Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15.BÖLÜM

@aysegulcee1

Bana doğru burnundan soluyarak gelen adamı umursamadan başımı eğip Maksut'u görmeye çalıştım. Güneş hangi ara bu kadar etkisini artırmıştı?

 

Ben ecel terleri döktüğüm için mi bu kadar sıcaktı? Olamaz fazla öfkeli bakıyordu. Bu kez onu gerçekten zor durumda bırakmıştım. Başımı iki yana sallarken bakışlarım Maksut'u buldu. Keyifli bir ifade ile bana bakıyordu. Şeytan azapta gerek diye boşuna söylememişlerdi.

 

"Yazıklar olsun sana koca adam! kardeşim dedim bağrıma bastım. Korusana beni!" diye bağırdığımda kahkaha attı. Hadi ama bu kadar komik olan neydi? "Bu vahşi adam beni gerçekten asacak."

 

Soya, kaşlarını kaldırıp endişe ile Maksut'a bakarken adi herif büyük bir keyifle gülümsüyordu. Gülüşü, Soya'ya çevrilince genç kız başını diğer tarafa döndürüp kollarını göğsünde bağladı. Maksut'un üzülmüş gibi bir hali yoktu. Çünkü Soya'nın bu inatçı hallerini naz olarak algılıyordu. Kaçık herif!

 

Herkes film izler gibi bize bakarken kendimi affetirecek bir şeyler düşünmeye başlamıştım. Öte yandan Peşrev bana doğru bir adım attıkça ben bir adım geri gidiyordum. "Soya ile aranı yapacaktım. Rüyanda görürsün artık."

 

Bu söylediğimden sonra Maksut'un gözleri irileşti. "Peşrev! Sakin ol kardeşim, yani oda detayını veren sendin..."

 

Bakışlarımı çatılan kaşlarından alıp gözlerine çevirdiğimde öfkeli bir ifade ile bana doğru yaklaşmaya devam ettiğini gördüm. Fazla korkutucuydu.

"Ova," diye bağırdı Soya. "Alçak kadın. Ne saçmalıyorsun sen?"

 

Kuzu can derdinde kasap et...

 

Orion, ikisine üzgün bir ifade ile bakarken bakışlarını ayaklarına çevirdi. Bu bir kabulleniş miydi? Muhtemelen pes edişti. Zira bu vahşi adamların karşısında hiç şansı yoktu. Ben burada canımın derdine düşmüştüm şunların yaptığına bakın.

 

Adım adım onlardan uzaklaşırken bir kez daha arkama baktım korkuyla. Bu kez beni hangi ağaca asardı kim bilir? "Peşrev," diye fısıldadım oldukça masum bir ses tonu ile. "Bana ne yapacaksın?"

 

Tek kaşını yukarı kaldırdı. Mağrur bir ifade ile beni süzdü ve keyifli bir gülümseme yayıldı dudaklarına. Ne yapacağıma karar veremiyorum der gibiydi mimikleri. "Sayende herkes aramızda bir şey olduğunu düşünüyor değil mi?"

 

Gözleri mi seğiriyordu?

 

Başımı olumlu anlamda salladım. "Benim suçum ne peki sevgili amirim? Sen söyledin bana bunu. Ben de uslu bir kadın oldum ve amirimin sözünü dinledim." Ayağım büyük bir taşa takıldı ama düşmedim. Tökezledikten sonra hızla toparlandım.

 

Gözlerini inanamıyorcasına açtı. "Gölde mi yıkansaydın kızım? Bana başka bir çare mi bıraktın? Madem öyle! Madem adım çıktı seninle ben de olması gerekeni yapacağım." Bu adamın içinde has bir Türk varlığını sürdürüyordu. Adım çıktı da nedir? Nikahı basacağım derse düşer bayılırım şuracığa.

 

İstemeden de olsa kocaman kahkaha döküldü dudaklarımdan. "Namusum deyip beni nikahına almayacaksın değil mi koca adam?" Kahkahamı durdurmak için alt dudağımı dişlerimin arasına aldım.

 

Ağaçlar sıklaşmış sessizlik fazlaca artmıştı. Onlardan bir hayli uzaklaşmıştık. "Düşünüyorum gönül kuşu," dedi. "Kafamın içinden bir sürü şey geçiyor. Seni sabaha kadar bir ağaca mı zincirlesem? Ya da hedef tahtası yapıp saçlarından çivileyebilirim."

 

Göz bebeklerim irileşirken, "Maşallah," diye fısıldadım. Sesim belli belirsiz çıkmıştı. "İçinden ne çıktı öyle amirim?" Yapar mı yapardı. Bu vahşi adama asla güven olmaz.

