Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Yapraği Yanik Menekşe

@aysegulcee1

🌺


Alimken Arif oldun, peki aşık olmaya namzet misin?


Şems-i Tebrizi


🌺


Isparta/Mayıs, 2008


Genç kadın bağ makası ile gül çalısının önüne diz çöktü. Günler önce kalbine düşen ateşin sebebi nihayet belli olmuştu. Gözünden akan yaş toprağa karışırken titreyen elleriyle makası kavradı sıkıca.


Eşinin gölgesi üzerine düşünce elindeki makası yere bıraktı. "Süheyla'm yapma böyle güzel karım."


Süheyla burnunu baş örtüsünün  ucuyla sildi. Subay eşiydi o. Dayanıklı, güçlü olması gerekiyordu ama o değildi. Güçlü olmak zorunda değildi. "Nasıl yapmam Mehmet'im? Türkiye'nin dağlarına sığmadın Azerbaycan dağlarına gidiyorum diyorsun."


Yeni sivrilen terörist çetesinin büyük yıkım diye adlandırdıkları operasyonu gerçekleştirmek için Karabağ Dağlarına sızdığı haberleriyle çalkalanıyordu iki ülkenin de gündemi. Gönüllü askerler ve subaylar yarın sabaha karşı büyük bir operasyon için yola çıkacaktı.


"Canımın içi güzel karım. Rabbimin bana en güzel hediyesi Süheyla'm. Bu hepimizin davası. Binlerce canlı bombanın Azerbaycan sınırından Türkiye'ye girecekleri söyleniyor. Bu hepimizin inancı. Ermeniler ikinci bir savaşa hazırlanıyor olabilirler. Kararım kati böyle yaparak ancak beni yarılıyorsun."


Süheyla kocasının göğsüne sığındı gözyaşlarıyla. "Geleceksin ama değil mi?" İlk kez ülke dışına gidiyordu ve büyük bir operasyon olması canını çok yakıyordu. "Bana dönmen gerek Mehmet."


Mehmet, karısının alnına uzun bir buse bıraktı. "Dönmek yazılmışsa alnıma bir bacağım bir kolum olmasada dönerim yavrum."


"Söyleme böyle Mehmet. Öldürme yüreğimi."


"Ölürsem yas tutman uzun sürmesin gülçiçeğim. Benim gibi kısır biriyle bir ömür sürdükçe hiç yeşeremeyeceksin zaten. Kurutuyorum ben seni."


Kırgın baktı Süheyla kocasının gözlerine. Beş yıldır istedikleri yavruya kavuşamıyorlardı. "O nasıl söz öyle sevgilim? Ben seni öyle basit sevmedim ki. Bir daha böyle şeyler söylersen beni asıl o zaman kaybedersin."


"Çokça dua et Süheyla'm." Sımsıkı sarıldı. "Çok dua et..."


Süheyla ve Mehmet Tozkoparan Isparta'nın bir ilçesinde gül yetiştiriciliği ile geçimini sağlayan bir çiftti. Mehmetin tek kardeşi olan Murat Tozkoparan'la aynı bahçe içinde yaşıyorlardı. Murat, babası ve annesi öldükten sonra kardeşi Mehmet'e hem baba hem ağabey olmuş cömert, mert bir adamdı.


Mehmetin giderken gözü arkada değildi. Murat'ın üç evladı vardı. Cihat, Nuh ve Buket. Cihat on beşinde bir delikanlıydı. Çalışkanlığı ve efendiliği ile babasının eli ayağı olmuştu. Nuh, onunda Buket'se henüz beşindeydi. Süheyla ve Mehmet'in sessiz bahçelerini onlar şenlendirirdi.


Süheyla, kocasını uğurladığından beri yemiyor içmiyor gözleri pencerede Mehmet'ini düşünüyordu. Her gece kuran okuyor namazlarında el açıp mevlaya yalvarıyordu. Bir hafta olmuştu Mehmet gideli. Televizyonlarda şehit haberleri verildikçe kalbine bir ateş düşüyordu.


