Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@aysegulcee1

Kelama ihtiyaç yok; aşk sana figandır...


Şems-i Tebrizi


🌺


Isparta Ekim/2012


Dört yıl sonra...


Altın saçlı Menekşe, annesi olarak kabul ettiği kadının sessiz sessiz ağladığını izledikçe gözyaşlarına engel olamıyordu. Hiçbir şey hatırlamıyordu. Yalnızca annesinin mavi gözlerini. Evi neredeydi, kimin kızıydı hiçbir şey yoktu zihninde. Tek hatırladığı babası olduğunu söyleyen bir adamın onu annesinden ayırdığı.


Süheyla'nın korktuğu başına gelmiş ve Mehmet gittiği operasyonda, Hakkari'de şehit düşmüştü dört yıl önce. Dönerim dememişti giderken. Sanki dönemeyeceğini hissetmiş gibi. Süheyla'sına kendinden bir yadigar bırakarak peygamber ocağına düşmüştü.


Gözü yaşlı küçük kıza bakarken yavaşça gülümsedi Süheyla. Dört yıl olmuştu ocaklarına ateş düşeli ama acısı hala ilk günkü gibiydi. Cihat, Nuh ve Buket Menekşe'nin etrafına oturmuş Menekşe'yi teselli etmeye çalışıyorlardı. Cihat ayağa kalktı ve Menekşe'yi omuzuna attı. "Gel bakalım sümüklü."


Nuh ve Buket ağabeylerini takip ederken Süheyla arkalarından seslendi. "Cihat dikkat edin yengem. Tehlikeli oyunlar oynamasınlar başlarında dur."


"Merak etme yenge."


Beraber gül bahçelerine gitti dört çocuk. Amcasının acısı Cihat'ın da kalbini derinden yaralamıştı. Nuh ve Buket bir şeyin tam olarak farkında değildi. "Ağlama," derken parmağını uzattı Nuh Menekşe'nin yüzüne. "Gözlerin kızardı yine ağlamasana kızım artık."


"Hadi evcilik oynayalım yine." Cihat ve Nuh Buket'e aynı anda itiraz ederken Menekşe ayağa fırladı. "Ben bu kez kül kedisi olmam."


Nuh, elindeki çamuru Menekşe'nin yüzüne sürdü. "Prenses mi olacaksın pasaklı?"


"Nuh!" Cihat kardeşini uyarınca Buket Nuh ağabeyine diklendi.


"Uğraşmasana kızla abi. Hem ağlama diyorsun hem de üzüyorsun."


Nuh, bir koluna Menekşe'yi diğer koluna Buket'i alarak dönmeye başladı. "Hem döverim hem severim kızım ben o da alışsın artık." İkisinin de yanağını ısırınca kızlardan bir feryat koptu.


Cihat, üçünü de neşe ile izlerken annelerinin seslendiğini işitti. "Çocuklar hadi yemek hazır!" Çiçek Murat'ın eşiydi. Dul kalan eltisinin eli ayağı olmuş Menekşe'yi kendi evlatlarından ayırmamıştı. Süheyla'da öyleydi. Birbirlerine elti değil kardeş olmuşlardı.


"Geliyoruz bir tanem." Cihat kardeşilerini önüne katarak eve döndü.


🌺


Isparta/Mayıs 2015


Yedi yıl sonra...


Çiçek, bir tepsi gözleme ile Süheyla'nın evine geçerken çocuklar da ona yetişmişti. Tam bir patatesli gözleme canavarı olan Nuh, annesinin elindeki tepsiden bir tane kaptı.


"Obur," diye kıkırdadı Menekşe.


Nuh, ağzındaki parçayı yutmadan Menekşe'ye laf yetiştirme derdindeydi. "Asker olacağım kızım ben. İyi beslenmem gerek."


Cihat, Nuh'un kafasına vurdu. "Öğleye kadar uyuyanları asker yapmıyorlarmış aslanım." Cihat, yirmi iki yaşında yakışıklı genç bir adamdı. Liseyi bitirdikten sonra sanayide kaportacı dükkanı açmıştı kendine. Üniversite okumak için ne bir adım atmış ne de böyle bir istekte bulunmuştu. Babasına ondan başka kimse destek olamazdı.


