Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Yaslan Göğsüme Sevdi̇ği̇m

@aysegulcee1

Ruhunun sükunetini nerede buluyorsan orası senin yuvandır.


🌺


Yaslan göğsüme sevdiğim benim gönlüm gök gibidir...


Erdem Bayazıt


🌺


İnsanoğlu bir solukluk. Dünü var bugünü belirsiz yarını belki de hiç yok. Fani işte, her anı ani derdi anneannem. Vaktinde yaşamak gerekirdi her şeyi. Ertelemeden geciktirmeden.


Neyi yanlış yapmıştık? Ya da hata neredeydi? Benim Nuh'a verdiğim fazla tepki mi, yoksa onun benden herkes gibi gerçeği saklayıp Simay'dan öğrenmeme sebep olması mı? Yanlış neredeydi ben bilmiyordum. Bildiğim tek şey yüreğime batan nefes dahi almama izin vermeyen o ağrı.


Beni dünyaya getiren adamın Mehmetçiğimi şehit edenlerden biri olduğunu düşünmek tarifi mümkün olmayan bir acı bırakmıştı içime. Ben bir teröristin kızı mıydım? Bu mümkün olabilir mi?


Hayır bu doğru değil! Ben Mehmet Tozkoparan'ın kızıyım. Başka bir babam yoktu benim.


Gözlerim yolumuza koyulmuş kapanda takılı kalmıştı. Arabanın lastiklerini parçalamış ve Nuh'a arabanın hakimiyetini kaybettirmişti. Nasıl çıkmıştı karşımıza o engel bilmiyordum. Tek bildiğim içinde sevdiğim adamla yoldan çıktığımız ve hangimizin sağ çıkacağını bilmediğim bir kazaya doğru sürüklendiğimizdi. "Hayır!"


Başımda bir ağrı ve kulaklarımda müthiş bir çınlama vardı. Koku. Berbat bir benzin kokusu genzimi cayır cayır yakıyordu. "Menekşe'm," diyordu Nuh'un giderek netleşen sesi. Şükürler olsun ki yaşıyordu, yaşıyorduk. "İyi misin güzelim? Ne olur aç gözlerini. Ömrüm aç gözlerini hadi yapma bunu bana."


"Nuh!" Başımın altında hava yastığı vardı. Kendimi saniyeler içinde sevdiğim adamın kolları arasında buldum ve temiz havanın tenime dokunması gecikmedi. Havadan da iyi gelen bir şey varsa o da Nuh'un alnıma dokunan dudaklarından sızan soluktu.


Defalarca öptü. Hem öpüyor hem taşıyordu. "Kurban olurum seni verene. Çok şükür güzelim. Rabbime binlerce kez şükürler olsun." Sesi yüreğimi titretmeye yetmişti. Ona karşı aşkım ne kadar büyükse kırgınlığımda o kadar büyüktü. Ona hak vermiyor değildim fakat böyle öğrenmeme izin vermemeliydi.


Bir şeyler söylemem için gözlerimin içine bakıyordu. Alnındaki yarayı görünce canım çok yandı. "Nuh başın..."


Dudaklarını yeniden saçlarıma bastırdı. "Bir şey söyleme lütfen. Yorma kendini." Sağ bileğimde şiddetli ağrı vardı ve giderek artıyordu. Öyle korkmuştum ki kollarının arasında bir kuş gibi titriyordum. Yüzümdeki ifadeye bakınca onun da yüzünde acı bir ifade belirdi. "Ağrı nerende Menekşe'm?"


Olası patlama tehlikesine karşın bizi arabadan uzaklaştırıyordu bir yandan da. İyi miydi, başka yarası var mıydı görmek istiyordum. "Nuh," dedim yüzümü yasladığım göğsünden kaldırıp. "İyi misin, başka bir yaran var mı?"


Eğildi ve alnımdan öptü. Kaçıncı öpüşü olduğunu sayamıyordum. Öperken kokumu içine çekmesi ise bütün zincilerimi tek tek kırıyordu. "Ben iyiyim Menekşe'm." Bir ağacın altına benimle birlikte oturdu. "Senin yaran var mı bir bakalım."


