Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10.Bölüm

@aysegulcee1


Aşık olmak bir nevi kaybolmakmış. Bunu, onun gözlerine çekilirken anladım. Yolumu kaybetmiş kim olduğumu ve ne için burada olduğumu unutmuştum.


Kalbinin izbe sokaklarına kör kütük dalarken ruhumu zindanlarının bekçilerine teslim etmiştim.


***


Ufak bir pencereden sızan ay ışığı etrafımı görmeme yetiyordu. Bir saat olmuş olmalıydı. Burası basık ve rutubetliydi. İçerideki küf kokusu midemi bulandırıyordu. Küçük pencere bir hayli yüksekteydi oradan kaçamazdım, üstelik sığabileceğimi de pek sanmıyordum.


Burası tam anlamıyla zindandı.


"Çıkarın çabuk beni!" diye bağırdım. "Kaba herifler burası gerçekten korkunç!" Yumruğumu duvara vurdum. Elimin acısı ile sızlanırken bu yumruğun aynısından ona bir kez daha atmam gerektiğini düşünüyordum.


Duvarların boyası dökük döküktü. Tavanlarından aşağıya doğru sızan yeşil sıvı midemi bulandırırken Peşrev'e olan öfkemi diri tutuyordu.

Şu hale bakın. Günlerce peşimden koşup beni böyle bir yere tıkması ne hoştu değil mi?


"Medeniyetsiz herifler!" diye bağırdım bir kez daha. "Siz de hiç centilmenlik yok mu?" Burnumu çektim. "Geber Peşrev!" Bir fırt daha. "Hayvanlar yerine seni avlamalılar."


Sırtımı, önümde duran demir parmaklıkları görebileceğim şekilde buz gibi duvara yaslayıp dizlerimi karnıma çektim. Bu şekilde daha az üşüyordum. Aklı sıra bana ceza veriyordu kaçık herif. Kabul ediyorum ki açlık beni bir hayli zorluyordu.


Üzerimdeki kıyafetler neredeyse kirden gözükmeyecek bir haldeydi. Beyaz tişörtüm griye dönerken yeşil eşofman altımda yırtıklar oluşmaya başlamıştı. Ben bunları hak edecek ne yapmıştım düşünmeden edemiyordum. Kirliydim fazlasıyla. Vücudum kirden kaşınmaya başlamıştı. Bu ceza evinde banyo olup olmadığına dair en ufak bir fikrim yoktu.


Uykusuzluğum baskın geldiğinde çantamı başımın altına koyup ayaklarımı karnıma doğru çektim. Buz gibi küf kokan beton zeminde cenin pozisyonu alırken babamın saçlarımı okşadığını hayal ettim. "Ah baba," diye mırıldandım kendi kendime. "Kızın sersefil bir halde." Üzülüyordum. Üzüntüm en çokta onları boş yere ümitlendirmiş olmaktandı.


Şimdi nasıl da gururlanıyordur evin baş köşesinde duran kahverengi koltuğunda sigarasını tüttürürken. 'Ayşe Sultan,' diyordur. 'Gördün mü benim yetiştirdiğim kızı!'


"Ya baba! Gör kızını. Poposunda pireler dolanıyor!" Polis olmayı uzun bir süre önce rafa kaldırmıştım. Ne diye kabul ettim ki o anlaşmayı imzalamayı?


Acınası bir haldeydim. Aç, susuz ve yorgun. İçimin geçtiğini hissettiğimde sanki izleniyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Uykum fazla hafifti ve bu benim en büyük problemlerimden biriydi. Burada fazladan bir nefes daha vardı.


Yüzüme vuran sıcak nefes yüzünden gözlerimi hafifçe araladım. Gördüğüm kişi dişlerimi sıkmama ve ellerimi yumruk yapmama sebep oldu. Ne halde olduğumu görmeye gelmiş hiç utanmadan.


Bakışlarım yüzüne kaydığında kaşlarım çatıldı. Dudağının kenarındaki yaranın bu kadar berbat bir halde olmadığına emindim. Oldukça büyük duruyor ve hafiften kan sızıyordu çenesine doğru. Yarasına bakarken içimin bir tuhaf olduğunu hissettim. Yüzüne doğru gayriihtiyari kalkan elimi yumruk yapıp geri çektim. İçimden bir ses senin neyin var kadın diye bas bas bağırıyordu.


