Yeni Üyelik
30.
Bölüm

AYIN TUTULMUŞ GÜNEŞ’İ

@aysegulcee1

 

 

Zaman uzasa sonu gecikse bile sabreden mutlaka zafere ulaşır.

 

Hz. Ali (r.a)

 

🌺

 

Gözümün bebeği bilmiyor musun ki kalbim sensiz yolunu şaşmış bir avare. Gir sokağıma üşüyorum güneş vurmuyor sensiz pencereme.

 

Meğer kırgınlığı yüreğinde taşımak ne ağır bir yükmüş. Eğilsen de bükülsen de isyan etmeden tüm benliğinle taşıdığın bir yük.

 

Mevla taşıyamayacağından fazla yük yüklemezmiş kuluna. Taşıyordum evelallah. Eğilsem de bükülsem de taşıyordum çünkü kahrı da başımın üzerindeydi lütfu da. Birini severken sadece iyi huylarıyla sevmezmiş insan. Onu tümüyle kalbine kabul etmekmiş meğer aşk.

 

Nuh, inadıyla, azmiyle, kıskançlıklarıyla, öfkesiyle, merhametiyle, dostuluğuyla, delikanlılığıyla kalbime taht kurmuş bana kendini olduğu gibi sevdirmişti. Ben şu an yalnızca eşimi değil en yakın dostumu kaybetmiş gibi hissediyordum. En derin yerden bağlıyken birbirimize şimdi çok uzak hissediyordum.

 

Bedenime hükmeden duygularla eve bakarken cır cır böceklerinin sesi tüylerimi diken diken etmişti. Saat üç buçuğu geçmiş sokakta in cin top oynuyordu. Bahçe kapısını açıp hiç tanımadığım ama belki de çocukluğumun geçtiği bahçeye girerken ellerim titreyip durmuştu.

 

Evin bütün perdeleri kapalıydı. Kırmızı kapılı evin önünde beklediğim her saniye zihnime silik anılar düşürmüştü. Hayal meyal hatırladığım görüntüler zihnimde cirit atarken kalbimdeki çarpıntı biraz daha artmıştı. Bu evde tanıdık bir şeyler vardı. Ta içimden yüreğimden gelen bir his.

 

Koku. Evin kokusu doluyordu buram buram ciğerlerime. Zile basmadan önce etrafı incelemeye başladım. Evin önündeki banka baktım. Hemen yanında paslanmış bir salıncak. Buralarda mı yürüdüm ben? Bu salıncakta mı sallandım? Gözlerimden akan yaşlar dudağımdan içeri girdikçe çocukluğum gözlerimin önüne düşüyordu bir bir.

 

Kim bilir kaç kez düştüm bu bahçede? Kim bilir kaç kez koştum bu çimlerin üzerinde? Aman Allah'ım burası benim evim miydi? Ben burada mı doğmuştum?

 

Gözlerimdeki yaşları kurulayıp kapının açılmasını beklerken boğazım hala düğüm düğümdü. Evden dışarıya taşan koku yüzümde sildiğim yerleri yeniden ıslatıyordu. Bekledikçe saniyeler uzayıp gidiyor dermansız bir hastalığa dönüşüyordu.

 

İçeriden ışık yanınca ardıma bile bakmadan koşup kaçmak istedim. Kendimi öyle frenliyordum ki sıkmaktan bütün kemiklerim sızlıyordu. Bacaklarımın dermanı çekilmişti heyecandan. Kapı yavaşça açılınca arkamı dönüp basamaklardan indim. Korkuyordum. Niçin korktuğumu bilmiyordum ama ölesiye korkuyordum.

 

"Kızım!"

 

Mahur Hanım'ın endişe dolu sesini işitince olduğum yerde kaldım. Ben ne yapıyordum? Buraya annemi görmeye gelmemiş miydim? Niçin kaçıyordum?

 

"Geldin mi evine Menekşe?"

 

Ev! Benim evim benden çok uzaktaydı. Ben evimden gelmiştim buraya. Ona doğru dönüp girişe doğru ağır ağır yürürken kalbim duracak kadar hızlı atıyordu.

 

"Geldim," dedim titreyen sesimle. "Evimden geldim."

 

Bana doğru gelip boynuma atlayınca ne yapacağımı bilemeden öyle bekledim. Mahur Hanım ben ayrıldı ve içeriyi işaret etti. Birlikte içeri girdikten sonra kapıyı kapadı. Evin içini incelemek için arkamı döndüğümde tekerlekli sandalyede oturan ve bana ıslak gözleriyle bakan kadını gördüm.