Kazağımın eteklerini kaldıracakken bileklerinden tuttum. "İyiyim ben," dedim. "Yaram olsa hissederim ama ayak bileğim iyi değil."


Yanaklarını şişirip sesli bir nefes koyverirken cebinden telefonunu çıkardı. Telefonu görünce bir küfür kaçtı dudaklarından. Ekranı tuz buz olmuştu. "Bir bu eksikti." İçinden hattını alıp fırlattı. "Telefonun çekiyor mu bir bakalım Menekşe'm."


Köyden epey uzaklaşmıştık lakin yola çıkabilirsek bir arabaya denk gelirdik mutlaka. "Yürüyelim," dedim sessizce. "Çantamı almadan çıkmışım." Kaşlarını çatınca yeniden konuşma ihtiyacı hissettim. "Peşimizden geliyorlardır Nuh."


Başını ağaca yaslayıp gözlerini kapadı. Öfkeden boynundaki damarlar kabarıyordu. "Ana yolun tersi bir yola girdim Menekşe. Dayımın yayla evine götürüyordum seni. Yürümekten başka çaremiz yok öyleyse."


Kızgın baktım. "Zorla mı alıkoyacaktın orada?"


Beni kucağından indirmeden hızlıca ayağa kalkınca refleksle boynuna sarıldım. Dudağını anında boynuma bastırdı. "Ne demek zorla güzelim? Karımsın sen benim. Yalnızca biraz sakinleşmeni ve beni anlamanı bekleyecektim." Duraksadı ve gözlerini kaçırarak dudağını ısırdı. "Belki biraz da şey..."


Gözlerini kaçırıyordu fakat başımın kalbine yaslı olduğunu unutuyordu. Hızlanan kalp sesinden o aklından neler geçtiğini anlayabiliyordum. "Biraz da ne?" Sorduğum soruyu fark edince yüzüm yanmaya başladı.


"Belki erken balayı yapabiliriz diye düşünmüştüm."


Dudağımı ısırırken gözlerimi kapadım. O ne kadar konuyu dağıtmaya çalışsada benim göz pınarımda bir damla taşmak için bekliyordu. "Küstüm ben sana," dedim sessizce. "Isparta'ya dönünce boşayacağım ki."


Dudaklarını yeniden alnıma bastırdı. "Ölürüm..."


Ölme canımın içi...


"Yalnız kalmak istiyordum sadece," dedim sessizce. Bunu söylerken kollarım hala boynuna mıh gibi sabitti. Gülecek gibi olunca göğsüne vurdum. "Düşmemek için sarılıyorum seni affetmiş değilim koca oğlan."


"Düşmemek için tutunduğun tek dalın olacağım göz bebeğim. Sen düşme diye ben bir dağ gibi ardında bekleyeceğim." Kırgın yüreğimde bile kavak yelleri estirebiliyordu. Yavaşça ağaçların arasından yola doğru yürümeye başladı. Hava soğuk ve kararmaya yüz tutmuştu. Ormandan gelen sesleri duydukça yüzümü göğsüne daha da fazla bastırıyordum.


Sesini kulağımın dibinde hissedince göğsüm kabardı. "Korkma ben yanındayken güzel karım."


Bir şey söylemeden ayaklarının bastığında çıkardığı sesi dinledim. Ormanın sesine, yüreğinin gümbürtüsüne ve nefesinin nefes kesen esintisine bıraktım incinen bütün düşüncelerimi. Durunca başımı kaldırdım. Yola geçmemiz için önümüzdeki su kanalını geçmemiz gerekiyordu.


"İndir beni Nuh. Böyle geçemezsin."


Kaşlarını kaldırırken başını olumsuz anlamda salladı. "Asker olacağım güzelim ben. Seni mi geçiremeceğim karşıya? Kuş kadarsın zaten."


Kanalın üzerinden atlamak için bir hamle yaptığı anda duyduğumuz silah sesiyle beni bırakmadan geriye doğru savruldu. "Nuh!"


