Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Bal Böceği̇

@aysegulcee1

Alizade İbrahimov & Nilüfer Sancaktar❤


HEYHAT!


Mum gibi erimiyorsa insan "yanıyorum" dememeli. Yanmaktan korkuyorsa kişi "aşk kapısından" girmemeli. Ya "kor yürekli" olmalı insan ya da "kor" barındıracak "yürekli"


Şems-i Tebrizi...


🌺


Geçmişin izleri...


24 yıl önce...


1995/ Van


Nilüfer Sancaktar...


Ruhumda on sekizinci yaşımın şenliği vardı bugün. Artık reşit bir genç kız olmanın verdiği heyecanla sekiyordum dört bir yana. Bir sebebi vardı elbette. Dört bir yanımda uçuşan kelebekler sebepsiz değildi.


Oysa büyümek düşündüğüm gibi muazzam bir olay değilmiş. Bunu şu an anlayamıyordum. Ben Nilüfer Sancaktar. Muhsin Albay'ın en küçük kızıyım. Annem, iki yıl önce vefat etmiş iki ablamsa sevdalanıp yuvalarını kurmuşlardı. Babamla Anadolunun dört bir yanını karış karış dolaşmaksa bana düşmüştü.


Şikayetim yoktu. Seviyordum. Askerler hayatımın bir parçası gibi olmuştu. Her gittiğim şehirde bir dost bir yoldaş edinmiştim kendime. Üç yıldır yaşadığımız Diyarbakır'dan ayrılalı tam bir hafta olmuştu. Orada edindiğim dostlukları gözyaşlarımın arasında bırakmıştım. Her ayrılış bir ızdıraptı. En zoruda kömür gözlü bir askerin ayrılığı olmuştu.


Babama yemek götürdüğüm bir gün tugayın bahçesinde görmüştüm. Yeni atanmış yirmi yaşında bir teğmendi. Azerbaycan'dan eğitim için gelmiş meğerse. O da benim gibi kalıcı değilmiş Diyarbakır'da. İlk görüşte bir kalp sancısıydı benimkisi. Gel zaman git zaman bir şekilde dikkatini çekmeyi başarmıştım yakışıklı teğmenin.


Bana, ben buralı değilim bana ümit bağlama dercesine baksada bir süre sonra bana olan bakışları güzelleşmeye başlamıştı. Yalnızca iki kez sohbet etme şansı bulmuş o kısacık an bile ona kapılmama yetmişti. O gözler benim kaderimdi. Böyle hissetmişti yüreğim. Başka türlüsünü kabul etmem bu yaşlarda pek mümkün olmuyordu.


Bir gün bana bıraktığı kağıtta on yedi yaşında bir genç kızla böyle şeyler düşlemesinin doğru olmayacağını yazıp bir veda etmeden gitmişti Diyarbakır'dan. Tabii bir yıldır, giderken yüreğimde açtığı yara hala taptazeydi.


Şimdi on sekiz yaşındaydım. Şimdi yeniden kesişse yollarımız benimle görüşmek ister miydi? Beni, yeniden karşılaşacağımıza inandıran şey neydi bilmiyorum ama göğsümün altındaki bir başka çarpıyordu bu sabah. Sanki bambaşka bir Van sabahına açmıştım gözlerimi.


Uyandığımda babamın evde olmadığını gördüm. Masanın üzerine bir not bırakmıştı. Önemli bir görev için sınır ötesindeki üstleri teftiş etmek için gitmişti. Elimle gözlerimi sildim. Babam işte böyle soğuk bir adamdı. Belki geri dönmeyecekti ama her gidişinde olduğu gibi yine vedalaşmamıştı.


Kahvaltımı yaptıktan sonra poğaça yapıp lojmandan çıktım. Tugayda Murat abi vardı bugün. Beş çocuğu vardı ve onlardan aylardır ayrıydı. Epeydir halini hatırını sormuyordum. Babam o yokken oraya girmeme çok kızardı ama ben de ona bugün çok kızgındım. Üstelik telefonu da kapalıydı.


Bahçeden içeri girince eğitim yapan birkaç asker bana baktı ve babamdan ötürü önlerine dönmesi uzun sürmemişti. Onların olduğu tarafa bakmadan başım önümde yürürken önümde duran botlar yüzünden durmak zorunda kaldım. İlk önce Murat abi sandığım için yüzümü yerden kaldırdım. Lakin karşımda duran adam Murat abi değildi.


