Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm

@aysegulcee1

İlk bölüm sizlerle💕

Oldukça heyecanlıyım. Desteklerinizi esirgemeyiniz🙈


***


Özgürlüğüne düşkün asi ve hırçın bir kuşun kanadı kırıldı ve bir daha kırıldığı yerden kaynamadı.


Düştüğü yerden kalkmak istedi lakin bir daha eskisi gibi uçamadı. Sert ve acımasız bir el ateşten örülmüş kafesin içine hiç acımadan kapattı.


Adam yüreği hırsla kavrulan vahşi bir aslandı kadınsa inine habersizce girmiş körpe bir ceylan.


Bir komutu ile yüreğimi dize getiren sesi ağaçları yalayıp gökyüzüne peyderpey yayılırken ormanın ıslak ve hırçın kokusuna karışarak ruhumun en köhne bölgesine sinsice dağıldı.


***


Taksi Lefkoşa'nın en büyük otelinin önünde durduğunda Günce taksiden inmemi beklemeden kapıma kadar koştu. Üzerine siyah, uzun bir elbise giymişti ve oldukça telaşlıydı.


Şalını, omuzlarının üzerinden arkaya doğru attı. "Ova çok güzel görünüyorsun." Koluma girdi ve otelin girişine doğru sürüklemeye başladı.


"Sen de çok güzel görünüyorsun Günce!"


Özel bir okulun davetine çağrılmıştık. Artık çalışanı olmadığımız bir yerin verdiği davete çağrılmış olmamızın sebebi neydi bilmiyordum. İçimde anlamsız bir huzursuzluk olmasına rağmen Günce'nin ısrarlarını savuşturabilecek bir mekanizma geliştirememiştim.


Görkemli davet salonuna girerken kalabalık beni ürkütmeye yetmişti. Sosyal bir kadın değildim ve bu kadar kodaman adamın olduğu yerde bulunmak bana göre değildi. Öğretmenliği bırakıp antrenörlüğe geri dönmemin en büyük sebebi buydu.


Boş masalardan birine yerleştiğimizde Günce patrona selam vermek için en sonda duran büyük masaya doğru ilerledi. İstediğim içeçeği yudumlarken çaprazımdaki masada oturan genç adamın devamlı bana baktığını hissediyordum.


Yirmili yaşlarında gösteriyordu. Lacivert bir takım elbise giymişti. Esmer ve oldukça heybetli bir duruşu vardı. Bakışından rahatsız olup bakışlarımı kaçırdım. Saat ilerledikçe sıkılmaya başlamıştım. "Ova," dedi Günce kıvranırken. "Ben lavaboya gidiyorum."


Üçüncü içeceğimi yudumlarken başımı olumlu anlamda salladım. Günce, masadan uzaklaşırken beni izlemeye devam eden adam içeceğini eline aldı ve masama doğru yaklaşmaya başladı.


Bir bu eksikti...


"Merhaba küçük hanım," dedi oldukça nahif bir sesle. "Kusura bakmayın tanıdığım birine olan benzerliğiniz yüzünden gözlerimi sizden alamadım. Rahatsız ettim lütfen affedin."


"Önemli değil," dedim yalan söyleyerek. Fazlaca rahatsız etmişti. "Ama uzun sürmezse sevinirim."


Kibarca gülümsedi. Parmağındaki yüzüğü dikkatimi çekmişti. Kartal simgesi vardı üzerinde. "Adım," dedi yine aynı tonda. "Farhan!"


Uzattığı elini kibarca reddettim. "Ben de Ova, Ova Hünerli."


Başını hafifçe önüne eğdi. Uzun süre göz teması kurmaması dikkatimi çekmişti. "Memnun oldum Ova. Davete Türkiye'den katılıyorum." Sesi sonlara doğru kısıldı. "Ormanda yarışmalar düzenleyen özel bir şirket adına buradayım. Katılmayı düşünürsen başvur mutlaka."