 

Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu tekerlekli sandalyesini bana doğdu sürerken. Yüz ifadesi her an çığlık çığlığa ağlayacak gibiydi ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Hemen önümde durunca elimdeki valiz ayaklarımın dibine düştü.

 

Dudakları kıpır kıpırdı ama bir türlü sesi çıkmıyordu. Dizlerimin üzerine düştüm ve sandalyesinin kenarlarını sıkan ellerini tuttum. Karşımda yirmi beş yıl sonraki halim duruyordu sanki. Gözleri, saçları, burnu, dudakları. Gözlerine baktıkça zihnime dolan anılarla kalbim derinden sızladı.

 

Öyle bir ağrı vardı ki göğsümde neredeyse nefes aldırmıyordu. Batıyordu her iç çekişimde. "Annem," dedi güçlükle. Kayınvalidesine baktı sonra. "Anne Menekşe'm gelmiş."

 

Kadın hıçkırarak ağlarken annem elini yüzüme doğru uzattı. "İların yan etkisi değil demi annem? Rüya değil demi? Gerçek misin? Geldin mi bana Menekşe'm?"

 

Ellerindeki iğne izlerine ve morluklara baktıkça daha çok ağlıyordum. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım. "Geldim." İkimiz de ne yapacağımızı bilemiyorduk. Yüreği yanan bir anneydi karşımda duran. Yüzümün her yerine dokundu. Bana doğru eğildi. Yüzümü, saçlarımı öptü kokladı. "Daha erken gelmediğim için çok üzgünüm anne."

 

Boynuna sımsıkı sarıldığımda aldığım koku bu zamana kadar hissettiğim hiçbir kokuya benzemiyordu. Beni sıkarken öyle şiddetli ağlıyordu ki ne yapacağımı bilemiyordum. "Annem çok özledim." Gözlerime öyle bakışı vardı ki bakışlarındaki özlem ve pişmanlıkta kaybediyordum kendimi. "Çok özledim annem affet beni."

 

Yaşadıklarını biliyordum. Onu suçlamak aklımın ucundan bile geçmiyordu. Dayandıklarını düşündükçe kahroluyordum. Kına yaktığı ellerini öptüm. "Geldim anne. Artık yanındayım."

 

Yüzümü ellerinin arasına aldı. "Hatırlıyor musun beni? Tanıdın değil mi kuzum anneni?"

 

Başımı hızlı hızlı salladım. Yüzünü gördüğüm andan beri bir görüntü gözlerimin önünden gitmiyordu. Türk bayrağına sarılı bir tabutun önünde yıkılmış küçük bir kız çocuğu ve çaresizce tabutun üzerine yığılmış genç bir kadın. Ellerimi yüzünde gezdirdim durdum. "Hatırlıyorum anne," dedim. Yüzündeki ıslaklığı sildim. "Kokunu, sıcaklığını, sesini her şeyini hatırlıyorum."

 

"Allah'ım sana sonsuz şükürler olsun," dedi. Öyle içten şükretti ki. Teslimiyetine hayran olmamak elde değildi. "Ölmeden sesini bir kez daha duydum ya cennet kokunu bir kez daha soludum ya artık huzur içinde ölebilirim Menekşe'm."

 

Elimi dudaklarının üzerine kapadım. "Böyle söyleme," dedim göz yaşlarımı silerken. "Ben sana daha yeni kavuştum anne. Koynunda uyuyacağım çok gecemiz var daha."

 

Kocaman evin ortasında ağlayan üç kadının sesini Allah'tan başka kimse duymadı. Tıpkı annemin senelerce çektiklerini Allah'tan başka kimsenin duymadığı gibi. Ağlayarak anlattı bütün yaşadıklarını. Özlemini, acısını, sitemini içinde ne varsa çığlıklarıyla döktü bana.

 

Çaresizlik nedir bilir misiniz? Bence çaresizlik yavrusundan ayrı düşmüş bir annenin kaybettiği yılların geri dönüşünün olmayışının adıydı. İkimizin de avuçlarında koskoca on üç yıl kalmıştı. Ben ona göre şanslıydım. Yaşadığım travmalar tüm anılarımı rafa kaldırdığı için kendime bir yuva kurabilmiştim. Aklıma düştükçe burnumun direğini sızlatan bir aile...

