Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21.BÖLÜM

@aysegulcee1

"01 Ekim," diye mırıldandığını işittim. Yalnızdı, üzgündü ve yaralıydı. O koca yürekli dev adam karşımda küçük bir çocuk gibi ağlıyordu.

 

Esinti hızını artırırken uğultusu kulağımda tiz bir ıslık sesine dönüşüyordu.

 

Usulca yanına oturduğumda nefes alamıyorum nefesim ol gönül kuşu der gibi baktı gözlerime.

 

Nefesi olmak istedim, kalbi olmak istedim. Onun yerine ben acıyayım istedim. Yeter ki onun yüreği acımasındı.

 

"1 Ekim," dedi. "1 Ekim benim kışım oldu gönül kuşu. 1 Ekimi benim baharım yapar mısın?"

 

Bilmiyordu ki 1 Ekim benim yazım olmuştu.

 

***

 

Araçlara tam bir buçuk saatlik yürüyüşün ardından ancak ulaşabilmiştik. Neyse ki ufak tefek yaralanmalar dışında bir daha zayiat vermeden tek parça halinde kampa geldik.

 

Bizi, Damian ile birlikte başkan dedikleri adam ve birkaç acemi karşılamıştı. Hepsinin yüzündeki gülümsemenin ardında kafalarında dönüp duran bir sürü soru işareti vardı. 1 Ekim'de ne olacaktı, 1 Ekim neden hedef gösterilmişti?

 

Kendimizi yemekhaneye attığımızda tepsimde ne var ne yoksa silip süpürmüştüm. Saatlerce bir bisküvi ile durmak hiç kolay değildi.

 

Akşam bahçede kamp ateşi yakılıp baharın gelişi kutlanacaktı. Damian, bize bir sürprizi olduğunu söylemişti. Ne olduğu ile ilgilenmesem de merak etmem kaçınılmaz olmuştu. Kampa geldiğimizden beri Peşrev'i görmemiştim. Onunla yan yana gelmekten kaçınıyordum. İçimde bir huzursuzluk vardı. Ormanda olan şeyler kafama takılmıştı ama bu hissettiğim bambaşka bir şeydi. Tarif edemiyordum sanki bir uçurumun kenarında bekliyor gibiydim. Hafif bir rüzgar esse ben o uçurumdan düşecektim.

 

Neredeydi, ne yapıyordu? Nasıl olduğunu deli gibi merak etsem de gitmedim. İçim içimi kemirse de birbirimizden uzak kalmamızın en doğru olduğunu hissediyordum. İçimde ona karşı filizlenen bu duygu beni delicesine korkutuyordu. Sanki hissettiklerimiz bize zarar verecekti, bunu düşündüren şeyin duvardaki tarihle bir ilgisi yoktu.

 

Soya, boy aynasının önünde saçlarını sıkıca toplarken Vera eşyalarını benim dolabıma yerleştiriyordu. Hale öldükten sonra odada yalnız kalmasına Leo'nun gönlü razı olmamıştı. Güvenli değildi. Zamanla birbirimize alışacağımızı umuyordum. Yani umarım öyle olurdu.

 

Dolaba yerleştirdiği kıyafetlere göz ucuyla baktım. O sırada Soya yüzüne yara kremi sürüyordu. Bizim için getirilen eşyalardan en fazla Vera almış gibiydi.

 

O kadar çok kıyafet ve bakım malzemesi mağazalarda bile yoktur. "Bütün bunlar yalnızca üçümüz için mi gönderilmiş?" Sormadan edememiştim. Bu kadar çok olması gerekiyor muydu? İsrafı sevmezdim. İsrafın hayatımda yeri yoktu. Hele ki dünyada hala aç milyonlarca insan varken.

 

Başını kaldırıp bana baktı. "Ne?"

 

Elinde tuttuğu kırmızı renkli şık elbiseyi işaret ettim. "Elinde tuttuğun o şeyi diyorum. Buraya göndermiş olamazlar değil mi?" Nerede kullanacaktık ki? Buraya geliş amacımız vatana hizmet etmekti. Süslenmek değildi.

