Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23.BÖLÜM

@aysegulcee1

Hu hu ben geldim yahu🙃🙃

Siz de ses verin💕🙈

Hayalet okuyucularım😘

Keyifli okumalar✌️

 

 

 

Sensizlik, ölmeden yaşadığım cehennem azabı gönül kuşu! Ölmeden ölüm acısını tattırma bana...

 

***

 

Ruhuma kızgın şiş sokuyorlardı. Kalbimi en ağır işkencelere maruz bırakıp ateşle dağlıyorlardı.

 

Bedenim! Bedenimde hissettiğim acı, ruhumdaki ızdırabın yanında ufak biri sızı olarak kalıyordu.

 

Kulaklarımda başkanın o acımasız, hiçbir his barındırmayan sesi yankılanmaya devam ederken içimde öfke de giderek büyüyordu sanki.

 

Yanımda, bedeni rüzgarda savrulan kuru bir yaprak gibi titreyen kadını sakinleştirmem epey vaktimi almıştı. Kötüydü, Soya'yı buraya getirildiğimizde bile böyle üzgün görmemiştim. Onun bu hali beni de fazlasıyla etkilemişti.

 

İki gün. Sadece iki günü vardı. Ona güveniyordum çünkü ona güvenmekten başka çarem yoktu. Peşrev'in bizi taş eve bırakmasından bu yana beş saat geçmişti. Bugün yapılan eğitimlerin hiçbirine katılmamıştık. Bu sürece içinde yanımıza Vera da dahil kimse gelmedi.

 

Soya, bir köşeye çekilmiş ve bacaklarını karnına çekmişti. Sessizdi, onu kendiyle bırakmak istedim. Ağlamasına müsade ettim çünkü rahatlarsa benimle konuşabilirdi.

 

Eğitimde Leo vardı yalnızca o da erkekleri biraz çalıştırdıktan sonra sonlandırmıştı. Saat başı taş tünelden geçip karşımızda kalan binayı kontrol ediyordum. İki gün sonra Soya ile buradan gönderilecektik. Tabii o vahşi adam bir çare bulamazsa.

 

Öğlen olduğu için güneş tam tepedeydi. Bugün hava her zamankinden daha sıcaktı öyle ki yaprak bile kımıldamıyordu. Büyük bir sessizlik çökmüştü kampın bahçesine. Kuşlar sıcaktan kaçıp yuvalarına çekilmişti, cıvıltı sesi bile gelmiyordu kulağımıza.

 

Birkaç dakika güneşten kavrulan bahçeyi seyrettim. Onun odası ön tarafa bakıyordu. Beni görüp görmediğini bilmiyordum lakin ben onu görmek istiyordum. Şu kadın, Asena! Hala odasında mıydı? Fazlaca dert varken bir de bunu kendime yük edinmiştim.

 

Penceresine bakmaya devam ederken camın ardında gördüğüm silüet kaşlarımı çatmama sebep oldu. Hala odasında mıydı? Peki ama neden? Kollarını göğsünde birleştirmiş doğrudan benim olduğum yere bakıyordu.

 

Terleyen saçlarımı kenara itip alnımı kaşıdım. Kahvaltı yapmak için vaktimiz olmamıştı, öğlen yemeği de yoktu bu yerde. Akşama kadar dayanabileceğimizi sanmıyordum. Asena denen kadından daha mühim sıkıntılarım vardı.

 

Akşama kadar taş evden çıkmamamızı tembihleyip giden adam, aç olduğumuzu hatırlayıp bize bir şeyler getirecek miydi peki? Taş eve döndüğümde Soya hala bıraktığım yerde oturuyor ve ağlamaya devam ediyordu. Siyah saçları fazlaca dağılmıştı. Gözündeki makyajın kalıntısı, sol yanağından aşağıya doğru siyah bir yol çizmişti.

 

Dizlerinin önüne eğildim ve onun yaptığı gibi karnıma çektim. Artık konuşmamız gerekiyordu. Konuşmak böyle susup ağlamaktan daha iyi hissettirecekti. İçimize attığımız dertler zamanla bedenimizi çürütürdü. Çürüme başlamadan müdahale etmek zorunda hissediyordum kendimi. Elimi yavaşça diz kapağına koydum. "Soya!"

 

Sanki uzun zamandır dünyada değilmiş gibi birden irkildi ve yavaşça kafasını kaldırdı. Islak kirpiklerini kırpıştırdı ağır ağır. "Efendim?" Sesi ağlamaktan oldukça kısılmıştı.

