Yeni Üyelik
37.
Bölüm

SOLAN GÜLLER🌺

@aysegulcee1

 

 

Sadece niyet edin ve yolunuza devam edin. Kader niyete aşıktır. Çektiğin zahmet bir gün rahmet olur.

 

Şems-i Tebrizi

 

 

 

Unutmadım seni sevdiğim. Aklım çıkıyor ama aklımdan çıkmıyor.

 

🌺

 

Eğitimde 5. Ay

Nisan/2024

 

Ankara özel kuvvetler komutanlığı karargahı

 

Menekşe'mden ayrı geçirdiğim sekizinci aya girmiştik bugün. Artık günlerin benim için bir manası yoktu. Fani dünyadaki günlerimi dolduruyor ve bu vatana hizmet edebilmek için ağır eğitimlere dayanmaya çalışıyordum.

 

Çok zordu. Bedenimizi alıştırmaya çalıştıkları acıların tarifi yoktu. Bir şey fark etmiştim. Her geçen gün eğitimler biraz daha ağırlaşsada acılara vücudumuz artık eskisi kadar tepki vermiyordu. Zorlu birkaç sınavdan geçmiştik alnımızın akıyla şükürler olsun ki. Bedenen gördüğümüz işkenceler psikolojik işkencelerin yanında devede kulak kalıyordu.

 

Yirmi dört saat kırık parmakla uyumaya çalıştığımızı hiç unutamıyordum. İki gün hiçbir şey yemeden güneş altında akşama kadar eğitim yapığımızı da. Yine de hiçbiri yüreğimdeki közün verdiği yangıyı soğutmaya yetmiyordu. Hata şansım yoktu. En ufak bir güçsüzlük bütün emekleri yerle bir edebilirdi.

 

Aklını yitirmiş bir insanın bile inanmayacağı bir ihtimale tutunmuş kör kütük gidiyordum. Sanki Menekşe'm beni bekliyordu. Eğitimlerden başarıyla çıkmamı bekliyordu.

 

Seccademi topladıktan sonra yastığımın altındaki fotoğrafı elime aldım. Beraber dondurma yediğimiz bir anı çekmişti Buket. Bu resimde çok güzel gülmüştü canımın içi. Onu sekiz aydır yanımdan ayırmıyordum.

 

Bir gün bile hasretine dayanamazken onsuz kaç gece geçirmiştim? Birkaç dakika baktıktan sonra yerine koydum ve koğuştan çıktım. Bugün yine hız eğitimi vardı. Dünkü parkuru düşündükçe nefesim kesiliyordu.

 

Bahçeye çıkarken biri omzumdan yakaladı. Agah'dı yanıma gelen. Bir tek onunla konuşuyordum. İyi çocuktu. Onu kendime yakın bulmam sanırım hikayesinin hikayeme olan benzerliğindendi. Nişanlısını kaybetmişti sekiz ay önce Agah. Tek farkımız vardı o sevdiği kadını kendi elleriyle toprağa vermişti. Sivas'lıydı ve henüz 23 yaşındaydı. O kara kuvvetlerinden mezun olmuş ve son anda özel kuvvetlere katılmaya karar vermiş.

 

O da benim gibi bir acıdan kaçıp başka bir acıya sığınmıştı. Biz de birbirimize sığındık bu sekiz ayda. Ben namaz kılıyorum diye o da namaza başlamıştı. Huzur bulduğunu söyleyince ben de mutlu olmuştum.

 

"Sabaha kadar uyuyamadım," dedi gülerek. Buram buram sigara kokuyordu. "İbrahim Komutan rüyama girdi."

 

Sıraya girerken güldüm. "Çok mu romantikti?" İsmi geçince elinde olmadan hazır ola geçiyordu.

 

"Aynen," dedi suratını ekşiterek. "Adam kabusum oldu oğlum. Her gece farklı bir fantezi."

 

"Allah kurtarsın," dedim. O sırada İbrahim komutan yanında albayla bize doğru geliyordu ve elinde yanan ahşap tutan iki asker hemen arkasındaydı. "Senin ki yine farklı bir fantezi ile geliyor."

