Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

Kurşunların kulağımda bıraktığı ses tüylerimi diken diken ederken bir daha onu göremeyeceğimi düşünmek canımı düşündüğümden daha fazla yakmıştı.

 

Bedenimi bereleyen dalların acısını umursamadan ilerlemeye devam ettim. O güçlüydü, o koca dev adamdı, o Peşrev'di. Mutlaka bize geri gelecekti.

 

Yer ayaklarımın altından alınırken titreyen bedenim ve sarsak adımlarımla onları takip ettim. Hedef alanından bir hayli uzaklaşınca ağaçların girişini kapadığı küçük bir kulübenin içine girdik.

 

Erkeklerden biri hafif yaralanmıştı. Acıyla inlerken şimdi içinde bulunduğumuz durumu daha iyi idrak edebiliyordum. Gerçekler tokat gibi çarpıyordu yüzüme. Soya, elini ağzına bastırırken Maksut onun önünde diz çökmüş bir halde sakinleştirmek için uğraşıyordu.

 

Sam'in kolu fena değildi. Orion, yarasını temizleyip bandaj yapmıştı. Kulübenin girişinde durdum ve gelip gelmediğini kontrol ettim. "Ova," dedi Leo. Vera ile yerdeki adamın yarasına bakıyorlardı. "Gelecektir! Gelmezse çıkıp ona bakacağız."

 

Ben bu kadar rahat olamıyordum. Ardımızdan birini bırakmıştık ve geri dönmeliydik. "Geri dönmelisiniz," diye bağırdım. "O sizin arkadaşınız."

 

Soya ayağa kalktı ve bana sarıldı. "Ova çok korkuyorum."

 

Yaralı gencin sesi yankılanırken elimle kulaklarıma baskı yaptım. Çıt çıkmıyordu artık. Maksut, yaralı gencin ağzına sargı beziyle sardığı sopayı sıkıştırdı. Omuzundaki yarayı temizlemeye çalışıyordu. Sırt çantamı kaybetmiştim ama diğerlerinin ki hala buradaydı. Ne kadar ayakta beklediğimi bilmiyordum, saat 13.30'u gösteriyordu.

 

Kurtulduysa şimdiye kadar bizi bulması gerekmez miydi?

 

Kulaklıktan sorduğum sorulara yanıt vermiyordu. Kulağından çıkmış olmasını ümit ederken canımın yandığını hissettim. Gergindim, oturamıyordum. O beni kurtarmak için bedenini siper etmişti. Elim kolum bağlı duramazdım. "Ben gidiyorum."

 

Maksut, çıkmadan kolumdan yakaladı. "Bir dur kızım ya sevdiğin adam için endişe ettiğini biliyorum ama biraz sakin olmalısın."

 

Gözlerimi kocaman açtım. "Peşrev benim sevdiğim adam değil ama arkadaşım! Sizin de öyle. Her şeyden önemlisi o bir amir. Elimiz kolumuz bağlı duramayız."

 

"Gidiyoruz şimdi sakin ol! Sadece bölgede canlı birinin kalıp kalmadığını anlamak için bekledik." Maksut silahını beline yerleştirdi. "Hey! Koca adama bir şey olmaz rahat ol sen."

 

Nasıl bu kadar rahat olabiliyorlardı?

 

Sam ve Leo ayaklanıp yanımda durdular. "Dikkatli olun! Onu alıp geleceğiz." Maksut'un gözleri Soya'nın üzerindeydi. Soya, maksut'a kızgın gibi bakmıyordu. Başımı olumlu anlamda salladım. Sam'de onlara katıldığında kapıdan çıkmadan bana baktı. Bu adamdan hala haz etmiyordum.

 

Leo, geri döndüğünde "Kulaklıklarınızın çalışıp çalışmadığını kontrol edin," dedi.

 

Kulübeden çıktıklarında Soya ve Vera'nın yanına oturdum. Yine de bir arada olmakta fayda vardı. Vera omzuma dokundu. "Buradan sağ çıkabiliriz değil mi?"

 

Gözlerimi devirdim. "Elbette! Bizi ormanda bırakacak değiller ya."

 

Soya beni başıyla onayladı. "Sence eğitime devam edecek miyiz?" Buraya onun için gelmiştik ilk engelde geri döneceğimizi sanmıyordum. En azından araçları bıraktığımız yere kadar yürümemiz gerekiyordu.

 

"Bilmiyorum."

 

Yüzümü yaralı gencin dudaklarına yaklaştırdım. Ufak bir sıcaklık hissetmiştim. Derin bir nefes aldım. Şükürler olsun yaşıyordu. Acıdan kendinden geçmiş olmalıydı. Üzerini battaniyelerden biriyle örttükten sonra popomun üzerine bıraktım kendimi. Kulaklığımdan herhangi bir ses gelmiyordu. "Maksut," dedim. "Leo bizi duyuyor musunuz?"

 

Ses yoktu. Lanet kulaklıklarını açmamışlar mıydı? Yerdeki adam ayağa kalktı. "Kulübenin dışına çıkmak gerekli." Çıkışa doğru yürüdü ve elini kulaklığına bastırdı. "Efendim," dedi. "Ne durumdasınız?"

