Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Ömür Dedi̇ği̇n

@aysegulcee1

MENEKŞE &MEHMET


Maharet güzeli görebilmektir. Sevmenin sırrına erebilmektir. Cihan alem herkes bilsin ki en büyük ibadet sevebilmektir.


Yunus Emre


🌺


On üç yıl önce...


2008/Isparta


Mehmet, pencere pervazına çenesini yaslamış sessizce ağlayan kimsesiz küçük kızı izlerken dolan gözlerini sildi. Nüfus kayıtlarında kimsesi görünmüyordu. Kimlikte adı geçenler de birkaç sene önce vefat etmişti. Zor olmuştu ama nihayet onu evlat edinebilmişti. Komutanının yardımı olmasaydı bunu başaramazdı belki de.


Menekşe'yi Azerbaycan'dan Türkiye'ye getirdiği günden bu yana altı ay geçmişti ama bir türlü yüzü gülmüyordu. Ne zaman sesi kesilse onu bir köşede ağlarken buluyordu. Mehmet onunla annesi ve babası ile ilgili konuşmaya çalışmış fakat başarılı olamamıştı. Hatırlamıyor muydu yoksa büyük bir travma mı yaşamıştı bilmiyordu.


Bütün sağlık kontrollerini yaptırmışlardı. Sağlıklıydı ve bedeninde istismar edildiğine dair bir iz yoktu.


Ne zamandır dağdaydı ne kadar süredir peşinde sürüklenmişti o teröristlerin hiçbir şey bilmiyordu. Babası olsa Menekşe hatırlar diye düşündü. Belki de yıllar sonra ortaya çıkmış Menekşe'yi annesinden kaçırmıştı. Menekşe ve geçmişi bir sır olarak kalmıştı.


"Kızım."


Menekşe çenesini kaldırıp burnunu çekti. "Mehmet'im."


Güldü Mehmet. Süheyla ona Mehmet'im dediği için Menekşe de böyle sesleniyordu. "Baba benim de Mehmet'im olacak mı?"


Babalığa kendini o kadar kaptırmıştı ki Mehmet küçük kızın sorduğu soruyla kaşlarını çattı. "Zamanı gelince olacak elbette Menekşe'm ama şimdi bunları düşünmen için çok erken."


"Ne zaman peki?" Gözleri dışarıda misket oynayan iki çocuğa kaydı. Nuh ve Ali yerde kavga ederek misket oynuyor Buket'le Nazlı da onları izliyordu.


"Sen neden yanlarına gitmedin Menekşe?"


Omzunu yukarı kaldırıp burnunu çekti. "Ali'yi sevmiyorum. O da beni sevmiyor. Saçımı çekip seninle evleneceğim diyor baba. İnsan sevmediği birine böyle söyler mi?" Burnunu kazağına sürünce Mehmet güldü. "Ben onunla evlenmem ki. Benim Mehmet'im Ali olmayacak."


Menekşe'nin saçlarını okşadı Mehmet usulca. "Bak güzel kızım. Evlilik büyüklerle ilgili bir konu. Sizin bunu konuşmanız ve düşünmeniz asla ama asla doğru değil. Ben Ali ile de konuşurum söylemez sana öyle şeyler." Elinden tuttu Menekşe'nin. "Ben bir gün gidersem ve geri dönmezsem Süheyla annen sana emanet tamam mı Menekşe."


Mehmet günlerdir keyifsizdi. İçinde bir burukluk bir boşluk vardı. Kaç gecedir tam sabah ezanında uyanıyor ve içinden gelen büyük bir istekle secdeye gidiyordu. Yakında dağa gidecekti ve bu gidişin sanki bir dönüşü olmayacaktı. Hissediyordu. Sonsuz bir ayrılığın ateşinin kıvılcımları yüreğine düşmeye başlamıştı.


"Baba gitme."


Mehmet dolu gözlerle Menekşe'ye baktı. "Gitmem."


Menekşe, kollarını babası bildiği adamın beline doladı. "Ben annemi neden hatırlamıyorum Mehmet'im? Benim annem öldü mü?"


Küçük kızı kendine çekip saçlarını kokladı. "Bilmiyorum Menekşe'm. Belki de cennettedir."


"Sizin çocuklarınız nerede? Neden hiç kardeşim yok?"