 

Güldü. "Ha yok! Bunları ben yanımda getirdim."

 

Başımı hayretle salladım gayriihtiyari. "Anladım." Soya ile birbirimize bakakaldık.

 

Elindekini güzelce katladı ve bize döndü. "İsterseniz birer tane verebilirim size!"

 

Soya burnunu kırıştırdı. "Gerek yok canım eksik olma. Çok düşüncelisin ama abartılı giyinmeyi sevmiyorum. Böyle gayet rahatım."

 

Soya'ya bakıp göz kırptım. "Soya sen aynı bensin."

 

Elindeki kremin kapağını kapatıp çantasına koydu. "Herkesin bir ruh ikizi vardır güzelim."

 

Biz gülüşürken Vera göz devirerek dolabın kapağını kapadı ve altına siyah bir etek geçirdi. "İhtiyacın olduğunda alabilirsin Ova!" Saçlarını serbest bıraktı. Güzel kadındı Vera. Ona olan öfkem geçtikçe daha normal görebiliyordum. "Peşrev sana sanki biraz yanık. Böyle bakımsız dolaşma."

 

"Biraz mı?" diye sorup gülen Soya'ydı. "Bence fazla yanık."

 

İşte buna verecek bir cevabım yoktu. Benimle bir gelecek düşlediği aşikardı. "Kimse için süslenmem. Peşrev benim bir şeyim değil." Ancak kendim için bakımlı olmaya ihtiyaç duyuyordum. Bir başkası için değil. Önceliğim kendimdim. Sonra eşim.

 

Üzerime siyah ince hırka geçirdim. Hırka diz altıma kadar kapatıyordu. Buradaki adamların hoş olmayan bakışlarına maruz kalmak istemiyordum. Saçlarımı uzun zaman sonra taramış ve önlerden bir iki tutam alıp yanlara sabitlemiştim.

 

Altıma koyu renkli bir etek geçirdikten sonra Soya'ya döndüm. Yüzünde büyük bir hayranlık vardı bana bakarken. "Bu kadar sıradan olup nasıl baştan çıkarıcı oluyorsun be kadın?"

 

Soya'ya kısık bir sesle teşekkür ederken Vera pencereden dışarıya baktı. "Ateşi yakmışlar hem de kocaman." Küçük kız çocukları gibi ellerini birbirine vurarak yerinde sıçradı. "Damian değil mi o? Boynundaki de sanırım gitar!"

 

Damian ve gitar! Gözlerimi devirdim. İkisini bir karede düşünmem mümkün değildi. Kapıyı açtığımda aklıma yaramazlık yapmak düşmüştü. "Ah Maksut! Biz de tam oraya geliyorduk. Soya senin için süslendi," dedim. O zaten Maksut ismini duyunca yüzünü buruşturdu ve kapıya yaklaştı öfkeyle.

 

Vera ile kahkaha atarken koşarak koridora çıktık. Zira peşimizden gelen bu kadının bir süpürgesi eksikti. "Bak bu iki oldu Ova. İntikamım acı olacak!"

Omuzlarımın üzerinden ona bakarken koşmaya devam ettim. "Durun bak topuğum kırılacak!" Topuklu ayakkabı mı giymişti? "Ova dur!"

 

Duracak kadar şaşırmamıştım henüz. Omuzlarımın üzerinden ona bakarken kahkaha atıyordum. Tekrar önüme döndüğümde duracak vaktim olmadı ve ben Damian denen o herifle çarpışıp yere savruldum. Düşünce başımı oldukça sert vurdum. Kızlar panikle bana doğru gelirken Damian kolumdan tutup beni kaldırdı. "Ova iyi misin?"

 

Başım dönüyordu düşmenin etkisiyle. Başımı yavaşça salladım. "Biraz başım dönüyor." Ben ne olduğunu anlamadan Damian kucağına aldı. O sırada koridorun sonunda bize bakan adamın bakışları yüreğimi delip geçmişti. Baktı baktı ve kaşlarını çattıktan sonra arkasına dönüp kapıdan çıkıp gitti.

 

Hızla adamın kucağından atlarken kaşlarım çatık baktım. "Bir daha bunu yapmayın."