 

Kollarımın arasında kendinden geçen kadına bakınca korkuyla Mahur Hanım'a döndüm. "Anne! A-anneme bir şey oldu."

 

Ben endişeyle annemin yüzünü severken Mahur Hanım oldukça soğukkanlı bir şekilde ona yaklaşıp kucağına aldı. Bu yaştaki bir kadının gelinine karşı gösterdiği kuvvet bütün tüylerimi diken diken etmişti. Alt katta annem için hazırlanmış yatağa yatırdı ve ayaklarını hafifçe kaldırdı. Baş ucunda serum askısı ve oksijen tüpü vardı.

 

Tansiyonunu ölçüp bir iğne yaptı ve üzerini hafifçe örtüp alnından öptü. Yanındaki sandalyeye oturunca bana bakıp dudaklarını acıyla ısırdı. O yavrusunun emanetine emaneti de kendi yavrusuna yanıyordu. Doğduğumuz andan öldüğümüz güne kadar birçok şeyle sınanıyorduk şüphesiz en zoru bir annenin evladıyla verdiği sınavdı.

 

Kendi kızı olsa bu kadar sarıp sarmalayabilirdi. Sabrına sevgisine hayran olmamak elde değildi.

 

Dizlerinin hemen önüne çöktüm. Annemin sakince inip kalkan göğsüne bakınca biraz da olsa rahatlamıştım. Neden yaptım bilmiyorum. Yüzümü dizlerine yasladım. Annemi yalnız bırakmayıp beni bulduğu içindi sanırım minnetim. Bunu hiç dillendirmesemde o benim babaannemdi.

 

"İyi değil mi?"

 

Başındaki örtüyü çıkarıp kenara koydu. Ağarmış her bir saç telinde yılların yorgunluğunun izi saklıydı. "İyi," dedi. Yüzünde yarım bir tebessüm vardı. "Ve yarın daha da iyi olacağına eminim Menekşe. Seni kaybettiğimizden beri bu kadar huzurlu uyuduğunu görmedim."

 

"Bana tedaviye ilk kez yanıt verdiğini söylediniz. Bu doğru değil mi?"

 

"Şükürler olsun ki doğru. Bu Rabbimin mucizesi değil de ne kızım? Yıllardır bu hastalıkla savaşıyor. Sanki seni bir gün bulacağını biliyor gibi hiç pes etmedi."

 

"İyi ki çıktınız karşıma," dedim. "İyi ki onu dinlemediniz." Ayağa kalkıp merdivenlere baktım. "Dolaşabilir miyim?"

 

Başını ağır ağır salladı ve ayağa kalkıp seccadesini aldı. Sabah namazına az bir vakit kalmıştı. "Üst katta bir odan var. En son bıraktığın gibi duruyor kızım."

 

Çocukluğuma dair bir şeyler görecek olmanın heyacanı ile kalp atışlarım hızlanırken heyecanla merdivenlerden çıktım. Merdivenlerin tam önündeki odanın kapısında asılı duran bez bebeği görünce kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Her gece rüyalarıma giren bu bebeği hatırlıyordum.

 

Uyku arkadaşım. Odanın kapısını açtığımda sanki bir kez daha doğmuştum. Pembe başlıklı bir baza ve hemen karşısında aynalı şifoniyer vardı. Üzerinde bir fotoğraf çerçevesi ve mor renki bir ayıcık duruyordu.

 

Mahur Hanım'ın bana verdiği fotoğrafın aynısıydı. Pembe yorganın üzerindeki asker kamuflajına bakınca yeniden ağlamaya başladım. Kamuflajın üzerinde babamın ismi yazıyordu. Üzerindeki künyeyi aldım ve boynuma taktım. Yatağın üzerine oturduğumda duvardaki resimleri incelemeye başladım. Ben çizmiştim. Çizimlere baktıkça hem ağlıyor hem gülüyordum.

 

Kamuflajındaki kokuyu içime çektim. Şu an hissetiklerimin tarifi mümkün değildi. İçimde yanan ateşin büyüklüğünü kimse tahmin edemezdi. "Nuh," dedim sessizce. "Ben yeniden doğdum canımın içi."

 

Odaları tek tek dolaştım. Her köşesinde bana ait izler vardı. Bana ve aileme ait izler. Küçük Menekşe benimle birlikte bütün evi dolaşmıştı.