 

Tüm kafalar komutanlara çevrilince merakla beklemeye başladık. Askerler sırayla farklı uzaklıklara yanmaya devam eden ahşapları koyup kenara çekildiler. Ellerinde halatlar vardı. Sanırım o halatlar ellerimizi bağlamak içindi. Hepimiz birbirimize korkuyla bakarken bugünkü eğitimin de dayanıklılık üzerine olacağını anlamıştık. Herkesin gözlerinde yine tanıdık o endişe vardı:

 

Onca emek verdikten sonra yarıda bırakmak.

 

"Konuş," dedi komutan yumruğunu suratımın ortasına indirirken. "Ne biliyorsun asker?"

 

Ne kadar sır saklayabiliyorsun?

Ansızın yakalamıştı İbrahim komutan beni kolumdan. Mescitten çıkmış koğuşa doğru gidiyordum. Hiç ummadığım anda bana verdiği sırrı ne zaman sorgulayacaklarını bilmeden korkuyla sabahlamıştım. İşte korktuğum yerde sorgu sandalyesinin üzerindeydim.

 

Komutanın gözlerine kararlılıkla bakıp başımı iki yana salladım. Burun kemiğimi iki parmağının arasına alıp sertçe çevirince kendimi tutamayıp bağırmıştım. Kırıldığına emindim. Dehşet bir halde zonkluyordu.

 

"Konuş," dedi bir kez daha. Eline aldığı çekice bakınca gözlerim yuvalarından fırladı. "Komutanın sana ne söyledi?"

 

Hiçbir şey söylemeden bakmaya devam ettim. Burnumdan akıp dudaklarımın arasına giren sıcak sıvının kan olduğunu anlamam uzun sürmedi. Demir tadı ağzımın içine yayılırken kendimi içinde bulunduğum andan soyutlamaya çalıştım. Menekşe'mi düşündüm. Beraber geçirdiğimiz çocukluk yıllarımızı. Çekiç ayak bileğime sertçe ininde bir kez daha bağırdım.

 

Ergenliğimizi düşündüm. Sabırla benim yaptığım saçma sapan hareketlere katlanan Menekşe'mi düşündüm. Bir kez daha bu kadar sevilir miydim bilmiyordum. Ondan başka kimse çekemezdi nazımı. Düğünümüzü düşündüm. Benim olduğu o geceyi. Yüzümde oluşan gülümseme komutanı yeniden harekete geçirdi.

 

"Konuş," dedi bir kez daha. Duymamaya çalıştım. Diğer bileğime inen çekiç darbesiyle kendimden geçerken gözlerime Menekşe'min gökyüzüne benzeyen gözleri düşmüştü. Üzerinde giymekten hiç usanmadığı toz pembe elbisesi vardı.

 

Kucağında kırmızı güllerle bana doğru yürüyor. Nasıl özlemişim. Saçlarını omuzlarının gerisine atıp burnumu boynuna yaslıyorum. Her zaman çiçek kokuyordu. İçime çektim doyasıya. Ellerim narin belini sımsıkı kavradı. Kendime çektim. Öyle sarıldım ki kimse bir daha benden ayıramasın.

 

'Çok özledim ömrüm,' dedi. 'Neredesin? Gel bul beni.'

 

"Ben," dedim acıyla. "Ben bir şey bilmiyorum komutanım." 'Ben,' dedim aslında. 'Ben öldüm komutanım.'

 

"Komutanın sana ne söyledi asker?"

 

🌺

 

Bahar gelmişti. Bahar kime gelmişti ben bilmiyordum. Bildiğim bir şey varsa bu bahar bana gelmemişti.

 

Yine nerede olduğunu bilmediğim bir evde açmıştım gözlerimi. Bu kez içinde bulunduğum ev bir köyün en sonunda ve diğer evlere çok yakındı.

 

"Artık buradasın," demişti canavar. "Uzun bir süre burada yaşayacaksın." Ara ara geleceğini üzerine basa basa söylemeyi de ihmal etmemişti gitmeden önce. Beni biraz daha insanlara yaklaştırıyor ve böyle yaşamam için alıştırıyordu sanki.

