Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

Sanki küçük bir çocuk duruyordu karşımda. Sevgi görmemiş saçları şefkatle okşanmamış küçük bir çocuk gibi bakıyordu yüzüme.

 

Karşıya baktı üzüntüyle. Elleri yumruk haldeyken başını geriye yaslayıp derin bir nefes aldı. "Kartalkaya'ya yakın küçük bir dağ evimiz vardı. Ormana yakın sayılırdı. Annem genelde vaktinin çoğunu burada geçirirdi. Babamsa sadece hafta sonları kalmamıza izin verirdi. Gününü hiç unutmam. 1 Ekim pazardı. Doğum günüm için annem dağdaki eve gelip hazırlık yapmıştı. Bahçeye güzel bir masa kurdu. O gün bir sürü ödevim vardı, lise ikinci sınıftaydım ve ben bu yüzden odamdan hiç çıkamamıştım."

 

Yüzüme baktı. Gülüyordu ama içindeki yangının şiddetini tahmin edebiliyordum. "Bahçeden sesler işittim odamdayken. Birkaç kişi öfkeyle bağırıyordu. Odadan çıkmak istedim ama odamın kapısı kilitli olduğundan çıkamadım. Önce bunu annemin yaptığını düşündüm. Sürprizini görmemi istememişti. Pencereden çıkamamıştım çünkü demir parmaklıklardan geçemezdim. Sonra annemin çığlığını işittiğimde kötü bir şey olduğunu anladım. Sesler boğuk geliyordu. Bir anda kesildi. Saatlerce odada yalnız bekledim. Neredeyse sabaha karşı gelmişti babam yanıma. Yerde uyuyakalmışım. Üstü başı tertemizdi. Annemin en sevdiği takım elbisesini giymişti. Duvarın dibine çöktü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemiyordum. Tek diyebildiğim annem nerede olmuştu."

 

Gözleri dolmuştu. Kalktım ve karşısında dizlerimin üzerine çöktüm. "Peşrev! Devam etmek zorunda değilsin."

 

Başını iki yana sallayarak anlatmaya devam etti. "Gitti dedi gönül kuşu. Annen gitti! Gelen adamların babamın alacaklıları olduğunu düşündüm kendi kendime. En sonunda elinde ne var ne yok kaybetmişti kumar yüzünden. Annem de onun için bizi terk etti. Çocuk aklım böyle kabul etti. Kabul edemediğim tek bir şey var gönül kuşu." Gözlerimin içine acıyla baktı. "Annem beni görmeden veda bile etmeden nasıl bırakabildi?"

 

"Gelse yeniden, sarsa sana kollarını onu affeder misin?" diye sordum.

 

Güldü. "Ben ona hiç küsmedim ki Ova. Hiç küsemedim ki. Haklıydı çünkü. Babama çok bile sabretmişti. Umarım mutludur. Umarım güzel bir yerdedir. Allah bana onun yerine seni gönderdi."

 

Allah'ım ben bu adamla ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum. "Peşrev ben..." Yutkundum. Söylediği sözün ağırlığı altında ezilmekten öylesine korkuyordum ki. Omuzlarıma nasıl bir yük yüklediğinden bir haberdi. "Biz." Sustum. Beni susturan kıvrımlı dudakları oldu. Öyle güzel güldü ki bir daha kimse böyle şefkatle gülsün istemedim. Gözlerindeki merhametle içimde açtığı yaraları tek tek iyileştiriyordu. Benimle birlikte o da iyileşiyordu sanki.

 

"Ova," dedi. Parmağıyla kalbimi işaret etti. "Burası benim ülkem, şehrim, yerim, yurdum, ailem. Kimseye vermem. Ölürsem mezarım burası olsun. Gitsen de gelirim peşinden. Benden kurtulamazsın." Nutkum tutulduğu için tek bir kelime edemedim.

 

"Nasıl bir göreve gideceksin?" diye sordum. İçimdeki korku sesime de yansımıştı. "Senden haber alabilecek miyim?"

