Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11.Bölüm

@aysegulcee1

 

 

Attığı adımlar uzun ve karanlık koridorda yankı yaparken siyah botları öfkesiyle ritim tutarak gıcırdıyordu.

 

Peki ben ne yapıyordum? Burnundan soluyarak giden adama gülerek bakıyordum. Aslan gibi kükrerken kedi gibi miyavlamaya başlıyorlardı bunlar. Döndü ve ellerini iki yana açtı. "Allah aşkına nasıl bir kadınsın sen böyle?"

 

Önümde burun deliklerini kabartarak duran adama bakıp burun kıvırdım. Nasıl bir kadın olduğum onu ilgilendirmiyordu. Gitmemek için bin tane bahane uydurduğumdan bana karşı gösterdiği sabrı tükenmişti belli ki.

 

Maksut'un bütün ısrarlarına rağmen onunla revire gitmemek için direniyordum. Soya ve Orion'u görmeden asla o vahşi adama pansuman filan yapmayacaktım. Yanından geçtiğimiz duvara yumruk atınca kapıya doğru yürümek zorunda kaldım. Yine de bütün gün burada kalamazdım değil mi?

 

"Sen adamı katil edersin!" diye söyleniyordu önden önden yürürken. "Tam bir baş belasısın." Benimle konuşurken ses tonunu alçak tutmazsa bir yumrukta o yiyecekti.

 

Yürümeye devam ederken, "Düzgün konuş benimle," diye bağırdım. Koridordan geçen eşofmanlı adamlar bana ilk kez kadın görmüş gibi bakıyorlardı. "Söyle o vahşi amirine ayağına gitmeyeceğim."

 

Durdu ve bir anda beni köşeye çekti. Kolumdaki eline öfke ile bakarken, "Birincisi Peşrev benim liderim değil. İkincisi, burada herkes onun ayağına gider! Üçüncüsü bir amir hakkında böyle konuşmak kaç yıldan başlar istersen söylemeyeyim," diye üzerine basa basa uyardı.

 

Omuzlarımı oynatınca sesli bir nefes koyverdi. Soğuk upuzun koridoru yürürken kahvaltı için yemekhaneye akın eden adamlara çarpmamaya özen gösteriyordum. Burası erkekler koğuşuna gidiyor olmalıydı çünkü tek bir kadına rastlamamıştım.

 

Duvarların geneli gri renkliydi. Bu da içerinin karanlık olmasına sebep olmuştu. Ürkütücü görünüyordu. Yanımda Maksut olduğu için uzaktan bakmaktan başka bir şey yapan olmamıştı. Duvarların üzerlerinde döküntüler vardı ve bomboştu. Ne bekliyordum ki? Bu Nazi kampından farkı olmayan yerde manzara resimleri mi olacaktı?

 

Yanımızdan hızla geçen adamlar sanki kalan son yemeğe ulaşmak istercesine aceleciydi. Bir tanesinin omzuma sertçe çarpmasıyla hafifçe sağa doğru savruldum. Acı ile omzuma bakarken bunun Sam olduğunu gördüğümde parmak uçlarımdan beynime hızla dolaşan kan öfkemi arşa çıkarmıştı.

 

Omuzlarımın üzerinden ona bakmaya devam ederken Maksut uyardı. "Acele et Ova! Şu deliyi sabah sabah bana bulaştırma."

 

Ne yapabilirdim ki? Bu karanlık ve uzun koridor bir türlü bitmiyordu. "Tamam!" Ellerimi havaya kaldırdım. "Geliyorum."

 

Öte yandan Sam için kafamda hain planlar kuruyordum. Upuzun koridor bittiğinde önümüzde ikiye ayrılan başka bir koridor çıkmıştı. Koridorlardan biri kısaydı ve içinde bir sürü kapı vardı. Sanırım bu kısım yetkililerin odasına aitti. Labirenti andıran bu yer itiraf etmeliyim ki pek hoşuma gitmemişti.

 

Sağ tarafta kalan ikinci kapının önünde onu gördüm. Eli belindeydi ve doğrudan bize bakıyordu. Altında yine o yeşil pantolondan ve üzerinde herkesin giydiği yalnızca rengi diğerlerine göre koyu olan yeşil tişörtten vardı. Peşrev'le bir süre birbirimize bakarken solda kalan koridordan tanıdık bir sesin ismimi telaffuz ettiğini duydum.

 

Bakışlarım sesin geldiği yöne gayriihtiyari çevrilirken bana doğru hızla gelen Orion'u gördüm. Onu gördüğüme bu kadar sevineceğimi düşünmezdim. Koşarak dibimde bittiğinde kocaman kollarını belime sardı ve beni havaya kaldırdı. Etrafında döndürürken onu uyarmaya çalıştım çünkü Peşrev Orion'a öldürecek gibi bakıyordu. "Orion!" dedim sesimi ona duyurmaya çalışırken. "Bana sarılmayı bırak."