"Buket var, Nuh var, Cihat var Menekşe. Onlar da senin kardeşin. Süheyla'm annen ben babanım güzel kızım."


"Babamm..."


Süheyla, mutfaktan elinde kek kabıyla çıkarken eşine ve kızına baktı. "Napıyorsunuz siz burada?" Mehmet'e bakıp iç çekti. Öyle seviyordu ki Mehmet'i sevdası ne kalbine ne de aklına sığıyordu. Gözünü açmış onu görmüştü Süheyla. "Mehmet'im."


Menekşe Süheyla'nın elindeki kabı kaptığı gibi kapıya koştu. "Nuhhhh..." Kek kalıbının dibini sıyırmaya bayılıyorlardı.


"Efendim sümüklü!"


"Bir kıza sümüklü denmez koca oğlan! Güzel denir tatlı denir şirin denir."


Nuh, Menekşe'nin elindeki kaba parmağını daldırırken Menekşe'nin yüzüne bakıp burnunu kırıştırdı. "Güzel değilsin ki şirin de değilsin. Sümüklüsün işte. Yine niye ağladın benim sümüklü Menekşe'm?"


Mehmet ve Süheyla çocuklara sevgiyle bakarken birbirlerine sımsıkı sarıldılar.


O gün Mehmet ve Menekşe'nin son konuşması Süheyla'sı ile de son vuslatı olmuştu. Mehmet ertesi sabah apar topar Hakkari'ye göreve gitmişti. Menekşe, Süheyla'ya, "Anne Mehmet'im dönmeyecekmiş. Seni bana emanet etti," dedi bebekleriyle oynarken. "Babam bıraktı mı bizi?"


"Menekşe olur mu öyle şey? Mehmet'im dönecek bize." Kalbi titremişti konuşurken. Öyle bir ihtimali düşününce aklını kaybedecek gibi oldu. "Dua et Menekşe. Senin duan kabul olur bir tanem."


Süheyla, o gün akşama kadar eli kalbinde kulağı telefonunda bekledi. İçindeki sıkıntı giderek büyüyordu. Menekşe'nin söylediklerini düşünmekten kendini alamıyordu. O gün sabaha kadar uyumadı. Kuran okudu, namaz kıldı ve dua etti. Çünkü yari askerde olanın gözünde uyku kalbinde huzur olmazdı. Bunu Süheyla'dan iyi kimse bilemezdi.


Kahvaltı için bahçeden salatalık domates toplamaya çıkacakken bahçeye dolan askerleri gördü. Kalbi boğazında atmaya başlayınca nefesinin kesildiğini hissetti. Murat ve arkasından koşturan Cihat Süheyla'ya doğru geliyordu. "Yengem."


"Murat!"


Süheyla ona doğru gelen sağlıkçıya ve askere bakarken dizlerinin üzerine düştü. "Hayır hayır hayır..." Elleri saçlarına gitti. "Mehmet!"


"Anne!" Menekşe annesinin yanına giderken kırmızı bayrağa sarılı tabuta baktı. "Anne kalksana babam gelmiş." Havayı uzunca çekti içine. "Anne alıyor musun gül kokusunu?"


🌺


Ben Menekşe. Barkev ve Mila'dan dünyaya gelmiş bambaşka bahçede çiçek açmış bir tohumdum. Ben hayatımı Tozkoparan'lardan ibaret bildiğim için onları hiçbir zaman araştırıp merak etmedim çünkü ben artık Menekşe Tozkoparan'dım.


Beni henüz on yaşındayken terk edip bir ormana bırakan o iki insanın ardından yalnızca rahmet okumaktan başka bir şey yapmadım.


Adımın yanına eklenecek o ismi sabırla bekliyor ve bana kalplerini açan bu insanlara sevgimin tümünü veriyordum. Çünkü beni büyüten beni ben yapan ne bir anne sütüydü ne de başka bir şey. Beni ben yapan sonsuz sevgiydi. Öyle ki sevginin değiştiremeyeceği hiçbir şey yoktu şu hayatta. Benim annem Süheyla babamsa biricik Mehmetçiğimdi.


Paranın satın alamadığı tek şey bizim yuvamızda fazlasıyla mevcuttu. Acılar görmüş maddi sıkıntılar çekmiş lakin hiçbir zaman birbirimize düşmemiştik. Birlikte kazanmış birlikte doyabilmiştik. Ben Murat amcamın çocuklarıyla aynı defteri kimi zaman aynı kalemi kullanmıştım.


