müdürlüğe vardığımız gibi inip işimi bir an önce bitirmek adına içeriye girdim. Rüzgar bana eşlik etmek istese de kabul etmedim. Kendim halletmeliydim. Belki de içimde azıcık bile olsa sorunlarımı çözerim.

 

İfademi vermek için Adil Çalı denen yetkili kişinin yanına gittim. İfademi tekrar verip, yazılı olarakda beyan ettim. İmzaladığım kağıttan elimi çekerken adama baktım.

 

'' Bakın, biliyorum bu dediklerim belki saçma gelecek kulağınıza. Lakin ben babamın intihar ettiğine inanmıyorum. ''

 

Kaşlarını çatarak bana baktı.

'' Şüphelendiğiniz bir durum mu var? Veya bildiğiniz bir şey?''

 

'' Hayır.''

 

'' Yani bir kanıtınız da yok. Sadece his? '' dedi önemsemez bir tavırla.

 

'' Babamın ölümünde ters şeyler var. Öldürülmüş olabilir! ''

 

Dediklerime hiçbir şekilde inanmadığı, o surat ifadesinde öylesine belliydi ki...

 

'' Bakın hanımefendi. Sonuçlar belli, neyin öldürülmesi? Evet haklısınız. Henüz babanızı yeni kaybettiniz, alışma sürecinde zorluk yaşıyor olabilirsiniz. İçinizde çözemediğiniz sorunlar da olabilir. Babanızın intiharı sizi fazlasıyla sarsmış olabilir. İçinizi rahatlatmak için bir suçlu arıyor da olabilirsiniz. Üzgünsünüz, sağlıklı düşünemiyorsunuz. Böyle bir şey yok. İçiniz rahat olsun. Şimdi lütfen işimize engel olmayın. ''

 

Son cümlesi ricadan çok emir gibiydi. Ne yapmalıydım? Onu nasıl inandırabilirdim? Ya kaçırdıkları bir şeyler vardıysa? Kafamdaki onca karışıklıkla odanın kapısına doğru ilerledim. Elimi elceğe koymuştum, ama açmak istemiyordum. Bunu açığa çıkaracaktım.

 

Bende Nehir isem, gerçekler bir bir gün yüzüne çıkacak!

 

O esnada kapı açıldı ve sinirle içeriye biri daldı. Öylesine sinirliydi ki, bana çarptığında durabildi. Bende üzerimde oluşan ikinci şokla kafamı kaldırdım. Dibimde duran bu adam, o adamdı. Babamın öldüğü gün, üzerime ceket örten adam. Onu burada bir aydır sürekli görüyordum, hatta ilk sözlü ifademi bizzat o almıştı. O benimle ilgili pek çok şey bilirken benim onun hakkında bildiğim tek şey adı soyadıydı. Ateş Yiğit Çelik...

 

Bu genç adama baktım bir süre. O ise, bana şaşırmış bir şekilde kısaca göz gezdirdi. Daha sonra özür bile dilemeden Adil beye döndü.

 

'' Kime sordunuz da bana öyle bir görev verdiniz! Başka kimse yok muydu da karı kızla muhatap edeceksiniz beni! ''

 

Hala fazlaca yakın olduğumuzu anlayarak bir adım geriledim. Adil bey daha da sinirlenmiş, kaşlarını çatmasıyla alnında ki çizgiler ortaya çıkmıştı. Elleriyle saçlarını karıştırdı. Büyük ihtimalle bana da olan sinirini, topluca bu gençten çıkaracaktı.

 

'' Ateş! Haddini aşma. Burada bunu yapabilecek tek kişi sen vardın. Hem bir muhatabın da yok zaten. Kimseyi zora sokmadan bu işi halledeceksin. Dediğimi yap uzatma. ''

 

Yiğit, etrafına bakınarak sinirle bir kahkaha attı. Ben neden hala ortamda olduğumu anlayamamıştım. Kendime gelerek kapıya doğru ilerlediğim anda kolumu tuttu. Önce tenime temas eden eline, daha sonra Yiğit'e çevirdim bakışlarımı. İsmine nazaran, elleri buz gibiydi. Benim baktığım gibi, oda bana bakıyordu dikkatle. Sonra Adil beye geri döndü.

 

''Muhatabım burada ya işte. ''

 

Ne dedi o? Bana mı dedi? Benimle ne gibi bir muhatabı olabilirdi ki?

 

Anlamsız bakışlarımı ikili arasında gezdirirken buldum kendimi. Bunun ne demek olduğunu sordu haliyle Adil bey.

 

'' Daha yeni sevgili olduk ve sen ayrılmamıza sebep olacaksın. ''

💥

2. Bölüm sonuna geldik. Umarım beğenerek okumuşsunuzdur. Henüz Ateş, yeni giriyor hayatımıza. Önce ondan nefret edecek, daha sonra aşık olacaksınız. Bu sarsıntılı yolculuğa ve inanılmaz aşka sizlerde şahit olunnn.

Loading...
0%