Yeni Üyelik
25.
Bölüm

24.BÖLÜM

@aysegulcee1

Hellüüü

Giderek büyüyoruzz💕🙈

 

***

 

Genç adam, ona merakla bakmaya devam genç kadını kendinden uzaklaştırdı. "Başlarda ilgimi çekmesi bu sebeptendi. Bilemiyorum Asena. Benzemeseydi de dikkatimi çekerdi. O..." dedi ve sustu. "O çok güzel ve benim kokusunu hissettiğim, kalbime bir kıvılcım düşüren ilk kadın."

 

Genç kadın, Peşrev'in onu bir kadın gibi görmediğini bir kez daha anladı. Üzüldü ama şimdilik elinden bir şey gelmiyordu. "Ya o sana karşı böyle şeyler hissetmiyorsa?"

 

Peşrev, beklemediği bu soru karşısında afalladı. Bunu çok düşünmüştü. Şu sıralar en çok düşündüğü şey buydu. Ova'yı kaybetmek. Bu düşünce aklının en geniş kısmını kaplıyordu. "Ona kalbimi açmaya çalıştığında kaçmıyor Asena. Kokusuyla ciğerlerimi doldurmama izin veriyor."

 

Bir kez daha güldü genç kadın. "Bu yeterli bir belirti değil abiciğim. Umarım seni sevmiyordur da bana kalırsın."

 

Karşısında duran genç kızın hala bir çocuk olduğunu görmesi Peşrev'i keyifle gülümsetmişti. Bileğindeki saate kaydı bakışları. Gitmelerine üç saat kalmıştı. Notunu görmediğini anladı. Uzun ve zorlu bir yolculuk onları bekliyordu lakin o buna rağmen bir saat bile uyumamıştı. "Asena," dedi yorgun bir ses tonuyla. "Sabaha karşı zor bir görev için yola çıkacağım. İzin verirsen birkaç saat uyumak istiyorum."

 

Asena, başını olumlu anlamda salladı ve taş evden çıktı. Asena çıkar çıkmaz uyumak için üzerindeki tişörtü çıkardı Peşrev. Yatağa uzandığında duyduğu tanıdık çığlık sesi ile irkildi. Kalp atışları anında artmaya başlarken hızlıca yataktan attı bedenini. Adını böyle acıyla feryat edercesine haykıran kişi Ova'dan başkası değildi. "Gönül kuşu," diye acıyla mırıldandı. "Geliyorum güzelim dayan!"

 

Sesin, arka taraftan geldiğini anlayınca var gücüyle koştu. Bedenine çarpan dallar ve ağaçlar hızını kesmeyi başaramamıştı. Göğsünü oldukça derin kesen dal yüzünden sendeledi ama bir an olsun durmayı düşünmedi.

 

Nefes nefese gölün gerisinde durduğunda ıslak toprağın üzerinde gördüğü beden kalbine zehirli bir ok sapladı. Kalbine saplanan okun acısıyla inledi. Haykırışı bütün kampın bahçesini doldurmuştu. Korkuyordu, yanına yaklaşıp yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek için bile adım atacak gücü bacaklarında bulamadı. "Hayır hayır hayır. Bunu bana yapma gönül kuşu. Bunu bana sakın yapma!"

 

Yerde yatan genç kadın öksürerek uyanırken gözleri sevinçle parladı. İstemsizdi kahkahası durduramıyordu. Koşarak genç kadının yanına vardığında omuzlarından tutup göğsüne çekti. "Allah'a şükürler olsun ki yaşıyorsun."

 

Ova, öksürerek nefesini kontrol altına almaya çalışırken bütün kemiklerini kırarcasına ona sarılan adama baktı.

 

***

 

"Peşrev," dedim oldukça kısık bir ses tonuyla. Öksürüğüm ardı ardına geliyordu. "Ölmedim ama sen beni öldüreceksin vahşi adam!"

 

Gözleri korkuyla yüzüme bakarken bir kez daha kahkaha attı. "Yaşıyorsun gönül kuşu!"

