Yeni Üyelik
28.
Bölüm

27.BÖLÜM

@aysegulcee1

Medya: Vera

Yıldıza basmadan geçme🙃

 

 

 

 

***

 

Yemekhaneye girer girmez kalabalığın içerisinde Orion'u aramaya başladım. Onu bir türlü göremiyordum. Mutlaka konuşmam gerekiyordu lakin bu vahşi adamı atlatmam mümkün değildi. Soya da bir gariplik yoktu. Nottan haberi olsaydı bunu benimle mutlaka paylaşırdı.

 

Sessizce yemeğimi karıştırırken Peşrev'in gözlerinin hala üzerimde olduğunu hissettim. "Ova," dedi Maksut. Neden dikkatle dudağıma bakıyordu? "Senin dudakların mı şişmiş?"

 

Ağzımdaki yemek boğazımda kalınca sırtıma güçlü bir tokat geçirdi. "Ne?"

 

"Kırmızı duruyorlar." Peşrev'e baktı dikkatle. "Senin de!"

 

Peşrev, çatalındaki salçalı makarnayı gösterdi. "Salça oğlum. Hem sana ne. Sen kendi işine bak."

 

Bir bardak suyu bitirdiğimde ancak kendime gelebildim. "Evet tabii makarnadan." İma ettiği şeyi anlayınca kulaklarıma kadar kızardım.

 

Siz bunu benim külahıma anlatın der gibi bakarken Soya kolunu sıktı. "Rahat bıraksana onları."

 

Maksut keyifle sandalyesine yaslanırken Soya'ya bakıp göz kırptı. Soya utanarak tabağına dönerken onunla bir an önce yalnız kalmam gerektiğini düşünüyordum. Çatalımı yavaşça tepsiye bıraktım. "Soya," dedim dudaklarımı peçeteye silerken. "Lavaboya gidelim mi?"

 

Suyundan bir yudum içtikten sonra kafasını olumlu anlamda sallayarak ayağa kalktı. Yemekhaneden çıkar çıkmaz telaşla lavaboya doğru çekiştirmeye başladım. Neden telaşlı olduğumu anlamaya çalışırken endişeyle yüzüme bakıyordu. "Neler oluyor yine?" Kapıyı hemen kapadım. İçeride yalnız olduğumuza emin olduktan sonra cebimdeki kağıdı ona gösterdim. Okurken kaşları çatıldı. "Bu notu ilk kez görüyorum."

 

İkimiz de aynı şeyleri düşünmüşçesine birbirimize bakakaldık. "Olamaz Orion tuzağa çekilmiş olabilir. Birileri şüpheleri bize atmaya çalışıyor."

 

Beni sessizce onayladı. Yavaşça lavabodan çıkarken Maksut ve Peşrev'in telaşla yemekhaneden çıktığını gördüm. Sanırım korktuğumuz şey başımıza gelmişti. Dışarıya doğru koşan birkaç kişi yüreğimi ağzıma getirmeye yetmişti. Koşarak kapıdan çıktım ve onları takip ederek arka bahçeye doğru koştum.

 

Soya hemen arkamdaydı. Leo ve Vera da kalabalığı yarıp bize yetişmişti. İlk gün gördüğüm ana giriş kapısı ardına kadar açıktı.

Orion korkuyla dışarıda bize bakarken Soya herkesi geçip ona ulaştı. "Dur!" diye bağırdı Orion'a. "Koşarsan nöbetçilerin hedefinde kalırsın." Orion'un ayaklarının dibinde cansız yatan adama bakarken elimi dudaklarıma kapadım. Orion ne yapmıştı?

 

Maksut, Soya'yı hızla kolundan yakaladı. "Kendini öldürtmek mi istiyorsun kadın? Yanımdan ayrılma."

 

Soya'yı arkasına alırken Leo'nun ve Peşrev'in silahlarının hedefinde Orion kalmıştı yalnızca. Onu öldürmeyecekler değil mi? Yapmazlardı, korkutmak için yapıyorlardı. "Peşrev," dedim ağlamaklı çıkan sesime engel olamayarak. "Tuzak! Ona tuzak kurdular. Orian suçlu olamaz. Lütfen onu vurmayın!"

