Yeni Üyelik
36.
Bölüm

GÖNLÜM HEP SENİ ARIYOR

@aysegulcee1

Hoştur bana senden gelen.

Ya hilatü yahut kefen.

Ya taze gül yahut diken.

Kahrın da hoş lütfun da hoş...

 

 

 

Şu ahir ömrümde bir seni özlemeye çare bulamadım.

 

🌺

 

"Çarelerin bile çaresiz kaldığı o yerden sesleniyorum sana sevdiğim duy gönlümün sesini."

 

Kaç gün geçmişti? Sevdiğimden ayrı geçirdiğim kaçıncı aydı?

 

Beni kapattıkları bu iki odalı evde ne bir televizyon ne bir takvim ve ne de bir radyo vardı. Tek görebildiğim demir parmaklıkların olduğu pencereden dışarıya baktığımda üzerinde tek bir yeşil yaprağın olmadığı dağlar ve uzağımdaki tek tük evlerdi. Çoğu zaman sis örtülür hiçbir şey göremezdim.

 

Bir köyde olduğuma emindim. Hangi şehirde hangi ülkede olduğunu bilmediğim izbe bir köydeydim. Yatalak bir teyzeyle kalıyordum günlerdir. Daha doğrusu zorla baktırılıyordum. Zavallının öyle yaraları vardı ki kendi derdimi unutup çoğu zaman onun için üzülüyordum. Şeker hastasıymış ve bir sene önce felç geçirmiş. Neden bu kadına baktırılıyordum bilmiyordum. Neden öldürmediklerini neden burada tuttuklarını da.

 

Konuşamıyordu pek. Kimin yakını olduğunu soramıyordum. Bir iki kelime çıkıyordu ağzından o da Türkçe değildi. Evin yakınlarında devamlı tuhaf giyinmiş adamlar dolanıyor ve ihtiyacımız olan şeyleri getirip gidiyorlardı. Karnım hafiften belirginleşmişti. Öğrendiğimde beş haftalıktı şimdi ne kadar olmuştu bebeğimiz bilmiyordum.

 

Ölmek mi daha zordu yoksa bu cehennemde yaşamaya çalışıp sevdiğime kavuşacağım günü düşlemek mi?

 

Her şeyden habersiz sadece nefes almaktı bizimkisi. Bir süre burada olduğumu ve bu yaşlı teyzeye yarenlik edeceğimi biliyordum yalnızca. Sonra beni almaya geleceklerini söylemişlerdi. Ellilerinde kır saçlı bir adam gelmişti buraya. Yüzüme oldukça öfkeli bakmış ve tek oğlunu babamın öldürdüğünü söylemişti.

 

O adam beni yıllar önce annemden ve babamdan ayıran terörist çetesinin başındaki adamdı. Beni öldürmeyeceğini, her senemi başka bir ölümcül hastanın yanında geçireceğimi ve sevdiğim adamdan ayrı tutup ikimize de işkence edeceğini söylemişti. Her gün bir hayatın son buluşuna şahit edecekti beni. Bir insana verilebilecek en büyük acıyı veriyordu bana. Öldürse daha iyiydi.

 

Elimi karnıma bastırdım yavaşça. Kim bilir evladımı nerede dünyaya getirecektim? Yüreğimdeki ağırlık, ağrı nefes aldırmıyordu çoğu zaman. Dayanamıyordum. Canımın içi kim bilir ne haldeydi?

 

Pencerenin önündeki eski çekyatta elim kolum bağlı oturuyordum. Gökyüzüne doğru baktım. "Kuş olsamda sana uçup iyi olduğumu haber versem sevgilim."

 

Yaşlı teyze yanındaki zile basınca elimdeki eski gazeteyi çekyata bıraktım ve oturduğum yerden kalktım. Bugün ihtiyacımız olan malzemeler gelecekti. Haftada bir kez getiriyorlardı. Saymıştım. Yedi günde bir geliyorlardı.