 

"Bilmiyorum," dedi. "Uzun bir süre teşkilatta olacağım. Aklım buradayken oraya odaklanmam çok zor olacak. Döndüğümde sizi oradan alacağım. Ben dönene kadar kendine dikkat et olur mu?" Gelecekti yani öyle mi? Ne kadar sürerse sürsün bana mutlaka dönecekti. "Bana seni hatırlatacak bir şey verir misin gönül kuşu?"

 

Başımı usulca salladım. Kendimi bildim bileli kalbimin üzerinde taşıdığım bir Cevşen'im vardı. Boynumdan yavaşça çıkardım. Avucumdaki duayı bana şaşkınlıkla bakan adamın avucunun içine bıraktım."Bu benim için çok değerli. Lütfen onu bana geri getir." İnanıyor muydu bilmiyorum ama beni koruyan bu duaydı. "Seni de kötülüklerden koruyacaktır."

 

Güldü ve yavaşça burnuna götürdü. "Harika! Bu sen gibi kokuyor. Koruyucunu sana geri getireceğim gönül kuşu."

 

"Peki sen?" diye sordum. "Sen bana ne vereceksin?" Merakla ona bakarken boynundaki siyah ipi tuttu ve başından çıkardı. Siyah ipin ucunda gümüş bir kalp vardı. İçini açtı. Annesiyle kendi resmi vardı içinde. Böylesine kıymetli bir şeyi bana hediye ettiği için gözlerim doldu. "Peşrev..."

 

İçinde bulunduğumuz an duygu karmaşası yaşamama sebep olurken o çenemden tutup yüzümü yerden kaldırdı. "Başını yere eğme Ova," dedi. "Hiçbir zaman hiçbir yerde. Sebebi ne olursa olsun başını dik tut. En başında yaptığın gibi." Kolyeyi parmaklarının arasına aldı. "Sen gördüğüm en güçlü kızsın. Baban seninle gurur duyuyor olmalı."

 

Hafifçe başımı salladım. Hayatım boyunca kimse bana böyle bakmamıştı. Babam da dahildi buna. Bakışları şeffaftı. Gözlerinde kaybolup yüreğine doğru inen bir yol inşa etmeme sebep oluyordu. Kolyeyi başımdan geçirip altında kalan saçlarımı serbest bıraktı. Tişörtümün üzerinde sallanan kolyeye uzun uzun baktı. "Ne diyebilirim ki," dedi gülümsemesi genişlerken. "Sanat eseri gibisin."

 

Başımı yavaşça kalbinin üzerine bıraktığımı hayal ettim. Kokusunun, sıcaklığının yorganım, kalp atışlarının ninnim ve göğsünün yatağım olması için dua ettim. Yaradandan onu bana nasip etmesini istedim.

 

*** 

 

Kötü bir kabusun pençesinden kurtulduğumda gözlerimi açıp hızlıca doğruldum. Yüreğim, göğüs kafesimi delmeye çalışır gibi atarken elimle göğsüme bastırdım. "Nasıl bir kabustu böyle?" Yüreğim sıkışıyor nefesim daralıyordu.

 

Peşrev'in taş evde uyuyakaldığımı fark ettiğimde hızlıca kendimi dışarı attım. Henüz güneş doğmamıştı, alacakaranlık ürpermeme sebep olurken taş tünele doğru koştum. Ona veda etmeden gitmesini istemiyordum.

 

Beni görmemek için uyandırmadığını biliyordum. Nefes nefese kalırken araçların az ileride beklediğini gördüm. Sırtlarındaki çantalarla arabalara binen adamların arasında Peşrev'i aradı gözlerim. "Neredesin koca adam?"

 

Adamların arasına panikle girdiğimde deli gibi sağıma soluma bakındım ama onu bir türlü göremedim. Onu son kez görmeden gitmiş olabilir miydi? Esinti yüzünden birbirine giren saçlarım görüşümü engelliyor ve beni büsbütün bir paniğin ortasına atıveriyordu. "Lütfen gitmemiş ol lütfen. Peşrev!"

 

Avazım çıktığı kadar bağırdığım için herkes aynı anda durdu ve bana doğru döndü. Sonra onu duydum. Sesi ile bütün korkularıma kalkan olan adamın merhamet dolu sesini. "Ova!"