 

"Ova," dedi. "Eğer giderse kuledeki keskin nişancılar vuracak zaten." Dişlerini sıkarak Orion'a baktı. Bakışları yerdeki cesetle Orion arasında gidip geliyordu. "Hain misin Orion?" diye sordu. "Onu neden öldürdün?"

 

Korkuyla Orion'a bakarken gözlerim doldu. O her an arkasını dönüp ormana koşacak gibi bakıyordu. Panikti ve bu panik hali ona yanlış bir karar verdirecekti. "Orion," diye bağırdım. "Sana kim yardım etti?"

 

Fazla korkmuştu. Korkudan konuşamıyordu. Elimi şakaklarıma bastırdım. Sam'i göremiyordum. Notta onun ismi de yazıyordu. Eğer şimdi Sam'in adını verirsem onun da hayatı riske girecekti. Emin olmadan konuşamazdım. "Orion," dedim bir kez daha. "Korkma hadi içeri dön!" Yalvarışlarımızı duymuyordu sanki. Uğultu giderek artmaya başlarken sesimi ona ulaştırmakta zorlanıyordum.

 

"Vuracaklar," dedi titreyen sesi ile. "Dönemem kaçacağım. Onlara bir şey yapmayın hepsi benim suçum Peşrev. Bırakın gideyim. Hain değilim ben. Bana silah doğrultunca panikledim." Ağlamaya başladı. "İsteyerek olmadı."

 

Peşrev Orion'a doğru bir adım atıp elini öne doğru uzattı. "Sana söz veriyorum masumluğun ispat edilene kadar koruyacağım."

 

Tam koşmaya hazırlanıyordu ki bedenimi titreten bir patlama sesiyle çıkan kurşun Orion'un göğsüne saplandı. Dudaklarımdan kocaman bir çığlık koparken uğultu giderek arttı. Şoka girmiştim. Orion'un cansız bedeni kanlar içinde yere yığılırken saniyeler içinde bedeninin etrafında kandan bir havuz oluştu.

 

Sesler artarken başımın döndüğünü hissettim. Herkes hızla dönüyordu sanki etrafımda. Soya dizlerinin üzerine yığılmıştı. Kör olmuş gibiydim, görüntü giderek bulanıklaşıyordu.

 

Peşrev ellerini yumruk yapmış ve yüzünü göğsüne doğru eğmişti. Burada hataya yer olmadığını anlamıştım. Acımadan vurmuştu onu keskin nişancılar. Şoka girdiğimi görünce bana doğru birkaç adım attı. "Ova," dedi sesi titrerken. "Güzelim üzgünüm affet beni sözümü tutamadım." Arkasına baktı. "Sakin ol ve bana bildiğin ne varsa anlat."

 

Öfke ve korkuyla bakarken yutkundum. Aksi durumda bizim de mi sonumuz Orion gibi olacaktı? Bana doğru yaklaştığını fark edince adımlarım elimde olmadan geri geri gitmeye başladı. "Peşrev lütfen..."

 

Onlar soğukkanlı bir avcıydı. Orion gözlerinde bir haindi. Ona acıyacaklarını düşünmeme sebep neydi? Biz de gözlerinde artık haindik değil mi?

 

"Ova böyle olmasını istemezdim üzgünüm." O geldikçe ben geri geri gitmeye devam ettim. Kulaklarımdaki uğultu onun sesini bastırıyordu. "Orion suçsuzda olsa kaçarak kendini aklama şansını elinin tersiyle itti." İçimdeki sessizlik beni bir bataklık gibi yutuyordu. Sözlerine tutulduğum gözlerine vurulduğum adam Orion'u tereddüt bile etmeden vuran askerlerin amiriydi.

 

"Peşrev," dedim ağlayarak. "Yaklaşma bana ne olur!" Şu an sağlıklı düşünemiyordum. Başım dönüyordu. İyi değildim ve bayılacağımı biliyordum. Eli bana uzanmak için havaya kalktı ama dokunamadı. Ne söyleyeceğini bilemez bir haldeydi. Maksut, Peşrev'e yetişti. "Ova," dedi. "Şoka girdi Peşrev üzerine gitme. Sakinleşmesini bekle. Baksana kendinde değil."

 

Peşrev, Maksut'u duymadı. "Biliyor Maksut," diye çaresizce feryat etti. "Benim ona zarar vermeyeceğimi bilir. Şoka girdi değil mi? Bizim katil olduğumuzu düşünmüyor değil mi?" Elleriyle saçlarını yolarcasına kavradı. "Bakma öyle kadın. Yakma yüreğimi..."