 

Eliyle su bardağını işaret ediyordu. Hemen yanına yaklaşıp suyu aldım ve elimi başının altına koydum. İnsülin saati geçmek üzereydi. Suyunu içirdikten sonra iğnesini yaptım. Odadan çıkacakken elimden yakaladı. Yanındaki sandalyeyi çenesiyle işaret edince oturdum. "Kı-kızım," dedi güçlükle. Dudakları kurumuştu. İlk kez Türkçe konuşuyordu, şaşkındım bu yüzden. Çekmecesinden jelini alıp nemlendirdim. Yüzüme öyle mahcup bakıyordu ki. "Adını söyle bana artık."

 

Buraya getirildiğim günden beri ilk kez bu kadar anlaşılır konuşuyordu. Sahi neden ona ismimi söylememiştim? "Menekşe," dedim. "Adım Menekşe."

 

Ağlayarak dudaklarını ısırınca içim acımıştı. Kimdi, neden bir hastanede değil de burada tutuluyordu?

 

"Neden buradasınız? Neden hastanede değil de bu evdesiniz?"

 

Yarım bir gülüşle elime uzandı. Tutmasına izin verdim. "Ben," dedi harfleri tane tane telaffuz ederek. "Ben bir canavarın annesiyim kızım. Bir evlat büyüttüğümü zannederken meğer bir canavar yetiştirmişim. Affet beni."

 

Yanağı hep ıslak olurdu. Artık ağlayışının sebebini şimdi daha iyi anlıyordum. Beni burada tutan o örgüt liderinin annesiydi. Bir anne için bundan daha büyük bir acı olabilir miydi?

 

"Ben hiçbir yere sığmam yakışmam," deyince yüreğim sızladı. Bir anne böyle bir evladı hak etmiyordu. "Öleceğim günü bekliyorum böyle sabırla."

 

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Öylece bakakaldım yüzüne. Onu ölümden başka hiçbir şey teselli edemezdi. "Hamileyim," dedim birden. "Beni bu yüzden öldürmedi."

 

"Keşke," dedi kekeleyerek. "Onu doğuracağıma taş doğursaymışım." Göğsü hızlı hızlı inip kalkmaya başlayınca oksijen maskesini burnuna indirdim. "Karnındakinin vebali ile nasıl göçüp gideceğiz biz?"

 

Ne dememi bekliyordu bilmiyorum ama hakkımı helal etmeyeceğimi biliyordum. İlaçlarını verip odadan çıkarken ağlamaya devam ediyordu. Haftalar sonra benimle konuşmuştu. Madem konuşabiliyordu neden günlerce beni bu sessizliğe mahkum etmişti?

 

İçinde bulunduğum oda giderek küçülüyor duvarları beni ezerek nefesimi kesiyordu. Bir anda bütün eşyalar dönmeye başladı ve sanki yer yarılacak gibi titredi. Gözlerim kararmaya başlayınca bayılacağımı anladım. Vitamin alamıyordum. Düzenli beslenemiyordum ve birkaç gündür kalktığımda başım dönüyor gözlerim kararıyordu.

 

Düşmeden kendimi çekyatın üzerine bıraktım ve ayaklarımı kaldırıp uzandım. Tansiyonum düşmüş olmalıydı. Yarım saat dinlendikten sonra göğsüm sıkışmaya başlayınca kalktım abdest aldım ve iki rekat namaz kıldım. Buraya ezan sesi de gelmiyordu yalnızca kıbleyi öğrenebilmiştim. Ne vakitten ne günlerden bir haberdim ve karnımdaki günahsız için dayanmaya çalışıyordum.

 

🌺

 

Günler gelip geçiyor güneş doğuyor batıyor ve zaman bensiz akıp gidiyordu fakat ben olduğum yerde Menekşe'mi kaybettiğim o günde sürünüyordum.

 

Hiçbir şey yapamadan eli kolu bağlı beklemek kadar acı bir şey yoktu. Herkes Menekşe'me öldü gözüyle bakarken benim yüreğim bunu kabul etmiyordu. Etmeyecekti de Ta ki son nefesime kadar.

 

Evde kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Menekşe'mi aramayı bırakmışlardı. Öldü saymak için yasal süreyi bekliyorlardı. Sonra bana karın öldü sen artık dul bir adamsın demek için.