Maceraperest bir kadın olduğum için kağıda bakarken hafifçe tebessüm ettim. "Ne hoş. Polis akademisine girmek için birçok eğitim almıştım. Dayanıklılığımı artırmak için bu tarz kamplara daha önce katılmıştım. Lakin henüz Türkiye'ye gitme fırsatım olmadı."


Ceketinin cebinden bir broşür çıkardı. "Buraya geliş amacım aslında bu değildi ama senin bu işe uygun olduğunu hissettim."


Bana doğru uzattığı kağıdı aldım ama açmadım. "İlgilenirsen sevinirim."


Adam masadan uzaklaşırken arkasından hayretle baktım. Bu da neydi şimdi? Günce nihayet masaya döndüğünde bakışlarım hala broşürün üzerindeydi. Adamları ile davet salonundan çıkarken kağıdı çantama koydum.


Davetten ayrıldıktan sonra biraz yürümek istediğim için sahile ineceğimi söyleyip Günce'den ayrıldım. Bu kez ısrar etmeden beni azat etmişti. Ne kadar daldığımı bile fark etmemiştim yürürken. Ani bir frenle önümde duran siyah arabadaki öfkeli gözleri görmezden gelerek bir adım atıp kaldırımdan yürümeye devam ettim.


Hep kendi akademimi kurmak istiyordum. Milli sporcular yetiştireceğim spor akademisini. Polis akademisi elemelerinde yaşadığım haksızlık yüzünden rotamı başka bir yöne çevirmek zorunda kalmıştım. O günden beri Milli sporcular yetiştirmek en büyük hayalimdi.


Babamın durumunu biliyordum. Bunun için ona baskı yapamıyordum. Talha Kaptan'ın sözleri tekrar tekrar zihnimde yankılanırken ona olan kızgınlığım geçiyordu. Babamdı çünkü canımın yarısıydı. O zor şartlarda beni balıkçılık yaparak büyütüp nihayetinde bir üniversite okutmuştu zaten ona haksızlık yapmak istemiyordum.


Ok atarak ve birçok spor dalında kendimi geliştirerek büyeyen bir kız olarak başka hedeflerim olmamıştı. İşte benim kızım derdi babam. Kaç erkeğe bedel! Çok istemiş Talha Bey bir oğlu olmasını. Çünkü kızlar istediği meslekleri icra edemezmiş. Allah, bu düşüncelerinden hoşnut olmamış ve tek evladı olan beni nasip etmiş.


Ne kadar içten istediği belliydi. Ben onun farklı bir cinsiyette doğmuş olsamda kabul olunmuş duasıydım. Atalarına, inançlarına ve geleneklerine düşkün, babasının sözünden çıkmayan deli kanlı bir kız olarak yetişmiştim. Güreşi bir yıl önce bırakıp okçulukta yoğunlaştığımdan beri olimpiyatlar büyük bir sevdam olmuştu.


Besyo okuyup üniversiteden birincilikle mezun olmuştum lakin bu bana hiçbir zaman yetmedi, yetmiyordu. Siyah renkli bir kedi kuyruğunu yukarıda tutarak önümden sessizce geçerken aklıma çantama koyduğum broşür geldi. Merakıma yenik düşüp broşürü aldım ve içinde ne yazdığını okumak için açtım.


Ödül için konan parayı gördüğümde gözlerim büyüdü. "Gerçek mi bu miktar?"


Dudaklarım şaşkınlıktan bir karış açık kalırken mutluluktan küçük dilimi yutacaktım neredeyse. Bir yarışma için beş milyon dolar çok fazla değil miydi? Gözlerimi kocaman açıp dikkatle kağıda bakarken altta yazan küçük yazılara odaklandım. Yazıları doğru anlamak için yavaş ve tane tane okuyordum.


Babamın ve annemin tepkisini düşündüm. Annem, 'Kız başına ne işin var oralarda?' diyecekti. Güreştirirken ok atmayı öğretirken hatta kılıç tutmayı denetirken asla böyle bir şey söylememişti. Şimdi de söylemeseydi ne olurdu sanki?


