Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26.BÖLÜM

@aysegulcee1

Medya: Kaptan Lucas

 

***

 

 

 

Kamp alanının yakınına inen helikopterin rüzgarı ağaçların yan yatmasına sebep oluyordu. Peşrev, bu sabah kendine gelmişti ama Leo Peşrev'in istediği üzerine Ova'ya ve diğerlerine haber vermemişti.

 

Peşrev'in teşkilatın güçlenmesinde payı büyüktü. Düşman edinmiş olması şaşırılacak bir durum değildi. Goşa, denen adam kendisini hedef alıyorsa mutlaka bir açık verecekti. Eninde sonunda...

 

Helikopterden indiler ve büyük kapıdan giriş yaptılar. Maksut, "Dünden beri aynı bölgede timler araştırma yapıyormuş. Şüpheli hiçbir hareket olmamış," dedi arkadaşına yetişmeye çalışırken. "Bu adamlar gerçekten hayalet olmasın."

 

Binadan içeri girerken Maksut'a gülerek baktı Peşrev. "Kim bilir?" Adımlarının yönü belliydi. Leo, Ova'nın iki gün boyunca uyumadığını ona söylemişti.

 

Koridorun başında onları Leo karşıladı. Koşarak yanlarına yaklaştı ve arkadaşına sıkıca sarıldı. "İşte benim adamım!" Elini omzuna vurdu. "Oğlum bu kez fena korkuttun bizi."

 

"İlk kez ölmekten korktum," dedi Peşrev. "Bu kez ardımda bıracak birinin varlığı beni delicesine korkuttu." Odanın kapısını yavaşça tıklattı.

 

Soya, uykulu gözlerini ovuştururken kapıyı yavaşça araladı. Bedenini Maksut'un göğsünde bulunca işveyle kıkırdadı. "Uyuyor!"

 

Vera, yatağın ortasında oturmuş birbirine giren kızıl saçlarını düzeltmeye çalışıyordu. Peşrev Ova'nın uyuduğunu görünce içine istemsizce dolan kıskançlık dürtüsüyle kapıyı hızla kapadı. "Sessiz olun lan!"

 

"On saattir uyuyor," dedi Soya Maksut'a yaslanırken. "Seni görünce çok sevinecek. Günlerdir huzursuz. Yazık sarı papatyama."

 

Vera sırtını kapıya yaslarken homurdanıyordu. Hala uykusu olduğu aşikardı. Leo muzipçe gülümseyip genç kızın saçını okşadı. "Benim odamda uyuyabilirsin bebeğim."

 

Vera kaşlarını çatarak Leo'ya ters ters baktı. "Senin odana gelirsem uyuyamam aptal!"

 

Leo'nun yüzünde muzip bir ifade belirdi. "Korkma gel. Kollarımda uyuturum ben seni." Vera söylenirken Peşrev Leo'nun ensesine bir tane vurdu.

 

Odanın kapısından ayrıldıklarında Peşrev arkadaşlarının yanından ayrılıp arka bahçedeki havuza doğru yürüdü. Hemen önündeki kamelyalardan birine oturdu. Cebinden çıkardığı fotoğrafa bakarak iç çekti. Fotoğrafının çekildiğinden habersiz gülümseyen kadının yüzünü uzun uzun inceledi. "Seni bir daha görememe düşüncesi zehirden daha çok yaktı canımı gönül kuşu!"

 

***

 

Uyandığımda açlıktan neredeyse ölmek üzereydim. Odanın içi kararmaya başlamıştı ve yalnızdım. Kızlar neredeydi? En önemlisi beni neden bu saate kadar uyandırmamışlardı?

 

Kim bilir kaç tane eğitimi kaçırmıştım. Kızları bulmadan önce bir şeyler yemem gerekiyordu çünkü açlıktan bayılmam kaçınılmazdı. Üzerimdeki terli giysileri çıkarıp temizlerini giyince kapı açıldı. Gelen Vera'ydı. Beni görünce keyifle güldü. "Uyuyan güzel!"

 

Vera'ya gözlerimi devirerek baktım. "Neden bu saate kadar uyandırmadınız ki beni? Peşrev'den bir haber var mı?"

 

"Var," dedi gülümsemeye devam ederek. "O burada. Arka bahçede. Saat ondan beri uyanmanı bekliyor uykucu."

 

Bu adam gerçek miydi? Bunu sorgulamaktan kendimi alamıyordum. Bu saate kadar arka bahçede ne yapmıştı? Öte yandan günler sonra onu görecek ve onunla konuşacak olmak inanılmaz bir heyecan bahşediyordu kalbime. Vera'ya belli etmemeye çalıştım. "Daha fazla beklemesin öyle değil mi?"

 

Gülerek kendini sırt üstü yatağa atarken, "Git git," dedi. "Koskoca amir beklemekten ağaç oldu."