Keyifli bir gülümseme ile bana bakmaya devam ettiğini fark edince ciddi bir ifade ile baktım yeniden. Eğilmişti ve tek dizi yere temas ediyordu. "Dudağımın pansumana ihtiyacı var körpe ceylan."


Kaşlarım gayriihtiyari kalkarken ona ciddi misin der gibi baktım. Bunu ona söylediğimi hatırlamış olması istemsiz gülümsetmişti. Boğazımı temizleyip yüzümdeki saçma gülümsemeyi yok etmeye çalıştım. Ona hala öfkeliydim, güvenmiyordum ve en önemlisi o da onlardan biriydi. Gardımı bu kadar çabuk indirmesine izin vermeyecektim. "Neden geldin?" diye sordum. "Bu arada dudağın berbat görünüyor."


Parmağının ucunu yarasına dokundurdu ve yüzlerimiz arasındaki mesafeyi artırdı. "İyi iş çıkardın gönül kuşu." Alaycı bir ifade ile güldü. "Düşmanına vurur gibi vurdun hem de hiç acımadan."


Bu daha bir başlangıçtı. "Düşmanımsındır belki!" Daha fazlasını da yaparım demekti bu. Gözleri anlık gözlerimi buldu ama soluklanması uzun sürmedi. Üzülmüş müydü? Neden peki? "Neden geldin?"


Üzülmemeliydi, hatta benden uzak durmalıydı. Gözü sürekli hücrenin girişindeydi. Bizi dinleyip dinlemediklerinden endişe ediyor gibiydi bakışları. Bir elini demir parmaklıkların üzerine koydu. "Dedim ya dudağımın pansumana ihtiyacı var."


"O olmayan beyninin de otopsiye ihtiyacı var," dedim öfkemi anlamasını umarak. "Önceliklerini düzgün belirlemelisin. Oradan bakıldığında hemşireye mi benziyorum?"


Oturduğu yerden biraz daha bana doğru kayınca hızla doğruldum. Hop! Orada dur bakalım yakışıklı.


Ufak pencereden içeriye sızan ışık, elmacık kemiğinde duran madeni para büyüklüğündeki morluğu fark etmemi sağladı. "Haklısın gönül kuşu," dedi. "Beynimin fena halde otopsiye ihtiyacı var."


Parmaklarımı yüzüne doğru uzattım. "Sen," dedim sesimi kısık tutarak. "Kavga mı ettin?"


O amir değil miydi? Güldü. Gülüşü oldukça kısa sürdü. "Ben kavga etmem Ova. Burada benimle kavga edebilecek tek bir adam var o da Damian."


O halde o sinir bozucu herifle kavga etmişti. Peki ama neden? "Onunla mı?"


Başını evet anlamında salladı. "O yarışmaya katılanlardan sorumluydu. Burada ise tek yetkili benim." Bizi o eğitecekti.


Sanki aklımdan geçen soruyu anlamışçasına konuştu. "Bizim aramız pek iyi değildir. Devamlı didişiriz. Küçük bir antrenman da diyebiliriz. Ağzı bu ara pek hoşuma gitmeyecek şeyler söylemeye başlamış."


Kapının önünde ufak bir hareketlilik oldu. Dikkatim o yöne çekilirken kapı açıldı ve içeriye doğru birinin yürüdüğünü fark ettim. Ona baktığımda endişeye kapılmış gibi bir hali olmadığını gördüm. Bıkkın bir nefes verirken sanki kimin geldiğinden haberdar gibiydi.


Bir dakika içeriye girenler iki kişiydi. Parmaklıkların önünde duran iki adam, Peşrev'e bakıp bakıp gülüyorlardı. Leo'ya ve Maksut'a bakıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu adamlar kesinlikle göründükleri gibi değillerdi. Buna kalıbımı basarım.


Maksut, diz çöküp yerde oturan arkadaşının göz hizasına geldi. "Usta," dedi gülmeye devam ederken. "Pansuman nasıl geçti? Anatomi mi çalıştınız yoksa?" Sağlık bilgisi gözlerimi yaşarttı.