İlk önce ne yapacağımı bilememiş telaşla parmaklarımı birbirine kenetlemiştim. Kalbimin atışına dayanabilecek gibi değildim. Başım dönmeye başlamıştı bakışlarındaki ima yüzünden. Gözlerim kararmadan önce bana doğru atılıp adımı zikretişi kalmıştı aklımda. Onu görür görmez bayılarak rezil oluşuma mı yansam yoksa bir yıl sonra Alizade'nin buraya gelmiş olmasına mı sevinmeliydim?


Murat abinin telaşlı sesini zar zor işitirken kulaklarımın içindeki uğultu giderek arttı.


Gözlerimi açtığımda revirdeydim ve başımda o vardı. Murat abi neredeydi? Ben neden onunla yalnızdım? Hafifçe doğrulunca yatmam için omuzlarıma bastırmaya çalıştı fakat bana dokunduğunu fark edince hemen geri çekildi.


Neden gülüyordu? O güldükçe ben kıpkırmızı oluyordum görmüyor muydu? Üstelik ne diyeceğimi ne konuşacağımı bile bilmiyordum. "Normalde bir insanın bayılmasına sevinmemelisin Nilüfer." Adım dudaklarından bir türkü gibi dökülüyordu. Allah'ım yardım et adımı neden bu kadar güzel zikretiyordu. "Ben sevindim. Bildim ki o kalbin bıraktığım gibi hala bal böceği."


Bal böceği. Bana gitmeden hemen önce sen benim için çocuksun demek istemişti böyle seslenerek.


Gözlerini gözlerimden çekmiyordu ve ben bakmak için yanıp tutuşsamda yüzümü kaldıramıyordum ellerimden. "Nilüfer," dedi ben cevap vermezken. "Ben senin için döndüm gözelim."


Boğazım yanmıştı yutkunmak istedim. Konuştukça kalbim hızlanıyordu. Benim için dönmüştü. Gülümsememe engel olmak için dudaklarımı ısırdım. Peki ya döndüğünde beni aynı yerde bulamasaydı. "Bir sene," dedim güçlükle. "Neden bir sene bekledin ki Alizade?"


"Çünkü beklemeseydim sen reşit olmadan aramızda bir şeyler yaşanabilirdi ve bu asla istemediğim bir duruma sokacaktı bizi gök gözlü kız."


"On sekiz yaşıma girmemi bekledin yani?" Artık sesimdeki heyecanı gizleyemiyordum. "Ya unutsaydım seni?" Ağzımdan kaçırdıklarımla gülümsemesi büyürken yüzüme bir ateş yayıldı. Çenemi tutamıyordum onu görünce. Bu adam bana ne yapıyordu? "Yani ben, ben ya başkasını..."


Bu bana yaptığın mübah mı be adam?


Konuşmama müsade etmemişti. "Ben yalnızca buradan gittim Nilüfer. Kalbinden gitmedim ki. Hep sendeydi aklım da kalbim de. Neredesin, ne yapıyorsun, ne yiyorsun, ne içiyorsun her şeyden haberim vardı." Gülerek omuzlarını düşürdü. "Sezgin abi sağolsun."


Ne diyeceğimi bilemiyordum. Keşke ben de ondan haber alabilseydim. "Neden benimle iletişime geçmedin hiç?"


"Bekledim," dedi. "Kaderim misin diye bekledim." Göz göze geldik bir kez daha. "Buradasın, buradayım, kalbimiz bir atıyor ve ben seni buraya götürmeye geldim bal böceğim."


Babam evlenmemize asla müsade etmezdi biliyordum. "Evlenmek için uygun yaşta değilim Alizade."


"On sekiz yaşındasın," dedi. Oralarda evlenmek için ideal bir yaştı ama burada değildi. "Peki tamam beklerim." Bu içime umut tohumları ekmeye yetmişti. "İki yıl sözlü kalırız olmaz mı?"


Güldüm. Bunu evet kabul etmişti ki güldü. Murat abi içeri girdi ve beni uyanmış görünce Alizade'ye işaret edip odadan çıkardı. Ben arkasından bakarken Murat abimin sorgulayıcı bakışları üzerimdeydi. "Nilüfer!"