 

Yeni bir yıla girmiştik ama ben geçen yılda kalmıştım. Ne ruhum ne hislerim ne de duygularım bu yıla geçememişti. Eski Menekşe değildim. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Bazen evimizin, bahçemizin o renk renk görüntüsünü gözlerimin önüne getirmeye çalışıyordum. Unutmaktan hatırlayamamaktan deli gibi korkuyordum. Keşke resimleri olsaydı yanımda.

 

Unutmak unutulmaktan daha zor ne vardı şu hayatta?

 

Annemi düşündüm. Hiçbiri aklımdan çıkmıyordu ki zaten. Güllerimi düşündüm. Bakımsızlıktan kurumuşlar mıdır diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Solmuştu değil mi güllerim? Benim yokluğumda hepsi solmuştu.

 

Sevdiğimi, ruhumun diğer yarısını düşündüm. Yüreğimde mesken tutmuştu aklımdan bir an olsun çıkmıyordu ki. Canımın içi ne çok özledim seni.

 

Bahar yağmurları etkisini yoğun gösteriyordu bu yerde. Dilsiz bir genç kız vardı evde benimle beraber. Yüzü asıktı hep bir kez bile güldüğünü görmemiştim. Tabii o da benim güldüğümü görmemişti. Aylardır beraberdik ve bir kez olsun benimle iletişim kurmaya çalışmamıştı. Yalnızca adının Asiye olduğunu biliyordum.

 

Bahçeye çıkmama izin veriyorlardı. İstesemde bahçe dışına çıkamıyordum çünkü. Karnım burnumdaydı ve ne zaman çıkmaya çalışsam bir adam çıkıyordu karşıma. Hayalet gibiydiler. Nerede karşına çıkacaklarını kestiremiyordun. Evin arkası dağlara bakıyordu yine. Burada yeşillik daha fazlaydı.

 

Evin önüne ufak bir bahçe yapmıştım. Evde kapalı kalmaktan daha iyiydi ve ben buna bile şükrediyordum. Bazen çok uzakta olsa askeri uçakların geçtiğini görürdüm. Nuh mu diye düşünmekten aklımı oynatacaktım. Gelip geçiyorlar ve ben arkalarından ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Elimi kaldırsam alnımın ortasından vurulacağım düşüncesi elimi kolumu bağlıyordu.

 

Bebeğim yaşıyordu ben yaşıyordum. Ona bir şey olursa ben de dayanamazdım. Elimi karnıma bastırdım. Bugün öyle hareketliydi ki sanırım bu biraz önce Asiye'nin bana verdiği çikolatadandı. İlk kez gözlerime bakıp çikolata uzatmıştı. Türkçe bilip bilmediğini bile bilmiyordum.

 

Ona kaç kez nerede olduğumuzu bilip bilmediğini sordum fakat yanıt olarak başını iki yana sallaması dışında bir şey alamadım. Belli ki konuşmaması için korkutulmuştu.

 

Yalnızca ikimiz değildik elbette.

Yine zorla baktırılan yatalak bir teyze vardı. Bize burada psikolojik şiddet uyguluyordu ve bu diğerinden daha kötüydü. Bunu sadece keyif almak için yaptığını düşünmek daha da kötüydü. Bazen insani duygularının tümünü aldırdıklarını düşünüyordum.

 

Teyze Koah hastasıydı ve bakımı ilk baktığım teyzeden daha zordu. Asiye bana göre daha soğukkanlıydı. Boğazındaki cihazı aspiratörle ve sondayla temizliyordu. Adının trakeostomi olduğunu öğrenmiştim. Oradan nefes alıyordu. Ben sadece yemeğini yedirip ilaçlarını içiriyordum.

 

Canavar karnım büyüdüğü için bana kıyamamıştı belli ki. Bu yüzden yanıma yardımcı vermişti. Ne hoş değil mi? Bebeğime bağlanıp onu takıntı haline getirmesinden deli gibi korkuyordum. Bu ihtimali düşününce ondan kurtulma ihtimalimizin kalmayacağını düşünüyordum.