 

Şükürler olsun ki yaşıyorum. Hala olayın şoku varlığının tazeliğini koruyordu. Kimdi beni göle çeken görememiştim. Neden beni öldürmek istemişti? Bana sarıldığını fark edince duraksadı ve elini yanağına dokundururken dudağını mahcup bir şekilde birbirine bastırdı. "Neler oldu Ova, kim yaptı bunu sana?"

 

Kıyafetlerim ıslandığı için esinti bedenime buz gibi çarpıyordu. "Bilmiyorum hiçbir şey göremedim."

 

Göğsünden akan kanı gördüğümde canım yandı. Bakmak istedim ama oldukça kötü görünüyordu. "Yaralısın," dedim. "Çok kanıyor. Canın yanıyor mu?"

 

Kollarını belime yerleştirdi. "Artık yanmıyor!" Kaşlarını çattı. "Eee gönül kuşu. Buraya kadar geldin de kendini neden göstermedin? Yine neyi yanlış anladın?"

 

Yine? Burada olan şeyler yanlış anlamaya müsaitti çünkü. Beni bir anda kucağına almasını beklemediğim için afalladım. Bunu ilk kez yaptırmıyordu lakin hissettirdikleri bambaşkaydı. "Peşrev beni bırakma!" Bunu ne için söylediğimi bilmiyordum. Olayın şokundaydım hala. İlk kez korkuyordum.

 

Başını olumlu anlamda sallarken yüzünde keyifli bir ifade vardı. Burnunu havaya doğru kaldırdı ve derin bir nefes çekti ciğerlerine. "Bırakmam kadın. Bırakamam..."

 

Gözlerimi, gözlerinin içine odakladım. "O kadın kim Peşrev?"

 

Sorumu duymazdan geldi. "İçeri neden gelmedin Ova?"

 

Bunu söylemeli miydim? Söylersem onu kıskandığımı anlayacaktı. Bunu düşünüp şımarmasını istemiyordum. "Temiz hava almak için göle gittim."

 

Dikkatle yüzüme baktı. "Beni görmek için gelmedin yani öyle mi? Buraya kadar göl havası almak için mi geldin?"

 

Dudak büktüm. Beni konuşturamazdı. "Evet, seni görmeye gelmedim hava almaya geldim."

 

Kaşlarını derince çatınca gülmek istedim. "Notu mu almadın yani?"

 

Titremeye başlamıştım, bu adam bunu görmüyor muydu? "Almadım," dedim dişlerim birbirine çarparken. "Hangi not?"

 

Güldü. Gözleri ıslak tişörtümü bulduğunda adem elmasının yavaşça hareket edişini izledim. "Kıyafetin," dedi boğuk bir ses tonu ile. "Fazla ıslanmış. Üşütmeni istemem. İçeri geçelim!"

 

Sert adımlarla gölden uzaklaşırken gerilen yüz hatlarını incelemeye başladım. Gözleri gözlerimi bulunca başını sinir bozukluğuyla salladı. "Bazen küçük bir kız çocuğundan hiç farkın yok biliyorsun değil mi?"

 

Başımı göğsüne bastırdım. "Peşrev," dedim kısık bir sesle. "Çok yorgunum!" Bu konuşmayı şu an yapmak zorunda değildik.

 

Hızlı adımlarla üsse doğru yürürken, "Bunu sana kimin yaptığını bulacağım Ova ama şimdilik sakin kalmam gerek. Sabah bir göreve gideceğiz. Seni görmeden gitmek istemedim. Notu bu yüzden bıraktım," dedi.

 

Başımı göğsünden kaldırmadım. Hoş istesemde kaldıracak gücüm yoktu. "Hangi not? Not filan görmedim ben."

 

Eli, popoma değdiğinde hiddetle başımı kaldırdım. "Çek elini sapık herif!" Güldü. Arka Cebimden çıkardığı ıslak kağıdı burnumun ucuna kadar soktu. "Bu notu gönül kuşu. Görmediğin notu cebinde saklaman ne hoş."