"Abi."


"Hayırdır. Nasıl baktın adamın ardından öyle?"


Dudaklarımı birbirine bastırıp yüzümü önüme eğince güldüğünü işittim. "Abooo! Nilüfer yakma oğlanı da bizi de kızım."


"Abi lütfen..."


"Ne abi kızım? Albay canımıza okur bizim. Emanetsin bize sen. Bir daha görmeyim."


"Niyeti ciddi," dedim sessizce. Buram buram terliyordum. "Evlenmek istiyor benimle."


Kaşlarını çattı hemen. Babacan bir adamdı Murat abi. Öz abiden farksızdı benim için. "O delikanlının buralı olmadığını biliyorsun değil mi? Albayım göndermez seni Türkiye'den Nilüfer. Vazgeç kızım bu sevdadan."


Yüreğim ezildi. Gözlerim doldu ve kalbim acıyarak atmaya başladı. Keşke unutmak söylenildiği kadar kolay olsaydı. Görmeden bir yıl geçirdim. Unutabilseydim o zaman unuturdum.


Vazgeçmedim...


Murat abimin söylediği gibi babam tam bir yıl işkence etmişti Ali'me. Ne bana acımıştı ne ona. Uzun süreli görevlendirme ile burada kalmasına sebep olmuştu. Eli kolu uzundu. İstediğinde yapamayacağı şey yoktu.


Bir yılın sonunda odasına çağırıp elini öptürmüş. Alizade'nin yanıma gelişini ömrüm boyunca asla unutamazdım. 97 de evlenmiş ve 98 de Menekşe'mi kucağıma almıştım.


Menekşe'min doğurduğum yıl babamı kaybetmiştik. Kızım acıma dayanak olmuştu. Yaşama sebebim Ali'mden sonra yüzümü güldüren yegane şeydi. Alizade Van'da yapmaya devam ederken Azerbaycan ordusu ile iş birliği projesi olduğu için Azerbaycan'a gidip gelirdi.


Alizade'nin annesi Kayserili babası Azerbaycanlıydı ve Nahçıvan'da yaşıyorlardı. Bu yüzden bir ayağımız hep kardeş vatandaydı. Özellikle onun uzun kaldığı görevlerde biz Menekşe'mle Iğdır'a gidip oradan otobüsle Nahçıvan'a geçer Alizade dönene kadar yanlarında kalırdık.


Ali tek çocuklarıydı. Bu yüzden ilk ve tek torunlarının üzerine titrerler beni saf sevgiyle bağırlarına basarlardı. Kendi ailemde bile bu kadar sevgi şefkat görmemiştim. Mahur annem bana öz annemden farksızdı. Ben de onu hiçbir zaman kayınvalidem olarak görmemiştim.


Menekşe'm beş yaşına bastığı gün Alizade'den bir telefon gelmişti. Gelmesine üç gün kaldığı için Van'a evimize dönmüştük Menekşe'mle. Artık ana okuluna başlaması gerektiği içinde dönmek için babamızın gelmesini bekleyememiştik. Lakin ondan gelen telefon yüreğimi ağzıma getirmişti.


Bana Van'a döndüğüm için kızmış ve derhal ailesinin yanına dönmem gerektiğini söylemişti. Ben daha nedenini söylemeden sokakta bağırışma ve kırılma sesleri işittim. "Nilüfer," dedi acı çeker gibi. "Dikkatli olun. Orada size bir şey olmaz ama yine de karargaha geçin yavrum."


Ne olduğunu anlamadan telefon kapanmış ve silah sesleri dolmuştu kulağıma. Kapı çaldı ve benim yüreğim ağzıma geldi. "Yenge," dedi askerlerden biri. "Biziz. Sizi almaya geldik. Yüzbaşının emri var."


Başımı kapatıp Menekşe'mle evden çıkarken askerlere ne oluyor dercesine baktım. "Eylem," dedi sadece. "Terör saldırısı yenge korkmayın. Komutanım bir saate burada olur."


İlk kez böyle bir şey yaşıyordum. Bu yüzden çok korkmuştum. Boynuma sımsıkı sarılan kızımın saçlarından öpüp karargaha girdim. Alizade'nin odasında bekliyorduk. Menekşe uyuduğu için daha rahattım. En azından dışarıdan gelen sesleri duymuyordu.