 

Odamın perdeleri kapalı sigara isinden kararmıştı. İki ay. İki aydır düşünüyordum ve artık bir karar vermiştim. Pilot olmayacaktım. Eğitime başlamayacaktım. Tüm araştırmalarım sonucunda bordo bereli eğitimlerine katılıp karımı, dağ çiçeğimi kendim bulacaktım. Kalbi yalan söylemezdi insana. Günlerdir rüyalarıma giriyor ve ben yaşıyorum diyordu.

 

Nerede olduğunu bilmiyordum fakat biliyordum o yaşıyordu. Hissediyordum. Kalbim onun kalbinin hala attığını hissedebiliyordu.

 

Odanın kapısı sertçe açıldı ve abim öfkeyle içeri girdi. Yatakta üzerim çıplak boylu boyunca yatıyordum. Perdeleri açınca söylenerek gözlerimi kapadım. Gözlerim kaç gündür ışık görmüyordu?

 

"Abi kapat gözünü seveyim!"

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Ağzına kadar dolu küllüğü gösterdi. "Kafayı yiyeceksin yapma böyle!"

 

Ne yapmamı bekliyorlardı? Hiçbir şey olmamış gibi hayatıma nasıl devam edebilirdim?

 

"Abi!"

 

"Ne abisi lan? İsyan mı ediyorsun sen? Kime bu sitemin? Allah'a mı?"

 

"Abi haşa bak ben..."

 

"Yaptığın bu! Tam da kendini hayattan koparıp isyan ediyorsun! Oğlum acını yaşa. Bizim yüreğimiz yanmıyor mu? Ben ne yapayım lan? Karımdan mı vazgeçeyim? Evladımdan mı geçeyim? Acım var diye yaşamaktan mı vazgeçeyim? Ha abim? Çalışıp evime ekmek getirmekten mi geçeyim? Ne yapayım söylesene lan?"

 

Ağladığını görünce yavaşça kalktım. Onu ilk kez ağlarken görüyordum. "Yıllarca ne annemin ne amcamın acısını yaşayamadım ben. Siz küçüktünüz birinin sahip çıkması gerekiyordu." Hıçkıra hıçkıra ağlarken kalbim sıkıştı. "Babam bile acısını yaşarken yükünü bana attı lan! Çocuk olmadım ben. Ergen olmadım. Şimdi bırakta acımızı birlikte yaşayalım. İki aydır bu odadasın Nuh. Ben kardeşimi çok özledim."

 

Boynuna sarıldım hızla. "Abim. Affet abim."

 

"Ne çektiğini nasıl tükendiğini görmüyor muyum sanıyorsun? Acını alamamak nasıl canımı yakıyor biliyor musun?"

 

"Abi ben nefes alamıyorum affet beni!" Nazlı kucağında bebekle bize bakıyordu. Erken doğum yapmıştı ama neyse ki ikisi de iyiydi. "Yeniden nasıl nefes alabilirim bilmiyorum."

 

"Zaman," dedi yüzümü ellerinin arasına alıp. "İyileşeceksin Nuh. Başka çaren yok. Hayat devam ediyor."

 

Hayat devam ediyor...

 

Nasıl edecek ben bilmiyordum. Tek bildiğim Menekşe beraberinde bu evden ruhumu da götürmüştü. "Ölmedi ki abi. Ölmedi Menekşe'm. Neden böyle söylüyorsun?" Kaçıncı yığılışımdı bu abimin dizlerine bilmiyordum. Babamın sesini işitiyordum. Her krizin sonu böyle bitiyordu. Bağırıyor çağırıyor sonra benimle beraber ağlıyordu.

 

1 Ay sonra...

 

"Başvurdum," dedim sessizce. Tüm ailem karşımda durmuş bana delirmişim gibi bakıyordu. "Özel kuvvetlere. Yaşım tutuyor. Muhtemelen onaylanır. Siz de buna hazır olsanız iyi olur."

