Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

Yüzümdeki gülümseme ile yürümeye devam ederken adımlarım birbirine dolanıyordu. Taş tünelden çıktığımda derin bir nefes aldım. Olanlar kötüydü ve bu kadar kötülüğün içinde böyle şeyler hissedebilmek mucizeviydi.

 

Taş eve girdiğimde onu göremedim. Yatağın önündeki kağıdı eğilip alırken kalp atışlarım göğüs kafesimi delmek istercesine hızlanmıştı.

 

"Sözlerinin kölesi olmama son on saniye..."

 

Aptal herif...

 

Kendi kendime söylenirken gülümsedim. Bu kadar mı istiyordu benden bunları duymayı?

 

İçimden ona kadar saymaya başladığımı fark ettiğimde avuç içlerim terlemeye başlamıştı. Ellerimi, beyaz elbisemin eteğine silerken bana doğru geldiğini fark ettim. Hayatıma tümüyle girmesine izin verecek miydim? Buna hazır mıydım? Biri ile hayatımı paylaşmayı istiyor muydum?

 

Hiçbir şey umurumda değildi. Onu hayatımda istiyordum. Elini, yavaşça koluma dokundurup bedenimi kendine doğru çevirirken ellerim kendine destek almak için omuzlarına sığındı. Nefes alışverişinin haddinden fazla oluşu heyecanlanmama yetmişti.

 

Yüzünü bir nefes kadar yakına getirdiğinde gözlerim gayriihtiyari kapandı. Düşebilirdim, bu kadar heyecanlanmak zorunda değildim. Gözlerimi şaşkınlıkla araladığımda gülümseyerek beni izlediğini gördüm. Ben de ne düşünmüştüm.

 

"Öpmeyecek miydin?" Aklımı mı kaybetmiştim ben? Bu ne biçim soruydu böyle?

 

"Yapamam gönül kuşu," dediğinde yanaklarım utançla kızarmıştı. Peşrev beni gördüğü andan beri sınırlarını bilip koruyordu. Beni öpeceğini düşünmek büyük aptallıktı.

 

Bileğimi tutan eli baskısını gevşetirken utançla bakan bakışlarımın karşılığı hüzünlü bakışları oldu. "İşte geldim," dedi sessizce. "Buradayım ve senden bir şeyler duymaya ihtiyacım var gönül kuşu."

 

"Ben," derken sesim titriyordu. "Benimle..."

 

Sustum bir anda. Kalbim böyle çarparken nefesim daralıyordu. Şu an bu konuşmayı yapabileceğimi sanmıyordum.

 

"Lütfen," dedi nefesi saçlarıma çarptıkça bütün bedenimi uyuşturuyordu. "Bu gece burada kal!"

 

Sen delisin der gibi baktım yüzüne. Gerçekten onun küçük bir çocuktan hiçbir farkı yoktu. Neden ona direnemiyordum? "Kalacak mısın?" diye sordu. "Bu gece sabaha kadar benimle kalacak mısın?"

 

"Tam bir baş belasısın Peşrev! Ciddi anlamda seninle başım belada..."

 

"Acıktım," dedi. "Aç bir baş belasıyım." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ona olan öfkemi bir anda silmeyi nasıl başarıyordu?

 

"Örgüt," dedi taş evden çıkarken. Mecburen onu takip ettim. "Goşa denen adama dair hiçbir iz yok. Adam gerçekten bir hayalet gibi. Teşkilat dönmemi istiyor. Eğitim için yerime Farhan'ı göndermek istiyor. Bizzat benim başında olacağım büyük bir operasyon gerçekleştirmek istiyorlar."

 

Gidecek miydi? İçimden sıcacık bir şey akıp gitti. Korkuyordum. Sessizce onu takip ederken taş tünelden çıktık. Diğerlerinin yanına oturduğumuzda Soya üzerinde tavuk olan tabağı önüme koydu. "Çabuk geldiniz Ova!" Yüzünde muzip bir ifade vardı. "Ben sabaha kadar gelmezsiniz diye düşünüyordum."

 

Bacağına vurdum hafifçe. Söylediğini Peşrev'in duymadığını umut ederek, "Asıl sen anlat. Yüzünde güller açıyor!" dedim.