 

Bu söylediğim yüzünde keyifli bir gülüş peyda etmişti. Gülmek ona yakışıyordu, bence sıkça yapmalıydı bunu. Zihnimde yanan ampule minnetle gülümsedim. "Bence güzel gülüyorsunuz. Şimdi hiç çatmayın o kaşlarınızı!" Yalandan kim ölmüştü değil mi?

 

Yol bittiğinde sırtım ağaca sertçe çarpınca dudaklarımdan minik bir ah döküldü. Korkunun ecele faydası yoktu. Ellerini belinin iki yanına sabitlerken başını sağ omzuna yatırdı. Gözlerindeki şefkat pek hoşuma gitmemişti. Yüzünü yavaşça ayaklarıma eğdiğimde, "Gözlerime bak!" diye mırıldandı. Ayağını sertçe yere vurunca gözlerimi sımsıkı kapadım. Gerçekten beni kamptan atmazdı değil mi? Ormanda bir başıma kalamazdım. "Kaç kişiyi idare ediyorum ama bir sana yetmiyor gücüm..."

 

Başımı şaşkınlıkla kaldırdığımda zor da olsa gözlerine bakmaya çalıştım. Maksut ve Soya bizi izliyordu. "Seninle ciddi anlamda ne yapacağımı bilmiyorum. 15 yaşımdan beri buradayım. 12 yıllık görev hayatım boyunca bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum." Yılların ağırlığını hala yüreğinde taşıyor gibiydi bakışları.

 

O halde benimle gurur duymalıydı. "Şöyle bakma," diye mırıldandı. Az önce kükreyen o değil miydi? "Beni zorlama!" Şimdi sesi içine kaçmış minik bir kedi gibi bakıyordu.

 

"Ben bir şey yapmıyorum ki." Sesim kendimin bile inanamayacağı kadar inandırıcıydı. Hızla aldığı nefesini gökyüzüne doğru bıraktı. Bakışları gökyüzü ve gözlerim arasında hızla mekik dokurken başını sinir bozukluğu ile iki yana salladı.

 

"Ova," dedi oldukça ciddi bir sesle. Mavileri bu kez gerçekten endişe ile bakıyordu gözlerime. "Bu gerçekten ciddi bir durum. İçimizden biri ya da birileri hain olabilir. Dikkatli olmanı istiyorum. Akıllı bir kadınsın. Şüpheli gördüğün ne varsa ilk önce bana geleceksin."

 

Peki o benden şüphelenmiyor muydu? "Bana neden bu kadar güveniyorsun? Unuttun mu düşmanımsın?"

 

Serseri bir gülüş yayıldı dudaklarına. "Senden başka herkesten şüphe ediyorum," deyince kalakaldım.

 

İşte bu gerçekten de göz yaşartıcıydı. Bana güveniyor oluşu can sıkıcıydı. "Neden?"

 

Oldukça zor bir soru sormuştum sanırım. "Her şeyin bir sebebi olmak zorunda mı gönül kuşu? Güveniyorum sana nedeni önemli mi?"

 

Elbette önemliydi ama şimdi bana bu kadar yakın bir mesafede dururken onu daha fazla kızdırmak istemiyordum. "Artık gidebilir miyim?" Bakışlarını ayaklarına çevirdi ve yavaşça güldü. Öfkeli olmadığı zamanlarda güzel göründüğünü inkar edemem.

 

Parmak uçlarını alnına düşen saçlarına dokundurdu. Nefes alışverişleri sakinleşirken bana olan öfkesinin geçtiğini anlamıştım. Parmakları kısa sakallarının üzerinde pervasızca dolaşırken hafifçe tebessüm etti. "Amirim," diye fısıldadım. "Acıktım artık gidebilir miyim?"

 

Eliyle çenesini kaşırken bir kez daha güldü. Komik miydi? Midem oldukça sesli bir şekilde bağırıp duruyordu. Aralanan dudaklarından gözlerimi alamazken üzerimden yavaşça geri çekildi. Bir şey söylemek için aralanan dudakları bize doğru koşan asker yüzünden kapandı.

 

Üzerinde siyah bir tişört olan adam nefes nefese Peşrev'in yanında durdu. İki büklüm yere bakarken güneş ağaçların ardında kaybolmaya başlamıştı. "Amirim," dedi soluğunu dizginlenmeyi başaramamışken. "Biraz gelir misiniz?" Acı kahve bakışları hızlı hızlı etrafını süzüyordu.