 

Yengem sessizce pencereden dışarıya bakıyordu. Üç aydır doğru düzgün konuştuğunu görmemiştim. Nilüfer anne desen ölüden farksızdı. Abim bu konuda bana karşı çıkmamıştı bu yüzden sessizdi. Babam birkaç dakika sadece baktı. Ne hissettiğini ne düşündüğünü bilmiyordum. Pilot olmamın hayalini kurarken dağ dağ gezen bir asker olacağımı düşünmemişti. Ben de düşünmemiştim ama hayat her zaman istediğimiz gibi gitmiyordu.

 

Menekşe'mi bulamasamda ben artık Isparta'da da yapamazdım. Benim kafamı fazlasıyla meşgul edecek bir işe ihtiyacım vardı.

 

"Kararını vermişsin," dedi sadece. "Ama Menekşe'yi dağ dağ gezip bulman imkansız biliyorsun değil mi?"

 

Başımı salladım. "Biliyorum baba. Sadece avuntum bu. Dağlarda daha iyi olacağım." Yüreğimin bir köşesi bunu sessizce inkar etse de onlara bir şey belli etmedim. "Bana dua edin yeter. Sizden başka bir şey istemiyorum."

 

Hepsi de gözlerimin içine dağa çıkar çıkmaz şehit olacakmışım gibi korkuyla bakıyordu. Menekşe'mden sonra bu ihtimalden korkmadığımı bilmiyorlardı. O dağa şehit olmak için çıktığımı bilmiyorlardı. Belki hissediyorlardı ama hiçbir zaman bunu benden duymayacaklardı.

 

***

 

Altı askerdik. Altımızın da elleri sırtımızda bağlıydı. Önümüzde içeri buzlarla dolu kovalar vardı. İki komutan bekliyordu başımızda. Bu bugünün ikinci eğitimiydi. Beni nelerin beklediğini bilmediğim üç yıl sürecek bir eğitime başlamıştım.

 

Komutanlardan biri düdüğünü çalınca altı tane asker girdi içeri. Her biri birimizin başına geçince komutan ikinci kez düdüğünü çaldı. Ellerini başımıza bastırıp buz dolu kovanın içine daldırdıklarında nefesimi tutacak vaktim olmamıştı.

 

Kaç saniye kovanın içinde kaldığımızı bilmiyordum. Çıkardıklarında kendime gelmem yüzüme inen bir tokat sayesinde olmuştu. Komutan yüzüme bakarken kaşlarını çattı. "Ölmek yok asker!" diye bağırışı kulaklarımda yankılanırken başım tekrar kovanın içine daldı.

 

Komutanın tatmin olduğu süreye ulaştığımızda soğuk suyun etkisiyle beynim uyuşmuştu artık. Koğuşa döner dönmez kendimizi sıcak suya bırakmıştık. Bugün ikinci günümdü ve şimdiden vücudumda birçok morluk vardı. Kolay olmayacaktı. Kolay olmayacağını biliyordum. Menekşe'min acısını başka türlü dindirmem mümkün değildi. Onsuz bedenim artık yalnızca vatana aitti. Ona emanetti.

 

🌺

 

Aylardan kasım günlerdense cumaydı. Yalvar yakar istediğim takvimi elinde silah olan genç bir kadın getirmişti.

 

Üzerinde erkeklerin giydiği tuhaf kıyafetler vardı. Örgütten olduğu belli olan bu genç kadın karnıma bakmış ve gittikten yarım saat sonra elinde bir takvimle gelmişti.

 

Bebeğim dört aylıktı. İçimdeki kıpırtısını hissettiğim gün sabaha kadar dua edip ağlamıştım. O inatla bana tutunurken sen de pes etme bana tutun demişti. Tutundum. Hem de ailemden sevdiğim adamdan ayrılıp bir dağ başına atılmamış gibi tutundum. Karnıma çarpan o minicik umuda tutundum ben.

 

Bugün hava bozuktu. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Annem yağmurlu günlerde her zamankinden daha fazla dua ederdi. Ben de öyle yaptım. Teyze bugün kötüydü. İnce ince soluk alıp veriyor ve gözlerini hiç açmıyordu.

 

Neredeyse on gündür o adam da görmeye gelmemişti annesini. İniltisine daha fazla dayanamayıp kalkıp yanına gittim. Gözleri kapalıydı. Elini hareket ettirip bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Eğildim ve alnına dokundum. Çok ateşi vardı. Hemen mutfağa koşup sirkeli su hazırlayıp yanına döndüm. Başını çevirmiş ve gözlerini aralamıştı.