"Eğ kafanı Menekşe!"


"Nuh bize mi ateş ettiler?"


Nuh, dikkatle etrafa bakarken eli başımın hemen üzerindeydi. "Avcı olabilir," dedi ama bir tane daha düşünce yanımıza çığlığım onu harekete geçirdi. Beni yeniden kucağına alırken ormanın içine doğru koşmaya başladı.


"Nuh..."


Sesim korkudan titriyordu. "Korkma yavrum."


"Hey!"


Peşimizden gelen sesi işitince gömleğini sıktım. "Nuh..."


Nuh koşmaya devam ettikçe kurşun seslerinin bir rüzgar gibi üzerimizden geçtiğini işitiyordum. Ona bir şey olursa ben yaşayamazdım. "Kim lan bunlar?"


"Nereye kayboldular?" diye bağırdı bir adam. "Her yere bakın." Bizden ne istiyorlardı?


"Bizim kaçak kuş yaralı galiba abi. Fazla uzaklaşmış olamazlar."


Sesler giderek uzaklaşınca bir anda durduk. Büyük bir taşın altındaki toprak girintisine doğru kayarken sırt üstü düştü. "Nuh!" Elini dudaklarımın üzerine kapadı hemen. Güçlükle kalkınca kucağından indim ve beline sarıldım. Başımızı eğip girintiye doğru girdik. Korkuyla yüzüne bakınca başımı ellerinin arasına alıp göğsüne çekti ve dudakları yine mabeti olmuş alnıma dokundu.


"Korkma yavrum." Bana korkma diyordu fakat bana bir şey olur korkusu onun gözlerine çoktan sirayet etmişti. "Bulamazlarsa giderler." Küfür edecekken parmaklarımı dudaklarına bastırdım. Parmaklarımı yakaladı ve öptükten sonra ağzına aldı. Kalbim yeterince hızlı değilmiş gibi daha da şahlanmıştı. "Menekşe'm bana buradan ne olursa olsun çıkmayacağına dair söz ver."


Korkuyla bakarken gözlerine derince yutkundum. O aklından yine nasıl çılgınlıklar dönüyordu acaba? "Ne demek o?"


Başımı yeniden göğsüne çekince hemen üzerimizden geçen adamların ayak sesleri buz gibi terlememe sebep olmuştu. Öyle ki Nuh'un gömleği avucumda dertop olmuştu. Adım sesleri bizden yavaş yavaş uzaklaşırken fısıldadım. "Bana buradan çıkmayı düşünmediğini söyle canımın içi."


Eğildi ve beklemediğim bir anda dudaklarımdan kocaman bir öpücük çaldı. "Canının içi ölür sana. Menekşe'm sonsuza kadar burada kalamayız. Arabada silahım var. Onu almam gerek. Hem bakalım dertleri neymiş şerefsizlerin."


"Hayır," dedim başımı hızlı hızlı sallarken. "Delirdin mi? Göndermem seni bir yere!"


"Geleceğim güzelim söz veriyorum."


"Hayır," dedim. Neredeyse ağlamak üzereydim. "Hayır dedim anlamıyor musun?"


"Yavrum seninle birlikte çıkamam buradan. Dikkat çekeriz. Silahı almam şart. Geri dönerlerse silahlılar. Koruyamazsam seni ölürüm kızım ben."


"Nuh!" Gözlerim taşmıştı, ağlıyordum artık. Yüzü acıyla kasılınca yüzümü ellerinin arasına aldı yeniden. "Seni çok seviyorum."


"Ağlama Menekşe'm. Dayanamıyorum kızım parçalama yüreğimi." Baş parmağını gözlerimin altında dolaştırdı. Dudaklarıma bakıp yüzüme doğru eğilirken gözlerimi kapadım. Saniyeler içinde dudaklarım dudaklarının arasındaydı. Tüm gücüyle içine çekince bacaklarım titredi. Neyse ki kollarındaydım sırtımı bir dağ gibi yaslayacağım en güvenli yerdeydim. Gözümden akan bir damla dudaklarımızın içine sızınca öpüşü daha da sertleşti.