 

Başımı sallayarak odadan çıktığımda herkesin odalarına dağıldığını gördüm. Yemek saati bile geçmişti. Bu kadar uyumuş olmama şaşırmıyordum. Günlerdir o vahşi adam yüzünden uykusuzdum. Binadan çıktığımda adımlarımın yönü belliydi. Arka bahçedeki havuz önü kamelyaları...

 

Onu kamelyalardan birinde gördüğümde kalbimde hızlı bir değişim oldu. Sanki onu ilk kez görüyordum. Ruhumda liseli bir genç kızın heyecanı kol geziyordu. Ayın ışığı üzerine düşen adam yorgunluktan başını masaya bırakmış canlı kanlı karşımda duruyordu.

 

Uyandığını bana söylemediği için Leo'ya homurdanıyordum. Bu kadar kalpsiz olması çok fazlaydı. Yanına yaklaştım ve karşısına geçip oturdum. Uyuyordu. İçim cız etmişti karşımdaki bu manzara yüzünden. Kim bilir ne kadar yorgundu? Elimi saçlarına dokundurdum. Rüya olamayacak kadar sıcaktı. "Peşrev!"

 

Sesimi duyunca başını hızla kaldırdı. "Gönül kuşu!"

 

"Buradasın."

 

Gerçek olup olmadığımı sorgularken gözlerini küçük bir çocuk gibi ovuşturdu. "Buradayım gönül kuşum. Geldim. Sana geleceğim demiştim."

 

Başımı şaşkınlıkla iki yana salladım. Günlerdir rüyalarımda gördüğüm adam iyileşmiş ve sapsağlam karşımda duruyordu. Onu bir daha göremeyeceğimi düşündükçe çılgına dönmüştüm. Ne yapmış etmiş beni kendine bağlamayı başarmıştı. Şükürler olsun ki yaşıyordu. "Geldin," dedim parmaklarımı saçlarında dolaştırırken. "Sen hep gelirsin. Sözünü tuttun..."

 

Elime uzandı ve yavaşça kalbinin üzerine yasladı. Öyle hızlı atıyordu ki yanaklarımın kızarmasına sebep olmuştu. "Bak," derken sesi çaresizdi. "Bak nasıl atıyor hissedebiliyor musun?" İzin versem kalkıp bana sarılacak gibi bakıyordu. "Kalbimin aklımın ritmini değiştiren sensin. Senin varlığın."

 

"Peşrev..." Sesimdeki çaresizlik dudaklarının kıvrılmasına yetmişti. "Çok korktum..."

 

"Benim kadar değil," diye çaresizce fısıldadı. Bana aşk ve şefkatle bakışını bile özlediğimi hissediyordum karşımda dururken. Onda bambaşka şeyler vardı ve bu mıknatıs misali kendine çekiyordu. "Gözlerine bir daha böyle bakamayacağımı düşündükçe çılgına döndüm gönül kuşu. İlk kez kendi canım için endişe ettim. Meğer ne güzel hismiş birilerinin senin için dua ederek bekleyişi."

 

Derin bir nefes aldı. Onun yokluğunda nefessiz kalmıştım. Sanki ihtiyacım olan oksijen onun sınırlarının içinde gizli gibiydi. Soludum. Günlerce ayrı kaldığım bu koku hangi ara beni kendine bu kadar bağlamıştı?

 

Dudağımı ısırarak başımı önüme eğdim. Hayatım boyunca kendimi bu kadar çaresiz hissetmemiştim. İlk kez utanıyordum. O konuştukça hem heyecanlanıyor hem utanıyordum. "Kalpsizsin Ova," dedi arkasına yaslanırken. "Kalbin yok senin güzelim."

 

Onun yokluğunda ortaya çıkan korkusuz, cesur kız şimdi kayıplara karışmıştı. Nazlı nazlı baktım kirpiklerimin altından.

 

En az benimki kadar uykusuz görünen gözleri gözlerimin üzerinde dolaştı durdu dakikalarca. Hava artık tamamen kararmıştı. İleride birkaç kişi yürüyor ve çay içiyordu. "Şu bakışın, burnunu göğe kaldırıp attığın asi bakışların var ya..."

 

Sözleri ayaklarımı yerden keserken düşüncelerime prangalar takıyordu sanki. Onu düşünmekten bir adım öteye gidemiyordum.

 

Bakışlarını gözlerimden çekmedi ve yüzünü öne doğru eğerek tekrar yüzümün hizasına getirdi. Yavaşça yüzüme yaklaşan yüzünden gözlerimi çekemiyordum. Küçük bir çocuk gibiydi bakışlarım.

"Hastanedeyken düşündüğüm tek şey mavinin en güzel tonunda olan gözlerindi Ova. Şunu anladım ki yarının bize ne getireceği belirsiz. Hiçbir şeyi erteleme!"