Peşrev, dişlerini sıkarken Leo tek kaşını havaya kaldırdı. "Ne anatomisi oğlum? Baksana dudağı hala kanıyor. Pansuman sert geçmiş anlaşılan."


Büyük bir öfkeyle onları izlerken Peşrev öne doğru atıldı. Elini parmaklıklardan geçirip Maksut'un ensesinden yakaladı ve başını parmaklıklara çarptı. "Dışarı da sorduğum soru geçerliliğini hala koruyor hayvan herif!"


Güldüğümü görünce bana doğru döndü ve kaşlarını çatıp küçük bir çocuğu azarlar gibi baktı. "Ova," dedi Leo birkaç adım uzaklaşırken. "Bu kaçık herif sırf sana pansuman yaptırmak için Damian'dan dayak yedi."


Ne? 


Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp Peşrev'e döndüm. Kaşları çatık bir halde bana bakarken bakışlarını arkadaşına çevirdi. "Leo! Tek bir kelime daha edersen şimdi sen de benden yiyeceksin."


Leo, ağzına hayali fermuar çekip Maksut'u ensesinden tutup ayağa kaldırdı. "Okey'e gitmek için seni bekliyoruz. Pansumanı kısa tutarsan seviniriz." Buralarda gidilecek yerler mi vardı?


"Birazdan geliyorum kaybolun."


İki adam, hücreden çıkarken aramıza mesafe bırakarak yanımdaki boşluğa oturdu. Derin bir nefes aldım. Şimdi bu heriften bir şey isteyecektim ve bu benim için hiçte kolay değildi. "Peşrev," diye fısıldadım. "Soya ve Orion'u görmek istiyorum. Hücre cezam daha ne kadar sürecek?"


Başını yavaşça bana doğru çevirdi. "Sabaha görürsün," dedi. "Buradan çıktığında ilk işin revire gelmek olacak."


Öfkeyle doğrulup karşısına geçtim. Pansuman konusunda ciddi miydi? "Ne işim var revirde?"


İçinde tuttuğu soluğunu bezmiş gibi bıraktı. "Hemen kudurma. Konuşacaklarım var seninle. Hem konuşurken şu yaralarına da bir şeyler sürersin. Berbat görünüyorsun? Ne diye hemen saldırıyorsun ki?" Yavaşça saçlarını kaşıdı. "Burada sizi zor günler bekliyor Ova. Sana buradan kurtulma şansı verdim. Ne diye gelirsin ki?"


Başını iki yana öfke ile salladı. Bunu bana doğrudan söyleseydi hiçbirimiz burada olmayacaktık belki de. "Sizi," dedim kendimden emin bir sesle. "Öğrenmeden önce uyarsaydın burada olmayabilirdim." Gözlerime öyle bir baktı ki kaçırmak zorunda kaldım. Söyleseydi geri döner miydim? Gözleriydi beni bu yere sürükleyen. "Buradayım," dedim. "İşime gelmezse kaçarım!"


Sıktığı yumruğunu demir parmaklıklara vurunca ufak bir çığlık attım. "Vahşi!"


"Kaba herif," diye mırıldandı. Öfkelenmişti. "Buradaki herkes benden daha kaba Ova."


Burun kemerini sıkarken omuzları pes etmişcesine düştü. "Anlamıyorsun değil mi?" O benim için gerçekten endişe ediyordu. "Özel bir time ait olmak asker olmak zor iş. Hiçbir zaman tam anlamıyla güvende olmayacaksın demek. Eğitimlerden geçme ve başarısız olup evine dön Ova."


Ellerini serbest bıraktı ama bana bakmadı. Kendimi onun kafesine girmiş körpe bir ceylan gibi hissediyordum ilk kez. Biz onların inine girmiştik değil mi?

Anne ve babamın özlemi yüreğimde büyürken verdiğim karar fazla büyük geliyordu sırtıma. Annem polis olmamı hiçbir zaman istememişti. Babam da can güvenliğim olmadığı için ilk kez anneme katılmıştı.


"Neden o broşür bana ulaştı o halde?" Madem buradan gitmemi istiyordu neden çıktı karşıma? Neden ben o başvuruyu yaptım?