"Ahh Menekşe'm!" Dudaklarını dudaklarımın üzerinden kaldırmadan tüm nefesini içime üfledi. "Döneceğim. Dönmem gerek. Dönmem şart dağ çiçeğim. Teninden alacaklıyım. Gelmem elzem."


"Çok uzaklaştık canımın içi. Ya arabayı bulamazsan. Kocaman orman." Sözleri, gözleri, gidişi bedenimde harlı bir yangın peyda etmişti. Hislerimizi bilmeden önce taşımak daha da kolaymış meğer. Sevdası, arzusu, teni, kokusu yüreğime ağır gelince anlamıştım. "Bana sağ dönmezsen son nefesime kadar göz yaşım dinmeyecek biliyorsun değil mi?"


"Sen beni her göreve böyle gönderirsen günler geçmez ömrüm. Günler bitmez." Uzunca sarıldı ve ayağa kalkarak aşağıya sarkan dalların arasından geçip gitti. Arkasında elim böğrümde kalakalmıştım.


"Allah'ım sen koru onu kurban olduğum." Arkasından bildiğim ne kadar dua varsa okudum. Mehmet'im her göreve gittiğinde annem ardından Ayetel Kürsi okurdu. 'Zırh,' derdi. 'Kürsi bir müslümanın zırhı. Seninle birlikte yedi komşuyu korur.' Bana öğrettikleri en büyük mirasımdı.


Dakikalar saatlere dönüştükçe tırnaklarımı daha hırsla koparıyordum. Neyse ki silah sesi de işitmemiştim. Buna da şükrediyordum. Sırtımı yaslayıp dizlerimi karnıma çektim. Kasıklarımda ve karnımda derin bir sızı vardı. Özel günümün yakın olduğunu hatırlayınca başımı dizlerime eğdim. "Hayır şu an değil!"


Her şey neden üst üste gelirdi?


Kaç saat geçmişti yanımdan ayrılalı kestiremiyordum. Dönmemişti. Korktuğum başıma gelmişti. Neresinde olduğumu bilmediğim ormanda yalnız kalmıştım ve hava kararmaya yüz tutmuştu artık. Çıksam yaylaya ulaşabilir miydim bilmiyordum. O adamlarla karşılaşma ihtimali deli gibi korkutuyordu.


"Neredesin Nuh? Bana söz verdin."


Bir süre daha bekledikten sonra kalbim sıkışmaya başlayınca gizlendiğim yerden çıktım. Ona bir söz vermiştim lakin burada hiçbir şey yapmadan daha fazla bekleyemezdim. Hava karardığı için ötüşen kuşların sesi artık kulağıma hoş gelmiyordu. Sağıma soluma bakındım. Kuş seslerinden başka bir şey duyamıyordum. Belki de gitmişlerdi?


Geldiğimiz yerden yokuş aşağıya doğru inmeye başladım. Kayıp düşmemek için yavaş adımlar atıyordum. Yerler nemli olduğu için ayağımdaki ayakkabılar kayıyordu. Yaklaşık beş dakika falan yürüdükten sonra gördüğüm şey yüzünden elimi dudaklarıma bastırdım. "Hiğ!" Nuh, elinde silah tutan bir adamın önünde dizlerinin üzerine çökmüştü. Bir ağacın arkasına gizlenip gözlerimi sıktım. 


"Allah'ım sen yardım et."


"O nerede?" diye sordu adam. Ellerini sırtında bağlamışlardı. "Nasılsa buluruz. Öldüğünle kalırsın esker!" Adamın şivesi doğu şivesiydi.


"Size ne lan benim karımdan? Ha! Ecelinize mi susadınız?" Ellerini gevşetmeye çalışıyordu. Nefes dahi almaya korkarken düşmemek için ağaca tutundum. Gözlerimden akıp giden yaşları durduramıyordum. Ona gözlerimin önünde bir şey yapacaklarını düşünmek acıların en beteriymiş. Düşüncesi bile her zerreme felç geçirtiyordu.