Ben güzel ahlaklı olmayı, bayramlarda birlik ve beraberlik içinde olmayı, mübarek gecelerdeki duaların büyüklüğünü, saygıyı merhameti, dinimizi, milliyetimizi daha sayamadığım, beni insan yapan birçok şeyi Tozkoparan'ların yanında öğrenmiştim.


El ele verildiğinde para da kazanılıyordu o tencere de bir şekilde kaynıyordu. Her gününe binlerce kez şükrettiğim yirmi üç yılın her anına çokça emek vermiştim. Başımı kitaptan kaldırdığımda saat sekiz buçuktu. "Ah olamaz..." Boynum çok ağrıyordu. Acıyan gözlerimi ovuşturarak masadan kalktım.


Gözlerim masanın üzerindeki ahşap çerçeveye kaydı. Dördümüzün birbirimize sarılarak verdiğimiz bir pozdu. Nuh'un ayağındaki spor ayakkabılara bakınca gözlerim doldu. Futbol oynayıp ilk günden yırttığı için amcamdan bir ton dayak yemişti. "Canım Nuh'um..."


Gülümseyerek parmağımı Nuh'un yüzünde dolaştırdım. "Sana da bana olan o şeyden mi oluyor Nuh?" Nuh'un bana söylediği o sihirli sözlerden sonra bir süre yüzüne sadece bakmıştım. Bakmış ve nefessiz kalıp yanından ayrılıp eve geçmiştim. Yatmış ama sabah ezanına kadar gözümü bir kere kırpmamıştım.


İçim içime sığmıyor bedenimse bu eve. Her an onu görmek her an kokusunu hissetmek istiyordum. Nasıl bu kadar canımdan olabilirsin koca oğlan? Sözleri kalbime işlemiş ayaklarımı yerden kesip kanatlandırmıştı.


Yüzümü yıkadıktan sonra annemin mutfaktan gelen tıkırtılarına doğru ilerledim. Beni görünce gülümsedi. "Anneciğim sen kaçta yattın?" Tezgahın üzerindeki gözleme tabağını kaldırdı. "Hangi ara yaptın bunları?" Sarı saçları baş örtüsünün kenarından yüzüne doğru sarkmıştı.


İlerleyen yaşına rağmen hala öyle güzel öyle zarifti ki öz annem olsa ancak bu kadar benzeyebilirdim ona. Kocaman esnedim. Ders çalışırken bir ara içim geçecek gibi olmuştu. O ara kalkıp Nuh'un en sevdiği şeyi, patatesli gözlemeleri yapmıştım. "Uyku tutmadı. Ders çalışmak için de zaten uykumun gelmemesi gerekiyordu."


"Ah Menekşe. Kızım uyku da gerekli biliyorsun değil mi? Hem bak göz altların torba torba olmuş." Gerçekten mi?


Aynaya bakıp ona doğru dönerken telefonum titremeye başladı. "Bugün erken uyurum. Ben amcamlara gidiyorum anne. Sen de bir şeyler hazırlama." Gözlemelerden birkaç tane bıraktım. O henüz çay demlemişti.


"Bugün kız kıza vakit geçirin Menekşe," dedi annem kendine bir bardak çay doldururken. "Ben bugün temizlik yapacağım annem. Sen evdeyken yapamıyorum. Durmuyorsun ve bana yapacak bir şey kalmıyor."


"Ama anne kolun ağrıyordu."


"Git kendine çeyizlik bir şeyler al. Evlenmeyi düşünmüyorsun hiç."


Yüzümü ciddi olmayan bir ifade ile astım. "Aşk olsun anne. Mesleğimi bile almadım elime." Yanaklarım kızarmaya başlamıştı bile. "Ne meraklısın beni evlendirmeye."


"Haa Menekşe," dedi annem. "Nazlı'nın annesini gördüm geçen. Sana sormadan bir şey söylemedim ama Ali için ağzımı aradı. Biliyorsun uzun süredir seni istiyor benden. Ali uzman çavuş olmuş. Bu akşam çaya gelelim dedi Nazlı'yla."