 

Pantolonu yıpranmış çıplak kolları bir hayli berelenmişti. Sırtımı ağaçtan yavaşça kaldırdığımda gencin gözlerindeki endişeyi anlamaya çalıştım. Dudağının sol tarafında derin bir kesik vardı. Gence büyük bir endişe ile bakan adamın hızlı soluğu ormanın temiz havasına karıştı usulca. "Ne oldu, ne var yine?" Sesi gür bir şekilde kamp alanının bahçesinde yankılanırken gencin yüzündeki korku beni de ürkütmüştü.

 

"Teşkilattan gelen ekipten biri," dedi bana göz ucuyla bakarken. Sanki benim duymamı istemiyor gibi bir endişe vardı yüzünde. "Bana çok önemli bir şey söyleyecekti. Sonra Damian amirim çağırdı ve on dakikaya döneceğimi söyledim." Durdu ve yavaşça yutkundu. "Döndüğümde çocuğu yatağında ölü buldum."

 

Boğazımdan istemsiz dökülen nidayla elimi ağzıma kapadım. İşte bu hiç iyi olmamıştı. Kampa nasıl sızabilmişti bu casus aklım almıyordu. Peşrev, olduğu yerde kıpırtısızca dururken göğsünü büyük bir nefesle doldurdu. Ellerini saçlarından geçirdiğinde bakışları bana çevrilmişti.

 

"Ova," dedi bıkkın bir ses tonu ile. "Gölün ilerisinde taştan bir tünel var. O tüneli geçtiğinde hiçbir yere ayrılmadan dümdüz yürü. Ağaçların arasında taş bir ev göreceksin. Oraya gir ve beni bekle olur mu?"

 

Gözleri, bu kez beni dinle diyordu. Benimse aklım fena halde karışmıştı. Burada bir katil vardı ve benden ıssız bir yere gitmemi istiyordu. İşte bu gerçekten ilginçti. "Pe-peki," diyebildim. "Beklerim."

 

Gençle birlikte binaya doğru yürürken arkamı döndüm ve göle doğru yürümeye başladım. Burası gerçekten de oldukça büyüktü. Attığım her adımda izleniyor gibi hissedip sık sık ardıma bakıp durdum. Gölün etrafından dolaştıktan sonra karşıma üzeri yeşil sarmaşıklarla kaplı taştan yapılmış bir tünel çıktı. Ağaçların arasında kalmış bu tünelde yürümeye başladığımda yüreğimde oluşan ürperti pek iyi hissettirmemişti.

 

Tünelden çıktığımda karşımda duran manzara gerçekten ürkütücüydü. Kendimi ormanın içinde kalmış gibi hissetmiştim. Devasa duvarların ardında olduğumu bilmesem ormana çıkan bir geçitten geçtiğimi zannederdim.

 

 

 

 

Birkaç dakikadır hareketsizce baktığım şey gerçekten muazzam bir şaheserdi. Yemyeşil otların şefkatle sardığı taştan yapılmış yapının içine adımımı tereddütle attım. Etrafa şaşkınlıkla bakarken içeriye doğru yavaşça süzüldüm. Böylesine güzel bir şaheserin böyle bir yerde oluyor oluşu beni istemsiz hayrete düşürmüştü.

 

Binlerce kuş sanki tepemizde toplanmıştı. Cıvıldama sesleri yüreğimdeki heyecanı, korkuyu artırırken nefesimin ciğerlerime yetmediğine kanaat getirdim. Yapının girişine beyaz bir perde asılmıştı, bir nevi kapı görevi görüyordu. Burayı vahşi adama mı dekore etmişti böyle?

 

Taş evin içinde iki adet küçük pencere vardı. Üzerlerine astığı ufak perdeler gerçekten şaşırtıcıydı. Kapının tam karşısında kocaman bir yatak ve yatağın etrafına yine beyaz tüller asılmıştı. Bu adam burayı nasıl bir ruh hali ile yapmıştı gerçekten anlamakta güçlük çekiyordum. O vahşi adam için fazla romantikti. Yatağı es geçip çaprazındaki çekyatı andıran taş koltuğa bıraktım yorgunluktan bitap düşen bedenimi.

 

Kafamın içinde binlerce senaryo dolanırken içinde bulunduğumuz tehlikenin boyutunu düşündüm.

Buraya geldiğimden bu yana ilk kez korkuyordum. Taştan odanın içini incelemeye devam ederken ne kadar zaman geçtiğini anlamamıştım.