 

Maksut'a bakarken dudağını ısırdı. Peşrev ile koyu bir sohbete girdiği için bize bakmıyorlardı. "Peşrev burada kalmam için başkanı ikna etmiş." Ellerim, saçlarımın ucuna giderken merakla Soya'yı dinlemeye devam ettim. "Maksut beni affetti mi bilmiyorum ama aramızda bir şeyler olduğu kesin."

 

Tabağındaki etten bir parça kesti ve ağzına attı. Vera, başını Soya'nın omuzlarının üzerinden uzatırken genişçe gülümsüyordu. "Şelalenin altında barışmışlar. Ne romantizm ama..."

 

Minik bir tebessüm oluşturmayı başardığımda Soya'yı kıskandığımı fark ettim. Kendi kendime kızarken, "Öyle mi? Sevindim sizin adınıza, umarım her şey güzel olur," diye mırıldandım. Bu kadar zorluğun arasında huzurla kalabilmek mümkünse tabii.

 

Bu gece onunla sabaha kadar vakit geçirmek istemiyordum. Bunu ona da kendime de yapmak istemiyordum. Uzak kalmak ikimiz içinde en doğru olansa bunu yapmak bana kalıyordu.

 

Eğlence devam ediyordu ama benim gerçekten uykum gelmişti. Saat gece yarısına yaklaşmış olmalıydı. Ayağa kalktığımda sarışın bir adam sakin bir parça çalmaya başladı. İki kişi dans etmek için ayaklanırken Soya, "Nereye?" diye sordu.

 

Bakışlarım o sırada Peşrev'e kaydı. Kalktığımı görünce o da ayaklandı. Kahretsin yine başlıyoruz. "Uykum geldi," dedim Soya'yı geçiştirirken. Acele etsem iyi olacaktı. "Size iyi eğlenceler." Burada benimle bir ilişki yaşarsa kariyerine zarar gelmesi muhtemeldi.

 

Hızlı adımlarla içeri girdiğimde karanlık koridorun içinde adeta süzüldüm. Peşimden gelen ayak seslerinin ona ait olduğuna adım kadar emindim. Bir şekilde onu atlatmak zorundaydım. Acele ile odanın kulpuna dokundum ama açamadan kendimi Peşrev'in omuzlarında buldum.

 

Beni bir çırpıda omzuna attığı için yumruğumu sırtına geçirdim. "Bırak beni Peşrev! Seninle sabahlamak istemiyorum." Bu konudaki ciddiyetimi daha ne kadar gösterebilirdim? "Uykum var."

 

Adımlarını koridorun diğer çıkışına doğru yönlendirdi. "Seni öpmediğim için mi böyle davranıyorsun?"

 

"Bırak beni alçak herif." Sırtına vurdum bir kez daha. "Sen kendini ne sanıyorsun? Neden beni öpmeni isteyecekmişim? Benden uzak durmaya çalışan sendin. Ne demeye şimdi beni götürüyorsun?"

 

Güldü. Bu adam benim psikolojimi alt üst ediyordu. "Senden uzak kalmaya çalıştığımı da kim söyledi? Sadece ilgiyi farklı bir yere çektim hepsi bu."

 

Yine de bu umurumda değildi. "Seninle vakit geçirmeyeceğim!"

Odasının önünde durdu ve kapısını açtı. Işığı yaktığında kapıyı kilitledi ve beni yavaşça yere bıraktı. "Bu resmen zorla alıkoyma!" diye bağırdım kollarımı açarken.

 

Omzunun üzerinden muzipçe baktı. "Evet! Bu resmen zorla alıkoyma hatun." Öfkeden bütün tüylerim kabarmıştı. Beni umursamadan üzerindekileri çıkardı ve onu izleyen gözlerimi görmezden geldi. "Hey! Aile var burada kaba adam."

 

Bakışlarım anlık belden aşağısına kaydı. Elleri, onu da çıkarmak için çamaşırının lastiğini kavrarken gözlerim irileşti. Acele ile gözlerimi kapatırken, "Sen!" diye bağırdım. "Se-sen beni... Seni öldüreceğim Peşrev."