Ormandaki engellerden en kısa sürede geçerek rakiplerini eleyen sekiz kişi bir üst seviyeye geçecekti. Böyle bir kampta finale kalmak elbette kolay olmazdı. Rakiplerimi düşündüğümde içimi bir sıkıntı kapladı lakin ben kolay pes eden bir kadın olmamıştım hiç.


Broşürü cebime koymadan önce internet adresinden başvuru sayfasını buldum ve karşımda duran banka oturdum. İsmimi yazarken parmaklarım titriyordu. İlkbaharın başlarını yaşıyorduk. Nisan ayı ortalarına doğru ılık hava iyiden etkisini göstermeye başlamıştı.


Babam bana başarısız olmayı, kaybetmeyi maalesef aşılayamamıştı. İnsan bir şeyi başarıyorsa onunla gurur duymalıydı. Bunun adı kendini beğenmişlik olsa bile. Bir insan önce kendini sevmeli, değer vermeli öyle değil mi?


Başvurumu daha fazla düşünmeden onayladıktan sonra eve doğru yürümeye başladım.


***


Şirin, kırmızı boyasının hiç solmasını istemediğim evimizin önüne yaklaştığımda annemin arkadaşları ile halı yıkadığını gördüm. Elindeki fırçayı son bir gayret halıya sürdü. "Yemeğin altını aç Ova!" Başını tekrar halıya çevirdiğinde homurdandım.


Yemeğin altını aç, çayı demle, sofrayı kur bulaşıkları yıka...


Ben ev işleri yapacak bir kız olarak yetişmemiştim ki. Ağaç yaşken eğilir diye boşuna mı söylemişlerdi? Anlamıyordu Ayşe Sultan. Olgunlaşmış ağacı bükmeye çalışıyordu.


Anahtarımı portmantodaki kasenin içine bıraktıktan sonra mutfağa girip söylediklerini yaptım. Babam, gözlüğünü burnunun ucuna kadar indirmiş salonda büyük bir huzurla elindeki kitabı okuyordu. Geldiğimi fark etmediği için yanına sessizce yaklaşıp keline öpücük kondurdum.


"Ova!" Elindeki kitabı orta sehpaya bırakıp burnunun ucunda duran gözlüklerini çıkardı. "Yeni mi geldin?"


"Evet, az önce girdim." Bir an babama kamptan bahsetmek istedim. Ondan bir şeyler saklamak ve gizli iş çevirmek pek bana göre bir hareket değildi. Anlayacaktır beni. Hayallerimin peşinden gitmem gerektiğini asla pes etmemem gerektiğini öğreten de oydu.


'Asla kendi ayaklarının üzerinde duramayan bir kadın olma kızım derdi bana. Altın bileziğin kolunda olduğu sürece gözüm arkada kalmayacak. Evde oturup çeyiz yapan bir kız olmanı istemiyorum. Onlara da sıra gelecek lakin önce o altın bileziği bileğine takacaksın derdi.'


Bu sözleri bana hayatım boyunca yol göstermiş hedeflerimi şekillendirmişti. Babam beni inançlarına göre yetiştirirken dünyanın acı gerçeklerine karşı kendimi korumamı da aşılamıştı özenle. Muhafazakar bir aileye sahip bir kadın olsamda kısıtlı bir yaşam sürmemiştim.


Küçük bir kızken bile arkadaşlarım mahallede bebekleri ile oynardı ben bahçede dedemle ok atardım. Bazen düşünüyorum. Çocukluğumu tam anlamıyla yaşamadığım için hata mı ettim?


Şimdi kızmasını istemiyordum. "Baba," dedim sesimi oldukça kısarak. "Seninle konuşmam gereken bir mesele var."