 

Kısık sesi başımı döndürmeye yetiyordu. Dudağından dökülen her sözcük kesinlikle sihirliydi. Beni inandırıyordu. Hala yaşanılabilir bir dünya olduğuna inandırıyordu. Başımı yavaşça sallamakla yetindim. "Erteleme o halde koca adam!"

 

İkinci kez yaşadığım onu kaybetme duygusu beni böylesine cesaretlendiren tek şeydi. Ateşle oynuyordum. Aramızdaki kıvılcım büyük bir yangına dönüşebilirdi. Bunun için kendimi hazır hissetmiyordum. Onunla bir hayat kurmaya cesaret edemiyordum. Yaptığımız iş huzurlu bir hayat kurmamıza izin vermeyecekti.

 

"Ova," dedi. Gözleri yüzümün her yerindeydi. "Canımdan can alıyorsun bakma böyle!"

 

"Bana nasıl baktığını bir görsen Peşrev."

 

Yüzüme doğru biraz daha yaklaşırken gözlerimi kapadım. Yanı başımızda öksürük sesi gelince ikimiz de telaşla birbirimizden uzaklaştık. Ne yapıyorduk ulu orta biz Allah aşkına?

 

"Ulan!" dedi Maksut'un şoke olmuş sesi. "Soya sen bakma! Ulan götürüyor kızı."

 

Peşrev'in öfkeyle soluduğunu işittim. "Saçmalama Lan!" diye homurdandı. "Abartma istersen. Özel hayata saygı duymak diye bir şeyden haberin var mı senin?" Masanın altına saklanmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

Akıllarından geçeni düşündükçe kahkaha atmak istiyordum. Soya, Maksut'un yüzündeki elini tuttu. "Açayım mı gözlerimi? Ayrıldınız mı birbirinizden?"

 

Peşrev yanaklarını şişirerek Maksut'a öfkeyle bakmaya devam ediyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Saçmalamayın lütfen," dedim kızgın gözlerimle Peşrev'e bakarken. "İmalı imalı bakmayı kesin lütfen."

 

Bize bakıp gülüştüler. "Yemeğe gidiyoruz ya. Aç kalmayın dedik. Neden daha kapalı bir yerde oturmuyorsunuz?"

 

Peşrev uykusuzluktan kızaran gözlerini Maksut'a çevirdi ama muhatabı Soya'ydı. "Siz öyle mi yapıyorsunuz?"

 

Soya, kıkırdamaya devam etti. Elimdeki anahtarlığı kafasına attım ama ona çarpmadan Maksut havada yakaladı ve çenesiyle Peşrev'i işaret etti. "Sabah erkenden toplanacakmışız. Erken uyu."

Maksut, bana gülümseyerek bakarken göz kırptı. "Kıza koala gibi yapışıp durma! Gözüm üzerinde."

 

Benim ağabeyim bir kardeşim yoktu. Maksut'u bir ağabeyim gibi görüyordum artık. O, ailesiz büyüse de tam bir babacan Türk erkeğiydi. Şefkatli tavrı güven veriyordu. "Kız da istiyor belki!"

 

Maksut, elindeki anahtarı sertçe bana fırlattı. "Yapıştır Ova. Haketti bu gavuroğlu!" Aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını çattı. "Kızdan uzak dur bak burayı dar ederim sana."

 

Peşrev'in La havle çektiğini işittim. "Ova itiraz etmiyor. Sana ne oluyor lan?"

 

"Hey ben hala buradayım." İkisi kesinlikle beni duymuyordu.

 

Maksut, ellerini Soya'nın kulaklarına bastırdı. "Sünnet oldun mu hem sen?" Kaşlarını yukarı kaldırdı. "Sünnet olmadan evlenemezsiniz."

 

Soya, duymadığı için boş bir ifade ile bana bakıyordu ama ben bu kahrolası herifin söylediğini gayet net duyuyordum. Peşrev, homurdanmaya devam ederken Maksut aklına bir şey gelmişçesine güldü. "Tamam tamam hatırladım vardı."

 

Yuh ama artık ya! Sapık herifler...

 

"Siz gidin," dedi Peşrev. "Ben bir odaya gidip duşa gireyim." Yüzündeki ifade beni daha fazla kızdırmıştı.

 

"Öpüştünüz mü lan yoksa?"

 

"Maalesef," dedim başımı olumsuz anlamda sallarken. "Öpüşmedik!" Söylediğim şeyi yeni idrak ediyordum. Ağzıma elimi hızla vurdum. "Yani öyle bir niyetimiz yoktu ki bizim." Dilimi eşşek arıları soksunda öleyim ben. Yaşamam mucize benim.

 

Elimle yüzümü kapatırken arkasını döndü ve Soya'yı da elinden tutup kamelyadan çıkardı. "Ova," dedi Maksut. "Sen de gel bizimle bu herifle seni yalnız bırakmam."