Adam birden kahkaha attı. "Ulan eli kolu bağlı! Başında silah dayalı hala ahkam kesiyorsun. Siz eskerler hep mi böylesiniz?"


"Türk Askeri," dedi Nuh dişlerinin arasından. "Türk Askeri diyeceksin it soyu!"


Adam gülmeye devam ederken elindeki silahı alnına daha da bastırdı. Ne yapacağımı düşünürken tam önümde duran silahı gördüm. Bu Nuh'un silahı olmalıydı. Silaha doğru atıldığım esnada onların tarafında bir hareketlilik oldu. Nuh ellerini bir şekilde kurtarmıştı. Adam yüzüne yediği yumruğun etkisiyle sırt üstü düşerken bize doğru diğer adamın bağırarak geldiğini gördüm.


Nuh yanıma ulaştı ve ben iyi olup olmadığını anlamaya çalışırken o belimden yakaladığı gibi bir ağacın arkasına çekti. Sert soluğu yüzüme çarparken soğuktan kıpkırmızı olmuş yüzünü ellerimin arasına almaya çalışıyordum. Şükürler olsun ki yarası yoktu.


Elimdeki silahı alıp adama ateş ederken kulaklarımı kapadım. Bu kadar yakından işittiğim silah sesi kafamın içinde bir uğultuya sebep olmuştu. Zihnime düşen kesik görüntüler mideme bir bıçak olup saplanıyordu. Bir adam vardı. Bir kadını kolundan yakalayıp duvara çarpıyordu. Ben elimi kulaklarıma bastırmaya devam ederken Nuh korkuyla bileklerime sarılmış neyim olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Geçti güzelim. Geçti Menekşe'm."


Yüzümü göğsüne yaslarken adamın acıyla kolunu tutarak elindeki telefona konumunu bildirdiğini gördüm. Nuh beni bir anda kucağına aldı ve yaylaya doğru hızla ilerlemeye başladı. Yayla köyden daha yakındı ve bize yardım edecek birileri kışta olsa olabilirdi. Bu adamların yalnızca iki kişi olmadığına emindim. Nuh'ta benimle aynı fikirde olmalıydı ki bir anca önce ormandan çıkmaya çalışıyordu. Bu adamların peşimi bırakmayacağını hissediyordum bir an önce jandarmaya bildirmemiz gerekiyordu.


🌺


"Nuh doğru yolda olduğumuza emin misin?"


Beni yavaşça kucağından bıraktı ve önümüzde uzanan düzlüğe baktı. Neredeyse dağlara yaklaşmıştık lakin görünürde tek bir ev yoktu.


Elini alnına sürdükten sonra ellerini beline yerleştirip bana baktı. "Sanırım yanlış taraftan geldik Menekşe'm. Bizim köyün yaylası diğer tarafta kaldı."


Giderek şişliği artan ayak bileğime bakıp dudağımı ısırdım. "Çok yoruldun. Kaç saattir kucağındayım Nuh."


"Burada kalamayız. O heriflerin ne yapacağı belli olmaz." Bana sırtını döndü ve bacaklarını hafifçe kırdı. "Sırtıma bin güzelim."


"Ama Nuh!" Sol baş parmağının morardığını görünce uzandım ve elime aldım. "Nuh parmağın..."


"İplerden kurtarırken oldu. Önemli bir şey değil." Gözlerinin içine emin misin der gibi bakınca sırtını işaret etti. "Bin sırtımı güzel karım. Korkma bana hiçbir zaman yük olmazsın." El mahkum kollarımı boynuna sarınca kalçalarımdan kavrayıp doğruldu. Eli tenimdeyken karnımın içinde kelebekler halay çekiyordu sanki. Başını bana çevirip yanağımdan bir öpücük çaldı. "Yüküm şimşir kaşıktır dilo dilo yaylalar."


Bu durumda bile güldürmeyi başarıyordu. Alem çocuk. Bütün kırgınlığımı küskünlüğümü bir kenara itmek istiyordum o böyle konuştukça.