 

Başımı suçlu çocuklar gibi göğsüne yasladım. Yarasına dokunmamaya çalışıyordum. "Ah gönül kuşu," diye fısıldadığını işittim. "Seninle ne yapacağım ben?" Sesi dünyanın en zor sorusunu soruyor gibi çıkmıştı.

 

Onun bana hissettirdikleri ile ben ne yapacaktım asıl? Gidecekti, bir daha ne zaman gelirdi? Bu kadar kötülüğün içinde onunla nasıl mutlu olabilirdik?

 

"Peşrev," diye mırıldandım. Beni cesaretlendirsin istiyordum. "Ne zaman döneceksiniz?" Korkuyordum çünkü aramızda canıma kastetmiş biri vardı. Üstesinden gelebilirdim lakin onların yokluğu cesaretimi kırıyordu. Hiçbir şey söylemedi. Üsse girdiğimizde beni odama değil de doğrudan revire getirmişti. Sedyelerden birine yavaşça bıraktı. Burası soğuktu titremeye başlamıştım. "Neden buradayız? Burası buz gibi."

 

"Bileğinde kesik var," deyince afalladım. O söyleyene kadar fark etmemiştim. "Saralım sonra odaya dönersin." Dolaptan sargı bezi ve antiseptik solüsyon alıp sedyenin önündeki sandalyeye ters oturdu. "Derin görünmüyor ama enfeksiyon kaparsa üzerine basmakta zorlanırsın."

 

"Öyle mi doktor bey?" Güldüm. Pamuğu sertçe bastırınca bağırdım. "Eliniz hiç hafif değil!"

 

"Damarıma basmamanı öneririm hanımefendi." Ciddiyetle işini yaparken hayretle onu izledim. "İlk yardım bilgim fena değildir. Küçümsememeni öneririm."

 

Bileğimi sardıktan sonra ayağa kalktım. En azından üzerine basabiliyordum. "Teşekkür ederim amirim," dedim sessizce. "Hayatımı kurtardın."

 

"Hayatın," dedi kollarını göğsünde birleştirirken. "Hayatımdan değerli gönül kuşu. Ona dikkat etsen iyi edersin." Bir adım attı bana doğru. "Aksi halde hesabı fena sorarım."

 

Kirpiklerimi hayretle kırpıştırdım. Kalbimin sesi bu boş odada yankılanıyordu sanki. "O halde," dedim bir adımla ona yaklaşırken. "Hayatını tehlikeye atmamak zorundasın koca adam!"

 

"Ova," dedi sessizce. "Daha fazla ıslak kıyafetlerle karşımda durmamalısın."

 

Sedyedeki yastığı kafasına fırlattım. "Gözlerine sınır çiz o zaman! Yalnızca gözlerime bakmayı dene."

 

Küçük bir çocuk gibi mızmızlandı. "Seni gördüğümden beri bunu yaptığımı görmüyor musun?" Başını sinirle iki yana salladı. "Aksi halde çoktan karım olurdun gönül kuşum!"

 

O gönül kuşu birazdan koca poposunu gagalayacaktı haberi yok! "Yerdeki yastığı bana atar mısın?"

 

Şaşırdı. "Neden?"

 

Muzip bir ifade ile arkama yaslandım. "Tekrar kafana atacağım da ondan!"

 

Homurdanırken kapıya doğru yürüdü. "Vicdansız bir kadın olduğunu söyleyen olmuş muydu gönül kuşu?"

 

"Sensin kuş! Biraz daha bana kuş demeye devam edersen gagamla o koca poponu gagalayacağım."

 

Kahkaha attı. "Gerçekten mi?"

 

Bu adam akıl almaz bir kaçıktı. "Hiç şüphen olmasın."

 

Revirden çıkmış karanlık ve sessiz koridorda konuşmadan yürümüştük. Odanın kapısında durunca ona doğru döndüm. "Gidip uyumalısın," dedim kızarmış gözlerine bakarken. "Görevde uyuklayıp kıçını deldirmeni istemem."