 

"Tek bir canlı yok! Üç ölü var. Koca adam hedef şaşırmamış." Maksut'un sesini duyduğumda derin bir nefes aldım.

 

"Peşrev," dedim hiddetle. "Ölülerin arasında olmadığını söyle bana!"

 

Güldü. "Sakin ol Ova! Öyle olsa böyle sakin olur muyum? Muhtemelen bir şeyin peşine düşmüştür. Civarda yok. Geri dönüyoruz." Ne demek geri dönüyoruz?"

 

Ses kesilince yerime oturdum. Yaklaşık on beş dakika geçmişti ama Leo ve Maksut geri dönmemişti. Orion, yanıma geldi ve elini omzuma dokundurdu. Soya'ya bakmıyor onunla konuşmuyordu. Soya, ayakta beklerken bakışları kulübenin girişindeydi. Maksut için endişe mi ediyordu?

 

Bir kez daha elimi kulaklığıma bastırdım. "Beni duyuyor musun Vahşi adam? Eğer şimdi cevap vermezsen çıkıp kampa kadar yürüyerek gideceğim." Yapacağımı bilirdi. Eğer beni duyuyorsa buna kayıtsız kalmayacaktır. Cevap vermesini beklerken cızırtılı seslerin arasından yavaş ve kesik nefes alma sesi işittiğimde hızla ayağa kalktım. "Peşrev!" Herkes bir anda bana bakarken benim ağzım kulaklarıma varıyordu. "Beni duyuyor musun?"

 

Gülme sesi işittiğimde yüzünün ortasına kocaman bir yumruk indirmek istedim. Bu zamana kadar neden bana bir cevap vermemişti? "Gönül kuşu!" dedi. "Seni bir daha görmeden ölmeyeceğim."

 

"Ah" diye acı bir nida döküldü dudaklarından. "Eğer öyle bir şey yaparsan seni koklayarak bulurum biliyorsun değil mi?"

 

"Aşağılık herif!" diye bağıran Maksut'un sesiydi. "Yine o güzel kıçını nasıl bir pisliğe bulaştırdın?" Leo ve ikisinin kıkırdamasını işittiğimizde yüzlerimizde gayriihtiyari gülümseme peyda oldu.

 

Soya ve Vera gülerek ayağa kalkarken derin bir nefes aldım. Başımı sinirle iki yana sallarken, "Gelme yoksa seni öldüreceğim," dedim.

 

Acıyla inledi. Yaralı olmalıydı. "Gönül kuşu," dedi bir kez daha. Sesi oldukça yakından geliyordu. Duyduğum ayak sesleri ona mı aitti? Soya, karşımda gülümseyerek bakarken kokusu burnuma doldu. O arkamda mıydı?

 

Gözlerimi derin bir rahatlama ile kapatırken adım sesi bana doğru yaklaştı. Hangi ara gelmişti bu kaçık herif? Onu ormanda gördüğümdeki gibi çenesini saçlarıma bastırdı. "Bu koku için geri dönmek zor olmadı. Yıllar sonra ter ve ayak kokusundan sonra senin misk kokunu bulmuşken kaybetmek çılgınca!"

 

Ona doğru dönüp yumruğumu karnına geçirmek istedim ama yapamadım. Omuzlarımdan tutup beni kendine çevirdi. Berbat görünüyordu. Bakışlarım omuzlarındaki yaraya kaydığında içim sızladı. "Yaranı temizlemeliyiz."

 

Yere otururken üzeri örtülü yaralı gence baktı. "Üzgünüm," dedi bakışları dördümüzün üzerinde dolaşırken. "Buraya gelirken böyle bir saldırı olabileceğini hesaba katmamıştım."

 

"Senin bir suçunun olmadığını biliyoruz amirim," dedi Orion. "Böyle olması gerekiyormuş."

 

Çantadan sargı bezi ve antiseptik çıkardım ve yarasını usul usul temizledim. "Bunları konuşmanın bir önemi yok! Her şeyi bilerek buradayız ve burada olmaya devam edeceğiz."

 

Fazla derin değildi yarası. Dikiş gerektireceğini sanmıyordum. Sargısını omuzlarından sardığımda Maksut, Leo ve Sam içeri girdiler. "Neler oldu?" diye sordu Leo. "Onlar mı?"

 

Dudak büktü Peşrev. "Muhtemelen. Saldırmaları gerçekten tuhaf. Hedefleri beni öldürmek değildi üstelik. Sırtımı onlara döndüm ve kaçmadım. Kurşunları beni devamlı ıskaladı. Bu sadece bir göz boyamaydı."

 

Maksut, alnını kaşıdı. "Yani farklı bir amaçları olduğunu kabul ediyorsun."

 

Ellerini iki yana açtı. "Öyle görünüyor. O kurşun!" Dişlerini sertçe sıktı. "O kurşun Ova'nın tam başına nişan alındı."

 

Leo, gergince ellerini birbirine sürttü. "Bu ne saçma bir iş? Seni hedef alıyor oğlum bu teröristler." Kendi kendine ağız dolusu küfür ederken Peşrev'e baktım. Beni öldürmek istemeleri Peşrev ile mi ilgili? Bir sürü güvenlik gücü yetiştirmişti. Birçok örgüte darbe vurmuş olmalıydı. Saldırmalarına şaşırmamak gerek.