 

Vera ve Soya koluma girdi. Aklım Peşrev'deydi. Damian'ın kucağında oluşumdan ne çıkarmıştı bilmiyorum ama gördüğü tablodan hoşnut olmadığı aşikardı. Neden üzülüyordum peki? Belki de benden uzak durması daha iyiydi. "Ova iyi değilsen odaya dönelim," dedi Soya. "Başın hala dönüyor mu?"

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. "İyiyim çıkalım." Dışarı çıktığımda serin ve temiz havayı içime çektim. Soya omzuma yavaşça dokundu. "Peşrev," dedi. "Neden hiçbir tepki vermeden çekip gitti?"

 

"Nereden bilebilirim Soya?" O vahşi adamın ruh halimi alt üst etmesine izin vermeyecektim. Derdi duvarda yazan tarihse sebebini öğrenmeden ondan uzak durmayacaktım. Şimdi değildi.

 

Gurur yapmıyordum, mesele beni Damian'ın yanında görüp bir tepki vermemiş olması değildi. Mesele Peşrev'in neden benden uzak durduğuydu. Yanımda dalgın yürüyen Soya'ya döndüm. Ona haksız yere çıkışmıştım. Elimi koluna dokundurdum. "Soya! Özür dilerim ben sesimi yükseltmek istememiştim."

 

Ateşin yakıldığı yere yürümeye devam ederken güldü. "Hiçbirimizin ruh hali iyi değil. Saat gece yarısını geçtiğinde muhtemelen çoğu sarhoş olacak. Seninle gölün orada biraz konuşalım." Derin bir nefes aldı. "Önemli."

 

Başımı olumlu anlamda sallarken Damian'ın yanımızdan hızla uzaklaştığını fark ettim. Omuzlarının üzerinden bize bakmıştı. Duymuş olabilir miydi? Karşıdaki kalabalığa doğru yürürken Leo ve Maksut ayağa kalkıp tedirgin bir yüz ifadesi ile bize doğru yaklaştılar.

 

Leo, Vera'nın, Maksut ise Soya'nın yanında durunca Maksut bana endişeyle baktı. Bakışlarında bir tuhaflık seziyordum. Gözlerimi anlamak için kısarken Leo eliyle ensesini kaşıdı.

 

"Neler oluyor?" diye sordu Soya daha fazla dayanamayarak. İkisi de tam önümde durdukları için ateşin başında oluşturulan çemberi göremiyordum. Başımı içeri doğru uzatmaya çalıştım ama kocaman gövdesi ile önüme geçen yine Maksut'tu. "Çekilsene be adam? Burada mı duracağız bütün gece?"

 

"Bence!" diye hevesle öne atıldı Leo. Bunlarda bir hal vardı ama anlamıyordum. "Göle gidebiliriz. Oranın manzarası gece harika olur."

 

Kaşlarım havalanırken Soya elini beline yerleştirdi. Ne saçmaladıklarını o da anlayamamıştı. "Beşimiş," dedim hayretle. "Göle?"

 

Hevesle başını salladı Maksut. "Ne olacak ki? Pek sıkıcılar. Gitar falan klişe bunlar boşverin. Ben size saz çalarım."

 

Saz mı? Hem de Maksut.

Beş dakikadır önümüzde durup bizi saçma sapan bahanelerle ayakta bekletiyorlardı. Sıkılmıştım, Vera kolumdan çekiştirirken Soya da peşimizden geldi. Diğer iki şaşkın da bizi takip ederken ben birkaç adımdan sonra durdum.

 

İçimin ezildiğini hissettim. Kalbimdeki sıcaklığın artması elimde değildi. İçimde hissettiğim burkulma yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Peşrev, yanında oturan esmer genç bir kadınla sohbet ediyordu. Ben şaşkınlıkla ikisine bakarken diğerlerinin bana dikkatle bakmasını umursamamıştım.

 

Amacı neydi bu adamın?