 

Yağmurun ardından pırıl pırıl bir güneş çıkmıştı. Asiye'ye baktım. Başını sallayıp oturduğu yerden ayağa kalktı. Kapının kilidini açtırıp birlikte dışarı çıktık. Temiz havayı içime çektim uzun bir süre. Kollarımı kaldırıp etrafımda dönerken tam üzerimizden askeri bir uçak geçti. Öylece baktım ardında bıraktığı ize. Gözlerimin dolmasını engellemeye çalışsamda yeterince başarılı olamamıştım.

 

Ne yapıyordu? Nuh'um, ailem benim yokluğumla nasıl başa çıkıyordu? Eğitimine başlamış mıydı? Kafamda dönüp duran sorulara bir cevap bulamamak çaresizliğin en büyüğüydü.

 

Etrafımdaki zebanilerin gözlerinin hep üzerimde olduğunu bildiğimden yavaşça bahçeye geçtim ve elime aldığım küçük çapayla toprağı eşelemeye başladım. Bu Azrail'in devamlı sizi izlemesinden farksızdı. Onları düşünmeden toprakla oynamaya devam ettim. Yabani otları temizlerken kuvvetli bir tekme attı. Güldüm. "Çok mu sevdin sen çikolatayı?"

 

Babasına çekecekti belli ki. Nuh tam bir tatlı canavarıydı. Elimi karnımın üzerine koyup bebeğimle konuşmaya başlarken kolumdan sertçe yakalanıp ayağa kaldırıldım. Ben şaşkınlıkla etrafıma bakınırken bir grup askerin bizden tarafa doğru yürüdüğünü gördüm.

 

Kolumu tutan adam beni sertçe eve doğru çekiştirirken gözlerine baktım. "Türkiye'de miyiz?" Gelenler Türk askeriydi. "Yalvarırım bana nerede olduğumuzu söyle!"

 

Adam konuştuklarımın hiçbirini anlamıyormuşçasına beni içeri sokup arka taraftaki kapıyı kaldırıp beni içeri iteledi. Düşmemeye çalışarak merdivenlerden yavaşça indim. İçerisi karanlıktı. Adamın kolundan yakaladım. "Burası çok karanlık. Lütfen beni tek bırakma."

 

Kolunu benden kurtarıp merdivenlerden çıktı ve kapıyı kapatıp beni mahzende yalnız bıraktı. Derin nefesler almaya çalıştım. Adrenalin bebeğime zarar verebilirdi. Olduğum yere oturup sırtımı duvara yasladım. O kadar hareketliydi ki sanki bana yalnız değilsin anne ben varım diyordu.

 

Ağlamaya başladım. "Beni hiç yalnız bırakma bebeğim." Beni hissediyordu. Güçlü bir tekme daha atınca kollarımı karnımın etrafına sarıp gözlerimi kapadım. "Yalnız değilsin Menekşe. Yalnız değilsin korkma."

 

Ne kadar süre mahzende kapalı kaldığımı bilmiyordum. Kapak açılınca sıçradım. Ağlarken içim geçmiş olmalıydı. İçeriye dolan ışık gözlerimi acıtınca elimle yüzümü kapadım. Kapağı açan Asiye'ydi. Kolumdan tutup ayağa kalkmama yardım ederken gözlerime çok mahzun bakmıştı.

 

Eline dokundum yavaşça. "Üzülme senin bir suçun yok."

 

Güneş batmak üzereyken evin kapısının kilit sesiyle beraber evde can sıkıcı bir sessizlik oluşmuştu. Can yakıcı bir sessizlik...

 

Mutfağa girdi ve elinde bir kase çorba ile yanıma dönünce gözlerinin dolduğunu gördüm. O da benim kadar çaresizdi. Kaseyi elime tutuşturdu ve eline bir kağıtla kalem aldı. Merakla onu izliyordum çünkü ilk kez benimle konuşacaktı.

 

Yanıma oturdu ve elindeki kağıda şöyle yazdı. "Az önce Türk askerleri geldi ve seni sordular."

 

Elindeki kağıda bakarken yüreğim ağzımda atıyordu. "Doğru mu bu?" Ellerim titriyordu. Hala beni arıyorlardı demek. Allah'ım sana şükürler olsun. "Gerçekten beni mi sordular?"