Kapı çalınınca ayağa kalktı. Eli kalbinin üzerinde kapıya giderken saat sabahın beşini gösteriyordu. Kapıyı açtığında Mehmet'ini kucağında bir kız çocuğuyla görünce elini dudaklarına bastırdı. İkisi de oldukça perişan görünüyordu. "Mehmet'im!"


"Güzel karım. Çiçek bahçem."


Mehmet, kucağındaki çocukla içeriye girerken Süheyla kapıyı kapatıp şaşkınlıkla kocasını takip etti. "Mehmet neler oluyor, kim bu kız çocuğu?"


Mehmet, küçük yavruyu çekyatın üzerine yatırdı ve karısının ellerine uzanıp koltuğa oturttu. "Önce gel şöyle yavrum. Çok özledim seni." Bir hafta bir ay gibi geçmek bilmemişti. Bir haftalık geçici izne çıkmışlardı. Yeniden dağlara döneceğini karısına nasıl söyleyeceğini bilmiyordu.


İkisi hasretle birbirlerine sarılırlarken çekyatta uyuyan sarı saçlı kız çocuğu inliyordu. "Bilmiyorum Süheyla," dedi Mehmet sesini kısık tutmaya çalışırken. "Neden onu getirdiğimi bilmiyorum. Ama bu dağ çiçeğinin orada solmasına gönlüm razı olmadı."


Süheyla, kız çocuğuna bakarken yüreğinin titrediğini hissetti. Hep sarı saçlı mavi gözlü bir kız çocuğunun hayalini kurardı. Neylesin ki mevla nasip etmemişti. Onları evlatsızlıkla sınamıştı. "Mehmet kim bu kız çocuğu?"


"Dağda operasyondayken pusuya düştük." Mehmet'in sözünü Süheyla'nın feryadı böldü. "Sıcak çatışmaya girdik. Binlerce terörist öldürdük ve bir cesetin yanında..."


Bir hafta önce/ Dağlık Karabağ


Sırtlarındaki ağır çantalarla ağır ağır yürüyen Türk ve Azerbaycan askerlerinin tek bir amacı vardı: Bu dağlardan içeri tek bir terörist sokmamak.


On beş kişilik tim dağda sessizce süzülürken kalplerindeki korkuyu silmişlerdi. Haritadaki konuma geldiklerinde hepsi sipere geçip silahlarını hazır olda tuttular. Terörist ekibinin geçeceği koordinattalardı. Dakikalar sonra en az otuz kişiden oluşan bir grup terörist dağlara doğru tırmanmaya başladı.


Yüzbaşının işareti ile ateş etmeye başlayacaklarken arkadan gelen kurşunlarla ateş hattında kalmışlardı. "Pusuya düştük!" Hepsi silahlarına davranıp yeniden menzil alırken hareketli bir çatışma başladı.


"Haydi aslanlarım," diye bağırdı yüzbaşı. "Bu dağlardan geçit vermeyin köpeklere!"


Saatler süren çatışmayı birkaç şehitle Türk ve Azerbaycanlı askerler kazanmıştı. Mehmet ve silah arkadaşı Ahmet, teröristlerin arasında dolanırken bir çocuk ağladığını işittiler. Ses, ilerideki mağaranın içinden geliyordu. Ahmet'i gerisinde bırakan Mehmet mağaraya girdi.


İçeride canlı olmadığına emin olunca ağlama sesine doğru ilerledi. Bir teröristin cesedinin yanında, yüzü kirden görünmeyen sarışın bir kız çocuğu buldu. Karanlıkta bile kristal gibi ışıldayan mavi gözlerini ve sarı saçlarını fark etti.


"Gel böyle bakalım." Ermeni bir teröristin kızı olduğuna emindi yine de vicdanı onu orada bırakmasına izin vermedi. Kız çocuğu, ağlayarak Mehmet'e bakarken, "Yemek," diye mırıldandı.


"Ah güzelim. Aç mısın sen?"