Ali uzman çavuş olmuş. Ama benim gönlüm bir teğmendeydi. Albay olsa ne çıkardı ki? Ali Nazlı'nın ağabeyiydi. Ne onu ne annesini kırmak istemiyordum. "Nazlı'nın Cihat'la evlenmesine sırf evi yok diye izin vermiyorlar ama beni istemeye gelmek istiyorlar."


Aslında evlenmeyi istemeyen Nazlı değildi. Yalnızca ailesine sırtını dönemiyordu. Kızamıyordum ona. Ben de ailemden kolaylıkla vazgeçemezdim. Bu bencilliklerine tahammül edemiyordum. Cihat, kızlarına bir peri masalı yaşatabilecek tek adamdı oysaki.


"Anne çaya elbette gelebilirler. Nazlı benim Buket'ten sonra en yakın arkadaşım ama Ali konusunda kararım değişmez. Keşke sen bunu uygun bir dille söyleseydin Gülseren Teyzeye."


"Söyledim yavrum ama bir de ben konuşayım dedi. Ben de gelmeyin diyemedim. Zorla alıp götürmezler ya seni."


"Okulum bitmeden evlenmeyeceğimi kaç kez söyledim sana da amcama da. Neden anlamıyorsunuz?"


Çayından bir yudum aldı. "Yavrum çocuk değilsiniz artık. Hepiniz evlilik çağına geldiniz ve hala dip dibesiniz. Kulağıma can sıkıcı şeyler geliyor."


"Anne!"


"Benim sana da Nuh'a da Cihat'a da güvenim sonsuz. Yalnızca sözleriyle sizleri incitmelerine dayanamam. Bu yaştan sonra kimseyle uğraşacak gücüm yok. Biraz mesafeli ol. Biliyorum onca yıldan sonra bu çok zor fakat..."


"Anne ben sizin üzerinizde artık yük müyüm?" Gözleri doldu. Bunu söylemeyi gerçekten istememiştim. Pişmanlıkla dudağımı ısırdım lakin söz ağızdan bir kez çıkıyordu. Benim de gözlerim dolmuştu. "Öyleyse eğer bir yurda giderim ne bileyim başka bir eve çıkarım. Amcam da eğer senin gibi elalem ne deri önemsiyorsa bilmek istiyorum."


"Menekşe nasıl söylersin bunları? Öyle şey olur mu anneciğim? Bilmez misin ki sen amcanın göz bebeğisin."


Burnumu çektim. "O halde beni evlenmeye zorlamayın. Ali'ye gönlüm yok. Olamaz da..."


Mutfaktan çıkarken ardımdan seslendi. "Menekşe yoksa sen Cihat'la..."


Neden hep akıllarına Cihat abim geliyordu? Nazlı'ya ne kadar aşık olduğunu bilmiyordu sanki.


"Menekşe bana bak." Ayakkabımı giyerken kolumdan tuttu. "Menekşe Nuh mu? Eğer öyle bir şey varsa asla karşı çıkmayacağımızı bil anneciğim."


"Anne," dedim yalvararak. "Sorma bana lütfen bir şey sorma."


Elimde tabakla diğer tarafa geçerken gözlerimi sildim. Annemle ilk kez böyle ters düşmüştük ve bu kalbimi çok incitmişti. Amcam eve giriyordu. Beni görünce hafifçe tebessüm etti. "Hoş geldin amca."


"Hoş bulduk gözümün nuru. Uyumadın mı sen?"


Nasıl göründüğüme dair en ufak bir fikrim yoktu. "Ders çalıştım biraz. Alttan kalan derslerim var biliyorsun."


"Halledersin sen. Yorma bu kadar kendini." Yorma kendini dedi kendi sabahlara kadar çalışan adam. Birlikte içeri girdiğimizde amcam bana dönüp odasına doğru yürüdü. "Gelmeden önce simit aldım. Uyuyacağım siz beni beklemeyin kızım."


Artık çocuklarına o kadar az vakit ayırıyordu ki buna üzülmemek elimde değildi. Amcam odasına girerken mutfaktan gelen seslere kulak kabarttım. Derin bir nefes aldım. Ağladığımı anlamalarını istemiyordum. Beste, "Yimem ben ouuu," diye bağırıyordu. "Yuh kötüüü! Pis yuh." Nuh demek istiyordu.


"Sensin pis sümüklü."