Başını yerden kaldırıp öyle üzgün baktı ki bu bakışı yüreğimi titretmeye yetmişti. "Sorma," dedi mırıltıyla. Ne demek sorma? "Kalma burada."


Nasıl bir saçmalıktır bu? "Bu," dedim titreyen sesimle. "Bu kal demek gibi sanki." Kaşları düz bir çizgi halini aldı. "Gitmemem için bana yalvarıyor gibisin koca adam."


"Güzelsin," dedi. Sanki bundan rahatsızlık duyuyordu. Parmaklarını saçlarından geçirirken hayretle onu izliyordum. "Çok güzelsin ve buradasın. Burada olman kendimi çok boktan hissettiriyor."


Korktuğu neydi? Kendinden mi korkuyordu buradaki diğer erkeklerden mi?


Burnunu çekti ve sırtını demir parmaklıklara yasladı. "Bir gün beni öldürmek isteyeceksin." Kalbim öfkeden mi yoksa bu adamın yanında olduğum için mi böyle deli atıyordu bilmiyordum. "Seni koruyacağım gönül kuşu," diye fısıldadı. "Seni her şeye rağmen yetiştireceğim." Bedeninin ağırlığını yaslandığım demirlerden çekti ve yavaşça fısıldadı. "Seni geri döndüğüne pişman edeceğim. Bana bu azabı yaşattığın için sana çektireceğim."


Göz göze gelince yavaşça yutkundum. Ondan korkmuyordum ve söylediği gibi bir adam olmadığını biliyordum. Bazen tek bir bakış yeter birini tanımaya. Söylediği her sözü soluksuz dinlemiştim. O farklıydı ya da öyle davranıyordu bilmiyorum ama ilginç bir şekilde güven veriyordu. "Beni kafese koyamazsın. Kendimi koruyabilirim sana ihtiyacım yok."


Başını iki yana sallarken burnundan soludu. "Sabır! Ya Sabır. Burada kuralları ben koyarım. Hele ki erkeklerin kaldığı odaların on metre ötesinde bile görmeyeceğim. Yani hiçbirinizi. Şimdi al şunu..."


Şaşkınlıkla cebinden çıkardığı sandviç ekmeğine baktım. Bana yemek mi getirmişti? Hem de gizlice. Gülümsememe engel olmak için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Teşekkür ederim." Bu gerçekten hoşuma gitmişti.


'Hey!!' diye bağırdı bir ses. 'O düşmanımız unuttun mu?' Unutmama izin vermiyordu ki bu adam. Bana karşı ne kadar koruyabilecekti öfkesini oldukça merak etmeye başlamıştım. Burası belki de eğlenceli olabilirdi. "Önemli değil. Beni dövmen karşılığında seni doyurmuş olmama mutlu olmalısın."


Yavaşça yeniden bana doğru yaklaşacakken sınıra yaklaşmışçasına durdu. Aramıza bir sınır mı çiziyordu? Gözlerini kısarak bana bakarken dikkatle onu izledim. Bunu bizi zorla buraya tıkan bir adam mı söylüyordu? Birkaç saniye konuşmadan baktı ve derince bir nefesi içine çekti. "Benden uzak durmaya mı karar verdin koca adam?"


"Aramızdaki mesafeyi hatırlatmaya çalışıyorum diyelim." Alnını kaldırdı. "Güzelsin ve beni etkiliyorsun bunu inkar edecek değilim."


"Beni takip ederken böyle düşünmüyor gibiydin."


Güldü. "O duvarlarımın içine girene kadardı." Burnunu çekti hızla. "Sana yaklaşmadan seni koruyamazdım."


Çenemi dikleştirdim. Alay edercesine bakıyordu. "Korumana ihtiyacım yoktu."


Kahkaha attı bu kez. "Bu çok belli oluyordu gönül kuşu."


İçerinin buz gibi etkisine rağmen sözlerinin büyüsü ile savrulan bedenim oradan oraya sürükleniyordu. Burnunu yukarı kaldırdım. "O halde beni rahat bırak ve uzak durmaya devam et." Keyifle gülümsediğini görünce kaşlarımı çattım.


Elini ensesine sürdü. "Amirin olarak," dedi. "Bunu yapmak pek mümkün değil."