Nihayet başka bir yaylaya ulaşınca girişindeki ilk eve doğru yürümeye başladık. Tek katlı güzel bir evdi. Yayla evinden biraz farklıydı. Daha modern ve daha farklı görünüyordu. Önündeki salıncakta yaşlı bir amca vardı. En az 65-70 yaşlarında duran adam oldukça keyifsizdi.


Kapıdan saçlarında pembe kurdele olan yine aynı yaşlarda bir teyze çıktı. Elinde fincan vardı. Titreyen eliyle dökmemek için büyük bir çaba gösteriyordu. "Sabaha kadar dizlerim ağrıyor diye uyuyamıyorsun huysuz komiserim benim." Teyzenin sesi ve yüzü o kadar tatlıydı ki. Bir an için gençliğinde ne kadar güzel olduğunu düşündüm.


Yaşlı amca elindeki bastonu düzelterek eşinin önüne doğru ağır ağır yürüdü. Oldukça boylu bir adam olmalıydı. Yaşına rağmen kamburlaşmamıştı. "Geliyordum ben de Piraye'm. Ne diye yoruyorsun kendini?"


"O ne biçim laf öyle? Ben sana hizmet ederken ne zaman yoruldum? Yayla havası alalım diye geldik Hakan'ın inadı yüzünden ama soğuk dizlerine iyi gelmiyor."


Nasıl güzel konuşuyorlardı. Nuh omzuma dokundu. "Elli yıl sonra muhtemel sonumuz Menekşe'm."


Onunla yaşlanacağımı düşününce içim bir hoş olmuştu. "Selamın aleyküm," dedi Nuh. İkisi de bizi görünce önce endişe ve merakla baktılar. Teyze aksayan ayağıma bakınca hemen yanıma geldi. "Siz de kimsiniz, yayladan mısınız?"


"Gel böyle iki gözüm." Yaşlı amca eşini arkasına alınca gülümsedim. "Hayırdır çocuklar. Sorun ne?"


"Kusura bakmayın," diyerek lafa girdi Nuh. "Sizi de akşam vakti huzursuz ettik. Kaza yaptık. Daha doğrusu yaptırıldık. Önümüze kapan konuldu. Arabanın hakimiyetini kaybedince fena halde çarptım."


Bana baktı kısa bir an. "Jandarmaya haber vermemiz gerekiyor. Kazadan sonra silahlı saldırıya uğradık. Terörist olduklarını düşünüyorum. Dertlerini bilmiyorum fakat karımla tehdit ettiler beni."


Ters ters baktıktan sonra kaşlarını kaldırdı amca. Cebinden telefonunu çıkartıp kulağına götürdü. "Kimliğini ver bakalım delikanlı."


Nuh şaşkınlıkla yaşlı amcaya bakarken arka cebinden kimliğini çıkardı ve adama uzattı. "Harp akademisinde okuyorum efendim. Bizden zarar gelmez lakin o adamların size bela olmasını istemem. Sadece bizi almaya gelene kadar misafiriniz olmak istiyoruz."


Adam ağır ağır başını sallarken Piraye teyze ile göz göze geldik. Öyle içten gülümsemişti ki ben size inandım der gibiydi. "Ben emekli Amir Ali Ata Aslanboğa delikanlı. Bakalım dediğin doğru mu?" Telefondaki kişiye Nuh'un Tc kimlik numarasını söyledi. Karşı taraftan onay gelince, "Eyvallah kardeşim. Yok yok sorun yok. Çocuklara selam söyle. Heves etmesinler, dizlerim düzelsin emekli de olsam geleceğim Yarkın. Perihan'a selam söyle."


Bize bakıp hafifçe tebessüm etti. "İçeri geçin çocuklar. Piraye'm mis gibi bazlama yaptı. Yerken şu adamları bir anlatın bakalım."


Allah'ım sana şükürler olsun. Amire denk gelmemiz ne büyük bir lütuftu. Üstelik çokta iyi insanlara benziyorlardı. Teyze koluma dokununca basamağı çıkmak için destek istediğini düşünüp koluna girdim. Hafifçe kulağıma yaklaştı. "Nikahlı mısınız gerçekten yavrum? Ali Ata'm pek hassastır da yanlış anlama olur mu?"