 

Dizini usul usul okşadım. Gergindi. Hatta hiç rahatlamamıştı. Nasıl rahatlayabilirdi ki? "Benimle konuşmayacak mısın?" Dudakları kurumuştu. Ne hissettiğini, ne düşündüğünü tahmin etmek zor değildi lakin yine de ondan duymak istiyordum. Düşüncelerini dökerse yüreği de ferahlayacaktı.

 

Yüzüne düşen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Ne söyleyeceğimi bilmiyorum ki Ova. Öyle çaresizim ki. Ben..."

 

Gözünden akan bir damla yaşı silmeden dudaklarını araladı. "Öyle bir cehennemin içine düştüm ki. Yanmadan çıkmam mümkün değil." Gözlerinde gördüğüm o his kafamı karıştırmıştı. Düşündüğüm şeyi mi yaşıyordu?

 

Göğsünü kabartıp ciğerlerini bolca oksijenle doldurdu. "Pişmanlık! Dört bir yanımı öyle sardı ki. Kendimi örümcek ağına tutulmuş bir böcek gibi hissediyorum. Bana bir ucubeymişim gibi bakışı gözlerimin önünden gitmiyor."

 

Elim, gayriihtiyari saçlarına uzandı. Ne söyleyeceğimi esasen pek bilmiyordum, daha önce bir insanı teselli etmemiştim. Öyle bir an hiç olmamıştı. "Ne hissediyorsun Soya? Yani yüreğindekileri bana anlatırsan senin için ne yapabilirim onu düşünürüm." Tabii yapılacak tamir edilecek bir kalp kaldıysa geriye.

 

Burnunu çekerken başını olumsuz anlamda salladı. "Yüreğimdekileri henüz kendime bile itiraf edememişken sözcüklere dökmek öyle zor ki. Ben, Orion'u kendime yakın buldum hep. Benimle ilgilenmesi güzel sözler söylemesi beni ona itti ama sonra onu tanıdıktan sonra..."

 

Islak kirpiklerini acıyla kırpıştırdı. Kıpırtısızca onu dinliyordum. "Ona yalan söyledim. Derdim neydi bilmiyordum. Sanırım peşimden koşmasını isteyerek saçmaladım. Çocukça bir yalandı işte ama şimdi ona söylediklerimi düşündükçe yüreğim cayır cayır yanıyor. Böyle olmaması gerekirdi, benim canım yanmamalıydı. Benim kalbim neden ağrıyor Ova?"

 

Soya, tahmin ettiğim gibi yanlış adama aşık olduğunu sanmıştı. Bu gerçeği bu şekilde anlamış olması gerçekten çok acı.

 

"Orion'a karşı bir şey hissetmediğimi onu kırdıktan sonra anlamış olmam çok korkunç. Bunu Maksut'a bu şekilde söylemiş olmam da öyle. Ben çok kalpsiz bir insanım Ova. Bana nefretle ve hayal kırıklığı ile bakışı gözlerimin önünden gitmiyor. Ben hoşlandığım adama bunu itiraf edemeden büyük bir yalanı hiç acımadan haykırdım. Ben bittim çünkü beni asla affedip kabul etmeyecek."

 

Ben Soya gibi düşünmüyordum. Maksut'un, Soya'nın bunları düşündüğünden haberi olsaydı yüreğindeki yangın küllendikçe onu affederdi. Buna eminim çünkü Maksut'un Soya'ya hissettiklerinden de emindim.

 

"Maksut seni affedecektir Soya ama diğer problemleri nasıl aşarız en ufak bir fikrim yok. Maksut'un rütbesinin elinden alınması seni buradan gönderilmen. Nasıl olur bilmiyorum ama Peşrev'e güveniyorum. O benim gitmeme asla müsade etmez. Seni de yalnız göndermeyeceğimi bilir." Elimi dizine koydum yeniden. "Her şey düzelecek Soya. Ben buna bütün kalbimle inanmak istiyorum."

 

Gülümsedi. Buruk acıyla harmanlanmış bir gülümseme de olsa beni de gülümsetmişti. "Sen inanırsan inanırım Ova. Sen olmasan belki de çoktan pes etmiştim."

 

Bizi bekleyen zorluklara rağmen her şeyin düzeleceğine olan inancım beni bile gülümsetmişti. "O halde," dedim ayağa kalkarken. "Gidip yiyecek bir şeyler bulmaya çalışayım."

 

Gözündeki ıslaklığı sildi. "Seni seviyorum kadın. Peşrev'in seninle evlenmek istemesine şaşmamak gerek."