 

Kalabalığı adeta savurarak bana doğru gelirken saçları omuzlarından döküldü. Hızlı yürüdüğü için rüzgarda dalgalanıyor saatlerce izlenesi bir manzara sunuyordu. Bana ulaştığında nefes nefese birbirimize bakakaldık. "Gittin sandım!" dedim ağlamaklı bir sesle.

 

"Gidiyorum," dedi ama ben duymak istemedim. Kokusunu içime çektim tüm gücümle. "Beni bırakıp gittin sandım."

 

"Gidiyorum Ova."

 

Yüzümü ekşitip gözlerimi kıstım. "Peşrev gitme kötü şeyler olacak." Rüyanın etkisinden çıkamıyordum bir türlü. "Lütfen..."

 

Kızların sesini duyduğumda yüreğime kızgın bir hançer saplandı. Bizim de gitme vaktimiz gelmişti değil mi?

Saçlarıma uzanan eli bana ulaşamadan yumruk oldu. "Sana ölmemek için söz veremem gönül kuşu ama aklımdan bir an bile çıkmayacağına yemin ederim."

 

Maksut, kızların hemen yanında durmuş buruk bir tebessümle bize bakıyordu. Kendimi bakışlarının tesirinden kurtardım ve ona küskün bir bakış atıp kızlara doğru sarsak adımlarla yürümeye başladım. Arkamı dönüp bakmadım. Bakarsam gidemezdim. O da gidemezdi biliyordum. "Ne olur bana sağ gel vahşi adam! Lütfen bir kez daha gel..."

 

Aynı iki arabanın farklı yollarda gözden kayboluşu yeni felaketlerin başlangıcı olacaktı belki de. Hoşça kal göğsünde kocaman bir yürek taşıyan dev adamım.

 

***

 

Sadece yirmi gündü ama yirmi yıl gibi gelmiş olmasına sebep olan şey Peşrev'in kalbime ilmek ilmek ipekten dokuduğu kozadan bir yuvaydı.

 

Güneş, kızıllığını yeşilin yerini kahverengiye bıraktığı yaylanın üzerini örterken gökyüzündeki bulutların şekillerini bir şeylere benzetme oyunu oynuyordum. Bir başıma...

 

Burası oldukça yüksekti. Ahşaptan yapılmış evlere uzaktan bakıyorduk. Sis çökmek üzereydi ve bulutlar yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. Yanaklarımda kuruyan gözyaşım dışımda yanımda olan kimse yoktu.

 

Kullanılmayan gözetleme kulesine tırmanmıştım. Ardımda bıraktığım iki günde yaptığım gibi. Burası konaklamak için yapılmış tatil köylerinden farksızdı. Zorlu eğitimlere tabii tutuluyor bazı geceler aç uyuyorduk. Kabul ediyorum zor bir ceza taktiğiydi.

 

Yüksekti, dağların ardını görebiliyordum. Yaylanın aşağısında bulunan kasabaya yaklaşan her araba yüreğimi hoplatsa da sonunda hüsranla baş başa bırakıyordu. Gelmiyordu koca adam ne kendisi ne de ondan bir haber. Bana ulaşacağını söyleyen adam şimdi neden yüreğime su serpecek bir haber göndermiyordu?

 

"Ova!"

 

Başımı kaldırdım ve derin bir nefes aldım. Bu adam artık çok olmaya başlamıştı. Tam da tahmin ettiğim gibi Farhan denen adam bana yarışma broşürünü veren kişiydi.

 

Batı karadenize geldiğimiz gün onu gördüğümde yumruğumu yüzüyle buluşturmuştum. İçimdeki yangını söndürmese de hızını kesmişti. Ona herkesin içinde yumruk atmış olmama rağmen neden hala benimle bu kadar ilgileniyordu anlamış değildim.

 

Peşrev'e bir söz vermiştim. Ona yaklaşma demişti. O adamla konuşma. "Ne istiyorsun?" diye sordum ayağa kalkıp merdivenlere doğru yürürken. Bu adama her verdiğim cevapta kendimi Peşrev'e ihanet ediyormuş gibi hissediyordum. "Neden sürekli etrafımdasın?"