 

Peşlerinden gidecekken Peşrev beni durdurdu. "Ova," dedi. "Biraz daha kal."

 

Omuzlarımın üzerinden öfke ile baktım. "Acıktım ben. Kalamam."

 

Yüzü düşerken başını yavaşça masaya bıraktı. Maksut beni çoktan kanatlarının altına almıştı. "Beter ol!" dedi kahkaha atarak oradan uzaklaşırken. "Dur sen ben sana daha neler edeceğim!"

 

***

 

Yemeklerimizi aldıktan sonra Leo ve Vera'nın masasına oturduk. Az ilerideki masada Orion ve Sam oturuyordu. Orion ile göz göze gelince başımla selam verdim. Maksut, nereye baktığımı fark edince homurdandı. "Önüne dön önüne!"

 

Bakışlarım yemekhanenin kapısındaydı. Duşu neden bu kadar uzun sürmüştü? Peşrev, yemekhanenin kapısından girdiğinde yemek alana kadar onu izledim. Siyah dar bir tişörtle yine aynı renk eşofman giymişti. Saçlarını toplayıp topuz yapmıştı. Ona hayranlıkla bakarken kapıdan Asena girdi. Yüzümdeki ifade aynı hızda solarken başımı tabağıma çeviremiyordum.

 

Peşrev'in önüne geçti ve kendine bir tabak hazırlamaya başladı. Bu kızın Peşrev'e olan bakışları, hislerini bildiğim için öfkelendiriyordu. Birbirlerine bakıp güldüler. Bize doğru yöneldiklerinde başımı tabağıma çevirdim. Tabağımın yanına tepsisini koydu ama Asena ondan önce yanıma oturunca Peşrev Leo'nun yanına oturmak zorunda kaldı. Bu kız bunu kasıtlı yapmıştı buna emindim.

 

"Afiyet olsun Ova," dedi. Başımı tabağımdan usulca kaldırdım. "Nasılsın?"

 

Bakışlarım Peşrev'i buldu ama o bana bakmadı. "İyiyim. Teşekkür ederim sen nasılsın?"

 

"İyiyim," dedi yemeğinden bir lokma alırken. Masadaki herkesin dikkati Asena'nın üzerindeydi. Fazla abartılı elbisesi Vera'nın ve Soya'nında kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Dizlerinin üzerinde biten ve derin göğüs dekolteli siyah dar bir elbise ile nereye katıldığını düşünüyordu?

 

Asena, Peşrev'in omzuna bedenini yasladı ve yanağını sesli bir şekilde öptü. Ona bakmamaya çalıştım. Tabağımdaki et yemeğinden alıp sertçe çiğnedim. "Kaç yaşındasın sen Asena?" diye sordum sesimin titremesini engellemeye çalışrak. Aslında 18 yaşında olduğunu biliyordum. "Epey ufak gösteriyorsun."

 

Soya, kıkırdadı. Ne yapmak istediğimi anlamış olmalıydı. Öksürdü ve çatalını yavaşça tabağın kenarına bıraktı. "18," dedi. Sanki yaşından gocunuyor gibi.

 

"Hımm," dedim dikkatle yüz hatlarını incelerken. "Zor bir dönemi yeni atlatmışsın o halde." Ergenliğinden bahsettiğimi anladığına eminim.

 

Açıkçası bunu neden yaptığımı ben de bilmiyordum. Kıskançlık bütün kötülüklerin anası. Peşrev, bana bakıp genişçe güldü. "Yemeği beğenmedin mi?" diye sordu. Asena'nın yüzü kıpkırmızı olmuştu. "Başka bir şey yapmalarını söyleyebilirim."

 

"Hayır," dedim nazlı nazlı bakarken. "Teşekkür ederim yemek harika."

 

Sessizce yemeklerimizi yedikten sonra odalarımıza çekilmiştik. Peşrev, uyumak istediğini söylese de Maksut bu bahaneye inanmamış ve onu adeta sürükleyerek dışarı gitmek için kamptan götürmüştü. Amacı bizi yalnız bırakmamaktı.

 

Odaya döndüğümüzde üzerimi değiştirip doğrudan yatağa uzandım. Uykumu alamamıştım, göz kapaklarım birbirine yapışmak üzereydi. Kızlar da yatınca vakit kaybetmeden ışığı kapadım. Sabah uyandığımda ilk işim Peşrev'in odasına gitmek olacaktı. Hücredeki adamla konuşmak istediğimi söyleyecektim. Konuşmadan gönderilmesini istemiyordum.

 

***

 

Kapıyı açamadan Soya'nın telaşlı sesi doldu kulaklarıma. "Ova hangi cehennemdeydin? Konuşulanlardan haberin var mı?" Onlar uyanmasın diye odanın kapısını yavaşça kapatıp çıkmıştım. Hangi ara kalkmıştı bu kadın? Soya, havası kaçmış lastik gibi bana çarpmadan önce durmayı başardı.