 

Ayağa kalktı ve hepimize tek tek baktı. "Kampa dönmemiz gerek. Uzun bir yolumuz var. Dikkatli olmamız gerekli. Yine bir saldırı olabilir."

 

Herkes ayağa kalkınca ilk önce üçü çıktı. Etrafın temiz olduğuna ikna olduklarında hepimiz kulübeden yavaşça çıktık. Güneş ağaçların arasında kaybolmaya başlamıştı. Karanlıkta ilerlemek daha güvenliydi. Omuzlarının üzerinden ilk önce bana baktı ve daha sonra diğerlerine. "Birbirimize yakın olalım."

 

Oduncu kulübesini ardımızda bıraktığımızda ne kadar tehlikeli olduğunu düşünmeye başladım. O örgütün varlığı tedirgin etmişti. Buraya kendin geldin dedi bir ses. Evcilik mi oynayacağını düşünüyordun. Dakikalardır aralıksız yürüdüğümüz için Soya'nın sinirle mırıldandığını işittim. Homurdanıp duruyordu. Yokuş çıktığımız için gücümüz tükenmişti.

 

"Bir adım daha atmayacağım."

Ağaçlar küçülmüştü, iğneli çamlarla sarılıydı etrafımız. Yolu bir hayli uzatmıştık. Maksut, omuzlarının üzerinden bize bakarken Soya'nın oturduğu kayaya yaslandım. "Ben de çok yoruldum."

 

Peşrev yanıma doğru yaklaştı. "Sırtıma binebilirsin." Başımı kaldırıp kaşlarımı çattım. Ellerini yanlara doğru açtı. "Ne? Yapmadığın şey mi?"

 

Gözlerim kocaman olurken herkes kıs kıs gülmeye başlamıştı. "Yani onların bilmesine gerek yoktu vahşi adam!" Başımı sinirle iki yana salladım. "Yaralıydım ve bana senden başka yardım edecek kimse yoktu!" Biri bu adama onun eşi olmadığımı söylemeliydi.

 

Leo, işaret parmağı ile yukarıyı gösterdi. "Biraz daha dayanırsanız şu ağaçların arka tarafında bir oduncu kulübesi daha var."

 

Maksut, hayretle Leo'ya baktı. "Sen nereden biliyorsun oğlum buradaki kulübeleri? Biz bile bilmiyoruz." Peşrev'e döndü. "Bu geleli kaç yıl oldu?"

 

Peşrev omuz silkti. "Beş sanırım."

 

Leo, ensesini kaşırken muzipçe güldü. "Daha önceki eğitimlerde keşfettim. Köyün kızları acayip güzel!"

 

Maksut kendi kendine söylendi. "Bizde bu herife güvenip eğitime gönderiyoruz!" Yüzünü buruşturdu. "Gavur oğlu seni!"

 

Vera, hayretle ona dönerken ellerini beline yerleştirdi. "Bunu öğrendiğim iyi oldu sapık herif!" Kollarını göğsünde birleştirdi ve bize katıldı.

 

Bu kadına ısınmaya başlamam normal miydi? Peşrev, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Umarım köyün bütün kızlarını hamile bırakmadın."

 

"Şey, Vera açıklayabilirim. Yemin ederim senden önceydi." Küçük bir çocuk gibi görünüyordu. Gerçekten Vera'yı önemsiyor muydu?

 

Leo'ya öfkeyle bakarken bana dirsek attı. Acımıştı, beni Leo mu sanıyordu bu kadın? "Ciddi olamazsın. Benden önceymiş? Rüyanda görürsün sen artık."

 

Ağzımız bir karış açık Vera'ya bakarken o bize döndü. "Ne?" Dudak büktü umursamazca. "Cezalı!"

 

Başımı hayretle iki yana sallarken bu kadının hormonlarının normalden fazla çalıştığına kanaat getirdim. Soya ise Maksut'un bütün ısrarlarına rağmen koluna girmemişti.

 

Maksut, Soya'nın önünde durdu. "İnat etme işte yürüyemiyorsun?"

 

"Benden uzak dur iri adam!"

 

İkisine bakarken güldüm. Nihayet Leo'nun köyün kızlarıyla kaçamak yaptığı kulübeye giriş yaptığımızda herkes kendini bir köşeye adeta fırlatmıştı.

 

Kulübenin tavanı alçak ve duvarlarında yine küf kokulu lekeler vardı. Girişini uzun dallar kapatıyordu, en azından burada sabahlayabilirdik. Bir saat kadar dinlendikten sonra açlığımız kendini yine gün yüzüne çıkarmıştı. Leo ve Orion, buldukları kuru odunlarla ateş yakmaya çalışırken Peşrev ve Maksut avlanmak için dışarı çıkmıştı. Yarım saati geçmişti ama hala onlardan bir haber yoktu.

 

"Soya," diye mırıldandım. Bu gecenin sakin geçmesini arzuluyordum. Zira, konuşacak enerjim bile yoktu. "Sence başlarına bir şey mi geldi?"