 

Hiçbir şey duymak hiçbir şey görmek istemiyordum. Bağıra çağıra ağlamak istiyordum. Kurduğum hayallerimin üzerine bomba atılmıştı. "Ben..."Ayağım taşa takıldı, sendeledim. Göle kadar geldiğimizi bile fark etmemiştim. "O suçsuzdu Peşrev. Bir şans bile vermediler. Bizi de hain ilan edecekler değil mi?"

 

Düşmeden bileğimden yakaladı. "Ova," dedi. "Sana zarar vermelerine izin verir miyim? Yalvarırım kendine gel!"

 

Dizlerimin üzerine yere düştüğümde önümde diz çöktü. Beni kaldırmaya çalıştıkça ben ikimizi de göle çekmeye çalışıyordum. Sırılsıklam olmuştum. Acımı ondan çıkarmak istiyordum. "Senin yüzünden!" diye haykırdım. Yumruklarım göğsüne ardı ardına iniyordu. "Senin yüzünden buradayım."

 

Belki hatırladığımda pişman olacağım sözlerdi sarfettiklerim ama dilimden aksi dökülmüyordu. O benim soluklandığım, huzuru ilk tattığım ve acımı kat be kat çıkardığım tek sığınağımdı. O benim buraya gelmemdeki yegane sebepti.

 

Başımı göğsüne yasladı. "Ne söylersen söyle. Ne düşünürsen düşün ama benden gitme," dedi. "Sana yalvarıyorum beni bir dinle!" Elleri saçlarımı yine şefkatle okşadı. "Güzelim," dedi çaresizce. "Sen de benden gitme."

 

Bu sözü çığlık çığlığa ağlamama sebep olmuştu. Ondan gitmek aklımın ucundan geçmezken aramıza kandan duvarlar örülmüştü. Orion'un kanlar içinde yatışı gözlerimin önünden gitmiyordu. "Bizi de öldürecekler mi?" Başımı ağlayarak salladım. "Bizi hain ilan edecekler değil mi?"

 

"Hayır!" dedi yüzümü avuçlarına hapsederken. "Burayı yakarım ama yine de sana zarar gelmesine izin vermem." Birkaç adım atıp kendimi ucu bucağı görünmeyen sarp bir uçurumun kenarına kadar sürüklemiştim. Ben ne yapıyordum böyle? Kalıp savaşmak yerine ölümü mü seçiyordum? Kalıp savaşmaksa ölmekten bin beter acı yaşatacaktı.

 

Gücüm kalmamıştı, nefesim tükenmiş can çekişiyordum. Bize acıyarak bakan birkaç kişi dışında bahçedeki herkes başkanın yanımıza gelişiyle içeri gönderilmişti.

 

Omuzlarımda örtülü eski battaniye ile Orion'un üzeri örtülü cesedinin biraz gerisinde yerde oturuyordum.

 

Hala şoktaydım, Orion'un öldüğünü kabullenemiyordum. Maksut, sorguya çekilmeden önce Soya'ya sakinleştirici serum takılması için revire götürmüştü. Peşrev, beni zorla içeri götürdüğünde tam iki tane iğne yapmışlardı.

 

Orion yoktu artık, o çok kötü bir şekilde can vermişti. En önemlisi hain ilan edilmişti. Gerçekten hain olduğuna inanmıyordum. İnanmak istemiyordum. Vera, yanımdan ayrılmıyordu. Elleri omuzlarımın hemen üzerindeydi. Kendince destek olmaya çalışıyordu.

 

Birkaç kişinin elinde kaşık sedye ile bize doğru yaklaştığını gördüm. Onu ceset torbasına koydular ve sedyeye yerleştirdiler.

 

Kendime gelemiyordum bir türlü. Buraya geldiğimizden beri ölüm dışında bir şey görmemiştik. Orion'dan geriye kalan tek şey yerdeki kurumuş kanlardı. Birkaç kara sinek çoktan üzerinde dolaşmaya başlamıştı. Midem bulandığı için başımı çamur olmuş çıplak ayaklarıma çevirdim.