İçeri girdiğimde Cihat abimi ve Nuh'u masada Beste'nin yanında buldum. Nuh, elindeki menemenli ekmeği Beste'nin ağzına sokmaya çalışıyordu. Menemeni daha çok kendi yemiş gibiydi. Burnunda ve alnında domates vardı.


Buket'se ocağın başında çayları dolduruyordu. Masada yalnızca menemen ve kahvaltılıklar vardı. Beste menemen asla yemezdi. Küçük prensesim beni görünce kollarını uzattı. "Abaaa."


Elimdeki tabağı masaya bırakır bırakmaz Nuh bir tane kaptı. "Menekşe kurban olurum seni yaradana." Üçümüz ağız dolusu konuşan Nuh'a bakarken benim yanaklarım kızarmıştı. Ağzındaki lokmayı yuttu ve utanarak bakışlarını kaçırdı. "Hangi ara yaptın ki sen bunları?"


Dürüm yapıp Beste'ye uzattım. "Sabah erken kalktım."


Buket çaylarla masaya otururken Cihat abim bir tane gözleme aldı. "Erken kalkmışsın gibi değil de hiç uyumamış gibisin Menekşe."


Nuh'la göz göze gelmemeye çalışarak çayımı yudumlamaya başladım. "Ders çalıştım abi."


"Akşam Gülseren teyze ve Nazlı gelecekmiş öyle mi?" Buket gül reçeli sürdüğü ekmeği bana uzatınca uzanıp aldım.


Cihat abim, Nazlı'nın adını duyunca yavaşça tebessüm etti. Parmaklarına bakıyordu dalgınca. "Evet," dedim Buket'e bakıp. "Ali ile evlenmem için ikna etmeye çalışacakmış."


Nuh, ağzındaki çayı masaya püskürtürken gözleme tabağını son anda önüme çektim. Gözleri iri iri baktı yüzüme. "Ney!"


"Napıyorsun oğlum?" Cihat abim üzerine sıçrayan çay lekesine bakıp güldü. "Menekşe öyle şey mi olur abiciğim? Ne o öyle zorla alır gibi."


Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Bir yandan da Beste'ye gözleme yediriyordum. Bakışlarım Nuh'a kaydı. Kaşlarını çatmış elindeki bardağa bakıyordu. "Abi arada Nazlı var. Sorun değil benim için. Gelsin hem de sen de görürsün Nazlı'yı." Ona doğru dönüp tebessüm ettim. "Gülseren teyzeyi ikna edebilirsem gece bizde kalacak. Annemle Gülseren teyze bir yere gidecekler. Sabah kahvaltı yaparız bizim evde güzelce."


"Gerçekten mi?" Cihat abim Nazlı'nın adı geçince bile kendinden geçiyordu. Nasıl imreniyordum. Öyle çok seviyorlardı ki birbirlerini. Kaç yıl kaç ay olmuştu birbirlerine kavuşmayı bekliyorlardı. "Menekşe çok seviyorum seni gül yüzlüm."


"Ali de gelecek mi?" Ali ile Nuh'un arası iyiydi. Biliyordum ki bu evlilik meselesi aralarını bozacaktı çünkü Nuh'un yüzü epey asılmıştı.


"Ne işi var Ali'nin bizde Nuh?"


Çayından bir yudum alıp ayağa kalktı. "İsabet olur Menekşe. Gönlün yoksa bir adım atamaz bu bahçeden içeri."


"Nuh gözlemen!"


Bana cevap vermeden mutfaktan çıkınca Buket'e baktım. Cihat abimin bana baktığını hissedince güçlükle yutkundum. Ah Nuh kalbime neden azap veriyorsun güzel gözlüm? Masada derin bir sessizlik oluşmuştu. Beste gözlemesini bitirince elime bir parça gözleme alıp masadan kalktım. Ne abim ne Buket bir şey sormamıştı çünkü nereye gittiğimi biliyorlardı.


Kapının önüne çıktığımda adımlarım odunluğun arkasındaki bahçeye doğru kendiliğinden aktı. Ne zaman kaçmak istese kendini oraya atardı. Çiçek yengemin kendi eliyle diktiği kara dut ağacının altına...