 

Nefes nefese kalmıştı. Onu bu kadar endişelendiren şeyin ne olduğunu oldukça merak ediyordum. Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Neyden bahsediyorsun, kötü bir şey mi oldu?"

 

Acı kahve bakışları bana endişeyle bakıyordu. "Kötü Ova, bence fazlasıyla kötü." Dikkatle Soya'yı dinlerken Peşrev'in kapısı açıldı. Arkamda durduğunu hissediyordum. Ona bakmıyordum ama bakışlarının üzerimde olduğuna emindim. Uykusu bu kadar hafif olmak zorunda mıydı? "Çok kötü olan da ne?"

 

Soya, kem küm ettikten sonra derin bir nefes aldı. Peşrev'in bile bilmediği şey ne ola ki? "Dinliyorum Soya," diye üzerine vurgu yaparak tekrar çıkıştı.

 

Soya'nın gözlerinde gördüğüm salt korkuydu. "Ova," dedi duraksayarak. "Ayakkabısını düşürmüş dün gece." Ne hoş, bir Külkedisiciliğim eksikti. Bir dakika dün gece bahçeye dahi çıkmadım.

 

"Ne demek o?" diye sordu Peşrev. "Açık konuşsana Soya!"

 

"Ayakkabısını ana kapının önünde bulmuşlar." Ensesini kaşıdı. Çıldırmadan önce konuşsa iyi ederdi. "Ölü bir gencin yanında duruyormuş. Şu hücrede olan hainin!"

 

Dudaklarım hayretle aralanırken, "Ne?" diye bağırdım. "Bu-bu da ne demek?" Yüzümün bembeyaz olduğuna emindim. Ayakkabımı düşürdüğümü hatırlamıyordum, düştüyse bile ben o tarafa hiç gitmemiştim ki? Bu da ne demek oluyordu?

 

Peşrev'e döndüğümde bana korkuyla baktığını gördüm. Bir şeyler duymak istediği aşikardı. Bilmiyordum ki ayakkabımın oraya nasıl gittiğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Koridorun başına doğru döndüğümde iki adamın bize doğru yaklaştığını gördüm.

 

"Ben ne diyeceğimi bilemiyorum." Boş bir ifade ile dolan çehresine hayretle baktım. Benden gerçekten şüphe etmiyordu değil mi? Başımı iki yana salladım. "Ne? Birisi götürmüş belli ki. Yani bu apaçık ortada. Göldeyken ayakkabımı düşürmüş olmalıyım. Belli ki ayakkabımı oradan alan kişi, beni boğmaya çalışan kişi ile iş birliği içinde."

 

Soya, bana endişe ile bakarken adamlar Peşrev'in yanında durdu. Peşrev, iri parmaklarını ensesinden geçirirken bu kez gerçekten çaresiz görünüyordu. "Seni boğmaya çalışan kişi kapalıydı. Onun kararını bizzat kendim vermiştim zaten. Çıkması mümkün değil. Nöbetçiler görmeden kaçamaz."

 

Uzun boylu sarışın olan Peşrev'in kulağına eğildi. Bir şeyler söyledikten sonra bana kısa bir bakış attı ve kolumu tutmak için elini uzattı. "Sergen!" diye bağırdı Peşrev. "Kendine gel!"

 

"Sorguya çekilmesi gerekiyor amirim. Onu hücreye götürmek için emir aldık."

 

Burnundan soludu adeta. "Ulan burada ben emir veriyorum. Kimden aldın emiri sabahın köründe?"

 

Adam kem küm ederken başkanın öfkeli sesi yankılandı koridorda. "Peşrev," dedi gür bir sesle. "Asıl sen kendine gel! Gönül işleriyle amirliği birbirine karıştırma. Sadece sorguya çekilecek." Yanımda durdu ve bana kısaca baktı. "Götürün."

 

Direnmedim. Direnmem onu zora sokacaktı. Adamlarla beraber hücreye giderken Soya endişe ile peşimden bağırdı. "Ova korkma lütfen! Senin yapmadığını biliyoruz."

 

Omuzlarımın üzerinden Peşrev'e baktım. Ellerini saçlarından geçirirken gerginliği beni de korkutuyordu. Çaresiz görünüyordu lakin beni aklayacağına dair içimde büyük bir umut vardı. "Ova," diye bağırdı arkamdan. "Korkma güzelim! Ben birazdan orada olacağım."

 

Başımı olumlu anlamda sallarken başkan ve Peşrev görüş açımdan çıktı. Demir parmaklıkların önünde durduk. Adamlardan biri bana imayla baktı ve hücrenin kapısını sertçe açtı.