 

Kolundaki saati kontrol etti. "Sanmıyorum. Bu bu saatte av bulmaları zor olmuştur. Gelirler birazdan korkma."

 

"Korkmuyorum, sadece onlar için endişe ettim." Korkuyordum hem de deli gibi. Bugün yaşadığım birkaç saati tekrar yaşama düşüncesi bütün bedenimde sarsıntıya sebep oluyordu.

 

Nihayet ateşi yakmayı becerdiklerinde daha fazla dayanamamış ve dışarı çıkmıştım. "Ova uzaklaşma!"

 

Leo'nun uyarısına kulak asmadan kalın dallara tutunarak aşağıya inmeye başladım.

Korkutucu bir sessizlik vardı. Adını bilmediğim kuşların ötüşü gecenin ürkütücülüğüne ürkütücülük katarken sis bir yorgan gibi ağaçların üzerine örtülmüştü.

 

Biraz daha aşağı inince düzlüğe ulaştım. Daha fazla ormana girmek istemiyordum. Başımı arka tarafa çevirdiğimde gördüğüm manzara gülümsetmişti. Binlerce ateş böceği bir araya toplanmış etraflarını gündüz gibi aydınlatmıştı. Beraber dans ediyorlardı.

 

Bu orman acı ile dolu olsa da güzellikleri inkar edilemeyecek kadar fazlaydı. Ateş böceklerinin dansını seyrederken iç çektim. Bazen hala rüyadaymışım gibi geliyordu. İnanması ve kabul etmesi oldukça güçtü.

 

Esinti usul usul tenimi okşarken arkamdan gelen çatırtı sesi ile olduğum yerde kıpırtısız kaldım. "Şşşt," dedi içimi sıcacık eden sesi. "Benim gönül kuşu."

 

Yanımda durunca yüzümü ona doğru döndürdüm. "Ne güzeller değil mi?"

 

Başımı ağır ağır salladım. "Çok güzeller." Ötüşleri içimde kelebekler uçuştururken Peşrev'in yanımdaki varlığı huzura boğmuştu. "Geceyi burada mı geçireceğiz?" diye sordum. Gözlerim hala kapalıydı. Geceyi ve onu dinliyordum.

 

Karşımda duran ve bana sevgiyle bakan adamın gözlerinde kaybolmama engel olan şey neydi? Ona daha fazla bağlanmak istemiyordum. Ölmez de buradan kurtulursak ondan ayrıldığımda acıyla kavrulmak istemiyordum. "Ova," dedi sakin bir sesle. Yüzünde bugünün izlerini taşıyordu hala. "Bir adamın bütün ömrünü birlikte geçirmek ve birlikte yaşlanmak isteyeceği bir kadınsın."

 

Utanmıştım, yanaklarım kızarmıştı buna emindim. Bir şey söylemek istedim lakin dilim damağım kurumuştu. Bize doğru yaklaşan adım sesine döndüğümüzde gelenin Orion olduğunu gördüm. Telaşlı bir hali vardı. "Amirim," dedi minik bir tebessümle. "Bir sorun var içeriye gelseniz iyi olur."

 

Güldüğüne göre ciddi bir mesele değildi. Kulübenin içine girdiğimizde Leo arkasına bir şey sakladı. Küçük bir çocuk gibi görünüyordu. Ormandaki ilk karşılaşmamızı hatırladığımda dudaklarımı birbirine bastırdım. Bana nasıl da saldırmıştı?

 

"Neler oluyor?" diye sordu Peşrev, önce Leo'ya bakıp sonra Maksut'a dönerken. Maksut, ensesini kaşırken bakışlarını kaçırdı. Neler oluyordu?

Kimseden cevap gelmeyince Peşrev, elini beline yerleştirdi. "Leo," diye bağırınca ben bile irkildim. "O elindekini bana vermezsen bir daha!" Arkasına baktı. "O köyü göremezsin."

 

Vera, homurdandı ve Kaşlarını çattı. Yere Soya'nın yanına yayılırken oldukça eğleniyordum. Bu aptalları sevmiştim. Ne yaşarsak yaşayalım ruh halimi hızlı bir şekilde değiştiriyorlardı.

 

Damian denen o herife eskisi kadar kızamıyordum artık. Bazen ne kadar kaçarsanız kaçın olacaklar ve yaşanacaklar bir şekilde oluyordu. Başımıza gelen şeylerin mutlaka bir sebebi vardı. Peşrev'in de dediği gibi en felaket anların içinde bile saklı ne güzellikler vardı.

 

"Alıp kırmazsan gösteririm," dedi Leo. Ne sakladığını bir hayli merak ediyorduk. "Söz ver!"

 

Derin bir iç çekti. "Ne olduğunu görmeden söz filan vermiyorum ben."

 

Leo'nun üzerine doğru yürüdü. Küçük bir çocuk gibi kaçtı ve Soya ile arkamıza saklandı. "Ova koru beni şu vahşi adamdan."

 

Kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. "Beni bulaştırmayın."

 

Peşrev, karşımızda dururken dudaklarını birbirine bastırdı. "Leo! Getirtme beni oraya!"

 

"Cık," dedi elini omzuna koyarken. "Suç ortağım Maksut!"