 

Başını salladı. "Evet."

 

"Neredeyiz Asiye?" İki elimle ellerine tutundum. "Lütfen nerede olduğumuzu söyle bana."

 

Başını iki yana sallayıp elindeki kağıdı yaktı ve sobanın içine attı. Yüzüme üzgünüm der gibi baktıktan sonra teyzenin odasına doğdu yürüdü. Düşündüm. Biz nerede olabilirdik?

 

Gözlerimi kapatıp elimi kalbimin üzerine koydum. Yeniden yaşama tutunmak için bir umut olmuştu bu haber bana. Kalbim heyecanla göğsüme vururken yeni bir ışık belirmişti zindanıma. Nuh'um gibi birilerini görmek bile yüreğimin ağırlığını hafifletmeye yetmişti.

 

🌺

 

Eğitimde 7. Menekşe'msiz 8. ayı geride bırakmıştım. Isparta otobüsüne binmek üzereyken telefonum çalmaya başladı.

 

Ekranda istihbarattan bir arkadaşımın ismini görünce kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Telefon ellerimin arasından düşmeden güçlükle açtım. "Bana iyi bir haber ver abi!"

 

"Sakin ol önce koçum," dedi. "Doğruluğundan emin olmamakla beraber Kuzey Irak-Türkiye sınır köylerinden birinden ihbar alınmış."

 

Nefes almadan dinliyordum. Kalbimin gürültüsünden başka bir şey duyamıyordum. "Sakin falan olamam abi ben," dedim. Olduğum yerde bir oraya bir buraya gidip geliyordum. Saçlarımı yolmaktan kafamda saç kalmamıştı. "Menekşe'm mi abi? Nasıl bir ihbar?"

 

Öfkeyle soluyunca sessiz kalmaya çalıştım. "Görevden dönen bir ekip köyde devriye gezdi. Şimdilik ihbara uyan bir sonuç yok ama merak etme koçum. Bu işin peşini bırakmayacağım çünkü ateş olmayan yerden duman çıkmaz."

 

"Hangi köy?" diye bağırdım. "Kurban olayım nerede Menekşe'm?"

 

"Delirme oğlum hemen! Otur oturduğun yerde. Asılsız da olabilir diyorum sen yerini söyle diyorsun. Sakin ol ve benden haber bekle."

 

"Öl desen daha kolay..." Telefonu kapatıp otobüse binerken içimde fırtınalar kopuyordu. Dört bir yanım kasırgayken bana sakin ol diyorlardı.

 

Eve gitmek şöyle dursun Isparta'nın yakınından bile geçmek istemiyordum. Ailemin bana ihtiyacı vardı mecburdum. O ev artık bana acıdan başka bir şey vermiyordu. Yanacağınızı bile bile ateşe gitmekten hiçbir farkı yoktu. Camına başımı yasladığım otobüs hareket ederken kulaklarımda arkadaşımın son sözleri yankılanıyordu. 'sakin ol ve bekle...'

 

"Abiii," diye bağırarak bana doğru gelen kardeşime bakınca gözlerim doldu. Aylardır ne o beni ne ben onu görmüyordum. Nasıl da büyümüştü Beste'm. Kocaman kız olmuştu. Dizlerimin üzerine düşünce koştu ve boynuma atladı. Ağlıyordu. "Pis yuh," dedi. "Menekşe abam gitti. Sen gittin."

 

Kurduğu düzgün cümlelere bakıp sımsıkı sarıldım. "Geldim abim. Abanı da getireceğim sana." Saçları beline kadar uzamıştı ve tıpkı Menekşe'min saçları gibi kokuyordu. "Çok mu özledin abiyi?"

 

"Çok ösledim tabii," dedi. Kollarını iki yana açarak başını havaya kaldırınca dayanamayıp yanağında ısırdım. Dört yaşına girdiği için bu sene kreşe gidecekti. "Bu kadar..."

 

Kucağıma alıp eve doğru yürürken evden abim çıktı. Nazlı'nın kucağında yeğenimle peşinden çıktığını görünce Beste'yi kucağımdan yavaşça bıraktım. Yeğenim neredeyse yaşına yaklaşmıştı ve ben onu yolda görsem tanıyamazdım.