 

Kolumdan tutup beni içeri adeta savurunca düşmemek için duvardan destek aldım. Kapıyı kapattı ve hızlıca kilitledi. Sorguya çekilmeyecek miydim? "Hey," diye bağırdım beni karanlıkta bir başıma bırakıp giden adama. "Nereye gidiyorsunuz?" Nöbetçiler burada kalmak zorunda değiller miydi?

 

Birbirlerine bakıp kahkaha attılar. "Dinlen biraz güzelim. Akşama güzel bir eğlence olacak."

 

Parmaklarım, demir korlulukları sertçe kavrarken kaşlarım çatıldı. Burnuma kötü kokular geliyordu. Neyse ki Peşrev gelecekti, geleceğim demişti. Sırtımı buz gibi duvara yaslayıp kayarak yere oturdum. Buraya girdiğim ilk günü hatırladım duvarlara bakarken. Nasıl da öfkeliydim. Şimdi ise düşüncesi ile yüzümde güller açtırıyordu.

 

Küf kokan duvarlar üzerime üzerime gelmeye devam ederken akşam karanlığı daha da yayılmış ve beni neredeyse kör bir karanlıkta bırakmıştı. Saatlerdir birilerinin gelmesini bekleyip durdum. Çok acıkmıştım ve fazla üşümüştüm.

 

Peşrev, neredeydi, neden gelmemişti? Benim korktuğumu bilirdi. Maksut ve Leo'da gelmemişti üstelik. Salt korku bütün bedenimi ele geçirmeye başlamıştı. "Neredesin koca adam? Neden gelmiyorsun?"

 

O Peşrev'di yine gelirdi değil mi? Üşümenin etkisi uyku halimi daha da artırmıştı. Göz kapaklarım kapanmaya çalışırken hücrenin sertçe açılan kapısı sıçramama sebep oldu. Kirpiklerimi korkuyla kırpıştırdım. Görüş açımda, siyah botlar vardı ve kesinlikle Peşrev'e ait değildi. Elindeki sandalyeyi karşıma koydu ve ters bir şekilde oturdu. Bu adamı burada ilk kez görüyordum. "Sen!" dedi oldukça öfkeli bir ses tonuyla. "Hain misin?"

 

Başımı yavaşça çevirdim. Bu da ne demekti? "Buraya en son sen geldin. Üstelik Damian'ı ayartıp girdin."

 

Ayağa kalktım ve öfkeyle üzerine atıldım. Yumruğum ona ulaşamadan karnıma aldığım darbe yüzünden ikiye büküldüm. "Allah belanızı versin?"

 

Yanında iki adam daha vardı, karanlıkta fark edememiştim. "Konuş!" dedi tekrar. "Fazla hırpalanmadan konuş."

 

"Konuşacak bir şeyim yok! Yanlış kişi ile vakit kaybediyorsunuz." Yüzüme inen sert tokat ağzıma demir tadını yaymıştı. Yumruğumu sıktım. Hayvan herifler. "Bir kadına el kaldıracak kadar zavallısınız."

 

Karnıma aldığım darbe bu kez beni sorguya çeken adama aitti. "Konuşana kadar uğraşın!" Ayağa kalktığında hayretle baktım yüzüne. Savunmasız bir kadına el kaldırmaya devam mı edeceklerdi? "Hiçbir şey bilmiyorum ben," dedim. "Peşrev bu yaptığınızı size ödetir."

 

Hücrenin kapısı kapanırken bana şeytani bir gülümseme ile bakan adamlardan birkaç adım uzaklaştım. "Durun!" diye bağırdım. "O hain beni gölde boğmaya çalıştı."

 

Güldüler. "Sen de kendince onun intikamını mı aldın?" Birisini önümde eğildi. "Goşa'dan haber getirdim! Sana bir teklifi var. Eğer kabul edersen seni ve o iki arkadaşını buradan kurtaracak." Kimdi bu Goşa?

 

"Ne saçmalıyorsun sen? Korkuyor musunuz? Hem bizim buradan kurtulmak gibi bir istediğimiz yok!"

 

"Peşrev," dedi. "Sarışına yakın olup casusluk yapmanı istiyor. Kabul edersen her şey sona erecek!" Aman Allah'ım ne demekti bu?

 

"Sona erecek olan ne? Size nasıl güveneyim?"

 

"Bitirecek! Güven ya da güvenme bu sana kalmış. Kabul ediyor musun?"

 

Adamın yüzüne iğrenir gibi baktım. İçerisi karanlıktı. Yüzünü seçemiyordum. "Siz kafayı sıyırmışsınız," dedim. "Söyle o Goşa denen adama benden, bizden uzak dursun."

 

Yüzüme inen tokat, başımı duvara çarpmama sebep olmuştu. Tokat, ardı ardına gelirken yumruğumu yüzüne geçirdim. Ayağa kalktım, diğerlerini göremiyordum. "Sürtük!" dedi saçıma uzanan el. "Seni şimdi şuracıkta becersem sarışından bilirler!"