 

Parmağıyla Maksut'u işaret edince koca adam bir adım geri çekildi. "Ne, kim? Ben mi? Peh!" Dişlerini sıkıp Leo'ya tehditkar baktı. Elini havaya kaldırarak hırladı. "Sen ne pislik adamsın lan? Hemen sattın beni."

 

Peşrev, önce Maksut'a sonra Leo'ya baktı. Pek sabırlı göründüğünü söyleyemeyeceğim. Bana doğru atıldı ve bileğimden kavrayıp bedenimi hiç zorlanmadan arkasına aldı. "Şunu yapmayı kes vahşi adam!" Omuzlarının üzerinden bana baktı ve geri döndü.

 

Sonra Leo'ya atıldı ve elindeki şeyi aldığında hepimizin gözlerinde aynı parıltı peyda oldu. "Ne! Telefon mu o?" İstemsiz dökülmüştü dilimden. Bu adamlar görevde telefon kullanabiliyorlar mıydı?

 

Herkes Peşrev'e doğru atıldığında o elini havaya kaldırdı. "Herkes yerine otursun." Söylenerek dediğini yaptıklarında Soya'nın yanına çöktüm.

 

"Ova," dedi omzuma vururken. "iPhone mu o?" Yavaşça yutkundu. Herkesin teknoloji krizine girdiği aşikardı. Ben taş binada bırakmıştım rahmetli mi.

 

"Öyle görünüyor."

 

Peşrev, elindekini ilk kez görüyor gibi evirip çevirdi. Telefonu, Maksut ve Leo'ya doğru salladı. "Bu ne?" Güldüm. İkisi de başını yere eğmişti. "Size bir şey sordum."

 

Orion ayağa kalktı. "Efendim o cep telefonu!"

 

Orion'a bakarken gözleri kocaman oldu vahşi adamın. "Beni aydınlattığın için sağ ol Orion!" Öfkeyle dudak büktü. "Leo içindeki kartı söktün mü?"

 

Başını olumsuz anlamda salladı.

"Tabii ki yok!" Sanki suç işlememiş gibi omuzlarını yükseltti. "O kadar da değil!"

 

Hayretle elindeki telefona bastı. "Ne zamandır eğitimlere telefon getirir olduk?"

 

"Birkaç kez..."

 

Peşrev sinirle kırmaya çalışınca Maksut öne atıldı. "Kırma oğlum ya! Vallahi müzik dinlemek için aldık."

 

Peşrev hayretle arkadaşına bakarken hangi ara içinde bulunduğu hayattan bezdiğini anlamaya çalışıyordu. "Müzik?" diye sorduğunda ben bile heyecanlanmıştım. Şöyle güzel bir arabesk ihtiyacımız olan tek şeydi. "Ne tür müzikler var?"

 

Güldü. "Karışık!"

 

Sanki Leo ve Maksut küçük bir çocuk Peşrev de onların babaları gibiydi. Belki de öyleydi. İkisi yaşça ondan küçüktü. Baba değilse bile onlara ağabeylik yaptığı aşikardı. Üçünü izlerken içim sıcacık oldu. Ilık bir şey midemden karnıma doğru yol almaya başlarken o birden gülmeye başladı.

 

Vahşi adamın çıldırmışçasına attığı kahkahayı büyük bir keyifle izlerken Maksut ve Leo'da ona katıldı. Peşrev telefonu Maksut'a verdi. "Yakalanırsanız sizi gebertirim ve bir daha yenisini getirtmem."

 

İkisi söz verirken yerde duran ve yeni fark ettiğim av hayvanlarının yanına çöktüler. Leo, cebinden çıkardığı hançerle kafalarını ve derilerini başını ayırırken bakışlarımı kaçırdım. Zira, et ben de pek hoş anılar canlandırmıyordu.

 

Maksut'un arka cebindeki telefonu alıp heyecanla Vera ve Soya'nın yanına sokuldum. Ekranı kaydırdım ama gördüğüm şey yüzümün düşmesine sebep oldu. Şifre mi koymuşlardı? İkimiz gülümseyerek Soya'ya baktık. Soya, yüzünü buruşturdu. "Şifreyi hayatta istemem!"

 

Dudağımı büzdüm. "Lütfen! Fotoğraf çekiniriz, anı olur olmaz mı?"

 

Vera sevinçle başını salladı. "Bence de Soya. Şifreyi bize söylemezler şimdi. Hem ben o pis herifle konuşmuyorum." Bunun da trip atacağı tutmuştu.

 

Biraz ofladı ama sonra ayağa kalkıp Maksut'un yanına oturdu. Adam, alnından terler dökerken zavallı hayvanları parçalara ayırmakla meşguldu. Soya, elindeki kanlara bakarken öğürdü. "Kolay gelsin," dedi sanki öylesine hal hatır sormaya gitmişti oraya. Elimi anlıma vurdum. Bu kız gerçekten komikti. "Yardım etmemi ister misin?"

 

Maksut, bir gayretle eti parçalara ayırmakla meşgulken saçlarını yüzünden çekti ve hayretle Soya'ya baktı. "Bir şey isteyeceksin. Daha fazla kıvranma da söyle." Sonra aklına bir şey gelmiş gibi muzip bir ifade ile güldü. "Öpücük istersen burada olmaz!" diye fısıldadı ama biz duymuştuk.