 

Ellerimi belime yerleştirirken, kaşlarım havalandı. "Peşrev'in benimle evlenmek istediğini de nereden çıkardın?"

 

Omzunu oynattı. Gözleri biraz da olsa umutla bakmaya başlamıştı. "Bu yaşına kadar hiçbir erkeğin gözlerine bakmamışsın ki Ova. Asla anlamıyorsun."

 

Aramızdaki çekimin farkındaydım ama fazla anlam yüklemekten kaçınıyordum. Bence Soya abartıyordu. "Peşrev gibi bir adam kaç kızın hayallerini süslüyor biliyor musun?" İç çekti. "Tabii Maksut kadar yakışıklı değil!"

 

Bir an içinde bulunduğumuz durumu unutup gülmeye başladık. "Liseli miyiz biz Soya? Ne bu okulun popüleri bizi seçmiş gibi hallerimiz?"

 

Yatağın üzerine oturdu. "Bazen unutmuş gibi davranmak iyi hissettirir." Etrafı tüllerle çevrili yatağı inceledi ve bedenini beyaz çarşafın üzerine bıraktı. "O yere gittiğimde Maksut beni unutur mu?"

 

Sözleri yüreğime işlemişti. "Hiç sanmıyorum." Çıkışa doğru döndüğümde elinde tepsi ile girişte bekleyen adamı gördüm ve baştan ayağa incelemeye başladım. Üzerinde beyaz bir tişört ve altında koyu mavi bir kot vardı. Onu ilk kez kotla görüyordum. Uzun uzun izlenesi bir görüntüsü vardı. Ne zamandır orada bekliyordu? Konuştuklarımızı duymuştu değil mi? Zira yüzündeki muzip ifadenin başka bir anlamı olamazdı.

 

Silkelenip kendime geldiğimde dikkatle bana baktığını fark ettim. Soya, sesli bir nefes koyverirken "Ova ben fena tutuldum Maksut'a! Hala bir kalbi var mıdır sence? Aptal Soya aptal." diye kendi kendine mırıldandı.

 

Peşrev, Soya'dan duyduğu şey yüzünden kaşlarını çattıktan sonra hafifçe tebessüm etti. Elindeki tepsiyi taşın üzerine bıraktı. "Bunu duymak için yanıp tutuşan bir adam var Soya!"

 

Soya, Peşrev'in sesini duyunca birden doğruldu. Yanakları utançtan pembeleşirken saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Beni görmek istediğini hiç sanmıyorum." Bence fena halde yanılıyordu.

 

Peşrev, kaşlarını kaldırırken bakışları gözlerimi buldu. Gözlerinde gördüğüm salt endişeydi, korkuydu. Tam olarak neyden korkuyordu? "Koca öküz," diye mırıldandı. "Kendini hücreye kapattı. Açlıktan ölecekmiş. Bende çaresiz Soya'ya geldim. Biliyorum şu an her şey çok taze ama inadını da bilirim çünkü bunu birçok kez yapmışlığı var."

 

Maksut beni gerçekten üzmüştü. Daha önce kimseden bu kadar etkilenmemiştim. Soya, ıslak kirpiklerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. "Emin misin? Beni görmek istemezse ona direnemem!"

 

Peşrev, yarım bir gülümseme ile duvarın dibine oturdu. Sanki gözlerinin önünde güzel bir anı belirmişti. Ayakta onu izlerken gülümsediğimi fark ettim. Odasında gördüğüm kadını anımsadığımda gülüşüm aynı hızla soldu.

 

"Bize katıldığında Maksut 12 yaşında ancaydı. Ben iki yılı ardımda bırakmış ağır eğitimlere alışmaya başlamıştım. Ailesi, depremde hayatını kaybedince Bosna'da yaşayan amcası yanına almış." Durdu ve bakışları beni buldu. Bir bakış bu kadar anlam yüklü olmamalıydı. Bakışlarında çok şey vardı.

 

"Amcası da daha fazla ona bakmak istemediği için böyle bir yerin olduğundan da haberdar olunca hiç düşünmeden onu bırakıp gitti. Başkan onu benim yanıma verdiğinde ürkek bir kuştan hiçbir farkı yoktu. Uzun zaman konuşmadı kimseyle. Sadece benimle konuşmaya başladığında neredeyse beş ay geçmişti. Minik bir arabası vardı, mavi. Gizlice cebinde getirmiş. Bu ikimizin sırrıydı. On sekiz yaşına geldiğinde bile o araba onunlaydı. Depremin olduğu gün doğum günüymüş, babası ölü bulunduğunda o araba avuçlarındaymış. Baba olmayı çok istiyordu. Eğer bir gün baba olursam bu arabayı ona vereceğim diyordu."