Buket on iki, Nuh ve Menekşe ise artık on yedi yaşında bir gençti. Menekşe kız meslek lisesinden mezun olmuş, Nuh'sa gönlüne asker olmanın sevdası düşmüşken liseyi başarıyla bitirmişti. Nuh, cevval bir gençti. Yaşıtlarına göre iri oluşuyla askerlikten başka bir meslek düşünemiyordu Murat oğluna.


Onlar birbirlerinin acısına tutunmuş dört güzel gençti. Kalpleri dünyanın kirli hisleriyle kirlenmemiş pırıl pırıl dört genç...


Süheyla, eltisinin elindeki tepsiyi alıp masanın üzerine koydu. Menekşe annesinin masanın üzerine koyduğu çaydanlığı almış ve bardaklara çay koymaya çalışıyordu. Nuh, yanındaki sandalyeyi çekip otururken Menekşe'nin yanağından makas aldı.


Menekşe, acıyan yanağının etkisiyle bardağı devirince sıcak çay Nuh'un pantolona döküldü. "Yandım anam!" Menekşe ne yapacağını bilemezken Nuh'un dizlerinin önüne eğildi.


Nuh, can havliyle ayağa kalkarken Menekşe yanan yere ellerini sallıyor bir yandan da üflüyordu. "Menekşe dur kızım ya! Üflenir mi oraya?"


"Ay ne bileyim ben. Korkudan akıl mı kaldı?" Sessizce kıkırdadı.


Nuh'un bağırtısına içeriye koşan Murat ve Çiçek, Menekşe'ye bakıp kahkaha attılar. "Ne oluyor çocuklar? Nuh pantolonuna ne oldu evladım?"


Nuh, bir babasına bir Menekşe'ye bakıp kaşlarını çattı. "Çayımı döktüm baba. Çok yanmadı merak etme." Menekşe Nuh'a bakıp dudaklarını birbirine bastırdı.


Cihat, ikisine bakarken kıs kıs gülüyordu. "Abim asker olmadan gitti mi erkeklik?"


Nuh, Menekşe'ye ters ters bakıp evden çıktı. Süheyla arkasından seslendi genç delikanlının. "Oğlum gözleme seversin sen soğutmadan değişte gel üzerini."


Menekşe kırmızı yanaklarıyla çaydanlığı mutfağa götürürken ailenin geri kalanı gülüşerek masaya oturdu. Menekşe mutfak kapısından ailesine baktı. Süheyla, Menekşe on iki yaşındayken her şeyi anlatmıştı. Menekşe yalnızca babasının kim olduğunu bilmiyordu. Mehmet'in onu ormanda bulduğunu sanıyordu. Süheyla, babasının bir terörist olabileceği ihtimalini söyleyerek çocuk kalbine ağır bir yük yüklemek istememişti.


Zaman acımasız bir yuvaydı tartışmasız insanoğluna. Nazik davranmazdı değerini bilemeyen hiç kimseye.


Isparta/Ekim 2016


Sekiz yıl sonra...


Zaman, coşkun bir dere gibi akıp geçmişti dört çocuk için. 29 Ekim cumhuriyet bayramıydı bugün. Evde bir yandan bayram havası varken bir yandan da Şehit Mehmet'in anılarının vermiş olduğu buruk ve endişe çünkü Nuh asker olmaktan vazgeçmiyordu.


Çiçek, bir çınar gibi serpilip gelişen oğluna bakıp iç çekti. Nasıl da yakışacaktı askeri üniformalar oğluna.


Cihat, annesinin omzuna elini koyunca Çiçek sıçrayarak oğluna baktı. Dalgınlığının sebebi Nuh'un amcası gibi asker olmayı seçmesinden değildi yalnızca. Hasta olduğunu öğrenmişti. Rahim ağzı kanseri olduğunu öğreneli yalnızca bir hafta oluyordu. "Cihat," dedi Çiçek Nuh odadan çıkınca. "Anneciğim seninle konuşmam gerek."


Çiçek hasta olduğunu oğluyla paylaşmış ve göğsünde ağlamıştı bir süre. Cihat, ne söyleyeceğini ne yapacağını bilemez bir halde kalmıştı. "Annem," dedi annesinin göz yaşlarını silerken. "Doktor daha başlarda demiş. Şükürler olsun ki bu illetin de bir tedavisi var." Dudaklarını annesinin alnına bastırdı. "Karalar bağlamak için erken daha."


"İlla ki bir gün göçüp gideceğim. Neyse ki gözüm arkada kalmaz ölürsem."


"Anne," diye çıkıştı Cihat. "Bu konuşmayı şimdi yapmayacağız."