"Öyle olsun," dedim yerinde sabit duramayan gözlerimi kısarken. "Şimdi yalnız kalmak istiyorum amirim." Biraz huzura ihtiyacım var. Günlerdir ne kadar hırpalandığımı görmemiş miydi bu adam? Neden rahat bırakmıyordu beni?


Hiçbir şey konuşmadan birbirimize bakmadan beklemeye devam ederken başımı yerden kaldırdım. Bakışları karşıdaydı. "Sabaha kadar burada kalmak istemiyorum Peşrev." Sesim oldukça uysaldı. Belki onu kandırıp buradan çıkarmasını sağlayabilirim.


Aynı mesafede durmaya devam etti. "Emirlerimi sorgulamak gibi bir huyum yok." Güldü. "Burada bir itibarım var körpe ceylan." Başını iki yana salladı. "Bana öyle bakma ne yapmaya çalıştığını biliyorum."


Nefesimi sesli bir şekilde bıraktım. "Ne halin varsa gör ve beni rahat bırak." Az önce uzandığım yere geçip sırtımı demir parmaklıklara yasladım. "Eğitimler dışında görüşmeyelim mümkünse."


"Bak işte o mümkün değil. Canım seni görmek istediğinde buna kimse engel olamaz." Kollarını göğsünde bağladı. "Ve muhtemelen seni görmek isteyeceğim."


Gözlerimi devirerek başımı yeniden çantamın üzerine bıraktım. Baktı, baktığını hissediyordum. Ben de ona bakınca başını yaslamaya devam ettiği demir parmaklıklara sert bir yumruk indirdi. İrkilirken dudaklarımdan ufak bir çığlık döküldü. "Ay!" Sanırım bu bana vuramadığı o yumruktu. Ani değişen ruh halinden korkmadım değil.


Gözlerini gözlerimden ayırmadan fısıldadı. "Asıl meseleye gelirsek havalı bir girişti Ova Hünerli. Beni her gördüğünde yumruk atmak isteyişinle ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum. Sana küçük bir uyarı. Bunu eğitimlerde bir daha sakın yapma."


Ama ne güzel konuşuyorduk biz tatlı tatlı. Nereden gelmişti şimdi bu aklına? Güldüm, güldüğümü görmesi daha da öfkelendirdi. Hak etmişti öyle değil mi? Elimdeki sandviçi işaret ederken kapıya doğru yürüdü. "Ye onu. Miden fena halde gurulduyor! Sabah revirde olman konusunda ciddiyim. Maksut'tan ilk yardım malzemeleri alabilirsin."


Kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Emredersin vahşi adam. Aç değilim bu arada."


Omuzlarının üzerinden bana doğru baktı. "Amirim diyeceksin gönül kuşu. Vahşi adam değil." Kıvırta kıvırta yürürken mırıldanmaya başladığı şarkı kudurmama yetmişti. "Öyle uzaktan uzaktan uzaktan hiç dokunmadan nasıl da bağladım seni?" Tek elini havaya kaldırdı.


Katil herif! Şarkıyı yanlış söyleyerek resmen katletmişti. "Öğren de gel aslanım," diye bağırdım. "Öğren de gel..."


Beni, karanlığın ortasında öfke ile bıraktığında duvarın dibine çöküp elimdeki ekmeğe baktım. Onu yiyecektim, açlığıma karşı koymam mümkün değildi. Gereksiz gurur yapmamayı iyi bilenlerdendim. Beni düşünmesi, bana bu kadar iyi olması beni korkutuyordu. Korkunun sebebini bilmiyordum. Ona bağlanmaktan korkuyordum belki de kim bilir?


Ekmeği üç ısırıkta mideme indirdikten sonra tatlı bir uykunun pençesine düşen gözlerimi yavaşça kapadım ve yarını düşündüm. Peşrev haklıydı, bizi burada gerçekten zorlu günler bekliyordu.


***


Evet bölüm nasıldı. İlk bölümler düzenlendi. Kurguda ufak tefek değişiklikler oldu💕


Kurgu nasıl ilerliyor?


Beğeni ve yorum yapmayı unutmayın gönül kuşlarım💕🙈

Loading...
0%