 

Ben sustukça bana daha çok yaklaşıyordu ve yirminci günün başında ona verdiğim sözü bozmuştum. Zaten bu yer sinirlerimi yeterince bozuyordu bir de bu adamın gereksiz samimi hareketleri ile uğraşıyordum. Son basamağa geldiğimde basamağın tam önünde durduğunu fark ettim. Kollarını göğsünde birleştirmiş ve tek kaşını yukarı kaldırmıştı.

 

Peşrev ile gözlerinin rengi aynı olmasına rağmen bakışları beni oldukça rahatsız ediyordu. Dövmelerle dolu kaslı vücudunu gözüme sokmak istercesine çıplak dolaşıyordu. Altına giydiği mavi jean pantolonunu kısaca inceledikten sonra gözlerim gözleriyle buluştu. Onun aksine ben bir kaşık suda boğmak istiyor gibiydim.

 

"Sana bu kuleye çıkmayı yasaklıyorum!" Daha önce aklı neredeydi? Bu kadar gülümsemesine sebep olan şey Peşrev'in yokluğu muydu?

 

"Öyle mi?"

 

Başını usulca salladı. "Oradan kendini atmaman için evet öyle!"

 

Muzipçe güldüm. "Bunu isteseydim daha önce yapardım." Peşrev buraya gelmeden ve yumruğumu güzel yüzü ile buluşturmadan ölmeye niyetim yoktu. Yirmi gün olmuştu lakin bana bir haber göndermemişti. Düşündükçe kontrolümü kaybediyordum. "Peşrev buraya gelmeden ölmeye niyetim yok."

 

Dudaklarını muzipçe kıvırdı. Gözlerinde alay vardı. Bir adım atıp bana fazlaca yaklaştı ve ayağındaki beyaz spor ayakkabı ile yerdeki toprağı karıştırdı. "Günlerdir onlara ulaşılamıyor. Belki de öldü! Belki de kaçtı. Korkarım bekleyişinin sonu hüsranla bitecek."

 

Kaşlarımı çatıp bir adım geri attım. Bu adamın kokusunu solumak sinirlerimi yıpratıyordu. Onun yüzünden buradaydık, beni kandırıp oyuna getirmişti. Zaafımı kullanarak bana o broşürü vermişti. "Biliyor musun?"

 

Başını hafifçe sağa yatırdı. "Neyi biliyor muyum?"

 

Üzerimdeki yeşil tişörtün eteklerini çekiştirdim. "Peşrev'i kıskanmakta haklısın!"

 

"Bakalım o çok güvendiğin adamın dolabında bulacağın şeyden sonra hala bu kadar arkasında durabilecek misin?" Ne saçmalıyordu? Başımı sinirle iki yana salladım. Öfkesinden kuduruyordu bu yüzden ona inanmak istemiyordum. Güldükten sonra hızla arkamı döndüm ve üsse doğru adımlarımı hızlandırdım.

 

Ben içeri girene kadar düşmeye başlayan birkaç damla anlıma çarpmıştı. İçerisi oldukça ferah, aydınlık ve akla gelebilecek her şeyi içerisinde barındırıyordu. Odalar beş yıldızlı otellerden farksızdı. Üç kişilikti ve en önemlisi her birinde duş vardı. Burada olmaktan memnun olduğum tek neden sanırım buydu. Eğitimlerde bir şekilde sabote edip o Farhan denen adamı çileden çıkartıyordum.

 

Kuleye çıkmadan önce bizimkileri dinlenme odasına bırakmıştım. Onları yemekhanede bulmuş olmaktan memnundum. Kalabalık olmayan sıraya girerken çaprazımda duran yuvarlak masadan Soya'nın bana el salladığını gördüm. Masanın kırmızı renkli örtüsü ile uyumluydu üzerindeki triko kazak. Saçlarını düzleştirmişti.

 

Maksut, kaşlarını kaldırıp beni dikkatle incelemeye başladı. Sanırım iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. Zor da olsa ona gülümsediğimde başını tekrar önündeki yemeğe çevirdi. Yemekte rosto köfte vardı. Et yemek bana iyi gelmiyordu. Yüzümü buruşturdum ve tabağıma püre ve brokoli alıp masaya doğru yürüdüm.