"Her anne yapar bunun hastalığımla bir ilgisi yok. Büyüyorsun. Yirmi üçünde genç bir adam oldun. 2-3 sene sonra belki daha erken bir yuva kuracaksın. Demem şu ki."


"Anne ben kardeşlerimi bırakamam."


Çiçek gözü yaşlı baktı oğluna. "Olur mu öyle şey? Diyeceğim şu ki Menekşe... Anneciğim gözünün önündekine sahip çık. O da büyüyor. Hem ne o ele gider ne de sen kardeşlerini bırakabilirsin."


"Anne ne diyorsun sen?" Güldü kendi kendine. "Menekşe öyle mi?" Başını iki yana salladı. "Anne bu konuşmayı ne sen yaptın ne de ben duydum tamam mı?" Yüzünü ellerinin arasına aldı. "Kimse evlenmiyor kimse ölmüyor. Hadi güzel anacığım bizim haytayla Menekşe kızı dershaneye kaydettirmeye götüreceğim. Oyalama beni."


Ayağa kalktılar birlikte. Cihat, annesine sımsıkı sarıldı. "Bir daha aklını da kalbini de böyle şeylerle doldurmanı istemiyorum." Alnından öptü bir kez daha. "Allah seni başımızdan eksik etmesin."


"Amin." Sessiz ve güçsüz bir amindi Çiçek'in dudaklarından dökülen. Ona bir şey olursa dört çocuğuna kim bakardı, kim annelik yapar, kim onun gibi bağrına basardı? Çaresizce omuzları düştü. Ölümü kim geciktirebilmişti ki?


🌺


Elinde bir romanla kara dut ağacına yaslanmış kitap okuyordu Menekşe. Evdeki kalabalığı, gürültüyü çok seviyordu lakin bazı anlarda yalnız kalıp düşünmeyi de seviyordu.


Düşünmek ve hayal kurmak. Başını ağaca yaslayıp güldü kendi kendine. "Dilin olsada konuşsan dut ağacı." Bir yıldır içinde tuttuğu ne varsa ona anlatırdı. Başka kimseye anlatamazdı yüreğindekileri. Kimse onu anlamazdı.


Öyle nahif öyle kırılgan bir kızdı ki hissettiklerini kolaylıkla birine anlatması mümkün değildi. Saklıyordu işte öylesine. Göğüs kafesinin içinde umutla büyütüyordu beyaz güvercinini. Kafasındaki düşünceleri susturup kucağındaki kitaba devam etti.


Kitapta birbirini seven iki kişinin yan yana geldiği bölüme gelince sessizce kıkırdadı. Okurken bile yanakları al al oluyordu. Okuduklarını bir gün yaşayacağını düşünmesi bile kalbine baş edemeyeceği bir heyecan veriyordu.


"Yine saklanmışsın kuytu köşelere Menekşe'm."


Nuh'un sesini işitince elindeki kitabı kapadı ve heyecanla arkasına sakladı. Nuh içinde aşk barındıran kitapları görünce olur olmadık şeyler söyleyip onu utandırıyordu. "Ne okuyorsun sen bakayım?"


"Ya Nuh lütfen!" Şimdiden yanakları kızarmaya başlamıştı bile. "Yine dalga geçeceksen..."


"Geçmeyeceğim söz," dedi Nuh. "Vallahi çiçeğim hadi göster. Güzelse ben de okurum."


Genişçe güldü. "Sen ne anlarsın ki sevdadan."


Nuh afallamış bir ifadeyle Menekşe'ye bakarken yüzünü yavaşça ellerine eğdi. "Anlarım belki ne biliyorsun?"


"Sarah Jio Yağmur Sonrası okuyorum. Bir askerin ve bir hemşirenin aşkını anlatıyor ama sonu beni üzecek gibi."


Yüzünü kaldırıp omuzlarını düşürdü. "Üzüleceksen okuma."


Menekşe arkasına sakladığı kitabı Nuh'a doğru uzattı. "Bir gün ben de böyle bir sevda yaşayıp kendi hikayemi yazacağım canım Nuh'um."


Nuh, Menekşe'den ilk kez duyduğu bu sözlerle sarsılırken başını yavaşça salladı. "Umarım kalbini layıkıyla taşıyabilecek bir adama verirsin dağ çiçeğim."


🌺


Beğendiyseniz eklemeyi unutmayın❤️🙏


Loading...
0%