 

Gülerek başını iki yana salladı. Benimle başı dertteydi ve bunun tam olarak farkında olduğunu sanmıyordum. "Uyuyacağım gönül kuşu. Tabii gözlerin uyumama izin verirse."

 

Bu adamın beni utandırmasından hoşlanıyordum. Kalbimde sebep olduğu kıpırtı hayatımda tatmadığım kadar güzel hissettiriyordu. "İyi geceler," dedim ve kapıyı açıp içeri girdim. Sırtımı kapıya yaslayıp gözlerimi kapadım. Ne kadar böyle beklediğimi bilmiyordum. Kalbim yatışmış değildi. Alarmı kamptan ayrılacakları saate ayarlayıp başımı yastığa bıraktım.

 

***

 

Odadan ayrıldığımda içimde bir korku vardı çünkü alarmı duymamış beş dakika geç uyanmıştım. Bahçeye çıktığımda sırtlarında büyük çantalarla çıkışa doğru yürüdüklerini gördüm. Neyse ki yetişmiştim.

 

Peşrev en arkadaydı. "Amirim!" Sesimi duyunca duraksadı ve öndeki askerlere devam etmeleri için işaret etti. Ona doğru yaklaştığımı görünce yutkundu.

 

Mavi gözleri, ne yaptığımı anlamaya çalışırken oldukça şaşkın görünüyordu. "Gönül kuşu," diye mırıldanırken hızlıca bana doğru yürüdü. "Ne yapıyorsun burada? Neden bu saatte uyanıksın?"

 

Yüzümü yüzüne doğru kaldırdığımda kalbim hiç olmadığı kadar hızlıydı. "Ne yaptığımı bilmiyorum koca adam." Ses tonumdan etkilenmişe benziyordu. "Ne yaptığımı söyle bana zira ben ne yaptığımı bilmiyorum. Bana ne yapıyorsun?"

 

Dudakları yavaşça aralanırken dışarısı alacakaranlığa esirdi. Rüzgar, en güzel melodisini bizim için mırıldanıyordu sanki. "Her ne yapıyorsan durmamalısın gönül kuşu," dedi içine kaçan kısık sesi. Başını iki yana salladı. "Durma!"

 

Durmak istemiyordum. Allah aşkına ben ne yapıyorum böyle? Beni böyle şuursuzca davranmaya iten onu bir daha görememe fikri miydi? Neredeyse onu sevdiğimi söylemek üzereydim. Gözleri beklentiyle gözlerime bakarken bacaklarımın güçsüzleştiğini hissettim.

 

O görevden sağ gelmesi için umut olacak sözleri söylemek adına dudaklarımı araladığımda donmuş gibi durmaya devam etti. En ufak bir tepki vermiyordu. "Bana sağ dönmek zorundasın koca adam. Bana lazımsın çünkü..."

 

Susup bir adım geri çekildiğimde göz bebekleri büyümüş bir halde gözlerime baktı. "Gö-gönül kuşu!" Sesi son nefesini veriyor gibiydi. Devamını istiyor gibi bakıyordu ama devamını şimdi duymayacaktı.

 

"Devamını duymak istiyorsan yarın buraya sağ olarak dön koca adam!"

 

Biraz daha burada beklersem ondan kaçamayacağımın farkındaydım. Bu adımım aramızdaki kıvılcımı harlamıştı bunun da farkındaydım. Sonunu düşünmeden hareket etmek bana göre değildi ama burada ben ben olmaktan çıkmıştım. Masum bir itiraftan zarar gelmezdi değil mi? O fazla cesur sözleriyle gördüğüm ilk andan beri kışkırtıyordu. Çok bile dayanmıştım.

 

Birkaç saniye baktı ve, "Bu kez benden kaçmana müsade etmeyeceğim biliyorsun değil mi?" diye mırıldandı. Bize duymalarından endişe ediyor gibiydi. "O aklından geçenleri duymadan peşini bırakmayacağımı biliyorsun değiş mi?"