 

Genç kadın, gülümseyerek Peşrev'e bir şeyler anlatırken neden bu kadar mutlu olduğunu merak ediyordum elimde olmadan. Kadının elinde büyük bir çay bardağı, Peşrev'in elindeki ise kahverengi kahve fincanı vardı. Peşrev, kahvesini ağır ağır yudumlarken bakışlarını benden çekmedi. Ellerimi yumruk yaptım ve arkamı dönüp koşarak buradan uzaklaşmak istedim.

 

Üzerindeki siyah tişört buğday tenine o kadar yakışmıştı ki. Fazla hoş görünüyordu ve yanında başka bir kadın vardı. Ona öfkeliyken bile onu kıskanmam pek hayra alamet bir durum değildi.

 

Benimle bir gelecek düşlediğinin imasını yapan bu adam değil miydi?

 

Bu gece için özenmişti. Saçlarını özenle taramıştı çünkü. Onu ilk gördüğümden bu yana fazla uzadıklarını fark ettim.

 

 

 

Hemen yanımda duran Leo'ydu. Ona hangi sebeple kızıp hesap soracaktım ki? Peşrev benim hiçbir şeyim değildi. "Ova," dedi Leo sakince. "Neler olduğunu inan biz de bilmiyoruz."

 

Başımı yavaşça salladım. "Mühim değil. Kiminle konuşacağına ben karışamam. Ben onun eşi değilim sonuçta Leo."

 

Üzerimize dökülen devasa ağaçların söğüt ağacını andıran uzun ve ince dalları esen rüzgarda dalgalanırken bakışları beni buldu. Gülümsemesi aynı hızda solarken yanındaki esmer kadının bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum.

 

Ortada pişen etten birer parça koparan yerine oturuyordu. Bakmaktan başka bir şey yapmayan adama bakarken bakışlarım Damian'ın yanındaki boşluğa kaydı.

 

Sırf beni Damian'ın yanında gördüğü için bu kadınla vakit geçirdiğini sanmıyordum. Peşrev böyle çocukça davranışlar sergileyecek bir adam değildi. Sebebini bilmiyordum lakin düşünmekten de kendimi alıkoyamıyordum.

 

Genç kadın, gülümseyerek Peşrev'in koluna dokundu ve ayağa kalkıp bakır cezveyi ateşin üzerine bıraktı. Peşrev, şefkattan başka bir şey barındırmayan gülümsemesi ile bakarken genç kadın tekrar doldurduğu fincanı Peşrev'e uzattı.

 

Etrafımızdakiler artık bizim aramızda bir şey olmadığını anlamış olmalılardı. Olması gereken de buydu zaten. Damian, yanına oturmam için yanındaki boşluğu genişletince düşünmeden kendimi renkli minderlerin üzerine bıraktım. Elimde değildi bakışlarım gayriihtiyari onu buluyordu.

 

Hafifçe kaşları çatılmıştı. Yere koyduğu elini sıktığını fark ettiğimde benden uzak durmayı bile becerememesi rahatlamama yetmişti. Damian, elindeki elindeki çay bardağını bana doğru uzattı. Tereddüt etsemde nazikçe uzattığı bardağı almak zorunda kalmıştım.

 

Bergamotluydu ve bu kokuyu çok özlemiştim. Hemen yanımda Soya ve diğerleri oturuyordu. "Ova," dedi Maksut bana doğru hafifçe eğilerek. "Bence oradan kalk koca adam fena bakıyor."

 

Omuz silktim. Bu beni ilgilendirmiyordu. O kendi yanındakiyle ilgilenebilirdi. Bana bakan öfkeli bakışlarını görmezden gelerek Damian'a döndüm.

 

"Gösterdiğiniz başarı ve etkisiz hala getirilen on terörist için sizi kutluyorum."

 

"Başarımızı yanımda olan güçlü kadına adıyorum." Peşrev, cümlesini bitirir bitirmez yanındaki genç kadın gülerek Peşrev'e daha da sokuldu. Oysa o bakışlarını hala üzerimden çekmemişti. Bakışları bir daha beni bulurken herkes içine dahil olduğu sohbete geri döndü. Ateşin üzerinde pişen etten gözlerimi alamıyordum. Ona bakmak istemiyordum, bakarsam yapacağım şey kendimi daha iyi hissettirmeyecekti.