 

Kahkaha atarak içeri girdiğinde banyonun kapısının kilitlendiğini işittim. Gözlerimi açtığımda kapıya doğru yürüdüm. Odanın kapısını zorladım ama o koca adam anahtarı yanında duşa sokmuştu. Ellerimi saçlarımdan geçirdim ve yatağın üzerine oturdum. Uykum vardı ve kendimi yorgun hissediyordum. Bu adamın rahat bir uyku çekme şansımı elimden almasına izin veremezdim.

 

On dakika sonra banyodan çıktı ve odanın kapısının kilidini açtı. Odadan çıkarken çatık kaşlarımla onu takip ettim. Bir an için beni odasında esir tutacağını düşünmüştüm. "Nereye gidiyorsun?"

 

Bana bakmadan konuştu. "Göle." Ne gölmüş anasını satayım. "Sabaha kadar benimle ateş başı sohbeti edeceksin."

 

"Sebep," dedim tüm sinirime rağmen onu takip ettiğimi fark ederken. "Buna mecbur muyum?"

 

"Evet," dedi sakince. "Onu bana umut vermeden önce düşünecektin hatun. Şimdi yan çizemezsin."

 

Sesli bir nefes koyverdim. Taş tüneli geçip göle ulaştığımızda az ileride bir ateş yandığını gördüm. "Yok artık," diye bağırdım. "Her şeyi planlamışsın!"

 

Kahkaha attı. "Plansız bir iş yapmam ben gönül kuşu. Mesleki deformasyon."

 

"Aman ne hoş..."

 

Ateşin yanında iki minder iki kola ve dört tane köfte ekmek vardı. Gayriihtiyari güldüm. "Romantizm için uygun bir anda değiliz sanki."

 

Yere oturup yanını işaret ederken mecburen yanındaki mindere oturdum. Ateş çıtırdayarak yanarken içimdeki öfkenin de azaldığını hissettim. "Bana biraz kendinden bahset Ova," dedi ateşi karıştırırken. Ekmeklerden birini bana uzattı. "Seni daha iyi tanımak istiyorum."

 

Sinir bozukluğu ile güldüm. "Bence benim hakkımda benden bile daha fazla bilgiye sahipsindir."

 

"Yine de senden duymak isteğim şeyler olabilir."

 

Yüzümü ona doğru çevirdim. Bakışları içimi sıcacık ederken yüzümüze vuran ateşin ışığı beni mest etmişti. "Öyle düşündüğün gibi bir hayatım yok." Ekmeğimden büyük bir ısırık aldım. "Hayatım bir koşuşturmanın içinde geçti."

 

"Hımm," dedi mırıltıyla. "Peki ya aşk?"

 

Güldüm. "Hayatımda kimse olmadı."

 

Dudağının memnuniyetle kıvrılışını saniye saniye izledim. Yüzü çok güzeldi. Her şeyiyle kusursuz bir adamdı Peşrev. Güçlü, güvenilir en önemlisi başarılı bir askerdi.

 

"Her erkeğin hayatında isteyeceği bir kadınsın Ova. Bu düşünce bile delirmeme yetiyor. Söylesene sen bana ne yaptın?"

 

Önüme dönüp kapattığım gözlerimi biraz daha sıktım. Utancımdan yerin dibine geçmek istiyordum. Nefesimi sabit tutmaya çalıştım. Şu an ona doğru dönersem hissettiklerimi ona teslim etmem kaçınılmazdı.

 

Bir şey söylemem gerek. Bir şey söyle Ova, bir şey söyle. Sustum, söyleyecek o kadar şey varken hiçbiri gelmedi dilimin ucuna. Yuttum. Daha fazla uykusuzluğa direnemeyecektim. Başımı mindere yavaşça bırakırken güldüğünü işittim. Üzerindeki gömleğini üzerime örttü yavaşça.

 

Sabaha kadar başımda nöbet tutacağına emindim. Yanımda oluşunun verdiği güvenle içim geçmeye başlamıştı.

 

***

 

Bir ses işittim, daha çok sayıklama gibiydi. Gözlerimi araladığımda güneş ışığının tamamı üzerimize vuruyordu. Dışarıda uyuduğumuz için sırılsıklam olmuştum.

 

Nerede olduğumu idrak ettiğimde sayıklama sesinin Peşrev'den geldiğini fark ettim. Alnında biriken boncuk terler güneş ışığından olmuş gibi durmuyordu. Hasta mı olmuştu? Uyandırmak için elimi alnına bastırdığımda panikle geri çektim.