Askerler karargaha yapılacak olası bir saldırı için pusudaydı. Yüreğim ağzımda babamızı beklerken ona bir şey olur diye içim eriyordu. Dışarısı mahşer meydanı gibiydi. Ya bize ulaşamadan ona bir şey olursa?


Gelmedi.


Biz tam iki gün karargahda onun bize dönmesini bekledik ama o bize gelmedi. O iki gün nasıl geçmişti bilmiyordum. Hayatımdan on yıl alıp götürmüştü. Menekşe'nin baba diye ağlamaları. Benim sinir krizlerimle 48 saat geçmişti. Dönememişlerdi. Pusuya düşen timi kurtarmak için Kuzey Irak'a gittiklerinin haberinden başka bir şey gelmemişti.


Üçüncü gün ise sevdiğim, kömür gözlerine mühürlendiğim yiğidim bana gelmişti. Kavuşmuştuk. En azından bana gelmişti. Cehennem elinde kalmamıştı. Nasıl dayandım, nasıl ayakta kaldım bilmiyordum. Göğsümdeki iman ve cennet kokulu kızımın kuvveti bana dayanma gücü vermişti.


Menekşe, al bayrağa sarılı tabutun önünde babasının resmini görünce kollarımdan kopup tabuta doğru koştu. "Babamı niye koydunuz ona?"


Kimse tutmadı, kimse durdurmadı babasına kavuşmak için koşan kızımı. Çerçeveyi eline almış ve dudaklarına dokundurup öpmüştü. "Nefes alamaz ki onun içinde." Kollarının arasına alıp göğsüne bastırmış ve kendi kendine sallanmaya başlamıştı.


Derman olmayan bacaklarımla kızıma koşup kucağıma aldığımda çığlık atmış ve kucağımda bayılan kızımla yere yığılmıştım. Bu olay kızımda büyük bir travma bırakmıştı. Aylarca konuşmamıştı benim yavrum. Sesini duyacağım güne kadar sabırla beklemiştim ama o bir daha şakıyarak etrafımda dönmemişti. Benimse Alizade'min sesi son söylediği türküyle kalmıştı.


Ay gözü qara qız ağlama.


Sarı kemer bağlama.


Men buralı deyilem ay gözel.


Mene ümüd bağlama ay gözel.


Doğru söylemişti aslanım. O buralı değildi. O cennet ehliydi. Her gittiğinde ümit bağlamama izin vermemiş hep en kötüye alıştırmaya çalışmıştı.


2006/ Nahçıvan


3 yıl sonra...


Gönlümün sevdası göçeli ve gönlümün kuşu susalı tam üç yıl oluyordu bugün. Otuzuma merdiven dayamıştım ama baksanız kırk yaşından farksızdım. Bu üç yılda başımıza gelmeyen kalmamıştı.


Alizade'm pusuya düşen timi kurtarmaya ekibiyle gittiğinde büyük bir operasyon başlatılmış. Terör örgütüne büyük bir darbe vururken tek bir askeri şehit olmadan oradan çıkarmış. Onu benden alan kalleş bir mayın olmuş. Şehadetinden bir sene sonra Nahçıvan'a gitmek için Iğdır otobüsüne binmiştik.


Teröristler tarafından yolu kesilen otobüsten tek sağ kalan ben ve kızımdı. Kızımı alıp beni de dağ başında bıraktıklarında Alizade'nin örgüte destek veren sınır köylerinden birinin ağasının oğlunu öldürdüğünü öğrendim. Alizade'm şehit olduğu için intikam adına bizim peşimizdeymiş meğer bir yıldır.


Kızımı Ermenistan'dan Rusya'ya kaçırıp bir gün canlı bomba yapmak için kullanacaklarmış. Yavrumu daha yoldayken ellerinden kurtardılar ama sonra kaç şehir değiştirdiysem izimi kaybettirmeyi başaramamıştım. Menekşe'm onların yanında ne yaşadıysa daha da içine kapanmıştı.


Alizade'nin anne ve babasından başka kimsem yoktu lakin onların yanına da gidemiyordum. Bizim yüzümüzden onlara da zarar gelmesinden deli gibi korkuyordum.