Girişe asılan perde yavaşça aralanırken yorgunluğu yüzüne bir maske gibi oturmuş iki adam bana doğru yaklaşmaya başladı. Yanlarında Soya da vardı. Omuzları düşmüş saçları terden alnına yapışmıştı.

 

Sırtımı yasladığım duvardan çektiğimde kalkmama izin vermeden yanımdaki boşluğa oturdu ve dizlerini karnına çekip başını geriye yasladı. Maksut ve Soya karşımıza otururken şaşkındım. Buraya yalnız gelmemesi itiraf etmeliyim ki hoşuma gitmişti. Şefkate aç bir çocuk gibilerdi. Bütün şefkatini onlara vermek istiyordu insan. Dudaklarıma yayılan istemsiz gülümsemeyi silemiyordum. Bu koca adamların bazen küçük bir çocuktan hiç farkı kalmıyordu.

 

Bakışlarım Maksut'u buldu şaşkınlıkla. "Gizli bir toplantı mı yapacağız? Ne yapıyoruz burada?" Maksut omuzlarını oynatıp taşın üzerine sırtını bıraktığında Soya şaşkınlıkla onu iterek uzaklaştı.

 

Bakışlarım Peşrev'e döndü. Başı geriye yaslıydı ve hala gözleri kapalıydı. Nefes alışverişleri sakindi. Ne düşündüğünü çok merak ediyordum. O aklından neler geçiyordu bilmiyorum ama ona ağır geldiği aşikardı.

 

"Peşrev," diye mırıldandım. "Bu kadar insanın arasından içeriye sızan haini bulabilecek misiniz?" Eminim ki şu an konuşmak istediği en son konu bile bu değildi fakat bizi buraya toplamasının bir sebebi olmalıydı.

 

Kaşlarını bilmiyorum anlamında kaldırdı. "Bulmak zorundayız gönül kuşu. Bildiğim tek şey bu. Sizden istediğim burada herkesle iyi ilişkiler kurmanız. Kadınlarla Ova..." deyince güldüm. "Her şeyi bilmek zorundayım. Burada en çok güvendiğim ikinizsiniz."

 

Yüreğimden kopan bir parça kendimi kötü hissetmeme yetmişti. Gerçekten bize güveniyorum."

 

"Sana garip davranıyorum biliyorum," deyince Soya güldü. Maksut uyumuş gibi sakince nefes alıp veriyordu. Fazla uykusuz kalıyorlardı ve bu beni ilk kez üzmüştü. Bacaklarını dümdüz uzattığında ayakları yere sarktı. Bana bir geyik muamelesi yapmasını kastediyorsa evet garip davranıyordu. Ama artık bana o kadar garip gelmiyordu.

 

"İnsanları kolaylıkla çileden çıkartabilecek bir kişiliğe sahibim. Buna inkar edemem ama senin de bana pek normal tepkiler verdiğini söyleyemem." Güldü.

 

Ergenliğinden bugüne kadar kadın görmeyen bir adam için bana oldukça şefkatli davranıyordu. Bende annesini gördüğü aşikardı. Kaşları hayretle yukarı kalkarken benden böyle bir cevap beklemediği ortadaydı.

 

Dudağı yukarı kıvrıldı, gülüşünden bir süre gözlerimi alamadım. "Sen de ne görüyorum bilmiyorum ama çileden çıkardığın su götürmez bir gerçek. Sen farklısın. Sen de ben kendimi buluyorum aslında. Yaramaz, asi bir kız çocuğundan farksızsın."

 

"Acıktım hadi yemekhaneye geçelim."

 

Soya sessizce bizi dinlerken ayağa kalktı. Çenesini yukarı kaldırırken kollarını göğsüne birleştirdi. "Bir nevi sizim için casusluk yapmamızı istiyorsunuz."

 

Peşrev başını iki yana salladı. "İçerideki gözüm kulağım olmanızı istiyorum desem daha doğru olur." Soya kaşlarını yavaşça yukarı kaldırırken midem bir kez daha guruldadı. Hem de oldukça sesli bir şekilde.

 

Açlığım hat safhadaydı ve burnuma annemin yaptığı mis gibi karnı yarık kokusu doluyordu. Oturduğu yerden dikkatle yüz ifademi incelerken guruldayan mideme güldü. Birlikte taş evden çıkarken Soya ve Maksut'un gerisinde kalmıştık.

 

"Özledin değil mi?" diye sordu. Ses tonu ne kadar üzgün olduğunu gösteriyordu. "En çok neyi özledin?" Bana karşı gösterdiği merhameti gerçekten de hoşuma gidiyordu.