 

Savaştan çıkmış gibi görünüyordum. Acı olansa asıl savaşa şimdi başladığımızı hissetmemdi. Bizi bekleyen daha büyük felaketlerin olduğunu düşünmek içime salt korku tohumlarını ekmeye başlamıştı.

 

Titriyordum. Titreme üzerimdeki ıslaklık yüzünden iki katına çıkmıştı. Sam, Orion'un yazdığı notu başkana verip haberinin olmadığını söyledikten sonra kendini aklamıştı.

 

Ölmüş birini sırtından bıçaklamıştı. Casuslardan birinin Orion olduğunu düşünmüyordum. Buna inanmak istemiyordum. O öyle bir şeyi asla yapmazdı. Sam! Oydu değil mi?

 

Peşrev, hücreye sorgu için götürüldüğünden bu yana sadece on beş dakika geçmişti. Başkan, neler olduğunu anlamak için sürekli birileri ile konuşup duruyordu.

 

Kağıdı ejeterin üzerinde bulduğumu ve Orion'u tuzağa düştüğü için uyarmaya çalıştığımı söyledim çünkü olan buydu. Ona kapıları açan kişi hala belirsizliğini koruyordu. Sam ise şüpheli olarak hücreye kapatılmıştı. Bense onun Sam olduğuna adım kadar emindim. İspatlayacaktım, bunu er ya da geç yapacaktım.

 

Bana doğru yaklaşan ölüden farksız adama baktım. Omuzları düşüktü, sarının en güzel tonunda olan saçları kendinden geçmişti. Kötüydü. Onu daha önce hiç bu kadar kötü görmemiştim. Üzerindeki tişörtün karın kısmı yırtılmıştı. Attığı her adımda kalbimde iki katı atıyordu. Bana yaklaşana kadar bakışlarını bir an olsun gözlerimden çekmedi.

 

Okyanus mavisi gözleri parçalı bulutluydu. Kollarında ağlamak istediğim adama ulaşamıyordum artık. Onunla aramızda aşılması çok güç dağlar vardı. Peki bundan sonra ne olacaktı? Bizi burada tutacaklar mıydı? Hiç sanmıyordum...

 

Peşrev, bana doğru yaklaşırken başkan denen o adamın bakışları hala benim üzerimdeydi. Neler düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Orion'un hain ilan edilmesi beraberinde bize olan güvensizliği de getirmişti. Bizi buradan gönderecekler değil mi? Peşrev, tam önümde durdu ve dizlerinin üzerine çöktü. "Güzelim," dedi sesi oldukça kısık çıkıyordu.

 

Alnında biriken boncuk taneleri katre katre döküldü şakaklarından. "Müdahale edemezdim çünkü Orion bir delilik yapacaktı. O korku bizi duymasına izin vermedi." Uzanıp elimi tuttu. "Bana güvendiğini biliyorum gönül kuşu çünkü ben de sana güveniyorum."

 

Yüreğimdeki yangın bir nebze de olsa azalmıştı sözleriyle.

Başımı kaldırdım ve titreyen kirpiklerimle gözlerinin içine baktım. Kim bilir belki de son kez bakıyordum. "Notu bulduğunda neden doğrudan bana gelmedin gönül kuşu? Bunlar olmadan engelleyebilirdim."

 

Sesindeki çaresizliği sadece ben fark edebilirdim. Göğsünün üzerindeki yaranın üzerine dokunmak istedim. Göğüs kafesinin altında atan yüreğinde bir yara daha açmıştım sözlerimle. Sarılıp o yarayı kapatmak istedim ama artık ona çare olacak bir merhem değildim. Olayın şokuyla ne dediğimi, ne yaptığımı hatırlamıyordum bile.

 

Beni bir daha görmek istemezse ona karşı çıkamazdım.

 

Ona güveniyordum ama olayı gören herkesin bizimle ilgili kafasında hep bir şüphe olacaktı. Bizden ne istiyorlardı? Orion bunu hak etmiyordu. Yaşadığı hiçbir şeyi hak etmiyordu. Yüzüme düşen saçlarıma dokundu. "Tüm bunları yaşadığın için üzgünüm Ova! Kahretsin elimden bundan başkası gelmiyor."

 

Gözlerini kıstı. Gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmıyordu. "Senden uzak durmam gerekirdi ama yapamadım. Sana söylemem gereken bir şey var." Başını yere eğdi ve toprağa yumruk attı. "Aciz adamın tekiyim! Bu duyacağından sonra benim yüzüme bile bakmayacaksın belki de. Ova ben bu gözlere bakmadan artık nefes alabilir miyim bilmiyorum."