 

Ayaklarımı yere bastırırken, "Ova," dedi. "Affedersin ama seni görmek çok güzel."

 

Onu görmekte öyleydi. Peşrev'e kısa bir süre baktıktan sonra tekrar Orion'a döndüm. "Soya nerede, o nasıl?"

 

Tepemizde bekleyen Maksut'a kaşlarını çatarak baktı. "İki gündür sadece eğitimlerde görüyorum. Dışarıda kalmaktan hoşlanmadığı için biter bitmez odasına kaçıyor." Endişesi kahverengi gözlerine yerleşmişti.

 

Elini tuttum. "Merak etme artık yanındayım. Onun için endişe etmene gerek kalmayacak."

 

Sözümü bitirmeme Maksut'un araya karışan sert sesi oldu. "Hadi acemi! Mesai başladı ne bekliyorsun?"

 

Yavaşça yutkundu Orion. Dağınık kaşlarını yukarı kaldırıp, "Emredersiniz amirim!" dedi ve bizden uzaklaştı. Buraya ne çabuk adapte olmuşlardı?

 

Kollarımı göğsümde birleştirdim. Peşrev yerinde değildi. Belli ki beni odasında bekliyordu. "Sen de kız," dedi beni sinir etmek istercesine. Uzun, kahverengi saçlarının bir kaçını örmüş ve bu da ona oldukça ürkütücü bir hava katmıştı.

 

Çenesinden aşağıya doğru uzanan keçi sakalı uzun zamandır merkeze inmediklerinin göstergesiydi. Kaşının birinde kesik vardı ve gözleri baygın bakıyordu. Oldukça iriydi, Peşrev'den bile. Güreşçiye daha çok benziyordu.

 

Bu dev adamlarla ne yapacağımı bilmiyordum. Peşrev'le uğraştığım yetmiyormuş gibi birde ekürileriyle baş etmeye çalışıyordum. "Kim o? Soya'nın sevgilisi filan mı?" İşte bu onu hiç ilgilendirmiyordu.

 

Soya'nın adını telaffuz ederken yüzüne yerleşen ifade beni biraz şaşırtmıştı. Ondan hoşlanmamıştı değil mi? "Evet öyle!" Revire doğru yürümeye başlarken arkamdan sabır çektiğini işittim. Keyifle gülümserken kapının önünde durdum. Maksut, pansuman malzemelerini elime tutuşturmuş ve yanımdan uzaklaşmıştı.

 

Giderken elini havaya kaldırdı. "Yazık olacak öyleyse onlara," dedi. "Bol şans güzel kız!"

 

Elim, odanın altın renkli kulpunda beklerken bedenimde hissettiğim kıvılcım şimşeğe dönüşmek için hazırda bekliyordu. Derin bir nefes alıp kapıyı yavaşça araladım. Bu adamın sınırlarında olmak bile kafamın karışmasına sebep oluyordu. Ormandaki karşılaşmalarımızda daha rahattım çünkü o zamanlar kim olduğunu bilmiyordum.

 

Yavaşça başımı içeriye doğru uzattığımda onu göremedim ilk önce. Nerede olduğunu anlamak için içeri girdim ve elimdekileri sedyenin üzerine bıraktım. Karanlık ve basık bir yerdi. Kullanılmadığı anlaşılıyordu. Küçük, perdesiz pencereden içeri sızan günışığı aydınlatmaya yetmiyor gibiydi.

 

Köşede metal bir dolap ve ortada tek kişilik bir yatak duruyordu. Yatağın başında serum askısı ve oksijen sistemi vardı. Hemen yanında üzerinde bir lamba ve dağılmış dosyalar olan bir masa... Yerler koyu renkli ve yatağın kenarında yine metalden küçük bir ejeter vardı. Ejeterin üzerindeki çerçeve dikkatimi çekince doğrudan oraya ilerledim ve çerçeveyi elime alıp incelemeye başladım. Bu çerçevenin burada ne işi vardı ki?

 

Sarışın çok güzel bir kadına aitti çerçevenin içini süsleyen fotoğraf. Fotoğraf oldukça eskiydi. Beyaz bir elbise vardı kadının üzerinde. Bana olan benzerliği göz bebeklerimi irileştirirken kaptanın sözleri yankılandı zihnimde. 'Oğlum doğrudan seni bulacaktır,' demişti. Sarı saçlarını iki yandan örüp göğüslerinin üzerinden sarkıtmıştı.