 

Özleme dair birçok şey sıralayabilirdim. "Ailemi," dedim. Zira diğerlerine bir şekilde dayanabilirdim. "Telefonumu, odamı, yatağımı. Hatta mahalledeki dedikoducu teyzeleri bile!"

 

Güldüğünü işitince istemsiz güldüm. "Bile dedin. Hoşlanmıyordun galiba onlardan?"

 

Umursamazca dudak büktüm. "Elbette. Dertleri beni evlendirmekti."

 

Adımları sertleşmişti. "O niye?"

 

"25 yaşında bir kız olarak başlarına kalmıştım da ondan."

 

Ensesindeki saçlarımı kenara çekti. "O halde iyi ki özlüyorsun onları," dedi. İlk önce anlamadım ne demek istediğini. "İyi ki özleyebileceğin bir yerdeler."

 

Hayretle aralanan dudaklarımı zor da olsa kapadım. Farklı anlamlar yüklediğim şeyler sadece bir sanrıdan ibaret olabilirdi. "Karnı yarık," dediğimde saçlarında dolaşan eli durdu. "Yemekten en çok hoşlandığım bir yemekti. Burnuma kokusu geldi az önce."

 

Akşam için patlıcan mezesi yapıyor olmalıydılar. "Çok mu seviyorsun?" diye sorduğunda ona doğru döndüm. "Neden sordun? Yoksa karnı yarık mı yapacaksın bana?" Gözlerimi kaçırdım. "Gerçi sen doğrudan benden yaparsın onu. Hani şöyle bir güzel karnımı yarasın var gibiydi az önce."

 

"O kadar korkutucu muyum?"

 

Yüzüne hiçbir şey söylemeden baktım bir süre. Annesine ne olduğunu sormak istedim, hikayesini ondan dinlemek istedim. Mektup! Mektup tamamen aklımdan çıkmıştı. "Peşrev," dedim sessizce. "Annene ne oldu?"

 

Aksine korkutucu görüntüsünün altında kocaman bir yürek taşıyordu. Merhametle kavrulmuş bir yürek. Acı ile yoğrulmuş bir yürek. Bakmak yetmezdi, görmek gerekiyordu...

 

"Annem," dedi. "O yüreğimde bir yara gönül kuşu. Sorma olur mu? Çünkü olanları henüz içimde sindirebilmiş değilim. Bir gün sana anlatacağım ama o gün gelene dek lütfen bana bir şey sorma." Bu konuda ona baskı yapamazdım. Kendini hazır hissettiği vakti bekleyecektim.

 

"Peki mektup?"

 

Güldü. "Önemli bir şey olduğunu sanmıyorum," dedi. Gerçekten merak ediyor gibi görünmüyordu. "Sen de kalsın."

 

Bakışmamızı karnımın gürültüsü böldüğünde ikimiz de utanarak önümüze döndük. İştahım pek normal değildi. "Yemek yememiz gerek!" diye fısıldadı. "Çok açım. Vahşi hayvanlara yem olmak istemiyorsan acele et."

 

Gözlerim irileşirken başımı sinirle iki yana salladım. Tek bir sözüyle beni nasıl çileden çıkartıyordu aklım almıyor doğrusu. Ciddi miydi bu adam. Korktuğumu belli etmeden ona döndüm. "Beraber mi yiyeceğiz?" diye sordum imayla. "Bu bir akşam yemeği teklifi mi?"

 

Sinir bozukluğu ile gülümserken çıkışa doğru yürüdü. "Rüyanda görürsün!"

 

Vahşi herif! Bu orman kaçkınından romantiklik beklemem tam bir facia. "Meraklı değilim ben de. Hem yemek için hazırlanmam gerek."

 

Onu geçip hızlı adımlarla uzaklaşırken durduğunu hissettim. Omuzlarımın üzerinden baktığımda ensesini kaşıyordu. "Birde o saçmalık vardı değil mi?"

 

Arka arka kampa doğru yürürken bana burada dikkatli olmam gerektiğini anlatıp durmuştu. İnsanlar bizim aramızda duygusal bir şeyler olduğunu düşünüyorlarmış ve ben başka bir adamla görünemezmişim. Vay canına... "Onlar öyle zannediyorlar diye buna devam etmek zorunda değiliz. Tek gecelik bir şey olduğunu da düşünmüş olabilirler değil mi?"

 

Durdu ve kolumdan yakalayıp beni kendine çevirdi. "Benim öyle bir şey yapmayacağımı bilirler," dedi dışarı bıraktığı nefesi ile boğmak istercesine. "Bana ait olmayan bir kadına dokunmayacağımı bilirler."