 

Elbette biliyordum çünkü bu kez bunu bizzat ben başlatmıştım. Güldüm. "Bunun için bana sağ gelmen gerekiyor biliyorsun değil mi? Ölü bir adamla konuşamam!" Bunu söyleyen ben değilmişim gibi kızardım. Böyle şeyler bana göre değildi.

 

Hiçbir zaman kalbimin kıpırdanacağına inanmamıştım. Şimdi ne değişmişti? Canlanmak için savaşın ortasında mı kalmam gerekliydi? Bahtıma lanet ederken ona arkamı döndüm ve hızlı adımlarla üsse girdim. Odaya ulaştığımda kendimi telaşla yatağa bıraktım. Yarın bütün gün nasıl geçecekti hiçbir fikrim yoktu.

 

Aklım onda, onlarda kalacaktı olacak olan buydu. Sonrasını düşünmek bile istemiyordum. Üstelik Peşrev gitmemiz için henüz bir çare bulamamıştı. Yine de ona güveniyordum, o Peşrev'di. Ne yapar ne eder beni gözünün önünde tutmanın bir yolunu bulurdu.

 

Odanın tavanı ile bakışırken şafağın ilk ışığı odanın ufak penceresinden içeriye doğru süzüldü. Baş parmağımı dudağıma götürdüm. Bu benim bir erkeğe yaptığım ilk itirafımdı. Bakışlarının sıcaklığını hala hissederken Peşrev döndüğünde bu itirafla nasıl baş edeceğimi düşünüyordum. Kendimi, kendi ellerimle ateşin içine atmıştım.

 

***

 

İçimdeki huzursuzluk güne kötü başlamama sebep olmuştu. Oysaki telaşsız bir sabah olması gerekiyordu. Amirlerin hiçbiri olmadığı için eğitim de yoktu. Maksut, bizim için burada kalmıştı. Kahvaltı dışında odadan çıkmamıştık. Maksut, Soya ile konuşmuyor hatta onun olduğu ortama bile girmiyordu. Onu en son kahvaltıda görmüştüm.

 

Soya'yı yataktan çıkaramamış ve kahvaltısını odaya taşımıştım. Orion'da ekiple gittiği için onunla konuşma fırsatım da olmamıştı. Onlar dönene kadar aslında yapacak pek bir şeyim yoktu. Saat, 18.00'i gösterirken kendimi yataktan attım. Daha fazla yatmaya tahammül edemeyecektim. Yatarak vakit öldürmek bana göre değildi. Üzerindeki yorganı sertçe çektiğimde Vera, başını hızla bana çevirdi.

 

O da uyumamıştı, gözlerinin önü halka halkaydı. "Kalk artık Soya! Maksut seninle konuşmuyor diye kendini yatağa mahkum edemezsin." Beni duymamış gibi tepkisiz kalması öfkelendiriyordu. Üzerinden çekmeye çalıştığım yorganın ucunu sıkıca tuttu ama yine de üzerinden almayı başardım. "Ne yapayım Ova? Burada yapacak bir şey yok. Rahat bırak beni!"

 

"Soya," dedim ses tonumu sakin tutmaya çalışırken. "Biraz zaman ver ona. Duyduğu kolay bir şey değil. Hazmetmesi için ona neden zaman tanımıyorsun?"

 

Bana doğru döndü ve hafifçe doğruldu. "Dayanamıyorum Ova! Sabretmem için bana bir yol göster. Karşısına çıkacak cesaretim bile yok."

 

"Peşrev'ler gelmek üzeredir. En azından dışarı diğerlerinin yanına gidelim." Bahçede büyük bir ateş yakılmıştı. İki adet kuzu ateşin üzerinde yavaşça kızarıyordu. Telsizden yolda olduklarını bildirdiklerini haber vermişti Maksut. "Hadi lütfen. Vera sen de bir şeyler yapamaz mısın?"

 

Hazırlanması bitince yanımıza yaklaştı. Birbirimize bakıp gülümsedik. Aynı anda Soya'nın kollarından tuttuk. "Aynı anda," dedi Vera. "Bir iki üç!"