Güldüm. Aksine oldukça iyi anlamıştım. "Evliyiz teyzecim," dedim. "Düğünümüze birkaç ay var ama nikahlıyız."


Birlikte içeri girince Nuh ve Ali amca yerdeki minderlere oturdular. Ben Piraye teyzenin yanına gidip onu sandalyeye oturttum. Koskoca kadını kendimize hizmet ettirecek değildim. "Güzel kızım şeker şu üstteki dolapta." Tepsiye şekeri koyduktan sonra içeri geçtim. O da peşimden ağır ağır geliyordu.


Nuh, bazlamaların patatesli olduğunu görünce iştahla gülümsedi. Tam bir patates canavarıydı. İlk önce Ali amca oturdu sonra biz. Piraye teyze eşinin yanına oturunca Ali amca Nuh'un önündeki tabaklara keçi peyniri, bazlama ve biraz da gül reçelinde koyunca elimde olmadan gülümsedim.


Piraye teyze reçele bakıp güldüğümü görüce masumca kaşlarını düşürdü. "Yoksa gül reçeli sevmiyor mu kocan sarı civcivim?"


Nuh, ağzındaki lokmayı yutamayınca öksürmeye başladı. Önümdeki suyu dudaklarına dokundurdum. "Sevmez olur muyum teyze? Ben gül reçeli diye ölmüşüm."


Gözlerinin içine bakıp kalırken kalbim eriyip ona doğru akıp gitmişti. Kıpkırmızı olduğuma emindim. Ali amca öksürünce tabağıma döndüm. Sert ve otoriter bir adama benziyordu. İşi gereği böyle olmalıydı. Bir an için ikisine bakarken içimi eritecek bir hikayelerinin olduğunu hissettim.


Sofrayı kaldırınca Ali amcaya ifademizi vermiştik. Merkezde tanıdıkları varmış. Arayıp bildirmişti. Cihat abimlerle de konuşmuştuk bu süre içinde. Hepsi önce korkudan deliye dönmüştü. Neyse ki iyi olduğumuza ikna ettikten sonra telefonu kapatabilmiştik.


Piraye teyze ayağa kalktı ve elimden tutup arka odalardan birinin kapısına götürdü. "Çarşafları değiştirdim yavrum. Güzelce dinlenin. Ayağının bandajını da çıkarma. Muhtemelen çıkık. Yarına kadar ağrı kesiciler idare eder seni. Kocanı da çağır çekinme. Rahatsız olmadan uyuyun e mi güzel kızım."


Eğildim ve ellerini öptüm. Hayatımda bu kadar güzel kokan


Yaşlı bir kadın görmemiştim. Nenem de kötü kokmazdı lakin genelde elleri yemek, soğan ve sarımsak kokardı. İbadetlerinden arta kalan vaktini mutfakta geçirdiği için kokularla bütünleşmişti ama Piraye teyze yaşıtlarına taş çıkartırdı bakım konusunda. "Allah sizden razı olsun. Size rastlamasaydık ne yapardık hiç bilmiyorum. Ne yapsak ödeyemeyiz hakkınızı."


Elimin üzerine vurdu hafifçe. "Tevafuk güzel şey kızım. Hadi bakalım hayırlı geceler."


Odaya girdikten birkaç dakika sonra Nuh kapıyı çaldı. Piraye teyze yatağın üzerine dizlerime kadar uzanan tozpembe bir gecelik bırakmıştı. Kolları yarımdı. Saçlarımı açıp, "Gir," dedim sessizce.


Nuh içeri girince gözleri doğrudan elbisemin yakasını buldu. Yutkundum. İşte sıkıntılı kısmı burasıydı. Oldukça derin göğüs açıklığı vardı. Beni böyle ilk görüşü olunca yutkundu. Bakıyor gözlerini kaçırıyor sonra yine bakıyordu. "Menekşe'm..."