 

Neler oluyordu? Elleri, kanı çekilmiş buz gibi ellerimi tuttu. Bense donmuş gibi sadece bakmakla yetiniyordum. Sözleri yüreğimi öyle serinletmişti ki. Bana söylemek istediği şey her neyse ona ağır geliyor gibiydi. Kendime geldikçe yüreğimdeki yangın daha da harlanıyordu.

 

Yutkundum. Saatlerdir bir şeyler söylememi bekliyordu. Göğsüne sığınıp saatlerce ağlamak istiyordum. Ağlamak ve yine de ona sığınmak. Ayrılacaktık değil mi? Bakışlarındaki karanlığın sebebi buydu? "Peşrev," dedim sözcükler cam misali boğazımı kanatırken. "Gönderecekler değil mi bizi buradan?"

 

Eliyle, alnındaki terleri sildi. Bakışları içimi titretiyordu. Başkan ve kızı, bizi uzaktan izlemeye devam ederken birkaç saniye hiçbir şey söylemeden birbirimizin yüzüne baktık. Etraf artık daha da aydınlıktı. Aydınlanmıştı ama içimiz hala dün gecede kalmıştı. Karanlıktı. Yazın ortasında zemheriyi yaşatıyordu.

 

"Sizi," dedi. Tedirgindi bakışları. "Sizin güvenliğiniz için elimden ne gelirse yapacağım gönül kuşu. Sana bir söz verdim unuttun mu? Kimsenin saçının tek bir teline bile zarar vermesine müsade etmem artık."

 

Ellerimi kocaman ellerinin arasına aldı. Her şeyin suçlusunun kendisi olduğunu düşündüren o duvarda yazan tarih miydi? Yüreğim neden köz gibiydi? Ondan ayrılmak. Aileme kavuşmak. Bu yan yana dalgalanan ama asla birbirine karışmayan o iki deniz gibiydi.

 

"Peşrev." Sesimin titremesi yüzünü acıyla buruşturmasına sebep oldu. "Ben..." Çenem kasıldı ve dudaklarım kapandı. Konuşamıyordum. Sanki bütün kaslarım birbirine geçmiş kilitlenmiş gibiydi. "Ben çok üzgünüm." Elimi kalbinin üzerine koydum. Gözlerinde kısıkta olsa beliren ışık yanan yüreğime su serpmişti. "Bir yara da ben açtım değil mi?"

 

Gözlerine baktım, baktım ve gözlerinin o hırçın mavisinde kaybolmak istedim. O başvuruyu hiç yapmamış olmayı diledim. Nereden bilebilirdim ki ufacık bir fırtınanın hayatımı hiç olmayacak yerlere savuracağını? "Değil," dedi. "Henüz açmadın gönül kuşu."

 

Bir şeyler söylemek istedim. Benden bir şeyler duymak istediği çok belliydi. Devam edemedim. Bana yaklaşmasına, bana dokunmasına hiç müsade etmemeliydim. Yapamadım. Onun yüreğine su serpecek o sözcükler bir türlü dudaklarımdan dökülmemişti. Özür dileyemedim. Gitmek ve kalmak hiç bu kadar zor olamamıştı.

 

Şefkat dolu bakışları bedenimdeki titremeyi durdurmuştu. "O gözlerin bana eskisi gibi parıldasın diye elimden geleni yaparım." Yüzündeki vicdan azabı canımı acıtıyordu. "İnanıyorsun değil mi bana? Benim için de çok zor bir durum. Tahmin bile edemezsin hissettiklerimi. Hiçbir kelime açıklayamaz. Ayakta durabiliyorsam bu gözlerin sayesinde!" Başını iki yana salladı. "Gözlerindeki ışıltı bana hayat veren tek şey. Bir pervane gibi o ışığın etrafında dönüp duruyorum yalnızca."

 

Bu çok büyük bir sorumluluktu. Ona annesini hatırlattığım için kendimden nefret ediyordum. "Peşrev," dedim bir kez daha ama sözcükler boğazımda takılı kaldı. Başkanın öfkeli sesi aramıza yıldırım gibi düşmüştü çünkü.