 

Dikkatle gözlerine baktığımda buraya getirilen ilk kadınların biz olmadığımızı düşündüm. "Gözünün gördüğü ilk kadın olduğumu sanıyordum."

 

"Öylesin," dedi. "Aklımı kördüğüm eden ilk kadınsın."

 

Kolumu yavaşça bıraktı ve önden yürümeye devam etti. Arkasından allak bullak olmuş bir halde bakarken yutkundum. Ne demişti o öyle? Dalgınca bakarken az ileride iki kişinin hararetle konuştuğunu gördüm. Konuşanlar Leo ve Maksut'tu. Bizi gördüklerinde ikisi de sinsice gülmeye başladı.

 

Neden bu deli adamı daha da öfkelendiriyorlardı ki? "Neden Ova'dan hoşlandığını söylemedin bana koca adam?" Leo, imalı bir gülüşle Peşrev'in karşısında dururken öksürdüm. Allah'ın cezası! Kendi tükürüğümde boğulacaktım az kalsın.

 

Peşrev, başını iki yana salladı. "Öyle bir şey yok!"

 

Maksut, gülümseyerek bana bakarken Leo, "O halde akşam ki eğlenceye Ova'yı davet edebilirim," dedi. Neyden bahsediyor bunlar?

 

"Hey," diye bağırdım. "Ben burada yokmuşum gibi konuşmayı kesin." İkisi de kalkık kaşlarla bana dönerken biraz sesimi alçalttım. "Yani ben de buradayım ve yemeğe biri ile gitmek zorunda olduğumu sanmıyorum." Sinirlerimi bozuyorlardı.

 

Peşrev, söylediklerimi umursamadan bir Leo'ya bir bana baktı. Daha sonra "Ova benimle gidecek!" diye çıkıştı. Benden bir cevap bekler gibiydi bakışları. "Öyle değil mi Ova?"

 

İçimdeki kız çocuğu asla dur durak bilmiyordu. Bu adamın bam teline basmak oldukça keyif veriyordu. Kollarımı göğsümde birleştirip Leo'ya baktım ve içeriye doğru yürümesini söyledim. "Akşam ki yemeğe Leo ile gideceğim." Bunu neden yaptığımı bilmiyorum.

 

Dönüp ne tepki verdiğine bakmamıştım bile. İçeri girdiğimizde Leo'ya baktım. Peşrev'in hala bizi izlediğine emindim. Bir şekilde verdiği tepkiler hoşuma gidiyordu. Leo, bana hayretle baktı. "Ova," diye mırıldandı. "Ecelime susamadım. Ne yapıyorsun ki? Şu deliyi bana bulaştırma."

 

Bakışlarım, kapıya kaydığında Peşrev'in orada olmadığını ve Maksut'un bize doğru yaklaştığını gördüm. Leo'yu ardımda bırakırken "Şey ben... Ben akşam için hazırlansam iyi olur," dedim.

 

Maksut, önüme geçerek beni durdurdu. "Ova lütfen beni odana al!"

 

Gözlerim kocaman olurken, "Hayır hayır... Yani seninle gelmem gerek. O vicdansız kadın akşam için yaptığım teklifimi kabul etmiyor. Ne var yani? Sadece hep beraber yemek yiyeceğiz? İkna etmek için ne yapabilirim?" diyerek düzeltme yaparken nefesimi serbest bıraktım.

 

Yüreğime iniyordu neredeyse.

Başımı yavaşça yukarı kaldırdım. Aslında ona öfkeliydim ama bu konuda ona yardım etmek istiyordum. Burada Soya'yı koruyacak tek kişi oydu ve ben duygularına inanıyordum. "Bir düşüneyim."

 

"Ova," dedi Leo saçlarını karıştırırken. "Akşam için emin misin? Yani ben Peşrev'i sıkıştırmak için öyle söyledim. O adam beni çiğ çiğ yer!"

 

"Peşrev ile aramızda bir şey yok. Gece odasında olmamın sebebini siz zaten biliyorsunuz."

 

Birkaç adım atıp önümde durdu. "Mesele bizim bilmemiz değil. Çocuklar seni Peşrev'in kadını..."

 

Sözünü hiddetle kestim. "Saat sekizde kapımda ol!" Odaya doğru yürümeye başlarken koridorlar oldukça kalabalıklaşmaya başlamıştı. Omuzlarımın üzerinden yavaşça Maksut'a baktım. Benden bir cevap bekliyordu. "Hazırlan ve bir kırmızı gül ile kapıda ol!"