 

Soya, yanağından akan bir damla yaşı elinin tersi ile sildi. "Ve ben bu hayalini yerle bir ettim!"

 

Güldü. Keyifli bir gülümsemeydi bu. "Maksut benden hiçbir şey saklamaz Soya. Seni bana anlatmadı. Bu bile seni ne kadar çok sevdiğini gösteriyor. Anlatırken bile seni benimle paylaşmadı. Bu ne kadar büyük bir sevgi biliyor musun?"

 

Soya'nın yanına oturduğumda elimi omzuna destek olmak için yavaşça dokundurdum. "İnsanlar hata yapar Soya. Orion ile beraber olduğunu ima etmen bir hataydı evet. Duygularından emin olmadan böyle bir şey yapman hataydı ama telafisi olmayan bir hata değil."

 

Avuçlarına baktı. "Korkuyorum." Korkusunu gözlerinde görebiliyordum. "Ona yalan söyledim ve canım çok yanıyor. Sanırım hesaba katamadığım şey bu kalp acısıydı."

 

Peşrev, oturduğu yerden kalktı. "Başkan kamptan ayrıldı. Odalarınıza gidebilirsiniz. Giderken daha sakin görünüyordu." Arkasını döndü ve tepsiyi önümüze bıraktı. "Gece yarısı sizi almaya geleceğim. O saate kadar biraz aç kalırsa aklı başına gelir."

 

Tişörtünün uçlarından tutup kafasından çıkardığında dudaklarım aralandı. Sıcak göle gidiyor olmalıydı. Tişörtünden kurtulan saçları omuzlarından aşağıya doğru dökülürken başımı Soya'ya çevirdim. İçimdeki asi kız onun yanında olmak istiyorken oldukça gururlu olan ben koşarak kendini odaya kapatmak istiyordu.

 

Bana doğru döndü ve muzipçe gülümsedi. "Ova," dedi kısık bir sesle. "Sen kalsana burada!"

 

Kızdım. Kaşlarım düz bir çizgiyi andırırken, "Nedenmiş o?" diye sordum. "Neden kalacakmışım burada?"

 

Soya, sessizce kıkırdadı. "Sorun değil Ova. Ben iyiyim. Bana bakıcılık etmek zorunda değilsin."

 

Soya'ya kaşlarımı çatarken, "Burada kalmak için bir sebebim yok," dedim. "Gidiyoruz." Elindeki tişörtü dertop etmiş sırtını duvara yaslamış bir halde bana beklentiyle bakıyordu. Elbette onunla burada yalnız kalmayacaktım.

 

***

 

Peşrev'in bizim için getirdiği yemekleri hızlıca yedikten sonra bir daha onu görmeden taş evden çıkıp odaya geldik. Bir saati geçmek üzereydi. Vera, Leo'dan aldığı telefondan slow bir parça açmıştı. Soya ise birkaç dakikadır odanın beyaz tavanı ile bakışıyordu. Benimse aklım o koca adamda kalmıştı.

 

Odanın penceresinden dışarıyı izliyordum. Çıkışa doğru koşarak uzaklaşan kadın, Peşrev'in yanındaki kadındı. Telaşlı bir hali vardı. Taş eve gittiğini düşündüğüm için bakışlarımı üzerinden çekmedim ama düşündüğüm gibi taş eve gitmedi. Kapılara doğru koşan kadını iki adam karşıladı.

 

Kimdi bu kadın düşünmeden edemiyordum. Önemli biri olsa gerek. Helikopter sesi duyduğumda kadının ayrıldığını anladım. Umarım geri gelmezdi. Kendi kendime düşündüğüm şey beni hayrete düşürürken yatağıma döndüm.

 

Terlemiştim ve fazla kirli kokuyordum. Kızlar, pek sohbet edecek gibi görünmüyorlardı üstelik. Aklıma gelen fikirle gülümsedim. Peşrev taş evde olduğuna göre odası boştu. "Kızlar," dedim dolaptan temiz kıyafet ve çamaşır alırken. "Ben duş alacağım."

 

Soya, başını bana doğru çevirdiğinde hafifçe tebessüm etti. "Çok bile bekledin. Ben olsam çoktan onun yanına gitmiştim."

 

Yanaklarım pembeleşirken bakışlarımı ondan kaçırdım. "Onun yanına gitmiyorum Soya. Odası boş, orada alacağım duşumu."