 

Kahkahalarla gülmemek için elimi ısırdım. "Ne münasebet," dedi öfkelenerek. "Telefonunun şifresini isteyecektim."

 

Maksut, elini pantolonuna kurulayıp arka cebini kontrol etti ve hızla bana döndü. Tatlı talı gülümserken Peşrev ateşin başından kafasını kaldırdı ve neler döndüğünü anlamaya çalışır gibi baktı.

 

"Sadece fotoğraf çekineceğiz!"

 

Gözlerini kısarak tehditkar baktığında Peşrev, "Maksut," diye mırıldandı. "Şifreyi söyle!"

 

Söylenirken, önündeki işe döndü. "Dört tane 9"

 

Soya, tekrar yanımıza döndüğünde şifreyi girip kamerayı açtım. Eğer buradan kurtulmayı başarırsak yaşadıklarımızı kanıtlamamız için bu fotoğraf bir delil olabilirdi. Ya da güzel bir anı. Her şeye rağmen güzel bir anı.

 

Üç kız kadraja girdiğimizde onları arkamıza alıp poz verdik. Kameradan Peşrev ile göz göze geldiğimiz bir anda Soya hiç beklemeden çekti. Çektiği kareye bakarken yüzümü buruşturdum çünkü benim nereye baktığım belli değildi.

 

Kime baktığımı ben ve o biliyordu yalnızca yine de güzeldi. Onlar etleri hazırlayana kadar telefonu kurcalayıp durmuştuk. Bir sürü şarkı vardı içinde. Üçümüz yan yana uzanıp kısık bir sesle sırayla sıkılana kadar dinledik. Ateşin başına oturduğumuzda ete bakıp tiksinti ile yüzümü buruşturdum. O şeylerin etini yemek istemiyordum. Yersem kusmam kaçınılmazdı.

 

Peşrev, yemediğimi fark edince bana baktı. Arkasına doğru döndü ve çantasının içinden bir paket bisküvi çıkardı. Şaşkınlıkla ona bakarken neden onu sabah yemediğini düşündüm. Bana doğru uzatınca mecburen aldım.

 

Herkes büyük bir iştahla eti yerken ben yulaflı bisküvi ile karnımı azda olsa doyurmuştum. "Şimdi," dedi Leo çatırtı ile yanan odunlara bakarken. "Bir şişe kırmızı şarap olsaydı..."

 

Peşrev, böyle söyleyince ensesine vurdu. "Haftanın bir günü bari ayık gez. İçmediğin bir saat var mı senin?" Sürekli içiyor muydu? Hiç belli olmuyordu.

 

Omuz silkti. "Yine de olsa hiç fena olmazdı. Kırmızıyı severim." Bunu söylerken Vera'ya bakmıştı ama kızgın kadın bakışlarını ondan kaçırdı. Leo'yu önemsiyordu ama yine de bu kadına güvenemiyordum. Her an Peşrev'in boynuna atlayabilirmiş gibi geliyor.

 

Bir dakika ben bu adamı kıskanıyor muydum? Kendi kendime utanırken yavaşça yutkundum ve onunla göz göze geldik. Sanki düşüncelerimi anlamışçasına inceledi mimiklerimi. Herkes yeteri kadar yediğinde bir köşeye çekilip uzandı. Pencerenin önüne oturmuş dizlerimi karnıma çekmiş bir halde geceyi izliyordum.

 

Başımı içeriye doğru uzattım. Kulübenin arka kısmına geçip oturmuş ve sırtını duvara yaslamıştı. Başı önüne eğik ve dizleri karnına çekikti. Zor bir işi ve kutsal bir görevi vardı. Vatana hizmet etmek hiçte sandığım kadar kolay değilmiş. Bunu işin içine girince daha iyi anlamıştım.

 

Ayağa kalktığımda kimse beni fark etmemişti. Soya ve Vera arkası dönük yatıyor Maksut ve Leo bir şeyler dinliyordu. Kısıkta olsa hafif bir melodi yayılıyordu kulübenin içine.

 

Orion, kulübenin girişinde benim oturduğum yerin tam karşısındaydı. Diğer adamların ve Sam'in hangi cehennemde olduğunu görememiştim umurumda da değildi. Arka tarafa geçmek için Maksut'un iri gövdesinin üzerinden atladım. Başını kaldırıp bana göz kırpınca utançla gülümsedim.

 

Kulübenin içi fazla serindi. Öyle ki kolumdaki tüyler diken diken olmuştu. Şöminedeki ateş sönmüş ve hafif bir duman yukarıya doğru dans ederek süzülüyordu. Gözleri kapalıydı ama nefes alışverişleri pek sakin değildi. Uyumadığını biliyordum. Bu pozisyonda uyuması pek mümkün değildi zaten.

 

Neden burada olduğuma dair en ufak bir fikrim yoktu. Birkaç dakika yüzünü seyrettiğimde dudakları hafifçe kıvrıldı. "Daha ne kadar beni izleyeceksin gönül kuşu?"

 

Gülümserken başımı iki yana salladım. "Hımm uyumuyorduk demek?"