 

Ellerini havaya kaldırdı. "Gül mü? Neden bir tane peki?"

 

"Bazı kadınlar gösterişi sevmez. Bir tane gül daha etkileyici olabilir." Bu gerçekten çok saçma...

 

Önüme dönüp hızlı adımlarla odaya doğru yürürken akşamı düşündüm. Bize ait olan koridora döndüğümde etrafa dikkatle bakınmaya başladım. Peşrev, şüpheli gördüğün bir durumu bana haber ver demişti. Bu durumu aramızdaki çekişmeye dahil edemezdim.

 

***

 

"Soya hayır lütfen!"

 

Aynanın karşısında gördüğüm görüntü on dakikadır canımı sıkıyordu. "Bu fazla abartı olmadı mı?"

 

Başımda, tuvalinin önünde hevesle bekleyen ressam edasıyla dikilen arkadaşıma bıkkınlıkla baktım. Yüzümü, tuvalle karıştırmışa benziyordu. Her renk vardı. Üzerimdeki siyah elbise şarkıcıdan farksız görünüyordum. Elbise giymeye alışık değildim ki ben.

 

"Ova çok güzel oldun. Bunu çıkarmayı aklından bile geçirme!" Bana hayranlıkla bakan kadına gözlerimi devirdim. Ben aynı fikirde değildim çünkü. Sorunda buydu zaten. Kim için güzel olmuştum, ayrıca güzel olmaya gerek var mıydı?

 

Omuzlarımdan tutup beni ifadesi alınması gereken bir suçlu gibi ahşap sandalyeye oturttuğunda çenemi hafifçe yukarı kaldırdı ve dudaklarımı kırmızının en nefret ettiğim tonuna boyadı. "Soya Vera gibi oldum!"

 

Göz kapaklarımın üzerine çektiği siyah boya ile resmen Koreli'lere benzemiştim. Bütün uğraşlar sonucunda resmini tamamlayan ressam gibi bana hayranlıka bakarken dudakları aralandı. "Ova sen nasıl bir afet olduğunun farkında değilsin."

 

"Ne? Maymuna benzedim değil mi? İtiraf et!"

 

Gülümsedi. "Melek gibisin be kadın. Sarışın senden gözlerini alamayacak." Sorun da buydu ya zaten... Orası kaçınılmazdı. Gerçekten zorlu bir gece olacağa benziyordu. "Bence yalnızca sahneye çıkacak gibi görünüyorum."

 

"Soya," dedim ayağa kalktığımda gördüğüm manzara çığlık atmama sebep oldu. "Hayatımda ilk kez topuz kullanacağım." Şaşkınlıkla kendime bakarken göğüs dekoltem baygınlık geçirtmek üzereydi. Elindeki şalı çekip aldım. Bu kadar adamın içinde böyle çıkamazdım. Kafayı sıyırmış olmalıydı.

 

Dudağını ısırdı ve saçlarını sıkı bir atkuyruğu yaptı. Kırmızı, bütün bedenini saran dar bir elbise giymişti. Elbise oldukça sadeydi ama kumaşı ve rengi tekrar tekrar bakmanıza sebep oluyordu. "Soya," dedim bir kez daha. "Yalnız gitmek istediğine emin misin?"

 

Rujunu sürerken aynadan bana baktı. "Kimse davet etmediğine göre!"

 

Bizim için gönderilen eşyaların arasından siyah bir ayakkabı buldum ve düşünmeden ayağıma geçirdim. Topuk boyu gayet makuldu. "Ona bir şans vermelisin."

 

Boynuna taktığı beyaz inciyi serbest bıraktığında bakışları beni buldu. Yanıma yaklaştı ve yatağa oturdu. "Aklımda bir başkası varken ona boş yere ümit vermek istemiyorum Ova."

 

Haklıydı. Ona ne diyebilirdim ki? "Haklısın ben sadece..." Ayağa kalkıp elbisenin eteğini düzelttim. "Sadece onu görüp acı çekmeni istemem. Malum burada birileri görüşmemiz yasak."

 

"Haklısın," dedi hayattan bezmiş bir ses tonu ile. "Ama içimden de gelmiyor."

 

Aynadan son kez kendime bakınca burun kıvırdım. Aynaya yansıyan görüntüdeki kadın ben değildim. Bedenime bürünmüş başka biri var gibiydi. "Peşrev'in seni gördüğündeki yüz ifadesini görmek için sabırsızlanıyorum."

 

Omuzlarımın üzerinden kaşlarımı çatarak baktım. "O niyeymiş?"