 

Bu kız kafayı, Peşrev'le beni baş göz etmekle bozmuştu. Düşündüğüm şey yüzünden bir kez daha utanırken kapıya doğru yöneldim. Koridorda Leo ile karşılaştım. Öfkeliydi. Tam önümde durduğunda onun da duş almaya ihtiyacı olduğunu fark ettim. Oldukça kesif bir koku geliyordu burnuma. "Ne oldu?" Üstü başı ter içinde kalmıştı. Kulağındaki taş küpesinin biri düşmek üzereydi. Savaştan mı çıkmıştı?

 

Parmaklarını, terli saçlarından geçirdi. "Deli bu herif! Tam anlamıyla manyak. Saatlerdir hücrede. Ne su içti ne yemek! Soya'yı almaya geldim yoksa katil olacağım. Seninki de aldı başını keyif yapmaya çekildi."

 

Kaşlarımı çattım. "Benimki kim?" Sanki kimi kasdettiğini anlamamıştım. Oyunculukta bir numarayım.

 

"Peşrev. Kim olacak Ova? Maksut açlıktan öldürecekmiş kendini. Ulan bu kadar ölmeye meraklısın çek silahını daya göğsüne!"

 

Koluna vurdum sertçe. "Deli deli konuşma!"

 

Elini kapının kulpuna koydu. "Bunu bir kere daha yapmış. Onu çocuklar saatlerce çıkartamamışlar. Neymiş arabasını çalmışlar. Bir gün boyunca hastanede serum yemiş. Büyümemiş ki koca öküz!"

 

Leo, giderek bize benziyordu. Dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırdım. "Gece yarısı bizi almaya geleceğini söyledi Peşrev. Maksut'u göreceğiz. Bence şimdi hiç açma konuyu."

 

Elimdeki kıyafetlere bakınca güldü. "Pekala. O halde hatunumu göreyim değil mi gelmişken." Hatun mu dedi o, gerçekten mi?

 

"Ne? Böyle söylemiyor musunuz siz? Her neyse hadi daha fazla oyalama beni." İçeri girdiğinde arkasından hayretle bakakaldım. Bu adam gerçekten Vera'ya karşı bir şeyler hissediyor muydu? Başımı iki yana sallarken Leo odadan bir hışımla geri çıktı. "Ben böyle işe başlarım!"

 

Merakla ona doğru döndüm. "Ne oldu? Hatunundan dayak mı yedin?" Vera da odadan çıktı. Leo, bana bakarken yüzündeki öfkesi genişledi. "Telsizden haber geldi. İstanbul'a gitmemiz gerekiyormuş. Peşrev'i bulmam gerek. Sabaha karşı çıkacağız. Gizli bir görev için Peşrev'le toplantı yapacaklarmış."

 

Soya hızla ayağa kalktı. Gözleri dolmuştu. "Beni de götür Leo! Uzaktan da olsa ailemi göreyim."

 

Leo, bakışlarını Soya'ya çevirdi. Vera sessizdi hala. "Olmaz Soya! Kaçmayacağına garanti edemem. Ya kaçmayı denersen?"

 

Başını iki yana salladı. "Ailemi tehlikeye atmam. Söz veriyorum Leo!"

 

"Tehlikeli olabilir Soya. Peşrev'in buna müsade edeceğini hiç sanmıyorum."

 

Soya, çaresizce yatağa dönünce Leo arkasını dönüp gitti. Kendimi Peşrev'in odasına attım. Odanın içindeki koku bambaşka bir dünyaydı. Görevi düşündüm. Tehlikeli miydi? Ya onlardan birine zarar gelirse? Bu düşünce diken misali saplanmaya başlamıştı parmak uçlarıma.

 

Üzerimdekilerden kurtulurken kendimi sıcak suyun altına bıraktım. Sıcak su, kötü düşüncelerden arınmama yetmemişti ama rahatlattığı su götürmez bir gerçekti. Saçlarımı onun şampuanı ile yıkarken aklımdan binlerce senaryo geçiyordu ve her biri beni fazlasıyla dehşete düşürmüştü.

 

"Sus," diye bağırdım içimdeki susmak bilmeyen asi kadına. "Sus artık kadın onu görmeye gitmeyeceğim." Gitmeyeceğim, bu kadar gurursuz bir kadın değilim ben. Odasındaki kadının kim olduğu hakkında bir açıklama yapmayan adamın yanında ne işim var ki?