 

Soya, kendini ayakta bulduğunda bize öfkeyle baktı ama biz umursamadık. On dakika içinde onu hazırladığımızda bahçedeki kadınların yanında yerimizi aldık. Bu sabahı düşündükçe kalbim göğüs kafesime sığmıyordu. Düşünmeden ona verdiğim söz soğuk soğuk terlememe sebep oluyordu.

 

Kadınların kahkahaları, ortamı biraz daha yumuşatırken yarım saati geride bırakmıştık. Soya, ayağa kalktı ve serbest bıraktığımız saçlarını topladı. "Ben gidiyorum."

 

Gözlerimi devirdim bıkkınlıkla. "Maksut taş evin orada!" Önüme döndüm ve dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırdım. Gideceğinden adım kadar emindim. "Bekleyemiyorsan onunla bir kez daha yüzleş."

 

Taş eve doğru yürürken adeta burnundan soluyordu. Umarım kavga etmezlerdi. Soya'nın gidişatı pek normal değildi çünkü. Soya'nın ardından baktım. Araçların sesi kadınların uğultusunun kesilmesine sebep olurken benim de nefesimin kesilmesine yetmişti.

 

***

 

Genç kadın, ikinci kez geçtiği taş tünele hayranlıkla baktı. Öte yandan bedenini saran korku, adımlarının sarsak olmasına sebebiyet veriyordu. Ne olacaksa olsun diye düşündü. Bu saatten sonra geri adım atamazdı. Yüzleşecekti, gerekirse ona karşı hissettiklerini bu kez yüzüne söyleyecekti.

 

Tünelden çıktığında taş eve ulaştı. Taş evin etrafını hızlı adımlarla dolaştı ve arka tarafa geçti. Adımları aceleciydi, zira yavaşlarsa içindeki cesaret yerle bir olacaktı. Duruşunu dikleştirdi ve saçlarını düzeltti. Gururlu bir kadındı o her şeye rağmen.

 

Bir erkeğin altında ezilmeye hiç niyeti yoktu. Ya onun olurdu ya da bu iş burada biterdi. Göle doğru yaklaştığında hafif bir mırıldanma sesi işitti. Maksut'un kendi kendine mırıldandığı şarkı yüzündeki ciddiyeti silip süpürmüştü.

 

"Koca çocuk!" Başını iki yana sallarken ağaçların uzun dalları güneşin sıcaklığını az da olsa engellemişti. Bu taraf kampın bahçesine nazaran daha ferahtı. Adımları birden durdu. Sıcak şelalenin sularının altında sadece kıyafetleri ile duran adam kalbini titretmişti. Birkaç dakika onu izledi ve mırıldandığı şarkıyı dinledi.

 

"Yoluna halılar serilir sanma. Uğrunda ömürler verilir sanma! Değerin kıymetin bilinir sanma. Gideni götürür yollar affetmez..."

 

Genç kadın, duyduğu birkaç kelimeyle yüzünü düşürürken boğazını temizledi ve göle doğru yaklaştı. Maksut, suyun sesinden Soya'yı fark etmemişti. Genç kadın Maksut'un tam arkasında durdu ve kollarını göğsüne bağladı. "Maksut..."

 

Duyduğu sesin etkisiyle kaskatı kesilen genç adam yavaşça arkasını döndü. Karşısında ona oldukça pişman bakan kadını gördüğünde kaşlarını çattı. İkisi de birbirlerini görmenin etkisinde kalmıştı. Birkaç dakika konuşmadan birbirlerini incelediler.

 

Soya'nın gözünden akan göz yaşı yanağında ince bir yol çizerken o yol Maksut'un yutkunmasına sebep oldu. "Sen," dedi tok bir sesle. Bakışlarını genç kadının göğüslerinden zorlukla çekti. "Bir başına mı geldin buraya? Bu ne cesaret hatun?"

 

Soya elinin tersi ile yanağındaki ıslaklığı silerken omuzlarını umursamaz bir ifadeyle yukarı kaldırdı. Buraya gelirken içeride olan hain aklına bile gelmemişti ki. "Korkmadım," dedi genç kadın. Burnunu havaya kaldırdı. "Buraya gelirken hiçbir şey umurumda olmadı."