 

Annemin yanına döndüğümde saat yedi buçuğa geliyordu artık. Babaannemi kaldırıp annemin baş ucunda beklemeye başlamıştım. Elleri her titrediğinde adımı her zikretişinde elini tuttum ve yanında olduğumu kulağına fısıldadım.

 

Elimi elinin içinde başım başının hemen yanında uyuyakalmıştım. Sesini duyunca gözlerimi araladım. Bir saat uyumuştum yalnızca. Parmağımdaki yüzüğü okşuyordu. Bir eli yanağıma dokununca sıcaklığıyla gözlerimi kapadım. "Kocan neden gelmedi Menekşe'm? Neden yalnız geldim anneciğim?"

 

Aklıma düştükçe burnumun direği sızlıyordu. "O gelemedi annem," dedim. "Eğitimleri, dersleri çok yoğun."

 

"Resmi var mı?" Hafifçe doğruldu ve yana kaydı. "Koynuma gelsene bebeğim." Kollarını iki yana açmış gözlerimin içine bakıyordu. Tereddüt etsem de dediğini yapıp yanına uzandım. Başımı hemen göğsüne yasladı.

 

Telefonumdan herhangi bir fotoğrafımızı açıp ona gösterdim. Uzun bir süre baktı. Baktıkça gülüyordu ekrana. Hem gülüyor hem ağlıyordu. "Maşallah yavrum," dedi. "Ne kadar güzelsiniz siz böyle?" Yüzüme şaşkınlıkla bakarken dudaklarını ısırdı. "Aman Allah'ım Menekşe'm, benim minik bebeğim evlenmiş."

 

Bazı şeylere kolay alışamayacaktık, kabul etmek kolay olmayacaktı. Kavuşmanın yangını küllene kadar yükselen alevlere direnmek zorundaydık. "Onu çok seveceksin," dedim gülmeye çalışarak. "Aksi mümkün değil."

 

Tek kaşını kaldırıp gözlerini kıstı. "Ama bu on yedi yaşındaki Nilüfer'in bakışları." Böyle söyleyince utanarak gözlerimi kaçırdım. Saçlarımın üzerine defalarca öpücük bıraktı. Yıllar önce kaybettiği yavrusuna bir gecede doymaya çalışıyordu.

 

Annem de babama on yedi yaşında aşık olmuştu. O hayat arkadaşıyla çok erken tanışmıştı. On sekiz yaşında evlenmişti. Erken oluşunu tasvip etmesem de doğru insanın karşımıza ne zaman çıkacağını bilemediğimizi de biliyordum. "Çok seviyorum," dedim. Onunla ilgili konuşmak bile kanımı kaynatmaya yetiyordu. "Her anımı paylaştığım adama kör kütük aşık oldum ben anne."

 

"Bebeğim," dedi fotoğrafımıza bakarken. "Hemen gidecek misin?"

 

"Buradan birlikte döneceğiz anne." Afalladı. Bunu beklemediğini biliyordum. "Seni almaya geldim ben. Tedavine orada devam edeceksin. Bırakmam seni artık."

 

Küçük bir çocuk gibi parıldayan gözlerinin feri bir süre sonra söndü. "Peki ailen? Onlar ister mi bizi?"

 

Elimdeki telefonu yanımdaki koltuğa bıraktım ve ona doğru döndüm. "Seni dört gözle bekliyorlar."

 

Kocaman güldü ve bana sımsıkı sarılıp gözlerini kapadı. "O koca yürekli insaları görmeyi ben de dört gözle bekliyorum bebeğim."

 

🌺

 

Buraya gelişimin bugün üçüncü günüydü. Üç günün benim için kolay geçtiğini söyleyemezdim çünkü annemle beraber olduğumuz her an göz yaşı eksik olmamıştı.

 

Nazlı, Buket, Sevda ablam, Murat amcam ve Süheyla annem her gün aramıştı. Bir postada onlarla ağlamıştım. Aramayan tek kişi Nuh'tu. Neredeydi ne yapıyordu bilmiyordum ve bu bilinmezlik beni artık çok yormuştu.

 

Bir nedeni vardı, gelmemesi için bir sebebi. Buna inanmak istiyordum aksi nefes almamı bile zorlaştırıyordu. Mutlaka bir açıklaması vardı her zaman olduğu gibi. Özlemi yüreğime bahçemize düşen kar gibi birikirken artık geceleri uyumakta zorlanıyordum. Sesi, teninin sıcaklığı, sakallarının kokusu ve ayaklarımı yerden kesen aşk dolu sözleri burnumda tütüyordu.