 

Vera'nın yanındaki beyaz renkli plastik sandalyeyi çekip oturduğumda gözler bana çevrildi. Maksut, çatalındaki köfteyi ağzına attı yavaşça. "Görebildin mi bari bizim koca oğlanı?"

 

Ses tonunda alay saklıydı. Burukça gülümsedim. Buraya geldiğimizden beri o kulede yaşıyordum adeta. Soya'nın bakışlarında barındırdığı sitem bu yüzdendi. Başımı iki yana salladım. "Çıldırmamam için bir şey söyleyin! O bizi öylece yüz üstü bırakmadı değil mi?" Aksini duymaya tahammülüm yoktu. Burada geçireceğim her gün bana zehirden başka bir besin vermiyordu. Çıldırmak! Eşiğinde olduğum tek şey buydu.

 

"Bildiğim tek şey tüm bunların bir açıklaması olduğu. Peşrev kimseyi yüz üstü bırakmaz Ova. Ben burada büyüdüm. Beni onlar değil, Peşrev eğitip olgunlaştırdı." Burukça gülümsedi. "Mutlaka bize ulaşacaktır. Bize değilse sana, sesini duymadan yirmi gün geçirdiği için ağaçları yumrukluyor olmalı."

 

Zor da olsa birkaç lokma yemeyi başarmıştım. Maksut olmasa dayanamazdım. "Umarım öyledir kardeşim, umarım öyledir..."

 

Göğüs kafesimin altında öyle bir yangın vardı ki. Giderek büyüyor ve ben onu kontrol altına alamıyordum. Bir şey oldu, kötü bir şey. Hissettiklerim azımsanamayacak kadar berbattı. En zoruda özlemdi. Ben onu özlüyordum. İşte bu yaşadıklarımın en kötüsüydü.

 

Soya, elini kolumun üzerine yavaşça koydu. Saçlarımızı omuzlarımıza kadar kestirmiştik. Uzun saçla burada baş edilmiyordu. Ona yakışmıştı. Alnına dökülen kakülle oldukça farklı duruyordu. Maksut'un hoşuna gitmesi onu da mutlu etmişti. "Farhan yine yanına geldi mi? O adamı gördükçe üzerine çıkıp yumruklarımı yüzüne indirmek istiyorum."

 

Al benden de o kadar Soya! Maksut çatalını sertçe tabağa bıraktı. "Kimsenin üzerine çıkamazsın sen!"

 

Güldüm. Maksut iyi ki vardı. "Dövmek için bile mi?"

 

Kaşlarını çatmaya devam etti. "Dövmek için bile. Hem burada biri dövülecekse o işi ben yaparım sana ne oluyor gülüm?"

 

Soya olabildiğince gülümsedi. "Bir daha söyler misin bebeğim?" Elini, Maksut'un yanağında gezdirmeye başladı. Bu kadın tehlikeli sularda yüzüyordu.

 

"Gülüm!"

 

Ben onları ilgiyle izlerken Vera bir hışımla ayağa kalktı ve ikisine kızgın bir ifade ile baktı. Aklı Leo'daydı değil mi? "Her dakika sevişmek zorunda değilsiniz!"

 

Çıkışa doğru öfkeyle yürümeye başladı. Ayağa kalktım ardından. "Ben ilgilenirim onunla. Sinirleri bir hayli bozuk." Hoş burada normal kalabilmek ne kadar mümkündü? Maksut başıyla onaylarken Soya üzgün bir ifade ile bana baktı. Mahcup olmuştu lakin kötü bir niyetlerinin olmadığını eminim ki Vera'da biliyordu öyle olmadığını. Çoktan pişman olduğu su götürmez bir gerçekti. "Odada görüşürüz canım."

 

Onları yemekhanede bıraktığımda deli kızı nerede bulabileceğimi düşündüm. Odada olma ihtimali yüksekti, önce oradan başlayacaktım. Banyodan su sesi geliyordu. Yatağın üzerine bıraktığı kırmızı dantelli takıma bakıp güldüm. Onları giymek için Leo'yu beklediğini sanıyordum. Sanırım Vera umudunu kesmişti. Kapıya sırtımı yasladığımda bütün kaslarımın ne kadar da gerildiğini hissettim. Su sesi kesilmişti. "Vera!"