Mimiklerimden konunun ne kadar önemli olduğunu anlamıştı. Tek bir siyah saç teli kalmamış saçlarını eliyle düzeltti. "Annen gelmeden konuşalım kızım. Önemli bir şey belli ki. Şimdi gereksiz abartır, rahat konuşamayız."


Kızlar genelde babaları ile her şeyini rahat konuşamazlar. Ben annemle doğru düzgün bir şey paylaşamıyordum çünkü sabahında komşuların diline düşüyordum. Babam, benim zirvesi karla dolu en güvendiğim dağımdı. "Bana kızacaksın biliyorum lakin görünce kendime engel olamadım."


Neler olduğunu anlamaya çalıştı. Nasırlı ellerini önünde birleştirirken başımı yerden kaldırıp rengini ondan aldığım masmavi gözlerine baktım. Altın sarısı saçlarımla ona olan benzerliğim oldukça fazlaydı. Uzun boylu bir adamdı ve boyumda ondan aldığım bir gendi. Bir şey söylemedi, merakla söyleyeceklerimi bekliyordu. "Ben bir şey yaptım baba. İlk kez size danışmadan bir şey yaptım."


Bunu söyledikten sonra yüz ifadesinde en ufak bir değişim olmadı. O kadar emindi ki yüzünü yere getirecek bir şey yapmayacağıma. "Kampa katıldın değil mi?" İşte bunu beklemiyordum.


Şaşkınlıktan kocaman olan gözlerimle babama bakarken onun göz etrafı usulca kırıştı. "Nasıl yani?"


Babamın yarışmadan haberinin olmasına mı yoksa yüzündeki hoş ifadeye mi şaşırmam gerektiğini bilemiyordum. Dudakları yana doğru kıvrılırken yanaklarında oluşan çukurluğu oldukça mutlu olduğunu gösteriyordu. Duruşunu dikleştirirken boğazını öksürerek temizledi. "O broşürü senden önce görmüş olabilirim ama tuhaf olan broşürü kapının önünde bulmam."


Benim de kafam karışmıştı. Kafa karışıklığım heyecanımı bastıramamıştı ne yazık ki. Heyecandan ellerim titrerken babamın neden bana hala gülümseyerek baktığına bir anlam vermeye çalışıyordum. "Kampa katılmama izin vermeyi düşünmüyorsun değil mi?"


Elini yavaşça yanağımda gezdirirken başımı elinin üzerine yatırıp gözlerimi kapadım. "Uzak," dedi. Haklıydı. Akdeniz ile Karadeniz arasındaki mesafe çok büyüktü. "Çok uzak, sana kıyamıyorum. Sen hala benim küçük nazlı kızımsın."


Nazlı olarak büyütmemişti ama üzerime deli gibi titrediğini asla inkar edemem. Başımı önüme eğdim yavaşça. "Baba! Yapma ama. Nazlı bir kız olmadığımı ikimiz de biliyoruz."


Dışarıdan gelen seslere aldırış etmeden babamın yanağımdaki elini tuttum. Annem içeri gelmeden bu konuşma bitmeliydi. Annemin eve doğru yaklaşan sesini duyduğumda istemsiz panikledim. "Şimdilik aramızda kalsın babacığım. Seçmelerden geçersem şayet anneme açıklamayı ondan sonra düşünmek istiyorum."


Koltuğa yayıldığında yüzünde yarı keyifli yarı endişeli bir ifade vardı. "Olur kızım, sen nasıl istiyorsan. Ayşe'yi bana bulaştırma da!"


Keyifle gülümserken annem omzuna attığı halı ile içeriye girdi. Babam onu öyle görünce koltuktan fırladı. "Hanım ne yapıyorsun? Bel fıtığı olacaksın."


Merdivenlerden çıkarken omzumun üzerinden onlara baktım. "Eski toprağım ben bana bir şey olur mu Talha Bey?"


Onlardan ayrı kalma düşüncesi beni korkutsa da hayallerime giden yolda bu ayrılığa sanırım dayanabilirdim. Bu tarz konuşmalardan birazcık uzak kalacak olmam elbette beni üzüyordu. Telefondan internete girdiğimde arama motoruna Kampın adını yazdım.