 

Gitmedim. Hızlıca temiz kıyafetler giydim. Akşam yemeği sonrası kendimi yatağa attım. Tatlı bir uykunun pençesine düşmüşken buz gibi nevresimler bana şefkatle kucak açtı. Soya, arkası dönük uyumaya çalışıyordu. Uyuyamadıkça odanın içine sesli bıraktığı homurtu benim de uykumu kaçırıyordu. Başımı diğer tarafa çevirdim. "Vera! Telefon hala sende mi?"

 

"Evet!"

 

"Pekala alarmı gece yarısına kurabilir misin?"

 

Başını olumlu anlamda sallarken başımı yastığa yavaşça bıraktım. Ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Daha fazla direnemiyordum gözlerim gayriihtiyari kapanıyordu.

 

***

 

Hızla gözlerimi araladığımda odanın içinin hala karanlık olduğunu gördüm. Kızlar derin bir uykudayken Vera'nın yanında duran telefonun ekranına baktım. Ekranı karanlıktı çünkü şarjı bitmişti. Uyuya mı kalmıştım? Yataktan kalkınca Soya'yı yavaşça dürttüm. Gözlerini korkuyla açtı ve hızla doğruldu. "Korkma benim."

 

Tekrar kapanan gözlerini açmaya çalıştı güçlükle. "Ne oldu Ova? Korkuttun beni."

 

"Saat kaç?" diye sordum. "Maksut'u görmeye gidecektik hani?"

 

Başını yastığa bıraktı. "Gittik! Yüzüme bakmadı. Bakmasını beklemiyordum zaten ama hücreden çıkmaya ikna ettik. Şimdi nerede bilmiyorum, sabaha karşı gidecekler ve bana bir hoşça kal bile demedi. Ya onu son görüşümse Ova?"

 

İçime gerçekten su serpmişti. "Sağol Soya! Güzel moral veriyorsun." Benim de korktuğum buydu ya zaten. "Beni neden uyandırmadınız?"

 

Gözlerini kapatırken ağladığını fark ettim. "Peşrev uyandırmamamızı söyledi. Kıyamadı sana. Sana bir not bıraktı. Ejeterin üzerinde."

 

Ejeterin üzerindeki minik beyaz kağıdı fark edince aldım ve merakla açtım. Odanın içi fazla karanlıktı. Kapıyı açıp koridora çıkarken daha aydınlık bir yere geçmek için adımlarımı hızlandırdım. Koridor gerçekten korkunç görünüyordu. Çıkışa ulaştığımda kapının kilitli olmadığını gördüm. Kapının dışındaki ışık, kağıtta yazanları okumama yetmişti.

 

"Uyanacağına eminim gönül kuşu. Bu notu o yüzden bırakıyorum. Taş evde olacağım. Hala beni görmek istiyorsan notu alır almaz gel! Not: fazla bekletilmekten hoşlanmam."

 

Yazdıkları istemsiz gülümsetmişti. Kaçık herif. Temiz havayı ciğerlerime doldurup taş eve doğru yürümeye başladım. Ayaklarım benden bağımsız ona doğru koşarken yüzümde hala o gülümseme vardı. Taş tünele ulaştığımda duyduğum ayak sesi yüzünden ani bir hareketle arkama döndüm ama kimseyi seçemedim. Karanlıktı, önümü dahi göremiyordum. Orada Peşrev olmasa kimse beni böyle karanlık bir yere getiremezdi.

 

İçeride casusların olduğunu hatırladığımda adımlarımı tekrar hızlandırdım. Tünelden çıkmayı başardığımda elimi göğsümün üzerine koydum. Fazla atıyordu. Biraz bekledim, o vahşi adamın onun için heyecanlandığımı düşünmesini istemiyordum. Taş eve yaklaşırken içeriden süzülen ışık gayriihtiyari gülümsetmişti.

 

Bu saate kadar uyumadan beni mi beklemişti? Girişe doğru yaklaşırken adımlarımı yavaşlattım. İçeriden konuşma sesleri geliyordu. Biri Peşrev'e aitti. Diğer sesin sahibi kaşlarımı çatmama sebep oldu. Bu o kadındı.

 

Perdeyi hafifçe aralayınca ikisi de görüş açıma girdi. Peşrev, yatağın üzerinde oturuyordu. Saat bir hayli geçti. Bu kadının bu saatte burada ne işi vardı? Üstelik onu giderken görmüştüm. Sessiz kalıp dinlemeye başladım. Yaptığım pek hoş bir şey değildi lakin geri dönüp hiçbir şey olmamış gibi de yapamazdım.