Yorganı kaldırdım ve altına girdim çekinerek. Piraye teyze onu da düşünmüştü. Gözlerini gözlerimden çekmeden üzerindeki gömleğin düğmelerini açmaya başlayınca kalbim göğüs duvarıma sertçe vurmaya başladı. Son yakınlaşmalarımızdan sonra hissettiklerimle güçlükle mücadele ediyordum.


Gömleği omuzlarından sıyırıp atınca eli pantolonun kemerine uzandı. Başımı çevirdim hemen. Bu kadarını izlemeye hakkım vardı lakin bu kadar sınırsız bir mahremiyeti kalbim kaldırmıyordu. Öte yandan düğüne kadar ona alışmak istiyordum. Alışmak ve tüm mahremiyetimi göstermek. Başka türlü düğün gecesini bayılmadan geçirmem mümkün değildi. 


Yorganı kaldırınca ona doğru döndüm. Pijamaları giymişti ve siyah ona çok yakışmıştı. Yakışıklı bir adamdı ve şu an ki görüntüyü kalbim kaldırmıyordu. Yavaşça uzandı ve yan dönüp bana sokuldu. "Ağrın var mı Menekşe'm?"


"İyiyim," dedim sessizce. "Piraye teyzenin verdiği ilaç çok iyi geldi."


Yüzümdeki saçları kulağımın arkasına sıkıştırıp yüzümü sevmeye başladı. "Kalbindeki yangının farkındayım ömrüm. Neler hissettiğini canının ne kadar yandığını biliyorum. Kızma bana çünkü ben sana doğruluğundan emin olmadığım bir bilgiyi paylaşamazdım. Seni kendimden bile sakınırken ellerimle ateşe atamazdım."


Yine bir düğüm gelmiş yerleşmişti boğazıma. Çok şey söylemek istiyordum fakat ne kadar yersiz olduğunu düşününce susuyordum. Kızsam yıksam döksem neyi değiştirecekti? "Nuh," dedim elimi sakallarına doğru uzatırken. "Uyuyalım canımın içi. Kızgın değilim sana. Senin bir suçun yok. Bir de bunu dert etme kendine olur mu?"


Elimi eline aldı ve avuç içimi uzunca öptü. "Benim tek derdim sensin gül kokan ellerine öldüğüm yarim." Bir kez daha öptü. "Şu ahir ömrümde başıma gelen en güzel şeysin Menekşe'm." Avuç içimi göğsüne bastırdı. "Şu kalbim var ya. Atmaya devam ettikçe senden başkasını almayacak içine."


Bir an için içimde bulduğum cesaretle biraz daha sokuldum göğsüne. Göğsü titremişti yakınlığımdan ötürü. Ayak parmaklarını benimkilere sürtünce güldüm. Gözlerimi açmadan parmaklarımı dudaklarında dolaştırdım. "Benim gözüm ne bundan önce ne de bundan sonra kimseyi görmedi görmeyecek canımın içi."


Yanağımı göğsüne yaslayınca mırıldanmaya başladı. O konuştukça ben ağlıyordum. "Yaslan göğsüme sevdiğim.


Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir. Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir toprak gibidir. Sen ki bulut gibisin ay gibisin güneş gibisin bazen."


"Nuh..."


Yüzümü kaldırıp dudaklarımızı birleştirince kalbimde ufak bir kıvılcım çaktı. Bu kez daha nahifti öpüşü. Elleri elbisemin altına sızarken öpmeyi bıraktı ve kulağıma fısıldadı. "Elbise giymene ölüyorum hatun." Eli bacaklarımdan yukarı tırmanınca göğsüm kabardı. Burnunu göğüs oluğuma yerleştirip kokladı ve öperek geri çekildi. "Çünkü her zerresi öpülesi teninde karış karış gezmemi kolaylaştırıyor."


🌺


Helüüü🤭Biz geldik canımın içleri. Oy ve yorum sayısı çok az😮‍💨🥲 tek kelime de olsa yorum bırakın✨


Genç Piraye ve Ali Ata'nın hikayesi bir önceki bölümün sonunda🤭🫠 okumak isteyenler bakabilir 1scintilla


Yeni bölümde görüşmek üzere🌺


Loading...
0%