 

"Ateşin var," dedim. Sirkeli suya batırdığım bezi alnına ve koltuk altına yerleştirdim. "Düşürmemiz gerek."

 

"Bı-bırak," dedi güçlükle. "Kurtulayım bırak." Elimi itip alnındaki bezi yere düşürdü. Ne yapacağımı bilemiyordum. Göz göre göre nasıl ölüme terk ederdim?

 

Odadan çıkıp kapıya vurdum. İri yarı bir adam kapıyı açınca birkaç adım geri çekildim. Kapıda nöbet tutanlar devamlı değişiyordu. Adam karnıma bakınca elimle gizlemeye çalıştım. "Ne var?"

 

"Teyze," dedim. "Çok kötü. Sabahı çıkaramayabilir çünkü çok ateşi var."

 

"Taktiri ilahi," dedi gözlerimin içine baka baka. Bunlar için insan hayatının hiçbir kıymeti yoktu. Bu bir anne olsa bile. "Allah'ın dediği olur." Allah'ın ismini o kirli diline dolaması sinirlerimi epey bozmuştu.

 

Kapıyı çekip kilitlerken olduğum yerde bekledim. Kanım donuyordu. Her geçen gün başka bir caniliklerine şahit oluyordum. Böyle insanlarla bırakın bir arada olmayı aynı havayı bile solumaya utanıyordum.

 

Bana yardım etmeyeceklerini anlayınca teyzenin yanına döndüm. Başı yana dönmüştü. Korkarak yanına koştuğumda göğsünün inip kalkmadığını gördüm. Aman Allah'ım! Koştum ve tüm gücümle kapıyı yumrukladım. Dakikalar sonra kapıyı açıp teyzenin cenazesini evden aldıklarında bir köşeye saklanıp ağladım. Sinirlerim boşalmıştı kendimi durduramıyordum.

 

Şimdi ben ne yapacaktım? Beni nereye kimin yanına götüreceklerdi kim bilir.

 

Başımı dizlerimden kaldırdığımda bir çift ayakkabıyla karşılaştım. Yüzümü biraz daha kaldırdığımda o adamla göz göze geldik. Yüzüne bakmaya tahammülüm yoktu elimde olsa yüzüne tükürmek istiyordum. Hiçbir şey söylemeden öylece baktı bir süre.

 

Ona boyun eğmemi yalvarmamı istiyordu. Onun pis nefsine bu duyguyu tattırmayacaktım. Çünkü beni öldürmeyeceğini biliyordum artık. Derdi beni öldürmek değildi.

 

"Burada daha fazla kalırsın diye umuyordum," dedi. Bir insan nasıl olurda bütün insani duygularını kaybederdi. "Üzüldüm küçük Menekşe." Ayağa kalktı ve evin içinde dolandı. "Bu gece yalnızsın. Yarın başka bir yere gideceksin. Güzelce dinlen."

 

Bu evde yalnız başıma bir gece geçireceğimi duyunca başımdan aşağıya kaynar sular akmıştı. Ellerimi sıktım. Ona belli etmemeye çalıştıkta kendimden çıkardım öfkemi. Ayağa kalkıp karşısında durdum. Başım dik göğsüm kabarıktı. Ondan korkmamı istiyordu. O bana hayatımın en büyük acısını en büyük korkusunu sevdiğim adamdan ayırırken yaşatmıştı. Daha fazla ne kadar korkutabilirdi?

 

"Yalnız kalmak istiyorum," dedim. Elimle kapıyı işaret edince gözlerini kıstı. "Çıkın dışarı."

 

Dişlerini sıkarak bana doğru bir adım atacakken karnıma bakıp kendini durdurdu. Ne olduğunu bilmiyordum fakat hamile oluşum onu durduruyor ve bana karşı daha sakin olmasını sağlıyordu. Öz annesine bile şefkat duymayan bu canavarı bebeğim neden durduruyordu?