 

Sesi boğuk çıkıyordu. "Ova lütfen onları savunacaksan hiç başlama."

 

Bu sefer işim oldukça zora benziyordu. Sırtımı kapıdan çektiğimde açıldı. Pembe havluya sarılmıştı. Yüzü banyodan sonra fazlaca kızarıyor ve çillerini daha belirginleştiriyordu. "Kimseyi savunacak halde değilim biliyorsun. Seni en iyi anlayan benim. Ama Maksut'un ve Soya'nın kötü niyetli olmadığını söylememe gerek yok çünkü sen zaten biliyorsun."

 

"Yine de aşklarını gözüme sokmalarına katlanamıyorum artık. Bizim içimiz kan ağlarken gülebiliyorlar."

 

İç çamaşırlarını giyerken yatağımın üzerine oturdum. "Çünkü hayat devam ediyor Vera. Bu durumdan ben de hoşnut değilim lakin onlardan aşklarını yanımızda yaşamamalarını isteyemem. Ben inanıyorum bir açıklamaları olacak. Belki de çok gizli bir görevdeler."

 

Buna sen inandın mı dercesine baktı yüzüme. Belki de ben kendimi kandırmayı seçiyordum. Yaşamak için aklımı kaybetmemek için. Üzerindekilerden kurtuldu ve kendini yorganın altına bıraktı. Arkasını döndü ve baş ucunda duran lambayı kapattı. "Özür dilerim Ova. Sohbet etmek için kendimde enerji bulamıyorum. En iyisi uyumak! Uyuduğumda acı çekmiyorum."

 

Ben uyuyamıyordum ki. Göz altlarım çukur çukur olmuş rengi kararmıştı. Aynaya yansıyan görüntüdeki kadın ben değildim sanki. Bambaşka bir Ova vardı. Üzerimdekileri çıkarmadan kendimi yatağa bıraktım. Uyuyamayacağımı biliyordum zira huzurlu uyku beni terk edeli neredeyse dört ay oluyordu. Başımı pencereye doğru çevirdim. "Neredesin vahşi adam? Bizi burada bırakmadın değil mi?"

 

***

 

Farhan'a öldürecek gibi bakan Maksut'un koluna dokundum. Her an adamın üzerine atlayacak gibi durmasına sebep Farhan'ın bana oldukça ilgili davranmasıydı. "Sakin ol koca adam!"

 

Soya ile Vera sağında duruyor ve bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Aralarındaki problemi çözdüklerine sevinmiştim.

 

"Bu adamı öldüreceğim!" dedi gözlerini adamın üzerinden çekmeden. "Derdi ne bunun?"

 

Ellerimi ceplerime yerleştirdim. Bunun cevabını ben de merak ediyordum. "Bilmiyorum. Lakin Peşrev ondan uzak durmam gerektiğini üzerine basa basa söylediğine göre baş belası biri olduğu belli."

 

"Hoşlanmazlar birbirlerinden, nedenini bilmiyorum lakin tahmin etmek zor değil." Başını diğer tarafa çevirdi. "Hah! İstenmeyen ot da geldi."

 

Başımı kaldırdığımda bize dikkatle bakan adamın insanı buz gibi titreten bakışları ile karşılaştım. Kollarını göğsünde birleştirmiş ima ile ikimize bakıyordu. Üzerinde oldukça dar siyah bir tişört vardı. Üzerindeki biçimsiz işaret yüzümü buruşturmama sebep oldu.

 

"Sıra sende Ova! Sohbetinize ara verin isterseniz."

 

Elimdeki oku yavaşça yukarı doğru kaldırdım. Diğerlerinin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Oku tam yüzüne hedef aldığım için sinir bozukluğu ile gülümsedi. "Hadi! Sabaha kadar seni bekleyemeyiz öyle değil mi?"