 

"Peşrev," dedi. Birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi en aza indirdi. "Onlar derhal ceza için yaylaya gidecek. Sen de gönül işlerine takılıp işini ciddi anlamda savsakladın. Yeter artık kendine gel!" Sesi bedenimi titretmeye yetmişti. "Goşa denen adamın köpekleri aramıza karınca gibi yayılırken sen neredeydin?"

 

Tüm bu olanları bir kişiye yüklemek büyük bir vicdansızlıktı. Başkana ifadesizce bakarken kendi kızının bile sesinden ürktüğünü gördüm. Bakışlarımı önümde diz çöken ve gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmeyen adama çevirdim.

 

Dudaklarından birkaç şey dökülsün diye bekledim. Bütün kasları gerilmişti. Ayağa kalktı ve sesli bir nefes koyverdi. "Hiç kimse," dedi bakışları etrafta dolaşırken Vera'nın üzerinde durdu. "Onları buraya getirirken bana sormadı. Ben onu göndermiştim!" İşaret parmağı benim üzerimde durdu. "Kimse bana sormadı birine bağlanmak istiyor musun diye." Bana bağlanmıştı değil mi? "Şimdi bana işleri savsakladığımı mı söylüyorsunuz? Bulacağım, bir şekilde buraya nasıl girdiklerini bulacağım."

 

Başkan eliyle kırlaşmış saçlarını kaşıdı. "Bir şeyler ters gidiyor ve gerekirse merkezden destek isteyeceğim. Farhan konuya el atsa iyi olacak. Sen bulabilseydin şimdiye kadar bulurdun."

 

Bu son kurduğu cümle ağır olmuştu. Benim bile damarlarımı öfke ile doldururken Peşrev'in ellerini kanatırcasına sıktığını görebiliyordum. Bir dakika Farhan mı? Bu isim bana fazla tanıdık gelmişti. Düşündüm, hafızamı biraz yokladım. Evet! Davette yarışma broşürünü bana veren adamın adı da Farhan'dı.

 

Belki de bir tesadüftü bilemiyorum ama kafamı kurcayalan bir his peyda etmişti. Eğer bahsettikleri aynı adamsa elimden çekeceği vardı. Bütün bunlar onun yüzünden başıma gelmişti. Başkana doğru hırslı birkaç adım attı. Korktum, Peşrev sıktığı yumruğunu başkanın yüzüyle buluşturmazdı değil mi? O kadar yakınında durdu ki bir an için her şeyi bitireceğini düşündüm. Asena ikisine korkuyla bakarken bana bir şey yap dercesine baktı.

 

Leo, Peşrev'in hemen arkasında duruyordu. En azından o koca adamı durdurabilirdi. "Pekala," dedi Peşrev. Söylediği şey bir hayli zoruna gitmişti. "Ben de onlarla giderim o halde." Güldü. "Burada bana ihtiyaç yok!" Farhan kimdi bilmiyorum ama Peşrev'in ondan hazzetmediği aşikardı.

 

Başkan, dik başlılıkla konuşan adamına baktı. "O kadın için gideceksin değil mi? Hayır! Farhan ceza boyunca yanlarında olacak." O kadın. Neden şimdi benimle ilgileniyor oluşuna öfkeleniyordu? Bu adam gerçekten sinirlerimi fazlasıyla bozuyordu.

 

Asena, babasının önüne geçti birden. "Baba," dedi ağlamaklı sesiyle. "Peşrev senin oğlun gibiydi. Onu sevdiği kadından ayıramazsın."

 

Başkan, bakışlarını Peşrev'den ayırmadan kaşlarını çattı. "Asena," dedi. Ses tonu uyarır cinstendi. "Bir daha buraya gelmeni istemiyorum! Bu konuda ciddiyim ve asla itiraz kabul etmiyorum. Olaylar çığırından çıkmaya başladı. Bir süre buralardan uzaklaşsan iyi olur." Peşrev'e birkaç adım daha yaklaştı. "Sana gelince. Ya sakin kalırsın. Ya da Teşkilattan bir daha buraya dönemezsin. Seni eğitimlerden men ederim. Bir sürü ihbar var ve operasyon için senin planına ihtiyaçları var. Teşkilat seni istiyor!"