 

Yavaşça yanına oturdum ve aramızda boşluk bırakarak sırtımı duvara yasladım. İkimiz de birbirimize bakmıyorduk. "Geri döndüğün için pişman mısın?"

 

Sesli bir nefes koyverdim. Oturduğumuz yer içeriden kolaylıkla görünüyordu. Yüzümü yavaşça ona doğru döndürdüm. Merakla sorduğu sorunun cevabını bekliyordu. "Bilmem," dedim. Karmakarışık olduğumu ona da söylemek istemiştim. "Ne hissettiğimi anlayamıyorum."

 

"Sıcak yatağında uyuduğunu hayal ettiğini biliyorum," dedi. "Huzurlu ve sakin hayatını özlediğini de." Güldü sonra. "Seni evinde normal yaşantında izlemek isterdim."

 

Gülümsedim. Bu istemsizdi. Beni müthiş bir huzura boğmak için dudaklarını aralaması yetiyordu. "Hımm," diye mırıldandım. Bacaklarımı karnıma çektim. "Peki en çok neyi görmek isterdin?"

 

Düşünüyor gibi sesler çıkardı. "Yemek yaparken sanırım. Ev işleri falan işte!"

 

Başımı gülerek sallarken kıpırdandı. "Neden? Oradan bakıldığında bunları yapamayacak bir kadın gibi mi görünüyorum?"

 

"Hayır," dedi. "Bilakis yapamayacağın hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorum." Bu sözü memnun etmişti. "Sadece nerede olmak istediğini anlayamaya çalışıyorum."

 

Olmak istediğim yer. Şu sıralar zihnimi fazlaca meşgul eden tek şeydi. "Bu soruna bir cevap bulduğumda mutlaka haberin olacaktır koca adam."

 

Bu kez yüzünde memnuniyet belirtisi gösteren o olmuştu.

"Ova," diye fısıldadı. "Kalbim neden böyle atıyor?"

 

Kuruyan dudaklarımı zorla araladım. "Nasıl atıyor?"

 

Oldukça sesli nefes koyverdi. "Fazla," dedi. Sözleriyle yüreğime dokunduğunu hissettim. "Çok fazla. Tıpkı dört nala koşan bir atın kalbi gibi atıyor!"

 

İkimiz de aynı anda yüzlerimizi birbirine döndürmüştük. Sözüyle benim de kalbimi dört nala koşturduğundan haberi var mıydı? "Peşrev!"

 

"Söyle," diye mırıldandı. "Susayım mı?" Susmasını istemiyordum ama devam etmesi bizi içinden çıkamayacağımız bir kördüğümün içine atacaktı.

 

"Aslında ben..." Sözümü bitiremeden Maksut'un sesini işitince bakışlarımı ondan kaçırdım.

 

Maksut, tepemizde dikilmiş keyifle gülümserken, "Ölmek için çok gencim," diye mırıldandı. "Peşrev lütfen beni öldürme."

 

Ne ima ediyordu bu adam?

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Biz sadece sohbet ediyorduk!"

 

Peşrev, arkadaşının imalı bakışı yüzünden homurdanıyordu. Sesli bir nefes koyverdi ve sırtını kulübenin ahşap duvarından kaldırdı. "Ne var Maksut?"

 

"Saat daha çok erken! Uyumayı düşünmüyordunuz değil mi?"

 

"Aslında ben biraz uyuyacaktım."

 

"Uyumak yok. Hadi gelin yanımıza." Maksut, içeriye doğru yürüdü ve bize gelmemiz için işaret etti. Hareketli bir müziğin melodisi geliyordu. Peşrev, ayağa kalktı ve benim de kalkmam için elini uzattı. Uzattığı elini tutmamla kalkmam bir olmuştu. "Bana söyleyeceğin neyse unutma gönül kuşu. Duymak istiyorum."

 

Bir süre arkasından bakarken kalbimin sakinleştiğini hissettim. Yanlarına döndüğümde Maksut'un elindeki telefonu sallayarak Leo ile birlikte dans ettiğini gördüm. İkisi bedenlerini birbirlerine değdirip kalçalarını kıvırıyorlardı. Elimi dudaklarıma bastırıp güldüm.

 

Bunlar kafayı sıyırmış olmalı. Bize bakıp güldüklerinde Peşrev sırtını duvara yaslamış ve onlara gülerek bakıyordu. "Müziği kısın oğlum," dedi. "Sam kapının dışında bekle! Bu kaçık herifler bizi avlatacak."

 

Maksut, Peşrev'e bakıp öpücük atarken ben de onun karşısındaki duvara sırtımı yasladım ve yere oturdum. Soya, kahkahalarla gülerken iki büklüm oluyordu. Kıvırarak Peşrev'in önüne kadar geldi. O kocaman cüssesi ile öyle kıvrak dans ediyordu ki şaşkınlıktan dudaklarım bir karış açık kalmıştı.

 

Ben böyle güzel kıvıramazdım. Elini Peşrev'in göğsüne koydu ve yavaş yavaş okşadı. Şaşkınlıkla onları izlerken Maksut, elini Peşrev'in bacak arasına bastırdı. Gözlerim kocaman olunca hızla başımı çevirdim. Peşrev, gülmemek için kendini zorlarken keyif aldığı her halinden belliydi. "Hadi ama aslan parçası! Sen de istiyorsun!"