 

Başımı iki yana salladım ve oku ayaklarının dibine bıraktım. Bu adamın bana eğitim vermesine ihtiyacım yoktu. Nişancılık benim dünyam olmuştu zaten, benden bir parçaydı. Şaşkınlıkla ayaklarının dibine attığım gümüş oka bakarken eğildi ve saplandığı zeminden eline aldı. Yüzündeki bir türlü silinmeyen gülümsemesi ile bana doğru birkaç atım attı.

 

Maksut, huzursuzca kıpırdandığı için Soya koluna girdi. Korkmuyordum, bu adam bana hiçbir şey yapamazdı. Her şey bir anda olmuştu. Kendimde değildim, öfke bütün bedenimi çepeçevre sarmıştı. Yüzüne indireceğim yumruğumu havada yakalarken birinin bize doğru bağırarak gelişi bütün dikkatimi dağıtmıştı. Bileğimi elimden kurtardım ve bize doğru gelen genç adama merakla baktım.

 

Soluk soluğa yanımızda durduğunda elinde sesler gelen bir telsiz tuttuğunu fark ettim. Gözlerim heyecandan kocaman olurken genç adam doğruldu ve elindeki telsizi bana doğru uzattı. Neler olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Ellerimin titremesine mani olamazken telsizi avuçlarıma aldım. İçimde kötü bir his vardı. Sanki ellerimde tuttuğum şey kocaman bir alev topuydu. Yakıyordu, kavuruyordu bedenimi.

 

"Ova," dedi Leo'nun telsizden gelen sesi. Sesindeki endişeyi duymamak mümkün değildi. Vera, nefes nefese telsize bakarken hepimizin yüzünde aynı ifade vardı. Merak... "Beni duyuyor musun?" Bacaklarım titriyordu. Her an beni yere düşürebilirdi.

 

Yutkundum. Leo'nun ses tonu hiç hoşuma gitmemişti. "Duyuyorum," dedim dudaklarım titrerken. "Leo neler oluyor?" Ters giden bir şeyler var değil mi?

 

"İstanbula'a geldiğimiz ilk üç gün sana ulaşmaya çalıştı. Başarısız olsa da denemeye devam etti. Ta ki bu sabaha kadar..." Sıkıntılı aldığı nefes alışverişleri duyuldu. Yüreğim ağzımdan çıkacaktı neredeyse. "Ova bak bunu söylemek çok zor. Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum."

 

Göğsüm hiddetle kabarırken kendimi daha fazla tutamadım ve Leo'ya öyle bağırdım ki herkes bir anda irkildi. "Söyle!" Dağlara çarpan sesim yankı yaparak bize geri dönmüştü.

 

"O yok yani gitmiş! Nerede olduğuna dair en ufak bir fikrim yok. Burada mı, Bolu'da mı, Kastamonu da mı? Hangi cehennemdeyse ardında iz bile bırakmamış." Sustu. "Sana söz veriyorum onu bulacağım. Görevi ve seni öylece bırakmasının hesabını soracağım."

 

Hiçbir şey söyleyemedim. Herhangi bir tepki veremiyordum. Dondurmuştu sanki Leo'nun söyledikleri. Vera ve Soya bana sesleniyordu. Birinin omuzlarımdan sarstığını hissediyordum. Başımı kaldırdım ve Maksut'un öfkeli ifadesi ile karşılaştım. Dudakları kıpırdıyordu lakin kulaklarımdaki uğultudan ne söylediğini duyamıyordum.

 

Karnıma koca bir yumruk yemiştim sanki. Ne demekti bu? Peşrev bizi ve görevini bırakıp nereye gitmişti? Buraya Kastamonu'ya geliyor olabilirdi. Bize geliyordu. "Maksut," dedim sesimin titremesini umursamadan. "O buraya geliyor değil mi? Bizi buradan almak için geliyor?"

 

Dişlerini sıktığını görebiliyordum. Yavaşça yutkundu. Yaklaştı ve yüzümü ellerinin arasına aldı. "Ova," dedi öfkeli bir sesle. "Eğer yirmi gündür seni, beni, bizi burada üzüntüyle bırakmasının geçerli bir sebebi yoksa seni bir daha göremez. Benim kız kardeşim olmadı hiç. Ben sana kardeşim dedim. O herifin kardeşimi üzmesine müsade etmem."