 

Ateşi çok fazlaydı. "Peşrev," dedim panik halimin artmasına engel olamazken. "Uyan lütfen!" Omuzundaki yarayı yeni fark etmiştim. Kızarmış ve oldukça şişmişti. Bu daha çok bir bıçak izine benziyordu. Aman Allah'ım o yaralanmıştı! Bunu nasıl fark etmediğime söylenirken onu sarsmaya devam ettim.

 

Sayıklıyor gözlerini aralıyor ama bir türlü kendine gelemiyordu. "Lütfen," dedim ağlamaklı ses tonuyla. "Lütfen kendine gel koca adam bir kez daha olmaz hayır..."

 

Onu bu şekilde uyandıramayacağımı anladığımda ayağa fırlayıp üsse koştum. İçeri girdiğimde önüme çıkan ilk odanın kapısını açtım. Maksut'un odası olması büyük şansımdı. Kapıyı o kadar hızlı açmıştım ki yataktan fırladığı gibi silahını alıp bana doğrulttu. Beni fark edince gözlerini ovdu ve yataktan fırladı. "Ne oldu Ova, ne bu halin?"

 

"Peşrev," dedim sesimin titremesine engel olamayarak. "Çok ateşi var sayıklıyor. Uyandıramadım üstelik yarası var."

 

Maksut, yüzündeki korku dolu ifade ile odadan çıktığında sarsak adımlarla takip ettim. Bıraktığım yerde aynı şekilde sayıklayarak yatıyordu Peşrev. Yarasına bakınca panikledi ve cebindeki telsizi açtı. "Peşrev'in taş evine asistanlardan birini gönderin hemen."

 

Bana döndüğünde put gibi ayakta beklediğimi gördü. "Sakin ol Ova! Hastaneye yetiştireceğim onu korkma lütfen."

 

Başımla onaylamakla yetindim. Korkuyordum. Gece fark edebilseydim belki bu kadar kötü olmazdı. Öte yandan beni zorla yanında getirmiş olmasına artık kızamıyordum. Maksut, Peşrev'in eşofmanını çıkarttı ve gölden getirdiği suyu yüzüne çarptı.

 

Taş evin kapısındaki tül açılırken sağlık görevlisi olduğunu tahmin ettiğim kır saçlı adam, içeri girdi ve Peşrev'in baş ucunda durdu. Eğildi ve dikkatle yarasına baktı. Maksut'a döndü endişe ile. Yüzündeki ifade pek hayra alamet değildi. "Efendim," dedi. "Acil helikopteri hazırlasınlar. O zehirlenmiş, muhtemelen zehirli bir hançer. Yetiştiremezsek zehir kalbini durdurur. Çok bile dayanmış."

 

Doktorun sözleri yıldırım gibi kafamın içine düşerken içeri Leo girdi. Önümden gelip geçen insanları fark edemiyordum. Aklımda tek bir şey dolanıyordu. 'Ya sabah uyandığımda yanımda cansız bedeni ile karşılaşsaydım?'

 

O zaman ne yapardım hiçbir fikrim yoktu. Helikopter, kampın arka bahçesine indiğinde Peşrev'i sedyeye sabitlemişlerdi. Soya, yanımda bana destek olmaya çalışırken Vera belime sarılmış arkamda duruyordu. "Ölürse burada ne yaparım hiç bilmiyorum kızlar," dedim bu gerçek tüylerimi diken diken etmişti. "Ölmez değil mi? O çok güçlü ne de olsa o Peşrev..."

 

Soya, eliyle kolumu okşarken Peşrev'i helikoptere bindirdiler. "Yine gelecek kardeşim bundan hiç şüphem yok!"

 

O Peşrev'di. O, 'Her zaman gelirim,' demişti. O her zaman gelirdi. Taş evden çıkartılırken Maksut'a bakarak mırıldandığı söz zihnimden çıkmıyordu bir türlü. Sesi hala kulaklarımdaydı. 'Burası sana emanet kardeşim,' demişti. 'Buraya gözün gibi bakacağından şüphem yok.' Bunları gözlerime zorla bakarak söylemişti.

 

Şimdi ise ardından yüreğim alev alev bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Helikopter, yavaşça yükselirken rüzgarı yüzümüzü yalayıp geçti. Maksut, onunla beraber giderken Leo bizim yanımızda kaldı.