 

Ayağımı bacak arasına geçirdiğimde ikiye büküldü. Diğeri bir kez daha karnıma vurduğunda yere yığıldım. "Sizi," dedim. "Sizi öldüreceğim."

 

Güldüler. "Önce buradan kurtulman gerek!"

 

Bir kez daha üzerime atıldığında hücrenin içi aydınlandı. Adamlardan biri aldığı bıçak yarası ile kanlar içinde yere yığıldı. "Ova," dedi tanıdık bir ses. Bu Maksut'tu. "Sana ne yaptı bu hayvan herifler?"

 

Leo, Peşrev'i diğer adamın yakasından sökmeye çalışıyordu. "Peşrev," dedi. "Bu da ölürse başkanla sorun yaşarız."

 

Peşrev'in Leo'yu filan duyduğu yoktu. Adamı öldüresiye dövdü. Maksut ve Leo zorla adamı elinden aldıklarında bakışları beni buldu. Ellerini yumruk yaptı gözleri dolarken. Kucağına aldığında ellerini yüzümde gezdirdi. "Ben sana dokunmaya kıyamazken sana nasıl vurdular?"

 

Göğsü hiddetle inip kalktı. Bedenine sığamıyordu öfkeden. Karnım ağrıyor ve midem bulanıyordu. "Sana yaptıklarının hesabını soracağım güzelim. Gerekirse burayı yakacağım."

 

"Peşrev," dedim oradan çıktığımızı fark edince. "Uyumak istiyorum, beni odama götür."

 

"Şştt," dedi saçlarımı öperken. "Yorma kendini ne olur sus." "Leo," dedi yaralı sesi. "Başkana bunun hesabını sor! Ben birazdan geleceğim. Bizi ormana gönderirken amacı neymiş!"

 

Yanıma gelmemesinin sebebi demek buydu. Bunu bana bilerek yaptırmıştı ama neden? Ben ona ne yapmıştım? Peşrev, yatağa yatırdıktan sonra telsizden doktor çağırdı. O sırada içeriye başkan ve Asena girdi. Asena yüzümün geldiği hali görünce korkuyla çığlık attı. "Ağabey," dedi. "Kim yaptı bu caniliği?" Gerçekten haberi yok muydu?

 

"Efendim," dedi bana acıyarak bakan adama. "Sadece sorguya çekilecekti. Emir geliyor ve biz gider gitmez Ova'ya saldırıyorlar. Gerçekten bu işle bir alakanız yok mu?"

 

"Yok!" dedi. "Ne demek bu? Sen beni bir kadını dövdürmekle mi itham ediyorsun?"

 

"Her şey ortada. Nasıl olur da benim ekibimden olan bir kadına el kaldırırlar? Bu düpedüz bana ihanet."

 

Başkan, gerçekten de şaşkın görünüyordu. Ya da gerçekten iyi rol yapıyordu. "Sorguya çekmesi için Yuşa'yı gönderdim. "Sonra çıktım zaten. Nasıl olduğuna dair en ufak bir fikrim yok. Ekibimde neler oluyor böyle? Aramıza nasıl sızıyor bunlar?"

 

Adam, oldukça inandırıcı konuşmuştu. "Herkes tek tek sorguya çekilsin. Binanın içinde tek bir canlı görmeyeceğim." Sonra bana doğru döndü. "Ova!" dedi öfkeli ses tonuyla. "Özür dilerim gönül kuşu seni koruyamadım."

 

Bir şeyler söylemek için dudaklarımı araladım lakin içeriye giren doktor dikkatimi dağıtmıştı. Başkan ve kızı odadan çıkınca doktor muayene etmeye başladı. Yüzümdeki morluklar için krem bırakırken birkaç ağrı kesici getirtmişti. "Birkaç gün dinlensin. Kırık filan yok."

 

Asistan odadan çıkar çıkmaz Peşrev yanıma uzandı. Saçlarımın tepesine ufak bir öpücük bıraktı. "Soracağım," dedi. "Sana bunu yapanlardan tek tek hesap soracağım."

 

Goşa ve bana sunduğu tekliften ona bahsetmedim. Bu onu delirtirdi. Onu kaybetmek istemiyordum. Bir süre bunu saklayacaktım. "Peşrev," dedim. "Ben iyiyim biraz sakin olur musun?"

 

"Olamam," diye sesini yükseltti. "Seni sorguya çeken adamı hatırlıyor musun? Sarışın mıydı?"

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır ama sarışın değildi."

 

Gerginliğini, bedenime değen bedeninden anlıyordum. "Yuşa değil," dedi. "Başkanın seni sorguya çekmesi için gönderdiği adam değil."