 

"Nuh," dedi abim sitemle. Gözlerinde tüm yaşanılanların yorgunluğu vardı. Göz altları koyulaşmıştı tıpkı benimkiler gibi. "Şükür bir ailen olduğunu hatırladın." Öfkeyle bana doğru geldi ve tam önümde durdu. "Hoş geldin aslanım."

 

"Hoş buldum abi. Nasılsınız?" Gözlerim bir yandan Mehmet'teydi. Nazlı'nın kucağından inmek için çırpınıyordu. Kumraldı. Beyaz tenli ve epey tombuldu. "Maşallah koca adam olmuş."

 

"Amcası görmeye gelene kadar neredeyse askerlik yaşı gelecekti oğlumun."

 

"Abartma abi." Birbirimizden ayrıldıktan sonra daha fazla dayanamayıp Mehmet'e kollarımı açtım. Beni ilk kez görmesine rağmen annesinden hızla kucağıma doğru atladı. Parmağıyla bahçe kapısını gösterip ağlayınca gülmeye başladık. "Kullandın mı sen amcayı?" Nazlı ve abim ikimize bakıp gülmeye devam ediyorlardı. "Ayıp ama bu yaptığın aslan parçası."

 

Dudaklarından köpükler çıkararak anlamsız şeyler söyleyince dayanamayıp dudaklarımdan içeri itmeye çalıştığı tombul parmaklarını ısırdım. Parmaklarını ağzıma sokmaya çalıştığına pişman gibiydi. Annesine doğru dönüp ağlamaya başlayınca abim enseme bir tane vurdu.

 

Hep beraber eve girerken abime döndüm. "Babam nerede abi?"

 

"Evde," dedi. "Grip olmuş yatıyor. Belli etmiyor ama özel kuvvetlere katılmana dayanamıyor. Çık yanına bir an evvel. Biz de sofrayı kuralım o arada."

 

Başımı sallayıp onlardan önce eve girdim ve üst kata çıktım. Merdivenlerde Sevda abla ile karşılaştık. Elinde gözleme tepsisi vardı. Beni görünce epey sevindi. "Nuh hoş geldin ablacığım."

 

"Hoş buldum," dedim adet yerini bulsun diye. Ne hoş gelmiştim ne de hoş bulmuştum. "Babam uyuyor mu?"

 

"Şimdi uyandı," dedi. "Birazdan o da inecekti yanınıza."

 

Başımı sallayıp yukarı çıktım. İçeri girdiğimde babam elinde havlu ile banyodan çıkıyordu. Beni gördü ve yaralarımı inceledikten sonra kaşlarını çattı. "Baba."

 

"Neredesin?" Bana doğru yaklaştı ama yüzündeki ifade hala aynıydı. "Aylarca telefonu kapalı tutmak ne demek?"

 

"Yasaktı," dedim sessizce. "Ancak gelebildim."

 

Eğilip elini öpecekken kolumdan tutup beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. Babam belki de çocukluğumdan beri ilk kez sarılıyordu bana. Hıçkırıklarını işitince ne yapacağımı şaşırmıştım. Babam en son annemin cenazesinde böyle ağlamıştı. "Baba," dedim sessizce. Boğazım düğüm düğümdü. "Yapma."

 

Babalar ağlamazdı. Babalar güçlüydü babalar hani yıkılmazdı? Ben babamı hiç böyle görmemiştim. Bütün direncim buraya gelmeden önce topladığım gücüm yerle bir olmuştu. "Kızım," dedi. "Bir haber yok mu?"

 

Ufakta olsa bir ihtimal var demek için dudaklarımı araladım ama yapamadım. Aksi ihtimalinde yaşayacakları üzüntü onları en başa götürecekti. Sadece sarıldım. Duymak istediği cevabı veremedim ona. İmtihanın en ağırını yaşıyorduk. Biliyorduk ki Allah sabredenlerle beraberdir. Yüreğimdeki yangını yalnızca sen biliyorsun Allah'ım. Bana bu imtihandan geçmek için kuvvet ver.