Onlara bir saatlik mesafede bir şehirde kendime kızımla bir hayat kurmuştum. Bizi Nahçıvan'da bulamayacaklarını ümit ederek işime gidip geliyordum. Bu süre içinde kayınpederim hastalanıp ani bir şekilde vefat edince kayınvalidemi mecburen yanıma almıştım. Aldığım üç kuruşla kızımı özel eğitime gönderiyor hem de kayınvalideme bakmaya çalışıyordum.


Bu hayatta kimsesiz kalmaktan daha zor bir şey yoktu ben bunu etime kemiğime kadar hissetmiştim. Hele ki dul bir kadınsanız geçtiğiniz evlerin önünde oturan kadınlardan işittiğiniz sözler hiçte keyif vermiyordu. Ben kendi ayaklarımın üzerinde durmaya çalışan bir anneydim. Neden insanlar kendi hayatlarını yaşamayıp benim hayatımla kendilerini yoruyorlardı hiç anlamıyordum.


Aradan biraz zaman geçince bizi unuttuklarını artık Menekşe'min peşini bıraktıklarını düşünüyordum. Ta ki bizi eve kadar takip eden iki adam fark edene kadar. Ne yapacağımı bilmiyordum. Polise gidip elim boş dönüyordum ve çaresizlikten kafayı yemek üzereydim. İki ablam da bana kocaları yüzünden sırtını dönüp kapılarından kovmuştu.


Bir gün telefonuma gelen numarayla yeniden bir umutla doldu yüreğim. Murat abim. Murat abim beni unutmamıştı. Numaramı nasıl bulmuştu bilmiyordum ama sesini duymak kendimi çok iyi hissettirmişti. Ona başımızdan geçen her şeyi anlatınca onun bulduğu çözümle yeniden Türkiye'ye dönmüştük.


Yaptığımız suçtu belki ama benim kızımı öldü göstermekten başka çarem yoktu. Menekşe'yi Ermani asıllı ama Türkiye'de yaşayan çocukları olmamış bir çifte evlatlık vermiştik. Murat abim bizi yurt dışına gönderme teklifinde bulunmuştu ama onun da durumu belliydi. İki kadın bir başımıza ne yapardık hiç bilmediğimiz bir yurtta. Bu seçenek daha cazip gelmişti.


Kızımı formaliteden evlatlık alan ailenin evinde yaşamaya başlamıştık. Yemeklerini yapıyor evlerini temizliyordum. Artık kızımın annesi Mila babası ise Barkev'di ama kızım sağdı ve yanımdaydı. Sesini duyamasam da kokusunu alabiliyordum.


İyi insanlardı. En azından bize öyle hissettirmişlerdi. Murat abim bulmuştu nasıl güvenmezdim? Güvendim hem de gözüm kapalı. Meğer Barkev denen adamın kardeşi örgüte yıllardır destek veren bir mafyaymış. Karanlık bir adammış sizin anlayacağınız. Bunu Murat abim duyunca kahrından ölmüştü. Hastalanıp yataklara düşmüştü.


Bir gece koynumdan Menekşe'mi kopardıklarında anlamıştım. Uyandığımda kızımın yatağı boş Barkev ve Mila ortalıklarda yoktu. Bulamadık. Bulamadılar. İki yıl boyunca kızımın izine rastlanamayınca Mahur annemle Nahçıvan'a geri dönmüştük.


En acısıda elin kolun bağlı kalmaktı. Kızım sağ mıydı ölü müydü bilmiyordum. Günlerce kendimden geçmiş bir halde tedavi görürken rahim ağzı kanserine yakalandığımı öğrenmiştim. Şunu anlamıştım ki biz bu dünyaya fazlaydık. Biz bu kirli dünya için fazla temizdik.


Nefret ettim. Ben bu dünyadan etimle kemiğimle nefret ettim. Çocukların öldüğü annelerin gülmediği bir dünyada ben yaşamak istemiyordum. Rabbime her gece beni yanına alması için dua ettim. Vaktin değil diyordu sanki. Daha sınavın bitmedi...


Bir gün evimize bir komutan gelmiş. Komutan Mahur anneme Menekşe'mi bir askerin kurtardığını ve kızımı Türkiye'ye gönderdiğini söylemiş. Onlara yardım ederek kızımı evlatlık alması için yardım etmiş. Barkev ve Mila ise Karabağ'da ölü bulunmuş. Ben bunları öğrendiğimde kanserin son evresindeydim. Artık tedavi almıyor evimde öleceğim günü bekliyordum. Kızım on yedi yaşına basmıştı. Bir resime sarılıp günlerce onunla uyudum.