Yanılmamıştım. Oradaydı. Sırtını ağaca yaslamış ve tek bacağını karnına çekmişti. Başı gökyüzüne bakarken bir eliyle toprağı karıştırıyordu. Sessizce yanına yaklaştım ve tam karşısına oturdum. Gözlerini açmadan mırıldandı. "Dağ çiçeği..."


"Nuh bak bana." Gözlerini yavaşça açınca gözleri gözlerimi buldu. "Canını sıkan Ali mi?"


"Menekşe canımı sıkan seni zorlamaları." Duymak istediklerim bunlar değildi. Kalbim kırılırken gülümsemeye çalışıyordum. "Canımı sıkan senin..."


"Gönlümde Ali yok. Olamazda..."


Gözünü kırpmadan bana baktığı için konuşmakta güçlük çekiyordum. "Mesleğimi elime almadan düşündüğüm en son şey bile değil evlenmek hem de sevmediğim bir adamla." Gözlerimi kaçırdım. "Sizi bırakmaya hiç niyetim yok."


Bana bakarken gözlerinin içi titremişti. Ellerini saçlarına daldırırken göğsü inip kalktı. "Korkuyorum Menekşe," dedi kısık bir sesle. Gözlerindeki endişenin sebebini ah bir söylesen canımın içi. Belki de derdine derman bile olurum. "Çok korkuyorum." Kızaran gözlerine bakarken kalbim titremişti.


"Korkma," dedim başımı sağ omzuma yatırırken. "Bırakmam ben seni." Kalbim Nuh'un bana karşı bir şeyler hissediyor olma ihtimali ile çarparken göz göze geldik. "Başıma bir ömür bela olabilirsin koca oğlan."


Güldü. O gülünce ben de güldüm. Üzerimizdeki hüzün yavaş yavaş dağılırken parmağıyla gökyüzünü işaret etti. Başımı kaldırıp aya baktım. Gündüz ayı görmek çok güzeldi. "Ay güneşini aramaya çıkmış," dedim gülerek. "Oysaki güneşi tam karşısında görmüyor."


Yavaşça gülümsedi. "Belki de görüyordur. Sessizce izlemek daha hoşuna gidiyordur. İncitmeden üzmeden kirletmeden yıpratmadan..."


"Belki de..." Sesim bir fısıltı gibi karışmıştı gökyüzüne.


Ağacın altında uzunca oturduktan sonra eve dönmüştük. Nazlı birkaç saat erken geleceğini yazmıştı. Cihat abim evde olduğu için Nuh'la beraber halı saha maçına gitmişlerdi. Ali'nin de geleceğini söylemişti Nazlı. Umarım Nuh Ali'ye bu mesele yüzünden saldırmazdı.


Buket'le evi toparladıktan sonra hazırlanmak için odasına geçtik. Nazlı gelmek üzereydi. Birlikte mahalle maçını izlemeye gidecektik. Bu Nazlı'nın fikriydi. Nuh ve Cihat abim orada olmamızdan pek hoşlanmayacaktı ama Nazlı'nın Cihat abimi bu aralar sık görmediğini söylemesi beni ikna etmişti.


"Allah'ım Nazlı Nuh abimin masadaki halini görmeliydin." Buket elindeki pembe elbiseyi giyerken kıkırdıyordu. "Ali'nin Menekşe ile evlenmek istediğini duyunca sinir küpüne döndü."


Nazlı mahcup bir ifade ile bana döndü. "Menekşe sana inanamıyorum. Kızım bir insan bunca yıl nasıl belli etmeden kalbinde saklar böylesine bir sevdayı? Söyleyelim annemlere. Mahcup oluyorum ben sana karşı. Hem bilirse abim de ümidini keser senden."


Herkesin öğreneceği ihtimalini düşününce yüreğim sıkıştı. Elini tuttum bir anda. "Sakın Nazlı. Sırası değil lütfen. Bu meselenin ne Nuh'un ne de benim kariyerimi etkilemesini istemiyorum."


"Nuh'da boş değil sana Menekşe. Tamam Nuh sana hep düşkündü ama hiçbir zaman böyle duygu yüklü sözler söylemezdi." Elini kalbinin üzerine koydu Nazlı iç çekerek. "Ah ben de kavuşsam Cihat'ıma elti olsak seninle Menekşe'm."


"Nazlı hem ayrı ev diye tutturuyorsun hem de Cihat rüyaları görüyorsun bacım."