 

Simli el çantasını kolunun altına sıkıştırdı. "Sana olan alakasını kör olan bile anlar herhalde! Evlenme teklifi ile geldiğinde şaşırmayacağım." Daha neler...

 

"Bu da nereden çıktı şimdi?" Peşrev ile anlaşamasakta birbirini anlayan iki insandık sadece. "Sana öyle gelmiş," deyip bir hırsla kapıyı açtığımda olduğum yerde kalakaldım.

 

Boğazıma oturan yumru, nefesimi kesmişti. Bu adam akıllara zarardı, sağlık için tehlikeliydi. Soya, elini ağzına kapatıp birkaç kez öksürdü. Yavaşça yutkunduğumda Peşrev'in arkasından kolunda Vera ile geçen adama baktım. Kızıl kafanın Leo'nun yanında ne işi vardı ki?

 

Peşrev, üzerine giydiği siyah takım elbise ile kapımda dikilirken oldukça utangaç görünüyordu. Baştan ayağa inceledim. Siyah ceketinin altına giydiği beyaz gömlekle beyefendi görünüyordu.

 

 

 

Bakışlarını elbiseme odakladığında kaşlarını çattı. "Buradan nikah dairesine gidemiyor muyuz?" Gözlerim büyürken kaşlarımı çattım. Aptal herif...

 

Peşrev'in tepkisine Soya kahkahalarla gülerken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yalnız o öyle dan diye sorulmuyor," dedi Soya.

 

Dudak büktü Peşrev. "Gidelim şu yemeğe bir an önce."

 

Kıpkırmızı olmuştu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Maksut, elindeki tek dal kırmızı gülle Soya'nın önünde durduğunda gerçekten kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Öğretmenler gününde öğretmenine gül vermek için masanın önünde bekleyen ilkokul öğrencisi gibiydi. İri yarı cüssesine o gül hiç olmamıştı. Soya, dudaklarını birbirine bastırdı. "O gül benim için mi?"

 

Elindeki gülü yeni hatırlıyormuş gibi afalladı. "Aa! Evet, senin için." Soya'nın yanında süt dökmüş kediye dönen bu adama baktığımda bütün ciddiyetini kaybediyordu gözümde.

Soya, Maksut'un elindeki gülü alırken yavaşça yanına geçti. Bu da neydi şimdi? Az önce içinden gelmediğini söyleyen kadınla, Maksut'un yanında utanan kadın aynı kişi miydi?

 

Arkalarından hayretle bakarken Peşrev, yürümem için eliyle koridoru işaret ettiğinde hayretle birkaç kez kırpıştırdım kirpiklerimi. Rüya olabilir miydi? Yanındaki yerimi alırken adımlarımı onunkilere yetiştirmek için büyük bir savaş veriyordum. Benim üç adımım, onun bir adımına eş değerdi. Bana doğru döndüğünde yavaşça gülümsedi. "Şey olmuşsun," dedi kaşlarını kaldırırken. "Fazla kadınsı."

 

Güzel olmuşsun demeye çalışıyordu. Neyse ki ben anlamıştım. "Teşekkür ederim," dedim sessizce kıkırdarken. "Sen de şey olmuşsun. Fazla erkeksi."

 

Önümüzde uzanan koridoru hızlıca geçtik. Merdivenlerden en üst kata kadar çıkmak zorunda kaldığımda koluna girmemi teklif etmişti. Kırılmak üzere olan topuğuma bakarken bunu kabul etmediğime küfrediyordum. En sonunda yemek yiyeceğimiz salonun da içinde olduğunu tahmin ettiğim dar koridora girdiğimizde yerlerdeki kırmızı ışıklara baktım hayretle.

 

Ortama romantik bir hava katmıştı. Açılır kapanır kapının önünde durduğumuzda derin bir nefes aldım. Biraz sonra ikimizi hapis edecek bakışlara maruz kalacaktık. Zira bu bakışlar, kızıl ötesinden bile tehlikeli olabilirdi. İçeriden yabancı slow bir parçanın melodisi gelirken şarkıya çatal bıçak sesleri eşlik ediyordu.

 

Burnuma gelmeye devam eden karnı yarığın kokusu, özlemimi kat be kat artırırken yanında olduğum adamın sert bakışları bir kez daha elbisemde soluklandı. Yavaşça kulağıma doğru eğildi ve beni dumura uğratacak o sözcükleri fısıldadı. "Allah içeride sana vicdan, bana da bolca sabır versin gönül kuşu."

 

***

 

Keyifli okumalar❤️Beğeni ve yorum yapmayı ihmal etmeyin❤️

Loading...
0%