 

🌺

 

Nasıl bir susuzluktur bu? Dilim damağım kupkuru olmuş içim cayır cayır yanıyordu.

 

Gözlerimi yavaşça açtığımda odanın içi hala karanlıktı. Saat kaçtı bilmiyordum ama hava hala aydınlanmamıştı. Başımı yavaşça kaldırdım. Bacaklarım ve pijamamdaki ıslaklığı fark edince kalbim korkuyla atmaya başladı. "Asiye!"

 

Kasıklarımdan başlayıp belime vuran düzenli sancı ve suyumun gelişi tek bir şeyi gösteriyordu. Doğum başlamıştı. "Aman Allah'ım Asiye!" Sancı o kadar sıktı ki oturduğum yerden ayağa kalkmam dakikalar sürmüştü. "Allah'ım sen bana yardım et."

 

Derin derin nefes alarak kapıya doğru yaklaştım. Kapıyı açtığımda Asiye korkmuş bir yüzle bana bakıyordu. "Asiye," dedim ağlayarak. "Suyum geldi. Sancım var. Bebek geliyor."

 

Bacaklarıma bakınca gözleri kocaman oldu. Telaşla sağa sola koşturdu sonra önümde durdu. Başını iki yana sallıyordu. "Kapıya vur Asiye," dedim. Sancı giderek artıyor ve sıklaşıyordu. Nefes almakta güçlük çekiyordum. "Burada doğuramam hastaneye gitmem gerek."

 

Başını sallayıp kapıya vurdu ama kimse açmadı. "Asiye bir kez daha vur!" Pislik herifler kapıyı açmıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Burada yalnız doğuramazdım. "Ah!" Asiye ağlayarak kolumdan tuttu ve beni çekyatın üzerine yatırdı. "Asiye lütfen yardım et."

 

Omuzlarımdan tutup yatmamı sağladı. Elini alnına koydu ve yavaşça okşadı. Elindeki bezle alnımda biriken ıslaklığı silerken ağlıyordu. Hissettiklerini dışa vuramaması çok zordu. Konuşabilmenin, birilerine sesini duyurabilmenin ne büyük bir nimet olduğunu daha iyi anlamıştım.

 

Bir kez daha kapıya gidip birkaç kez vurdu ama bir sonuç alamadı. Korkuyordum. Korktuğum başıma gelmişti. Kalbim korkuyla atarken pijamamı çıkarıp gelen ıkınma hissiyle bebeği itmeye başladım. Nazlı'ların evinin yanında Nursemin Teyze yaşıyordu. Üç oğlu vardı ve ilk oğlunu evde bir başına doğurduğunu anlatmıştı.

 

Anlattıklarını ağzım açık dinlemiştim o zamanlar. Mümkünü olmayan bir şey gibi gelmişti. Nursemin teyze gözümde öyle yücelmişti ki. Bir kahraman ilan etmiştim onu. Nasıl bir güçtü ki bir başına evde doğurabilmişti? Şimdi daha iyi anlıyordum. Annelik hiçbir kahramanda olmayan bir güçle başlıyordu.

 

Tarifsiz bir acı bedenimde dolaşırken dayanamayacağımı düşündüğüm anda gelen kuvvetle tutundum Asiye'nin koluna. Geçen ay bebek için gerekecek bir sürü malzeme getirmişlerdi. Asiye onları hazırlayıp içeriden getirdi ve çekyatın üzerine bıraktı. Göbeğini kesmek için malzeme de vardı ve ben ilk kez görüyordum.

 

Alçak herifler! Yalnız başıma doğum yapacağımı biliyorlardı. Bunu bilerek yapmışlardı. Takatim kalmamıştı artık. Canım çok yanıyordu. Uzunca ıkındıktan sonra gözlerim kapandı ve başım geriye düştü. Duyduğum son ses bebeğimin sesi olmuştu. Gözlerim karardığı için başımı kaldırıp ona bakamadım.

 

"Asiye," dedim güçlükle. "Kız mı erkek mi?"

 

🌺

 

Geçte olsa Nihayet gelebildik❤️

Yeni bölüm sizlerle yıldıza basmayı unutmayın💋

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%