 

Maksut, bakışlarının sıcaklığını hissettiği kadının yüzüne doğru dikkatle baktı. Gözleri, Soya'nın ne hissettiğini çözmek istercesine gözlerini dalan ediyoru. "Neden geldin?" diye sordu göz temasını kesmeden. "Eserinle gurur duymak için mi?"

 

Kaşlarını çattı Soya. Yumruğunu Maksut'un sert omzuna vurdu. "Yaptığımla gurur duymuyorum. Özür dilemek için de gelmedim. Yaptığım bir hataydı ve bunu yeni anladım. O zamanlar düşündüğüm hissettiğim şeyler şu an ki hislerimin zıttıydı çünkü."

 

Maksut, Soya'nın pervasız sözlerine anlamıyorcasına kaşlarını çatarak tepki verdi. "Pişman mısın yani?"

 

Başını salladı. "Çok pişmanım çünkü o zaman böyle hissetmiyordum ya da farkında değildim. Bundan ben mesulum, bu yüzden kimseye hesap vermeyeceğim. O an öyle söylemek istedim öyle söyledim. Şimdi ne istediğimin gayet bilincindeyim. Söylediklerimin tek bir kelimesi doğru değildi."

 

"Yalan mı söyledin yani?" Yüzündeki sert ifadeyi sürdürmekte ısrarcıydı. "Buna inanmamı mı bekliyorsun?"

 

Bıkkın bir nefes koyverdi Soya. "Ben kendimi savunmuyorum Maksut. Söylediğim yalanın da arkasında durmuyorum. Ben kendimi affettirmeye çalışmıyorum. Sadece bir şeyleri yeni fark etmiş olmam seni üzdüğüm için canımı yakıyor. Eğer bu yüzden beni sevmekten vazgeçtiysen ben buradan giderim ve ikimiz de birbirimizi görmek zorunda kalmayız. Bana güvenmeyen bir adamda ısrarcı olacak değilim. Sana kendimi kanıtlamak zorunda da değilim. Umursadığın bakire olup olmadığımsa..."

 

Soya sözlerini bitiremeden Maksut'un sert ifadesi ile susmak zorunda kaldı. Karşısında duran adamın mimiklerinde bir şeyler aradı ama bulamadı. Maksut'un Kalbinde nasıl bir yangın başlattığından bir haberdi.

 

Aynı buz bakışlar aynı hissiz mimikler. Arkasını dönüp gidecekken incecik bileğini kavrayan güçlü eller onu durmaya zorladı. "Neden sana delicesine öfke duyarken hayatımın merkezine koymak istiyorum kalpsiz kadın?"

 

Soya, göğsünü şişirirken elini adamın gür sakallarına değdirdi. "Neden bana duyduğun öfkeden bile etkileniyorum be adam?"

 

Soya'nın tehlikeli bir noktada durduğunu fark edince yavaşça geri çekildi Maksut. Küçük yaşlarda ailesinden koparılmış olsa da örflerine adetlerine hala sıkı sıkıya bağlıydı. Babasının ona öğrettiklerini daha dün gibi hatırlıyordu.

 

'Bir kadına hak ettiğinden fazla sevgi ver!' derdi babası. 'Kadın bir çiçek gibidir. Onu düzenli sularsan eninde sonunda çiçek açar. Sevgi de öyle oğlum. Pes etmeden sevmeye devam edersen illa ki karşılığını bulursun. Sevgi, sevgi olarak döner ve şunu sakın unutma! Bir kadın senin değilse ona asla dokunma...'

 

Bunlar zihninin bir köşesinde mıh gibi çakılıydı.

 

Alnını alnına yasladı. Solukları birbirine karışan su misali akarken alnından öptü. "Soya," dedi oldukça kısık bir ses tonu ile. "Bizde alnından öpmek, 'Sen benim helalim olmasını istediğim kadınsın,' demek. Bunu unutma olur mu?" Helali olana kadar bu kadının teni ona yasaktı.