 

"Asena," diyordu Peşrev bıkkın bir ses tonuyla. "Sana karşı hissettiğim şeyler bir kız kardeşe duyulan sevgiden öte değil. Biliyorsun biri beni izliyor. Seninle konuştuk bunu! Şimdi sana olan yaklaşımlarımı farklı yöne çekmek istemene bir anlam veremiyorum."

 

Asena, siyah saçlarını ellerinin arasına aldı. Öfkeli görünüyordu. "Kız kardeş! Peşrev hala mı? Yıllarca beni bir kadın olarak görmen için uğraştım. Benim yıllarca uğraşıp yapamadığım şeyi o kadın bir aydan kısa bir sürede nasıl başardı?" Benden mi bahsediyordu?

 

"Asena," dedi. "Lütfen böyle yapma. Biliyorsun beni. Ben sevmeyi bilmeyen bir adamım. Yani senin kasdettiğin gibi sevmeyi ben öğrenemedim."

 

Peşrev'in dizlerinin üzerine eğildi kadın. "Peki ya Ova? Ona olan bu zaafın sırf annene benzediği için değil mi?"

 

Bu kadınla Peşrev'in nasıl bir ilgisi olabilirdi? Başını salladı. "Asena bu konuda senden daha fazla bir şey duymak istemiyorum. Sen benim kardeşimsin ötesi olamaz. Ova olmasaydı bile olamazdı. Sana karşı hissettiklerimin onunla bir ilgisi yok. Başkan duymasın bunları, bak başımda yeterince dert varken birde babanla uğraşmak istemiyorum."

 

Kadın hiddetle ayağa kalktı. "Büyüdüm ben Peşrev! Büyüdüm artık yedi yaşındaki bir kız değilim. On sekiz yaşındayım ben. Bana hala çocukmuşum gibi davranma." Kesinlikle olgun bir kadın gibi görünüyordu. Güldü Peşrev, gülümsemesi canımı acıtmıştı. Bu kız başkanın kızı mıydı? "Babamın ne düşündüğü önemli değil! Ona seninle evlenmek istediğimi söyledim. Lütfen karşı çıkma!" Evlenmek mi?

 

Duyduğum şey, Peşrev'den daha fazla şoke etmişti beni. Bu kız da hiç mi gurur yoktu? Asena birden Peşrev'in dizlerine oturunca gözlerim kocaman oldu. "Eski günlerdeki gibi saçlarımı okşar mısın?"

 

Peşrev, kaba davranmamak adına, onu kucağından itmediği için göğsüm hiddetle inip kalkmaya başladı. "Genç bir kızsın Asena. Artık küçük bir kız çocuğu değilsin. Kucağıma oturmayı bırakmalısın."

 

Kucağından yavaşça indi. "Kendin söylüyorsun artık genç bir kadınım. Büyürken seninle evleneceğimi söylediğimde de ciddiydim Peşrev!"

 

"Ağabeye ne oldu?"

 

Ellerini beline koydu ve bir ileri bir geri yürüdü. "Aramızda 9 yaş var diye sana ağabey demeyeceğim!" Alnındaki kısa saçlar dikleşmişti.

 

Peşrev, ayağa kalktı ve onu kendine çekip sıkıca sarıldı. Onu gerçekten de bir kız kardeş gibi görüyordu. "Asena'm," dedi oldukça üzgün bir ses tonuyla. "Böyle yapman bana acıdan başka bir şey vermez. Bak böyle, gecenin bu saatinde burada olman ve buraya gelmen çok tehlikeli. Sana babanın yanından ayrılmaman gerektiğini söylemiştim. Ne zamandır bana karşı geliyorsun?"

 

Asena, başını kaldırdı ve elini Peşrev'in yanağına dokundurdu. "Özür dilerim Ağabey ama sana ağabey diyor olmam sana aşık olduğum gerçeğini değiştirmiyor."

 

Sesli bir şekilde güldü. "Aşk mı? Bence bu hayranlık. Tamam ben sana saygı duyuyorum ama senin hislerinin karşılığı bende aynı değil. Seni çok seviyorum karam ama..."

 

"Ama Ova'yı sevdiğin gibi değil!" diyerek sözünü kestiğinde yanaklarıma elimi koydum. Kalbim neden bu kadar fazla çarpıyordu? Sevmek, Peşrev beni seviyor muydu?

 

Kızın, saçlarını kokladı ve sımsıkı sarıldı. "Sevmek! O asi kadının saçlarındaki kokuyu tarif edemiyorum karam. Ova! Ah gönül kuşu..." Adımı daha önce böyle fısıldayan kimse olmamıştı. Böyle güzel, böyle duygu dolu..