Sanki onun ardından onca nüfusluk yerde yapayalnız kalmıştım. Sanki burayı yaşanılabilir bir yer yapan onun varlığıydı. Bu kadar sessiz olmamalıydı bu kadar sessiz oluşu hiç normal değildi.

 

Ayaklarım beni doğrudan odasına götürdü. O geldiğinde orada olmak istiyordum. Beni burada bulmalıydı. Bunu ne için yapıyordum bilmiyorum lakin kalbimin bana hükmedip yaptırdığı buydu. Saatlerce odadan çıkmadan pencerenin önünde bekledim. Yemek yemem için kızlar beni fazlaca zorladığı için ölmemek adına bir kaç lokma yemek zorunda kalmıştım.

 

Beş saat olmuştu o gideli. Henüz bir haber alamamıştık. Zehri vücudundan atabildi mi bilmiyordum. Kapı açıldığında irkildim. Gelen Leo ve Vera'ydı. Elindeki telsizden sesler geliyordu. "Peşrev'den bir haber var mı?"

 

Telsizi cebine yerleştirdi ve yatağın üzerine oturdu. "Serum veriyorlarmış, ateşini düşürememişler. Kalp atışları fazlaymış. Burada bir şey yapamazlarsa İstanbul'a sevk edilecek."

 

Ejeterin üzerindeki sudan bir yudum aldım. İçim kavruluyordu, saatlerdir su bile içmemiştim. "O halde sevk etsinler hemen. Ne diye bekliyorlar ki?"

 

"Bilmiyorum Ova. Başka bir haber alırsam sana haber ederim."

 

Başımı olumlu anlamda salladım. Vera ilgiyle bana baktı. "Yanında kalmamı ister misin?"

 

Yalnız kalmak daha iyi hissettiriyordu. "Sağol Vera. Yalnız kalsam daha iyi olacak sanırım."

 

"Hı hım." İkisi beraber odadan ayrıldıklarında yatağın üzerine oturdum. Yaralandığından neden bahsetmemişti? Saatler geçmek istemez gibi dirense de Peşrev ve Maksut gideli tam iki güne yaklaşmıştı. Bu süre içinde Soya, Vera, Orion ve hatta Sam ile birkaç saat sohbet etmiş sonra yine kendimi odaya hapsetmiştim.

 

Saat, 19.15'i gösteriyordu. İki gündür bir dakika bile uyumadığım için kendi rekorumu kırmak üzereydim. Göz kapaklarım ağırlaşmıştı, uykusuzluk katlanılmaz bir hal almıştı. Uyurken kötü bir haber gelirse gözlerimi açar açmaz bu haberle karşılaşırsam diye uyumaktan delicesine korktuğum için ayakta kalmak adına bedenimi haddinden fazla zorlamıştım.

 

Bedenim acil durum sinyallerini yavaştan göndermeye başlamıştı. Kapı açıldı ve Orion odaya girdi. Ardından Soya. Orion'a oldukça mesafeli duruyordu. "Ova," dedi. "Biraz daha uyumazsan Peşrev'in döndüğünü göremeyeceksin."

 

Haklıydı. Böyle yaparak kendi sağlığımı da tehlikeye atıyordum. Ona doğru bir adım atacakken başım döndü ve sendeledim. Orion, beni kucağına aldığında, "Kızların yanında uyusan iyi edersin inatçı keçi," diye sitem etti ve beni odaya götürüp yatağıma yatırdı.

 

Soya, üzerimi örterken ışığı kapadı ve gece lambasını yaktı. Vera ve Soya'da kendi yataklarına uzandılar. Onlara minnettardım. Yine de yalnız olmadığımı hissetmek olağanüstü bir şeydi. "Kızlar," diye mırıldandım. Beni duyduklarından emin değildim. "İyi ki varsınız."

 

Annem ve babamın yüzlerini gözlerimin önüne getirmeye çalışarak uykuya bıraktım bedenimi. Yüzlerini unutmak! Bu düşünce bedenime binlerce iğneyi anda batırılmasına eşdeğer bir acı yaşatmıştı.

 

***

 

🙈🙈bölüm nasıldııııı

Yıldıza basmayı ve başka kurgular için beni takip etmeyi unutmayın💕

Loading...
0%