 

Yatsı namazından sonra annemin ilaçlarını verip yukarı çıktım. Alt katta birlikte uyuyorduk asla beni kendinden uzaklaştırmıyordu. Üzerime pijamalarımı giyip yeniden yağmaya başlayan karı izlemek için perdeyi kenara sıyırdım. Bahçe kapısının ilerisinde bir araba ve arabaya yaslanmış biri duruyordu. Kalbim hızlanırken yüzümü pencereye biraz daha yaklaştırdım.

 

Sokak lambasının ışığından tanıdığım yüz tüylerimi diken diken etmeye yetmişti. Heyecanla aldığım nefesim camda buğu oluştururken yerimde duramıyordum. Midemde kelebekler uçuşuyor karnımda şimşekler çakıyordu.

 

Buradaydı. Nuh buradaydı ve aramızda yalnızca bir pencere vardı. Ne kadar süre öyle bakıştık bilmiyordum. Göğsüne bağladığı kollarını iki yana açınca yüreğim sızladı. Nasıl özlemiştim. Sakallarını ve saçlarını kestirmişti. Farklı görünüyordu. En önemlisi oldukça uykusuz ve yorgun. Tıpkı benim gibi.

 

Ağlayarak başımı iki yana salladım. Ona çok kırgındım. Günlerdir ne halde olduğumu nasıl düşünmezdi? Başını sağ omzuna yatırdı. Dudaklarını okudum. Lütfen diyordu.

 

Kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümde bağladım. Başımı sallayınca bir adım öne geldi. Kollarını kendi bedenine sarıp şekilden şekile giriyordu. Her zaman yaptığı gibi beni manipüle etmeye çalışıyordu. Manipüle etme konusunda ondan daha iyi birini tanımıyordum.

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Perdeyi kapatacakken arabanın kapısını açtı ve müzik açıp sesini artırdı. "Yapma," diye bağırdım pencereyi açıp. "Kapat şu müziği!"

 

"Gelmiyorsun!" diye bağırdı.

 

"Gelmeyeceğim!"

 

"Donuyorum ama!"

 

"Umurumda değil!"

 

"Ölürüm!"

 

"Gelmeyeceğim!"

 

"Özlemekten öleceğim!"

 

Dolan gözlerime direnişim uzun sürmedi. "Nuh kapat şu müziği annem uyuyor."

 

Çalan müziğe bağıra çağıra eşlik etmeye başlayınca elimi dudaklarıma bastırdım. "Hiğğ!"

 

"Şekerimsen balım balım balımsan. Sen üreyim canım canım canımsan."

 

Allah'ım sen bana sabır ver. "Geliyorum başımın belası kapat şunu!" Pencereyi kapatıp aşağıya indiğimde annem hala uyuyordu. Neyse ki ses ön tarafa gelmemişti. Üzerime koltuğun üzerinde duran ince battaniyeyi alıp evden çıktım. Arka tarafa geçip bahçe kapısından çıkınca hızla ona doğru yaklaşıp hemen önünde durdum. Sarılmak için yanıp tutuşsada korkusundan bir adım bile atamıyordu.

 

Elimi kaldırıp tokatımı yanağına geçirince afalladı. Elini yanağına dokundururken dudağını ısırıp yüzümü kavradı ve konuşmama bile izin vermeden öpmeye başladı. Eli ensemdeki saçlarımı kavrarken belimin kırılacağını hissettim ama onu itmeye de gücüm yetmiyordu.

 

Belimden tutup kucağına aldı ve sırtımı arabaya yasladı. "Nuh dur!"

 

Birisi görürse ne yapardık? "Durayım mı?"

 

Kıpkırmızı olan dudaklarına dokundum. "Sokak ortasındayız. Bir çocuk falan görürse..."

 

"Saat çok geç," dedi. "Hepsi uyumuştur." Yeniden dudaklarıma yapışınca eli de göğüslerimi hapsetti. Öpmeye ara verdikçe bir şeyler söylüyordu ama ben söyledikleri ile değil dokunuşuyla yaptıklarıyla ilgileniyordum. "Sensiz nefes almak bile mecburiyetten öte değil Menekşe'm."

 

Boynumu öperken gözlerimi kapadım. "Aylardır senden haber alamıyorum Nuh! Farkındasın değil mi?"

 

"Bulduğum her fırsatta Isparta'ya geldim ömrüm."