Nazlı kırgın baktı Buket'e. Koyu saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Buket ne ev diye tutturması? Ben Cihat'ın durumunu bilerek sevdim. Çok aşığım abine ve ne ev ne bir araba gözümde yok. Ev diye tutturan ailem. Kırdın beni. Tanımıyor musunuz onca yıllık arkadaşınızı?"


Bu konuyu açık açık hiç konuşmadığımız için ben de daha düne kadar evlenmeyi istemeyenin Nazlı olduğunu sanıyordum. Bakışlarını ellerine çevirince ağlamaya başladı. "Aklım çıkıyor artık beklemekten usanır da başkasıyla evlenir diye. Onu başka biriyle görürsem dayanamam ben Menekşe."


Onu benden başka kimse anlayamazdı. Yanağını silip sımsıkı sarıldım. "Cihat abim sana deli divane Nazlı. Sana yanmış başkasında söner mi?"


"Bazen kaçıp ona gelesim geliyor. Sonra annemi düşünüyorum ve bir adım öteye gidemiyorum Menekşe. Sevdiğim bir adım ötemde ama ben ona koşamıyorum. Onunla uyuyup onunla uyanamıyorum." Burnunu çekti. "Bide kaporta ustasından daha fazlasını hak ediyormuşum. Bir doktorla evlenip mutsuz olsam ne olacak? Ben belki çok lüks bir hayat süremem onunla ama çok mutlu olurum Menekşe."


"Öyle iyi anlıyorum ki seni Nazlı. Öyle iyi biliyorum ki bu hissi. Ben başka bir şehire gönderiyorum sevdiğimi. Kaptırsam başka birine ne yapabilirim ki? Sen en azından Cihat abimin hislerinden eminsin."


"Sizin engeliniz yok Menekşe. El ele çıksanız karşılarına hayır diyecek kimse yok. Beklemen hata."


"Okulumuz bitene kadar sevdamı gönlümde bir süre daha saklamak zorundayım Nazlı. Ya Nuh bana ben seni Buket'ten farksız seviyorum derse ne yaparım o zaman? Şimdi buradayım onu görebiliyorum. Aksi ihtimalinde duramam buralarda. Bu konuyu kapatın ne olur."


Buket'le birbirlerine bakıp gülüştüler. "Bunlar birbirlerini beklerken yaşlanırlar Nazlı."


"Buket!"


"Tamam sustum ya."


Hep birlikte evden çıkarken Nazlı daha iyiydi. En azından yüzü gülüyordu. Kol kola yolun aşağısına doğru yürürken sessizce sohbet ediyorduk. Nazlı telefonu çalınca usulca kolumdan çıktı. "Cihat'ım arıyor."


Buket'le birbirimize bakıp kıkırdadık. Yanakları pembiş pembiş olurken telefonu açtı. "Cihat." Konuşurken saçını parmağına doladı. "Biz çarşıya çıktıkta maçı izlemeye gelsek kızar mısın?" Bir süre yalnızca dinledi. "Ama mahalle maçı ben sana destek olmak istiyorum."


Cihat abimin ne söylediğini az çok tahmin edebiliyordum. 'Uefa kupası mı alacağız kızım? Alt tarafı mahalle maçı işte.'


"Tamam birazdan orada oluruz."


Bir sözüyle ikna etmeyi başaran Nazlı'ya bakıp sırıttım. "Sen az değilsin Nazlı. Abim bize kaplan sana kedi."


"Benim güçlü kaplanım."


"Biraz yağlı biraz paslı biraz da isli bir kaplan." Buket'in abisini tarif edişine kahkaha atarken kızların oturduğu tribünlere doğru çıktık. Tribünlerdeki kızlara bakınca kaşlarımı çattım. Bir sürü kişi gelmişti işte izlemeye bizi niye çağırmamışlardı?


"İyi ki gelmişiz Menekşe şu kızlara bak." Nazlı etraftaki kızlara kaşları çatık bakarken benim de ondan farkım yoktum.


"Hı hımm," dedim gözlerim bizimkileri ararken. Cihat abimi ve Ali'yi ortada beklerken buldum. Nuh ise kaledeydi. Ellerinde kırmızı eldivenler vardı. Ona doğum gününde aldığım kırmızı eldivenler... Bu tarafa bakınca elimi kaldırdım. "Nuh!" Sanki sesimi duyacak gibi konuşmaya çalışıyordum.