 

Bunun sebebinin annesine ikizi kadar benzemem olduğunu öğrenmem, yüreğimin köhne bir köşesini sızlatmıştı. Ölmüş müydü annesi, görmüyorlar mıydı birbirlerini? Annesi, Peşrev'in yarasıydı bunu daha iyi anlamıştım. Fotoğraftaki kadına bakarken dalmıştım. Burnuma dolan taze şampuan kokusu irkilmeme sebep oldu. "Annem," dedi sert sesi. "Adı Pare."

 

Aramıza mesafe bırakarak geri çekildim. Annesi Türk, babası yabancı olmalıydı. Bu da bu kadar güzel Türkçe konuşmasını açıklıyordu. Ne zamandır bu görevi yapıyordu merak ediyordum lakin ona bunu sormak istemiyordum. Bilakis onunla ilgilendiğimi düşünmesini istemiyordum.

 

"Güzel kadınmış," dedim elimdeki beyaz çerçeveli fotoğrafı ejeterin üzerine bırakırken. "Hayatta mı?"

 

Ona doğru döndüğümde gözlerine yerleşen hüzün içimde ufak bir kıpırtıya sebep olmuştu. "Güzel kadındı," dedi fısıltıyla. "Gitti. Bir gün anlatırım sana hikayemi."

 

Dolabın kapağını açtığını işittim. Malzemelerin arasından bir şeyler arıyor gibiydi. "Annenin fotoğrafının revirde ne işi var?"

 

"Ben getirdim. Seninle tanıştırmak için." Bana benzediği için mi beni korumuştu? Bunu mu anlatmak istiyordu. "Sana ne kadar benziyor değil mi?"

 

Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Beni annenin yerine koymadın umarım?"

 

Başını iki yana sallarken güldü. "Saçmalama!"

 

"Banyo yapmam gerekiyor. Bana odamı kim gösterecek?"

 

Metal dolaptan mavi bir dosya alıp masaya oturdu. "Sizin odanızda banyo olduğunu sana düşündüren nedir?"

 

Kaşlarım istemsiz çatılmıştı. "Ne demek bu? Burası Nazi kampı mı? Banyoda mı yapamayacağız?" İşte şimdi gerçekten öfkelenmiştim. "Cevap ver bana."

 

Hangi ara yanıma geldiğini anlamamıştım. Sesiyle olduğum yerde sıçradım. "Burada emirleri ben veriyorum gönül kuşu. Lakin bu binayı ben yapmadım. Üzgünüm." Saçlarını bağladıktan sonra yatağın üzerine oturdu. Bu vurdumduymaz halleri beni deli ediyordu.

 

"Bir tane banyo var ve içinde üç tane kabin bulunuyor. Üzgünüm burası merkezi bir yer değil gördüğün üzere. İmkanlarla ancak bu kadarı yapıldı. Üstelik kuralları çiğneyemezsin. Haftada bir kez on dakikayı geçmemek şartıyla duş almanıza izin veriliyor. Burada su imkanları kısıtlı." Onu dehşetle dinlerken haftada bir kez banyo yapacağımızdan ötesini duymamıştım. Çıldırmış olmalılardı. "Ha binanın arkasında göl var!" Bunu dalga geçerek söylemişti ama ben fazlasıyla ciddiye almıştım.

 

Elimi belime yerleştirip onu göz hapsine aldım. "Orada yıkanmamıza karışmazsınız her halde?"

 

Bileğimden sertçe yakalayıp yanına oturttu. "Delirmiş olmalısın! Odaların bütün pencereleri göle bakıyor."

 

Gün intikam günüydü. Madem o geldiğim için burayı bana zehir edecekti ben de ona edeceğim o halde. "Eee?" Dudağını birbirine bastırırken benden etkilendiği gün gibi ortadaydı. Bakışlarım gayriihtiyari dudağına kaydı. Oldukça kötü görünüyordu.

 

Oraya bir şeyler sürmek için gerçekten beni beklediğine inanamıyordum. Tek kaşını yukarı kaldırdı. "Ne? Orada yıkanmayı düşündüğünü söyleme bana!"

 

Söylediğini duymazdan gelerek eldivenleri giydim ve gazlı beze antiseptik damlatıp dudağının üzerine sertçe bastırdım. Canının fazla yandığına kalıbımı basarım ama onun yüzünde en ufak bir mimik değişmemişti. Bu kadar güçlü olması gerekmiyordu. Canı acıdığında buna tepki vermesi gayet insani bir olaydı.

 

Bir kez daha bastırdım. Bu kez daha sertti. Yine bir tepki alamadığımda sertçe vurdum. "İnsan değil misin sen? Neden canının yandığını göstermekten bu kadar utanç duyuyorsun?"

 

Gözlerini gözlerimden ayırmadan bakması sinirlerimi bozuyordu. Birkaç kez temizleme işlemi yaptıktan sonra antibiyotikli krem sürüp küçük bir bantla kapadım. Neden Damian'la kavga ettiğini Maksut'tan öğrenmem gerekiyordu. "Bize acıya tepki vermeyi öğretmediler Ova. Bizi acıyla yoğurdular."