 

Elimi göğsüne vurdum. "Geldin ve seni görmeme izin vermedin öyle mi?"

 

Gidecekken belimden yakaladı. "Ne senin ne ailemin yüzüne bakacak durumda değildim yavrum. Beni anlamanı beklemiyorum. Hakkında var ama yapamadım işte. Kaç kez döndüm kapından haberin var mı?" Boynumdan öptü yavaşça. "Kaç kez duvarları yumruklayıp seni koklayamadan döndüm haberin var mı?" Alnımı, burnumu, yanaklarımı öptü sırayla. "Kaç gece sabahlara kadar seni düşündüm haberin var mı?"

 

"Nuh!"

 

"Söyle gözümün bebeğim."

 

"Neden şimdi? Neden buraya geldiğim ilk gün gelmedin?"

 

"Abim çıktı Menekşe." Gözlerim sevinçle büyürken, "Zor oldu ama sonunda oradan kurtardım," dedi. "Nasıl oldu diye sorma olur mu güzelim?"

 

Yutkundum. Nasıl olduğunu deli gibi merak ediyordum oysaki. "Ama Nuh!"

 

"Sorma lütfen! Şikayetini geri çekti o ırz düşmanı."

 

"Başını belaya sokmadın değil mi?" Duyacaklarımdan deli gibi korkarken o yüreğime su serpmemişti sözleriyle.

 

"Kimsenin başı dertte değil ama benim ki dertte!"

 

"Nuh!"

 

Alnını alnıma yaslayıp elini karnımın üzerine koydu. "Hasretinle başım fena halde dertte."

 

Tuttuğum nefesimi koyverirken karnına yumruğumu geçirdim. Asıl aklımla bir derdi vardı bu oğlanın. Gözlerime öyle bakışı vardı ki esip gürleyecekken kedi gibi uysallaşıp göğsüne sığınıyordum. "Çok özledim," dedim. "Beni bir daha kendinden bu kadar mahrum etme canımın içi."

 

İkimizin de burnu kıpkırmızı olmuştu soğuktan. Kulaklarıma dokunup arabanın ön koltuğuna eğildi. Yerden aldığım karı kafasına atınca elindeki bereyle bana doğru döndü ve gözlerini kısarak ileriye doğru adım atmaya başladı. "Kar savaşları?"

 

Gülerek başımı salladım. "Kar savaşları!"

 

Arkamda gizlediğim karı yüzüne atınca arkamı dönüp bahçe kapısından içeri koştum. Enseme yediğim karla yüz üstü karın üzerine düşerken çığlık attım.

 

Kalktım ve arkasından koşup sırtına zıpladığımda ayağı kaydı ve aynı benim düştüğüm gibi yüz üstü yere düştü. Hızla sırt üstü dönüp beni kucağına çekti ve üzerime çıktı. "Nuh hayır!"

 

Yüzüme doğru eğilirken dudaklarının arasından çıkan sıcak nefesi görebiliyordum. Bileklerimden tuttu ve yavaşça öpüp geri çekildi. "Çok üşümüşsün güzelim. Odana çıkalımda ısınalım."

 

Elimi dudaklarına vurdum sertçe. "Ya Nuh!"

 

"Ne Nuh ne? Bütün kıyafetlerin su içinde kaldı kalk hadi." Elimden tutup ayağa kaldırırken bıyık altından gülüyordu. "Cık cık cık," dedi yan yan bakarken. "Ne kadar da fesatsın yavrum."

 

"Maymun seni!"

 

Beraber ön tarafa doğru yürürken annemin ismimi bağırdığını duydum. Panikle Nuh'un elini bırakıp koştum. "Menekşe'm!"

 

Annem üzerinde geceliği ile kapının önünde beklerken gözleri kocaman olmuştu. Bizi görünce derin bir nefes aldı. Koşarak kollarımı boynuna sarınca titremesi durmuştu. Elimle Nuh'u işaret ettim. "Misafirimiz var," dedim. "Bak damadın geldi."

 

Nuh'la annem birbirine bakarken evleneceği adamı ailesiyle tanıştıran genç bir kızın heyecanı sarmıştı dört bir yanımı. Ben bu duyguyu hiç yaşayamayacağım sanıyordum.

 

"Durma orada," dedi annem. "İçeri gelsene oğlum."

 

🌺

 

Merhaba canımın içi içleri❤️

Biz geldik💋

Yıldıza basmayı unutmayın🌺

Loading...
0%