 

Peşrev gerçekten gidecekti. Bundan hiç bahsetmemiş olması yüreğimde bir burkulma peyda etmişti. "Farhan ve Damian bu görev için can atıyor. Tercihini iyi yap oğlum!" Kızına bakmadan arkasını dönüp binaya doğru yürümeye başladı.

 

Peşrev'in sesi ile birden durdu ve omuzlarının üzerinden ona doğru baktı. "Merkeze," dedi Peşrev. "Yanıma Damian'ı ve Leo'yu alıyorum."

 

Maksut, tam yanımda durduğunda öfkeyle soludu. "Ben," dedi. "Bensiz mi gideceksin?" Benim kadar Soya'nın da kaşları çatılmıştı?

 

Peşrev araya girdi. "Maksut! Onların yalnız gitmesine gönlün razı mı?" Başkan çoktan içeri girmişti. Asena bıkkınlıkla nefes verirken başını iki yana salladı ve babasının istediğini yapıp çıkışa doğru yürümeye başladı.

Maksut, eliyle ensesini kaşıdı. "Elbette gönlüm razı değil ama..."

 

Sustu. Söyleyecek bir şeyi yoktu.

Soya, göreve gitmek istemesine kızgındı anladığım kadarıyla. Maksut, elini ona uzanmak için kaldırdı ama dokunamadı. Elini yumruk yapıp geri çektiğinde Peşrev'e döndü. "Kızlarla birlikte yaylaya gideceğim. Artık bir yetkim olmadığına göre başkan bunu çokta sorun etmeyecektir."

 

Peşrev, gözlerini üzerimden çekmeden başını olumlu anlamda salladı. Bize doğru koşan bir adam Peşrev'in yanında durdu. Uzun siyah saçları terden alnına yapışmıştı. Kulağına bir şeyler söyledi ve geri çekilerek binaya doğru koştu. Peşrev'in yüzünde oluşan ifade pek hoşuma gitmemişti. Onun da gitmemişti ki bıkkın bir nefes koyverdi.

 

Başını yere eğdi ve ayakları ile toprağı eşeledi. Bana baktı ve birkaç adım atıp tam önümde durdu. Bir şeyler söylemek istiyordu. Hissediyordum. Yutkundu ama bir türlü çıkaramadı sözcükleri dudaklarından. "Üç gün sonra sabaha karşı sizi buradan götürecekler Ova."

 

Çenesini gökyüzüne doğru kaldırdı. "Bizim de aynı zaman da gideceğimizi bildirdiler. Sana bu görevden daha önce söz etmedim çünkü bunu nasıl yapacağımı, seni nasıl ardımda bırakacağımı bilmiyordum."

 

Kaşlarım düz bir çizgi halini aldı. Omuzlarımı dikleştirdim. Yüzümde korkuya dair en ufak bir ibare yoktu. "Şimdi biliyor musun peki?"

 

Kaşlarını çattı. Baktı, bir süre sadece baktı. Kendine gelince başını iki yana salladı. "Hayır."

 

Başımı olumlu anlamda salladım. Aramızdaki hatırı sayılır mesafeyi de ben kapatmıştım. Başımı kaldırdım ve ifadesizce yüzüne baktım. "O halde Allah'a emanet ol. Dilerim başarılı olursun."

 

Boğazımı temizledim. Boğazıma düğümlenen yumru gözlerimi doldurmaya çalışıyordu. Buraya bir daha ne zaman gelirdi bilmiyordum. "Merkezden dönmeyeceksin değil mi?" Dişlerini sıktığını görebiliyordum. Bunu engellemeye çalıştı. "Olsun. Bana verdiğin sözü tutmak için yaşamak zorundasın koca adam!"

 

Yüzü dalgalandı ve yavaşça yutkundu. Bedeni kaskatı kesilmişti. Arkamı döndüm ve içeri doğru yürümeye başladım. "Gönül kuşu," diye bağırdı ardımdan. Sesi yüreğimi titretmeye yetmişti. "Bekler misin bilmiyorum ama ben yine de döneceğim." Gülümsedim. Dönerdi çünkü o Peşrev'di. Ondan kurtuluş yoktu değil mi?

 

Elimi kalbimin üzerine bastırdım ve sessizce mırıldandım. "Kurtuluşun canı cehenneme..."

 

***

 

Yıldıza basmayı unutmayın😘😎

Yeni bölümde görüşmek üzere sevgiyle kalın🤗

Loading...
0%