Kanser beni öldürmüyor ama yavaş yavaş bir parazit gibi tüketiyordu. Kızım mutluymuş. Çok güzel bir ailesi varmış. Nasıl çıkardım ki karşısına? Nasıl koparabilirdim ki ailesinden. Onlara dua etmekten başka elimden bir şey gelmemişti. Şükürler olsun ki yavrum güvenli ellerdeydi.


Tek duam ölmeden önce kokusunu son kez içime çekebilmekti. Ölmeden önce kaybettiğim sesini son bir kez duyabilmekti. Bu yüreği yanan yaralı bir annenin son duasıydı ve ben biliyordum ki Rabbim bir gün beni yavruma kavuşturacaktı.


🌺


"Nuh," dedim kolunun altındaki sıcaklığa sarılarak. Ağacın dalına serdiği kilimin altında karın yağışını izliyorduk. Hasta olmamız muhtemeldi. "Üşümedin mi?"


"Üşümedim," dedi alnımdan öperken. "Üşümem mümkün mü sen koynumdasın."


Kadının söyledikleri aklımdan bir an olsun çıkmıyordu. Ya doğruysa söyledikleri? Ya kafamın içindeki soruların cevabını öğrenme şansım varsa?


"Canımın içi," dedim başımı göğsünden kaldırıp. "O kadın bana babaannem olduğunu ve babamın bir asker olduğunu söyledi."


Sözlerimden sonra gözleri ışıldamıştı. Hemen ardına hüzün çökmesi gecikmedi. "Babaannen mi?" Sesindeki korkuyu bir tek ben anlardım. Şaşkın sevgilim benim. Onları bırakmam mümkün mü?


"Canım eğer geçmişimden gerçekten yaşayan biri varsa tanımak görmek isterim ama unutmaki benim ailem sensin. Sizsiniz." Yanağındaki elimi defalarca öpüp sımsıkı sarıldı.


"Bırakmam ki ben seni," dedi. "Bir gün bile olsa gönderemem ki başka bir yere."


"Annen yaşıyor dedi bana Nuh. Ona dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Ben on yaşındaydım Mehmet'im beni bulduğunda. Neden geçmişe dair hiçbir şey hatırlamıyorum?"


Ben kendimi bildim bileli Süheyla annemden başka bir kadına anne dememiştim ama beni doğuran kadının bir yerlerden yaşıyor olduğunu bilmek canımı acıtıyordu. "Güzelim bunları öğrenmenin yolu var. Eğer kadının söyledikleri doğruysa bir kere daha deneyecektir. O zaman test yapmak istediğini söyleyeceğiz."


"Süheyla annem kırılır mı bana? Onu bırakmak istediğimi düşünür mü Nuh?"


Tebessümle kollarının arasına alırken saçlarımın kokusunu içine çekti. "Olur mu öyle şey göz ümün bebeği. Senin mutluluğunla mutlu olur yengem. Birkaç gün gitmem. Emin olduktan sonra da eğer annen hayattaysa birlikte gideriz. Yalnız gitmen söz konusu bile değil."


Buradan gitme düşüncesi kısa bir süre için bile olsa korkutmaya yetmişti. "Nuh benim babam bir terörist olmayabilir. Söyledikleri doğruysa benim babam Mehmet'im gibi senin gibi bir asker."


"Kurban olurum seni verene Menekşe'm. Bir gülüşüne dünyayı ayaklarına seresim var güzel karım."


Kızaran yanaklarımı saklamak için yüzümü krem kazağına gömerken boynunun sakallarının kokusunu soludum. Karmaşıktım, karmakarışıktım, ben kördüğümdüm. Tek gücüm Nuh'tu. Onun sevdasının bana verdiği güçtü.


🌺


Sabaha doğru odamıza geçtiğimizde birbirimizin sıcaklığı ile ısınmaya çalışıyorduk. Kar iyice belirginleşmişti artık. İçimde dışarısı gibi buz gibiydi. İlk kez sevdiğim adamın kollarında içim soğuyordu benim.