Kendi sorduğu soruya gülerek başını iki yana salladı. "Bendeki de soru mu? Kim bilir kaç gündür dağlardasın?"


Sırtındaki ağır çantayı yere bıraktı Mehmet. İçindeki gül reçeli kavanozunu görünce gözleri dolacak gibi oldu. Süheyla her göreve giderken bir kavanoz gül reçeli koymayı unutmazdı. Yarısı yenmiş kavanozu çıkartıp parmağıyla kız çocuğunun ağzına reçelden verdi. "Beğendin mi?"


Kız çocuğu başını ağır ağır salladı. "Çok güzel. Birazcık daha verir misin?" Mehmet Türkçe konuşan kız çocuğuna bakınca afalladı. Kim bilir hangi masumu kandırıp dağa çıkarmışlardı? Davalarının başında kendilerinden birilerinin olduğunu zanneden masum gençler Ermenilerin tuzaklarına düşerken kendi halkına kıydıklarından bir haberlerdi.


"Baban mı o?" Mehmet yerde yatan teröristin cebinden iki kimlik çıkardı. Tahmin ettiği gibi Ermeniydi.


"Babam," dedi kız. "Anne gitti." Kız çocuğun kimliğinden babasının yabancı annesininse Türk olduğunu anladı. Bu iki insanın nasıl bir araya geldiğini düşündü.


Reçel kavanozunu kız çocuğunun yanına bıraktı ve ayağa kalktı. O sırada Ahmet mağaradan içeriye girmişti. "Mehmet dönüyoruz. Ne yapıyorsun burada?"


Ahmet'e doğru birkaç adım atmıştı ki kız çocuğunun seslenişiyle ayakları yere çivilendi. "Baba gitme!"


Baba... Yıllardır duymayı hasretle beklediği o sihirli kelime. "Baba," dedi bir kez daha. "Korkuyorum gitme."


Ahmet, Mehmet'in niyetini anlamıştı. "Devrem!"


Mehmet kız çocuğunu kucağına alıp mağaradan çıkarken, "Onu burada bırakamam," dedi. "Küçük bir çocuğun düşmanlığı olmaz kardeşim."


Timin yanına döndüklerinde komutanın yanına gitti Mehmet. Kız çocuğunu yanında Türkiye'ye götürmek istediğini söyledi. Komutanı buna başlarda karşı çıksada Mehmet'in gözlerindeki şefkate ikna olmuştu. Menekşe zaten Türk vatandaşı olarak görünüyordu. Onun yeri vatanıydı.


Döndüklerinde onu emniyete teslim edeceğinin sözünü veren Mehmet, Menekşe'yi gizlice ülkeye soktuktan sonra karakola teslim etmeden evine doğru yola çıktı.


"Mehmet," dedi Süheyla. "Sen şimdi bu yavrunun bizimle mi kalacağını söylüyorsun? Bir teröristin kızına mı bakacağız?"


Karısının saçlarından öptü. "Bir evlat babasını seçemez yavrum. Biz babamızı seçebildik mi? Bak annemin katilinin nüfusuna kayıtlıyız hala. Bırak ben yokken yoldaş olsun sana. Yeğenlerime arkadaş olsun."


"Aman Mehmet," dedi küçük kıza bakarken. "Ağabeyin ne der? Hem iki oğlan çocuğunun olduğu yerde bilemedim şimdi."


"Buket var." Mehmet kararından dönecek gibi değildi. "Nasıl efendidir benim yeğenlerim. Bir yanlışları olmaz ona." Güldü keyifle. "Hem bakarsın ağabeyimle dünür olurum."


Süheyla içine sinmesede gülerek kocasının göğsüne sığındı. "Ol bakalım aslanım ol..."


🌺


Merhaba güzellerim🌺


İçinizi sıcacık edecek kurguyla geldim umarım seversiniz.


İlk bölümler geçiş olduğu için kısa olacaktır❤️


Yıldıza basmayı ve beni takip etmeyi unutmayın🙈


Loading...
0%