 

Yanındaki genç kadın bir şeyler anlatıp gülmeye devam ederken Damian yanındaki gitarı kucağına aldı. Güzel bir parça mırıldanmaya başlayınca gözlerimi kapadım.

 

Yanındaki kadını önemsemediğine emindim ama yine de içimdeki hisleri bastıramıyordum. İçimdeki öfkeyi bastırmayı başaramazsam kötü şeyler olacaktı. Bazıları, Damian'ın mırıldandığı şarkıya eşlik ederken bakışlarımı ikisinin üzerinden bir türlü çekememiştim.

 

Gözlerimin dolmasını engelleyemedikçe elimde tuttuğum bardak dudaklarımla temasını sürdürmeye devam etti. Damian'ın nefesini kulağımda hissedince irkildim. Elindeki gitarı başka birine devretmişti. "Biraz dolaşmak ister misin?" Kendimi geri çekince o da benden uzaklaştı.

 

Peşrev'in üzerimizde olan bakışlarını umursamadım. "Buna gerek yok." Ayağa kalkınca Peşrev yanındaki esmer kadına doğru döndü. Yavaşça yutkundum göz kapağımın öfkeden seğirdiğini hissediyordum. Gitmemi umursamıyor muydu?

 

Hiddetle göle doğru koşmaya başladığımda Soya ardımdan bağırdı. Dönüp onlara bakmadım. "Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var kimse gelmesin!"

 

Koştum, soluğum ciğerlerime yetmeyene kadar koştum. Koşarak buradan gitmek istedim. Evime, aileme, şehrime adama. Ağaçlar üzerime üzerime gelmeye başlarken durdum ve nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Aptal! Ben onun hayatında olmasamda tehlikedeydim, hepimiz tehlikedeydik. Biz bu yerin bir parçasıydık artık.

 

O kadını gerçekten önemsiyor muydu? Bunu düşünmeden edemiyordum. Gölün karşısındaki banklardan birine oturubca bankın üzerinde duran kitabı elime aldım. Askerlerden biri unutmuş olmalıydı. Kitabın adı, "Yüreğimdeki Çukur"du. Sayfaları kırışmış dış cildi bir hayli yıpranmıştı.

 

Bu yere kitap sokabilmek gerçekten taktire şayandı. Banka yan oturdum ve bacaklarımı karnıma çektim. Kitap okuyan bir insan değildim. Hatta bu yaşıma kadar okuduğum kitap sayısı iki elin parmağını geçmezdi. Genelde tarihi kitaplar okur ya da araştırma için kullanırdım. Şu anda dikkatimi başka yöne vermem gerekiyordu. Aksi halde, adımlarım beni doğrudan ona götürecekti.

 

Avuç içlerimi kanatırcasına sıkıp başımı kaldırdım ve gökyüzüne baktım. Öyle çok yıldız vardı ki bu gece. Hepsi de gecenin karanlığını biraz da olsa azaltmak için parıldıyor gibiydi. "Sakın Ova! Sakın. Oraya gitmeyeceksin." Peşrev'le ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Onunla evlenmek istiyor muydum bilmiyordum ama ona sevgi beslemeye başladığım inkar edemeyeceğim ve elimde olmayan bir durumdu.

 

Gitmeyecektim! Gidip ona ne söyleyecektim hem? Serin hava yüzüme çarpıp beni gevşetirken ürperdiğimi hissettim. Yalnızdım, fazla sessizdi ve fazla karanlıktı. Korkmadığımı söylersem yalan söylemiş olurdum. Korkuyordum.

 

Erkeklerin odalarının ışığı, bir kaçı haricinde kapalıydı. Saat gece yarısına yaklaştığı için çoğu uyumuştu. Başımdaki ağrı şiddetini artırınca birkaç sayfa dışında okuyamadığım kitabın kapağını kapadım. Düşmenin etkisi hala üzerimdeydi. Başımı tutmakta zorlanıyordum.

 

Buraya ne zaman geldim, neden geldim hiçbir şey hatırlayamıyordum.

 

***

 

Yıldıza basmayı unutmayalım💕

Loading...
0%