***


Başvurumdan sonraki yedinci sabaha açmıştım gözlerimi. İçimde acımasız bir heyecan vardı. Yatakta doğrulurken telefonumu ellerimin arasına alıp birkaç dakika bakıştım. Korkuyordum ilk kez. Çığlık çığlığa bağırmak geliyordu içimden.


Derin bir nefes aldıktan sonra sonuç sayfasına tıklayıp ekranda adımı gördüğümde nutkum tutuldu. Oturduğum yerden aniden fırlayınca sesimi alçaltıp annemi odaya getirmemeye özen gösterdim.


Seçilmiştim...


Dünyaları ayaklarıma serselerdi beni bu kadar mutlu edemezlerdi. Babamın boynuna atlayıp bana dünyaları verdiğini söylemek istiyordum lakin sağlığım için sakin kalmalıydım.


Yavaşça yatağın üzerine otururken annemin ne kadar üzüleceğini düşündüm.


Bütün tırnaklarımı yerken beklemeye daha fazla dayanamamış ve aşağıya doğru süzülmüştüm. Tırabzanlardan sarkınca babamın koltuğunda kahvesini ağır ağır yudumladığını gördüm. Annem mutfaktaydı. Tabak sesleri oldukça sert yankılanıyordu evin içinde. Ya da içimdeki stres yüzünden bana öyle geliyordu. Annem sinirli miydi, babamla mı


tartışmışlardı?


Yüzümün geldiği halden olsa gerek keyifle gülümseyip kahvesinden kocaman bir yudum aldı. Babamın beni yarışma konusunda desteklediğine hala inanamıyordum. Rüya olmalı bu! "Sonuç olumlu sanırım."


Bıyık altından gülmeye devam ederken sessizce başımı sallamakla yetindim. "Hı hı." Yavaşça yanına oturduğumda, "Korkuyorum baba," diye fısıldadım. "Ya annem hastalanırsa ya ben ilk elemelerden geçemezsem?"


Bakışları ile içimde küllenmeye çalışan alevleri harlıyordu. Elini omzuma dokundururken arkamdaki desteğini hissetmek beni bir nebze de olsa rahatlatmıştı. "Sen benim kızımsın. Seni geçecek birinin olacağını sanmıyorum."


Gururla başımı dik tutarken yüreğimdeki yangının harlandığını hissettim bir kez daha. Ben Hüdalfa pehlivanın torunu, Talha Kaptan'ın kızıydım. Bunu başarabilirdim. Annem, mutfak kapısından bize bakarken ellerini hızla önündeki havluyla kuruladı.


Bize doğru yaklaşırken bakışları hiçte normal değildi. Göz bebekleri büyürken yanakları al al olmuştu. Baş örtünün kenarından taşan beyaz saçlar endişe ile dikleşti. "Ne yarışması ne kampı bey? Ben torun sevme hayaliyle yanıp tutuşurken kızımın mürüvvetini görmek için gün sayarken siz babalı kızlı yine benim başıma nasıl çoraplar ördünüz?"


Topu, susarak tamamen babama atmıştım. Bakışlarım bir anneme bir babama kayarken babam oldukça rahat ve kendinden emin görünüyordu. "Ova elemeleri geçerse Bir yıl sürecek kampa katılacak hanım. Birinci beş milyon kazanacak. Hep istediği gibi kendi okulunu açabilir."


Düşündüğüm gibi öyle ayılıp bayılmadı lakin sakinleşeceğe de benzemiyordu. Nihayet yorulmuş olmalı ki yavaşça babamın dizlerinin üzerine yığılıverdi. "Bey benim bir kızım var ve sen onu tanımadığımız adamların yanına mı gönderiyorsun? Hem de bir başına."


Babam, ellerini yavaşça açılan saçlarında gezdirirken, "Hanım eşek kadar kız. Evet zor olacak ve biz bir yıl biraz dişimizi sıkacağız," dedi.