 

Sırtını döndü ve poposunu Peşrev'in bacaklarına bastırmaya başlayınca Peşrev daha fazla dayanamadı ve onu tekrar ortaya itti. Deli gibi dans etmeye devam ederlerken Soya ona omuz silkip arkasını dönünce bakışları bana kaydı. Gözlerim irileşirken başımı hayır anlamında salladım.

 

Bu deli beni dansa kaldırır ve aynı hareketleri yaparsa bu kez onu öldürürdüm. Peşrev'e baktığımda ise kaşlarını yukarı kaldırmış bizi izleğini gördüm. Bu kadar adam bana böyle bakarken nasıl dans edebilirdim ki? Hareketli başka bir müzik çalmaya başlayınca bana doğru sinsice yaklaşmaya başladı. Leo, o sırada Vera'yı kolundan tutup kendine çekmişti.

 

Yaptığı çekici hareketlerle anlaşılan gönlünü almaya çalışıyordu. Soya'ya doğru sokuldum. "Soya lütfen kurtar beni şu adamdan!" Bakışları pekte umursamışa benzemiyordu. "Alacağın olsun!"

 

Kolumdan yakaladığında, "Maksut hayır!" diye bağırdım ve Soya'nın arkasına saklandım. "Vallahi ben dans edemem."

 

Durdu ve kaşlarını çattı. Elleri belinde muzip bir ifade bana bakarken yaramaz çocuklardan hiçbir farkı yoktu. Bunlar gizli gizli içmiş olabilirler miydi? "Hadi ama sıkı bir popom olmadığı halde nasıl kıvırıyorum." Poposunu bir sağa bir sola sallayınca güldüm.

 

Soya, baygın baygın ona bakarken nasıl bir adama denk geldiğini sorguluyordu muhtemelen. "İğrençsin koca adam!"

 

"Maksut!" diye bağırdı Peşrev. "Abartma istersen."

 

Ofladı pufladı ama nihayet beni kaldırmaktan vazgeçti. Leo'yu Vera'nın kollarından alınca sinir bozukluğu ile güldüm. Ne yaşıyorlardı bunlar? Maksut, Leo'nun iki elini tutup sallamaya başladı. "Kendini bana bırak tatlım!" Garip bir ifade ile karşımda dansözlere taş çıkaran adama bakarken istemsiz gülüyordum.

 

"Kanmam başka suratlara varsan sen yanımda yeter. Dudakların ilaç bana, yaklaşsana yanıma. Dönsek yine bahara seninle çimenler kaplı zeminde. Kırmızı gül bahçelerinde kalbimin en en derininde diye bas bas bağırarak şarkının sözlerine eşlik ediyordu Maksut.

 

O kadar hızlı hareket ediyordu ki ona yetişmem mümkün değildi. İzlerken bile başımı döndürmüştü. Herkes alkışla ritim tutarken Leo bacağını Maksut'un beline sardı.

Belini dizine yatırdığında acı ile inlemişti. "Belimi kıracaksın lan!"

 

Kahkaha atarak Leo'yu yeniden kaldırırken yaprak gibi bir oraya bir buraya savruluyorlardı. Şaşkınlıktan küçük dilimi bile yutmuştum. Gülmekten dans edemiyorlardı ki.

 

"Elimi tut sıkı sıkı, bırakma hiç sakın sakın. Sevemem kimseyi sen gibi kalbime aşkın akın akın. Bize yeter bir kapı, iki oda birde çatı. Sende kalsın anahtarı, sevemem kimseyi sen gibi. Sevemem kimseyi sen gibi sevemem kimseyi sen gibi..."

Bunları söylerken ben Peşrev'e, Maksut ise Soya'ya bakmıştı.

 

Saatlerce çılgınlar gibi dans ederlerken yaşadığımız şeyleri unutmuştuk. Issız ormanın tam göbeğinde olan biz değildik sanki. En son havada takla atıyordu Maksut. Leo ayaklarının üzerine basacakken kendini ani bir hareketle Peşrev'in iri kollarında buldu.

 

Maksut Leo'yu bir top gibi Peşrev'e şutlamıştı. Nihayet şarkı da sona ermişti. Kulübenin içine ölüm sessizliği yayılırken şafak içeriyi alacakaranlığa boğmaya başlamıştı. Dinlenememiştik, uyuyamamıştık ama hayatımızda eğlenemediğimiz kadar eğlenmiştik. Hayatımın ne kadar düz ne kadar sıradan olduğunu buradaki insanlar göstermişti bana.

 

Peşrev ile göz göze beklemeye devam ederken duruşumuzu bozan aynı sesti. Hepimizin de kulaklıklarına aynı komut doldu. "Peşrev!" diyordu. Bu Damian'dı. "Daha fazla ekibi orada tutamazsın. Ormanın güneyine doğru devam edin. Orası sizi araçlara götürecek."

 

Peşrev, derin bir nefes aldı. "Herkes toparlansın çıkıyoruz."

 

***

 

Yıldıza basmayı unutmayın❤️

Bölüm nasıldı🙈

Loading...
0%