 

Kalbi, göğsüne sığmayan kadın, kahverengi gözlerini işveyle kırpıştırdı. "Aklıma kazıdın be adam. Nasıl unutabilirim ki?"

 

Kanına, bütün hücrelerine peyderpey yayılan bu kadının gözleri onun en güzel esaretiydi. Kurtulmak istemiyordu, bu kadının kalbi onun müebbeti olabilirdi.

 

***

 

Bakışlarım, önemli bir operasyondan dönen adamların üzerinde teker teker gezinirken Peşrev'in nerelerde olduğunu düşünüyordum. O yoktu ve benim içimdeki huzursuzluk kaybolmamıştı. Leo, meraklı bakışlarımı fark edince yanıma doğru yaklaştı. Berbat görünüyordu. Ne olduğunu deli gibi merak ediyordum.

 

"Selam," dedi kolunun altındaki kadını yanına oturturken. Vera'nın yüzünde güller açıyordu. "Soya nerede, neden yalnızsın?"

 

"Maksut'la konuşmak için göle gitti. Dönmedi, belli ki epey hararetli bir konuşma oluyor." Üçümüz de sesli bir şekilde güldük. "Peşrev nerede?"

 

Cebinden ufak bir kağıt çıkardı. "Seni bekliyor!" Bana doğru uzattığı kağıdı hemen aldım. Kağıtta yazanlar kızarmama sebep oldu.

 

"Gönül kuşu. Geldim ve taş evdeyim. Ha hemen gel çünkü alacaklı kalmaktan hiç hoşlanmıyorum."

 

İşte şimdi ne yapmam gerektiğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Neden böyle bir söz vermiştim ki? Leo'nun eğildiğini ve kağıtta yazanları okuduğunu gördüğümde yanaklarım al al oldu. Şaşırdı. "Ne alacağından bahsediyor?" diye sordu.

 

"Sen Türkçe'yi okuyabiliyor musun?"

 

"Evet," dedi gururla. "Eee en yakın arkadaşlarım Türk olunca öğrenmem kaçınılmaz oldu. Bence git! Zor bir gündü ve fazla sinirli..."

 

Kağıdı cebime koyup ayağa kalkacağım sırada, Maksut'la Soya'nın beraber bize doğru yaklaştıklarını gördüm. İkisi de gayet sakin görünüyordu. Ortaya geldiğimde durdum. Maksut, muzip bir ifade ile gülüyordu. Soya ise bakışlarını benden çekti ve alt dudağını dişlerinin arasına aldı. Bir dakika bunlar yoksa...

 

"Hey siz öpüştünüz mü?"

 

Gözlerini kocamana açan kadın, "Eline mikrofonda vereyim mi Ova?" diye çıkıştı. "Herkes tam olarak duymadı."

 

Sessizce kıkırdadım. Barışmalarına gerçekten sevinmiştim. "Sen bizimle uğraşacağına seninkini fazla bekletme. Burnundan soluyordu. Biraz hararetinin alınmasına ihtiyacı var. Dün sabaha karşı olanları duyduk. Sanırım kimin yaptığını bulmuş ve epey tartaklamış. Hücredeymiş."

 

Hayretle ağzım bir karış açık utanmaz kadına bakarken Maksut eliyle arka tarafı işaret etti. "Damian'la birbirlerine girmişler. Hem de senin yüzünden. Allah yardım etsin kardeşim!"

 

Onları arkamda bırakarak taş tünele doğru yürüdüm. Hem ona gitmek istiyor hem de koşarak kendimi odaya kapatmak istiyordum. Taş tünelin ortasına geldiğimde yerde bir beyaz kağıt daha buldum.

 

"Dudaklarından beni sevdiğini duymama son bir dakika!"

 

Gözlerimi devirerek homurdandım. Ne diye sonunu düşünmeden kahramanlık yaparsın ki?

 

***

 

Beğeni ve yorum yapmayı unutmayın💕🙈❤️

Loading...
0%