Annem hıçkırırken, "Ya başına bir iş gelirse? Böyle kız başına bizsiz," dedi. Nefesini hızlıca toplarladı. "Ya kendini koruyamazsa?"


Annem yavaş yavaş durulurken ben dumura uğramış bir halde anneme bakıyordum ve hala ağzımdan tek bir sözcük çıkmıyordu. "Şşşt Ayşe! Bilmez misin ki ben Ova'yı nasıl yetiştirdim? Korkma o kendini nasıl koruyacağını bilir."


Bıyık altından gülerken bana göz kırptı. "Hem ona erkek sinek bile yaklaşamaz. Bilmez misin cilve nedir bilmez o. Başlarında yetkililer olacak korkma sen hadi bir çay demle de kendimize gelelim."


Babamın beni övdüğü de yerdiğide pek ayırt edilemezdi lakin sözleri gururumu okşamıştı. Annem burnunu silerken durumu kabullenmişe benziyordu. "Dediğin gibi olsun Talha Bey!"


Derin bir nefes alırken babama sımsıkı sarıldım. Ellerini sırtımda gezdirirken kulağıma fısıldadı. "Bakma sen öyle dediğime, hani yuva kurmayı hayal etsen hiçte kızmam. Hayat sporla geçmez Ova!"


Utançtan yanaklarım domates gibi kızarırken, "Aklımın bir köşesinde bulunduracağım babacığım. Sözlerini asla kulak arkasına atmam bilirsin," diye fısıldadım.


Hayal et, umut et, mücadele et ve tevekkül et...


Babamın bana tekrar tekrar söylediği bu sözlerle içeriye girdiğimde tek tek bütün rakiplerimi arkamda bırakarak katılan otuz kişiden biri olarak adımı kayıtlara yazdırmayı başarmıştım.


Gururluydum ve mutluydum. Bekleme salonuna çıktığımda kalabalık azalmaya başlamıştı. Annemi ve babamı az ilerideki cam kapının yanında ayakta beklerken buldum. "Bitti baba! Türkiye'ye gidiyorum." Annem elindeki cüzü kapatıp çantasına koydu. Beni dimdik ayakta tutan o güzel dualarıydı ve ben anne ve babasının hayır duasını almayı başarmış bir kadındım.


Annem yavaşça ağlarken bana sımsıkı sarılmaya devam etti. "Yolun açık olsun güzel kızım."


Deniz kenarındaki sevimli evimizi, babamın balıkçı teknesi ile çıktığımız balık avlarını çok özleyeceğim. "Bitince geleceksin hemen değil mi?"


"Geleceğim tabii annem," dedim. "Gelmez miyim. Güney'in kızıyım ben? Adamdan uzak kaç sene yaşayabilirim?"


Burnunu çekti hızla. "Gelmezsin sen, hele de orada yakışıklı birini bulursan sanmıyorum ki bizi hatırlarsın. Hoş ona da razıyım ya neyse..."


Gülsem mi ağlasam mı bilemez bir haldeydim. "Başına kalacağım ben senin. Turşumu kuracaksın daha unuttun mu?"


"Zevzek zevzek konuşma. Odundan turşu olduğu nerede görülmüş? Kız ol biraz şuna bak bey odun yutmuş gibi. Milletin kızı çeyiz yapıyor bizimkisi kas. Allah'ım sen aklıma mukayyet ol!"


Kendi kendine söylenirken kapıya doğru yürüdü. Babam, kahkahalara boğulurken yarın akşama yola çıkacağımı söyledim. İster istemez düşmüştü yüzü. Bu kadar erken ayrılacağını o da hesaba katmıyordu bunu çöken omuzlarından anlıyordum.


***


Kemerlerinizi bağlamanızı önemle rica ediyorum💜


İlk bölüm nasıldı?


İnstagram: aysegulcee1


Loading...
0%