Eldivenli elini sinirle havaya kaldırdı. Bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum. Bana doğru koşmaya başlayınca alt katlara indim. Bariyerlerin önünde durduk. Saçları terliydi ve eliyle geriye yatırmıştı. İtiraf etmeliyim ki çok hoş görünüyordu. Üzerindeki Beşiktaş formasına bakıp tebessüm ettim. "Menekşe ne işiniz var burada?" Sağına soluna avcı şahin gibi bakarken kaşları çatıktı. "Bir sürü erkek var."


"Ve bir sürü kız. Siz neden çağırmıyorsunuz bizi?" Kollarımı göğsümde bağladım. "Aşk olsun yani."


"Olsun da..." Öksürdü. "Tamam hadi geç otur. Maç bitene kadar da kalkmayın yerinizden."


Gülerek başımı sallarken oturmaya gidiyordum. Ali'nin durduğu yerden çatık kaşlarla bana baktığını görünce Nuh'a döndüm. Neyse ki o Ali'nin bana baktığını görmemişti. Nuh bana bakarken düdük çalınca kaleye doğru koştu. Onun kadar kalıplı kimse yoktu ve herkesin gözü üzerindeydi. Söyleyin bana ben ne yapayım şimdi?


Maç başlarken pür dikkat izlemeye başladık. Öyle dikkatli öyle heyecanlıydık ki sanırsınız şampiyonlar ligi izliyorduk. Nuh iki kez gol kurtarınca kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Nazlı, Cihat abime faul yapıldıkça ağlıyordu. Ona bakıp güldüm. Deli kız...


"Yuh ama ya öyle vurulur mu?" Karşı takımdan bir çocuk devamlı Cihat abime oynuyordu. "Menekşe gördün mü nasıl vurdu dizine."


Nazlı'nın ağlamaklı ifadesine bakıp güldüm. "Futbol bu Nazlı. Faul kaçınılmaz üzülme."


Bana bakıp dudağını sarkıttı. "Eğlenme benimle. Nuh sakatlanırsa görürüm seni."


"O kalede sakatlanmaz ki."


Buket başını uzattı. "Hakikaten ya. Tembel! Kaleye geçmiş hemen."


"Ne tembeli Buket. Çocuk asker olacak."


"Hıı," dedi Buket. "Sevsinler askerliğini. Havacı oluyor Menekşe. Oturduğu yerden uçacak..." Kollarını iki yana açıp uçak takliti yapışına gözlerimi büyüttüm.


Uçup gönlüme konsa. Hep birlikte gülüşürken tribünde bir hareketlilik oldu. Sahaya baktım. Buket, sesli bir nefes bıraktı. "Penaltı verdi hakem karşı takıma."


Hepimiz penaltı kullanmak için topun başına geçen çocuğa bakarken bakışlarım Nuh'a çevrildi. Hazır olda bekliyordu. Baktığımı hissetmiş gibi gözleri hemen beni buldu. Öylece bakakaldık birbirimize.


"Ne yapıyor bu?" Buket Nuh'a bakıp söyleniyordu çünkü hakem düdüğünü çalmıştı. Ama o hala bana bakıyordu.


"Nuh!" Parmağımla karşısını işaret edince döndü ama top çoktan yola çıkmıştı.


Gözlerimi kapattım panikle. Buket'in çığlık attığını işittim. Sonra kahkaha attı. Gözlerimi açtığımda yerde kıvranan Nuh'u gördüm. Herkes gülüyordu. Niye iki büklüm duruyordu?


"İnanamıyorum ya! Şapşal sana bakıyor diye şeyine top yedi." Buket gülmekten konuşamıyordu.


"Nee!"


Ben Nuh'a gözlerim dolu dolu bakarken ayağa fırladım. "Menekşe havada bulut sen Nuh'u unut anacağım."


"Ya Buket."


Koşarak aşağıya indim ve bariyerlerden geçtim. Cihat abim beni görünce güldü. Buket ve Nazlı da peşimden geliyordu.


"Nuh!"


🌺


Ahahaha hiç güleceğim yoktu😂


Nuh ya....


Yıldıza basmayı unutmayın❤️


Cihat❤️Nazlı


BUKET💐


Loading...
0%