 

Yüzüme morluk kreminden sürdü. Uyumak istiyordum. O kadar üşümüştüm ki bedenim normal sıcaklığına bir türlü ulaşamıyordu. "Biraz uyu," dedi. Elleri saçlarımı şefkatle okşuyordu. "Birkaç gün bu yataktan çıkmayacaksın."

 

Sabaha bir şeyimin kalmayacağını düşünüyordum. "Sabaha kadar uyursam bir şeyim kalmaz ki."

 

Ses tonu itiraz istemediğini yeterince görmemi sağladı. "Ova," dedi yorgun ses tonuyla. "Sen benim ecelim olacaksın. Nasıl korktuğumu bir bilsen."

 

Benden iyi kimse bilemezdi. O zehirlendiğinde aynı şeyleri hissetmiştim. "İyiyim," dedim. "Sen yanımdasın bana bir şey olmayacak. Söz ver bana."

 

Kumral kaşları merakla çatıldı. "Söz," dedi. "İsteyeceğin her şey için söz veririm."

 

Güldüm. "Beni yanından ayırma olur mu?" Bu aileme dönmemem demekti, adama dönmemem demekti. İstediğim tam olarak bu muydu?

 

"Gitmek istesende seni bırakmam." Ben sakinleştikçe o da durulmuştu.

 

İki gün boyunca odadan çıkmama izin vermemişti. Diğerlerini kısa bir süre görüp tekrar yatağıma dönüyordum. Bu sürece içinde vaktinin büyük çoğunluğunu benimle geçirmişti. Onunla bir arada olmaya fazla alışmıştım. Hatta odaya kızların yanına bile dönmek istemiyordum.

 

Başımı yastıktan kaldırdım ve kararmak üzere olan odaya baktım. Ejeterin üzerine bırakılmış ufak bir not çekti dikkatimi. Kalktım ve kağıdı aldım. "Akşam yemeğinden sonra arka bahçede ol. Soya'da gelecek. Sam gizli bir çıkış olduğunu söyledi. Orion...."

 

Ne demekti bu? Yine bir tuzak mı? Kafayı mı sıyırmıştı bu çocuk? Buradan kaçsa bile ormandan sağ çıkamazdı. Örgüt elini kolunu sallarken ormana nasıl girecekti? Hızla kalktığımda notu cebime sakladım. Kesinlikle kafayı sıyırmıştı. Bu notu Peşrev de bulabilirdi.

 

Üzerimi değiştirdim ve odanın kapısını açtım. Karşımda Peşrev'i görmeyi beklemiyordum. Şaşırdığımı görünce gülümsedi. "Ben de seni yemeğe götürmek için geldim."

 

Gülümsemeye çalıştım, endişe ettiğimi anlamamalıydı. "Tahmin ettim ve hazırlandım." Üzerime doğru gelince kaşlarımı çatıp geriye doğru bir adım attım. "Hey! Orada dur bakalım koca adam."

 

"Ova," dedi bir adım daha atarken. Panikle etrafıma bakındım. "Aklımı başımdan alıp kaçamazsın." Bir şey yaptığım yoktu.

 

"Kendine gel!" Onu içeri çekip kendim dışarı çıktım ve odayı o içerideyken kilitledim.

 

"Ulan," dedi bir kez daha kapıyı yumruklarken. "Güzelim! Gönül kuşum! Çiçeğim! Böceğim..."

 

"Ayağını denk al vahşi! Beni hafife alma. Aslanın eşi de aslandır bunu unutma." Ah ağzından bak damlayan vahşim. İltifat ederken bile dişlerini sıkıyordu. "Ayrıca," diye bağırdım. "Sensin böcek!"

 

Sesi daha sakindi. "Uğur böceğim!" deyince kahkaha attım. "Aç hadi şu kapıyı." Kükrerken miyavlaması beni benden alan tek şeydi. Bir süre nefes alışlarını dinledim. Susmuştu. Neden sustu şimdi? Birkaç saniye öylece beklerken, "Kapıdan çekil!" diye bağırdı.

 

Sıçrayarak yana kaçarken kapı büyük bir gürültü ile yere düştü. Gözlerim dehşetle bana doğru gülümseyerek gelen adama bakarken arkamı döndüm ve tabanım yanmış gibi koşmaya başladım. "Kaç bakalım," dedi sakince yürürken. "Nasıl olsa düşeceksin ağıma."

 

Önüme döndüm ve uzaktan el salladım. Arkamı dönüp yürürken bağırarak şarkı mırıldandım. "Öyle uzaktan uzaktan hiç dokunmadan nasıl da bağladım seni!"

 

"Kara Fatma!" diye bağırınca afalladım. "Vazgeçtim uğur böceği filan değilsin sen. Kara Fatma seni!"

 

***

 

Gün geçtikte bağlanıyorum bunlara💕🙈😅

Sizce Goşa'nın derdi ne?

 

Yıldıza basmayı unutmayın💕

Loading...
0%