 

Arkasını dönüp evden çıkarken kapıyı kapatıp üzerime kilitlediler. Bir anda evin ışıkları sönünce pencerenin önüne koşup perdeleri açtım. Bunu bilerek yapmıştı. Gökyüzüne bakıp aydan medet umdum. Evin içi ayın ışığıyla aydınlanınca gözlerimden yaşlar akmaya başladı.

 

"Gecenin kör karanlığından zalimlerin katran olmuş yüreklerinden sana sığınırım yarabbim."

 

Onlar ne kadar zulm ederlerse etsinler beni yıldıramayacaklardı çünkü dimdik ayakta durmak için sebeplerim vardı.

 

Aya baktım. Annemi, Süreyya annemi, Nazlı'yı, Buket'i, Cihat abimi, nenemi, amcamı, Sevda ablamı çok özlemiştim. Beste'm. Benim çiçek kızım burnumda tütüyordu. Hepsinin hasreti yüreğimi dağlıyordu lakin Nuh'umun bağrımda köz gibi yanan özlemi aklımı başımdan alıyordu sanki.

 

Belki o da gökyüzüne bakıp dua ediyor ve beni düşünüyordu. "Ölmedim sevdiğim," dedim elimi buz gibi cama yaslayıp. "Buradayım. Seni çok özledim hissediyor musun?"

 

🌺

 

Uykumdan boğularak uyandığımda odanın içi hala zifiri karanlıktı.

 

Güç bela kendime gelip duvardaki saate baktım. 02.15'ti. Elimi kalbimin üzerine koydum. Delirmiş gibi atıyordu. "Menekşe'm." Nasıl bir kabustu bu böyle?

 

Nefesimi toparlayamıyordum bir türlü. Üzerimdeki yorganı atıp ranzadan atladım. Karanlık bir ormanda koşuyordu. Koştu koştu ve en sonunda bir uçurumun kenarında durdu. Kucağında bir bebek vardı Menekşe'min. Bebeği kollarıma bırakıp uçurumdan kendini atışı gözlerimin önünden gitmiyordu.

 

"Allah'ım sen aklıma mukayyet ol!" Lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım. Ne yaptıysam kendime gelemiyordum. Günlerdir rüyalarımda o ve bir bebek vardı. Uzun süre etkisinden çıkamıyordum.

 

Eğitimde 3. Ay

Şubat/2024

 

Ellerimiz bağlı ve el baş parmaklarımız kırıktı. Bir helikopterin içinde bekliyorduk ve beklediğimiz yükseklik aşağıya baktığımızda başımızı döndürmeye yetiyordu.

 

Önümde bekleyen asker ilk atlayacaktı ve ben ikinci sıradaydım. Bana dönüp dudağını ısırdı. "Hakkını helal et kardeşim."

 

Elimde olmadan gülünce komutan enseme bir tane geçirdi. "Birazdan ikinizi cehenneme yollayacağım. Orada helalleşirsiniz." Elindeki kronometreyi açıp önümde bekleyen askere işaret verdi.

 

"Eşhedüenla..." Komutan ensesine bir tane vurdu.

 

Komutan, "Üç!" diye bağırınca asker, "Allah'u Ekber," diyerek aşağıya atladı.

 

Bakmak için bir adım öne çıktım fakat komutanın tek kaşı kalkınca geri çekildim. "Bakmak yasak asker!"

 

"Emredersiniz komutanım!"

 

Asker elini çözebilmiş miydi deli gibi merak ediyordum. Bu eğitimden geçemeyen yarın kendi parmağını kırıp kelepçelerden kurtulmaya çalışacaktı ve ben bu eğitimden geçip yarın kinden kurtulmak istiyordum.

 

"Hazır mısın Asker!"

 

"Hazırım komutanım!"

 

"Duyamadım!"

 

"Hazırım komutanım!"

 

Ensemden tutup saymadan aşağıya atınca can havliyle elimdeki bağdan kurtuldum. Gözlerimi kapatıp yere çakılmayı beklerken korkudan kendimden geçmiştim.

 

🌺

 

Biz geldik canımın içleri😘

Yıldıza basmayı unutmayın❤️

Loading...
0%