 

Söylediği söz taş olup oturdu yüreğime. "Bana vermen gereken cevaplar var."

 

"Vermem gereken cevaplar bekleyecek Ova. Üzgünüm. Sana gitmen gerektiğini söylerken şaka yapmıyordum." Çenesini öne doğru uzattı. "Şu kremlerden sür kollarına."

 

Gözlerimi kıstım. Bunu bana açıkça söyleseydi de buraya gelirdim. "İşim bitti efendim! Şimdi izninizle yemekhaneye gidiyorum ve hayır kollarıma bir şey sürmeyeceğim."

 

O koridoru tek başıma yürümeme izin vermeyecekti lakin ben onu dinlemeyi pek düşünmüyordum. Ayağa kalkacakken kolumdan yakaladı. "Dikkat et!" İşte şimdi gerçekten beni şaşırtmıştı. Benimle yan yana görünmek istemiyordu anlaşılan. Başımla onaylayıp revirden çıktığımda hızlı adımlarla koridorun ikiye ayrılan kısmından sağa döndüm.

 

Kahvaltı yapmadığım için midemde davullar çalıyordu. Yemekhaneye gittiklerini tahmin ettiğim insanları takip ederken yanlarından geçtiklerim sırtımdaki okuma bakıyordu. Evet, onları burada yanımdan ayırmayı düşünmüyordum. Birkaç adım attığımda kolumdan tutulup durduruldum.

 

Kolumu tutan kişiye baktığımda, uzun boylu, orta yaşlarda bir adam olduğunu gördüm. Saçı ve sakalları kızıldı. "Benimle gel acemi. Kaydını yapacağım."

 

Tek kaşımı ilgiyle yukarı kaldırdım. "Siz kimsiniz?" Her benimle gel diyenle gidemezdim değil mi? Üstelik bir sürü erkeğin arasında sayılı kadın olmuşken. Ceketinin yakasını kaldırdı. Göğsünde yazan yazıyı gözüme sokmak istemişti. "Kaydını yapacağım dedim ya."

 

Umursamazca omuz silktim. Birkaç kadın daha arkasında duruyor ve sabırsızca beni beklediklerini anlatmak istiyorlardı bakışlarıyla. Kızıl olanı tanımıştım. O Vera'ydı. Ayağını yere vurup duruyordu. "O halde karnımı doyurunca gelirim odanıza," dedim. "Şu an sizinle gelmeyeceğim."

 

Öfke ile başını iki yana salladı. Arkasını döndü. Birkaç kişi onu takip ederken, "Benimle gel," diye bağırdı. "Hemen!" Sakin kalmakta fayda var. Önce düzeni bir güzel öğreneceğim.

 

***

 

Kızıl sakalın içerideki bir saatlik kaydının yüzünden açlıktan neredeyse bayılacak hale gelmiştim. Yemek yemem gerekiyordu ama ben ilk önce Soya'yı görmek istiyordum. Kadınların kaldığı ek binaya geçmek için koridora doğru ilerlerken bir yandan da labirentten farksız bu yeri öğrenmeye çalışıyordum.

 

Odanın kapısını açtığımda Soya'nın içeride olmadığını gördüm. Kahvaltı için yemekhaneye gitmiş olmalıydı. Odanın kapısını kapattığımda yemekhaneye doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Yemekhanenin kapısında durduğumda kilitli olduğunu görmek canımı bir hayli sıkmıştı. Oflayıp bıkkın bir nefes koyverdim.

 

Tam arkamda duyduğum ses öfkemi daha da artırdı. Onun yüzünden kahvaltı saatini kaçırmıştım. "Tam 07.30'da burada olmalısın gönül kuşu."

 

Beni takip etmesine şaşmamak gerek. Az ileride duran ve aralarında Vera'nın da olduğu üç kadın, fısıldayarak Peşrev'e bakıp aralarında gülüşüyorlardı. "Herkes düşündüğün gibi burada olmaktan mutsuz değil Ova!"

 

Ne yani? Bu kadınlar buraya her şeyi bilerek mi getirilmişlerdi? Yarışma adı altında bizi buraya getirdiklerini düşününce ellerimi yumruk yaptım.

 

Daha ne kadar bana böyle bakmaya devam edecek merak ediyordum. İnatçı bir adamdı ama benim ne kadar inatçı olduğumdan bihaberdi. Umrumda değildi. Benden uzak dursun yeterdi. Öte yandan aç kalmış olmanın verdiği his, güne kötü bir başlangıç yapmama sebep olmuştu.

 

 

 

 

 

MAKSUT :)

 

*** 

Maksut'umun hatırına yıldıza bas canim💕🙈

 

Görüşmek üzere🙃❤️

Loading...
0%