Beni öpmesine dokunmasına izin vermemiştim. Bu beni çok üzmüştü onu da kırmıştı biliyordum. Bana ne kadar yansıtmasada beni öpmesine karşılık vermediğim için keyfi kaçmıştı. İkimiz de dakikalardır sessizdik. Uyumadığını biliyordum. Kalp atışları sakin değildi.


"Nuh." Yavaşça gözlerini açtığında uykusuzluktan gözlerinin kızardığını gördüm. "Sence ben annemi mi benziyorum babama mı?"


Güldü. Yorgun bir gülüştü. "Bence annene benziyorsun Menekşe'm. Ona bir teşekkür borcum var. Seni doğurduğu için ellerinden öpmem gerek."


Bu zamana kadar anne yokluğunu hissettmemiştim çünkü Süheyla annem beni öz evladı bilmişti. Peki ama şimdi içimdeki heyecanla ona haksızlık mı ediyorum? Beni doğuran kadını görmek istemekle ona haksızlık mı ediyorum? Nitekim o yıllarca evladının acısıyla yanmış bir kadın olabilirdi. Belki de hiç düşünmedi beni bilemiyorum.


Anlayacağınız ben hissetiklerimi dile getiremiyorum. "Sen benim en kıymetlimsin Nuh. Yuvamsın benim canımın içi. Bana öyle endişeyle bakma."


"Çok karıştım Menekşe'm. Ne hissedeceğimi bilemiyorum. Bir yanım senin adına mutlu diğer yanımsa üzülceğin şeyler yaşamandan deli gibi korkuyor."


"Ben kim olursam olayım her şeyden önce senin karınım bir tanem."


Bunun için şükreder gibi gözlerini kapatıp açtı ve bedeninin ağırlığını üzerime bırakıp boynumdan, çenemden, yanaklarımdan öpmeye başladı.


🌺


Öğleden sonra kimseye görünmeden mezarlığa gittik. Benimle konuşmak için oraya geleceğini biliyordum.


Nuh beni az ilerimde bekliyordu. Eğer yanımda dursaydı yaşlı kadın konuşmak için yanıma gelemezdi. Tam yarım saat bekledikten sonra yaşlı kadın mezarlığa girdi ve doğrudan beni buldu.


Karşı karşıya geldiğimizde ona gülümsemeye çalıştım. Benden korkmasını istemiyordum. "Bana her şeyi anlatır mısınız?"


Başını sallayıp karşıma oturduğunda Nuh geldi yanımıza. Yaşlı kadın onu görünce kalkmaya çalıştı ama elini tutup gülümsedim yine. "Eşim," dedim. "Çekinmeyin lütfen."


Yaşlı kadın başını sallayıp oğluyla gelininin hikayesini en baştan anlatmaya başladı. O anlattıkça ağladı. O ağladıkça ben de ağladım. Onlar benim anne ve babam olmasaydı bile ben ağlardım çünkü duyduklarım ciğerime kadar yakmıştı.


Onların ailem olabilme ihtimalini düşündükçe sessiz ağlamalarım hıçkırıklara dönüştü. Nuh beni kollarına alırken sımsıkı sardı. "Ağlama Menekşe'm. Ağlama ne olur." Yüzünü ellerimin arasına aldım ağlarken. "Yapma, öldürme beni."


Sakinleşmem ne kadar sürdü bilmiyordum lakin öğrendiklerim hazmedilmezi kolay şeyler değildi. Meğer hiçbir şey hatırlamıyor oluşum yaşadığım travmalar ve bana verdikleri ilaçlardanmış.


"DNA," dedim gözlerimi silerken. "Bana annemden bir şey getirin."


Kadın gözlerini silerek çantasından bir tutam saç çıkarınca boğazım düğüm düğüm oldu. Nuh'la birbirimize baktıktan sonra benim yerime saçları aldı ve kağıda sarılı halde cebine koydu.


🌺


Nilüferle Alizade'nin aşkından bir hikaye çıkarmış🥲🙃😬


Menekşe'mizin geçmişini öğrendiniz. Bakalım bizimkileri bundan sonra neler bekliyor. Bol göz yaşlı bölümlere hazır olun sonra yazar bize ne ettin diye sitem etmeyin🥹👻


Eh o zaman yıldıza bas bakalım😍


Loading...
0%