 

"Annen," dedi kız Peşrev'den ayrılırken. "Sırf ona benziyor diye değil mi? Sen ona aşık değilsin." Peşrev'in sert göğsüne hırsla bir yumruk indirdi.

 

Kaşlarını çattı vahşi adam. "Aşk mı? O da ne? Annem de babama çok aşıktı Asena ama bak şimdi nerede? Yaşadığını bile bilmiyorum, bizi bırakıp gittiğinde bir veda etmek için bile beni görmeye gelmedi. O da çok severdi babamı." Ne kadar derin ve sıkıntılı nefes aldığını buradan işitmiştim. "Evet duymak istediğin buysa anneme çok benziyor diye..."

 

Bunu ben biliyordum ama yine de duymak canımı acıtmıştı. Daha fazla burada durmamam gerektiğini düşündüm. Boğazıma düğümlenen yumruyu yutmak istercesine yutkundum. Yavaşça geri çekilirken binaya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Kafam karma karışıktı, bu adam beni allak bullak ediyordu.

 

O kadar öfkelenmiştim ki taş tünele doğru yürümediğimi bile yeni fark ediyordum. Nereye gidiyordum ben? Taş tünel dümdüz yürüdüğümde karşıma çıkmalıydı ama şimdi karanlıktan başka bir şey göremiyordum. Bir hışımla yürümeye başladığım için kaybolmuştum. Harika...

 

Adımlarımı rastgele harekete geçirdiğimde kesinlikle nereye gittiğimden bir haberdim. Bu kadarcık alanda kaybolmazdım değil mi? Bir şekilde taş tünele çıkacaktım. Yani öyle olsa iyi olurdu. Ayağım taşa takılıp tökezlediğimde arkamda hissettiğim ayak sesi beni harekete geçirmişti. Bir bu eksikti. Kim olduğunu göremiyordum, Peşrev olamazdı. O taş eve geldiğimi bile fark etmemişti.

 

Terlemeye başlamıştım, peşimdeki her kimse iyi niyetli olmadığı aşikardı. Durmadan koşmaya devam ettim ta ki yorulana kadar. Durdum ve dizlerimin üzerine eğildim. Soluğum sıktı ve bir türlü düzene girmiyordu. Ayak sesi duymuyordum duyduğum tek şey hırıltı ile çıkan kendi soluğumun sesiydi. Bir dakika ben kaç dakikadır koşuyorum? Arkamda sıcak gölü görünce bıkkın bir nefes koyverdim. Taş evin arkasına mı geçmiştim bunca zaman koşmama rağmen? Ah hayır...

 

Göl hemen arkamda duruyordu. Bir adım fazla atsaydım, gölün suları ile buluşacaktım. Taş ev bir hayli uzaktı. Omuzlarım sıkıntı ile düşerken en mantıklı olan gidip Peşrev'den yardım istemekti. Gurur yapmanın sırası değildi. Hem ne diye bozuluyordum ki? O bana beni sevdiğini söylememişti ki?

 

Eve doğru bir adım atacakken ayak bileğimi yakalayan el yüzünden çığlık attım. Var gücümle bağırırken bileğimi sıkıca tutan el beni bir çırpıda gölün içine çekti. Gözlerimi açıp beni boğmak isteyen kişiyi görmeye çalıştım lakin çırpındığımız için su fazla bulanıklaşmıştı.

 

O kadar sıkı tutuyordu ki kurtulmam mümkün değildi. Nefesimi birkaç dakika tutabilirdim, fazlası mümkün değildi. Tek temennim Peşrev'in çığlığımı duymuş olmasıydı. Fazla su yutmuştum, gözlerim kumla dolduğu için cayır cayır yanıyordu. Gücümün sonuna geldiğimi hissettiğimde, "Peşrev," diye mırıldandım. "Yardım et!"

 

Gözlerimi kapadığımda öldüğümü sandığı için bileğimi bırakmıştı. Ölüyor muydum? Bilincimi kaybetmeye başladığımı hissediyordum. Kaç dakika suyun altında kaldığımıza dair en ufak bir fikrim yoktu. Zaten en fazla üç dakika dayanabilirdim. Bedenimin, yavaşça gölün dibine çöktüğünü fark ediyordum; ama kolumu kaldırıp kendimi suyun dışına atamıyordum. Kahretsin, ölüyordum. Keşke kim olduğunu görebilseydim...

 

***

 

Merhaba canlar❤️

Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum keyif versin❤️

Loading...
0%