 

Dünya ne olursa olsun asla dönüşünden vazgeçmiyordu. Senin dünyan başına yıkılır ama hayat varlığını sürdürmeye devam eder. Eğer ucundan da olsa yakalayamazsan hayatın kayan bir yıldız gibi senden uzaklaşıverir. İşte ben her şeye rağmen elimi uzattım hem de hiç düşünmeden. Tutup yeniden yörüngeme getirecek bir el bekliyordum.

 

Gözlerim yavaş yavaş doluyordu. Dünya benim etrafımda dönüyordu sanki. Durduramıyordum sanki devasa bir dönme dolabın içinde gibiydim. Soya, gözlerime uzun uzun baktıktan sonra bir anda göğsüne çekti ve şefkatle sarıldı.

Sarılmaya devam ederken kulağıma doğru fısıldadı. "Geçerli bir sebebi vardır Ova. Peşrev seni ardında bırakmaz."

 

"Mektup," dedim. Sesim ağlamanın eşiğindeydi. "Babasının bana verdiği mektubu almış. Çantamda taşıyordum ama şimdi yerinde yok."

 

Maksut sesli bir nefes bıraktı. Soya'ya döndüm. "Bundan şüphem yok. O bize geliyor. Anlamadığım tek şey bizi bulması neden bu kadar uzun sürdü?"

 

Soya'nın elini tutup binaya doğru ilerledi Maksut. Peşlerinden gideceğim esnada Farhan kolumdan tutup beni durdurdu. "Gördün değil mi çok güvendiğin adamı! Ona güvenmemen gerektiğini kendi gözlerinle gördüğünde sığındığın kollar bunlar olacak."

 

Kaşlarımı çattım. Bu adam kendini ne sanıyordu ki? "Evet, Peşrev güvenilir bir adam olmayabilir ama senin kadar adi bir adam değil ve şunu o koca kafana sok! Dünya'da bir sen ve bir ben kalsak yine de sığınacağım liman sen olmayacaksın." Arkamı döndüm ve öfkeden gözlerimden akan yaşı silip içeri girdim.

 

Dinlenme odasının kapısını açtığımda başımı sinir bozukluğu ile iki yana salladım. Oldukça lüks ve konforlu görünen odanın içi sinirlerimi fazlasıyla bozuyordu. Deri kaplama krem köşe takımının önünde camdan ahşap bir orta sehpa vardı. Soya'nın yanına oturdum ve elindeki kahveyi tek seferde içtim. Boğazımı yakan sıcaklık bile umurumda değildi.

 

Maksut, gözümden akan yaşı görünce kapıya yöneldi ama kolundan yakaladığım için durdu. "Peşrev buraya gelene kadar sakin kal olur mu?"

 

Dişlerini sıktığını görebiliyordum. "Sen de o adamdan uzak dur ki sakin kalabileyim."

 

Bıkkın bir nefes koyverdim ve sırtımı koltuğa bıraktım. "Denerim." Adam her adımımı izliyor gibi peşimdeydi.

 

***

 

İki ay. Yaylada Peşrev'siz geçirdiğimiz koskoca atmış günü ardımızda bırakmıştık. Hala o koca adamdan bir haber yoktu. Buraya gelmesi bizi bulması iki ay sürmezdi değil mi?

 

Artık kendimi kandırmıyordum. Peşrev'in başına kötü bir şey gelmişti. Yaşıyor olsaydı bizi burada habersiz iki ay boyunca bırakmazdı. Kendimden geçmiştim artık kardeşi için yine gelirdi.

 

Bir süre daha burada kalmamız gerektiğine dair haberler gelip duruyordu. Bekliyorduk. Nerede olduğunu, nasıl olduğunu bilmeden bekliyorduk. Maksut'u iki ay boyunca burada tutmak Soya'yı epey zorlamıştı. Nefessiz kaldığımı hissedince kendimi bahçeye attım. Her gün yaptığım gibi yine kendimi kuleye tırmanırken buldum.

 

Köyün aşağısındaki ana yoldan geçen arabaları izliyordum. Lakin hiçbiri köye gitmiyordu.

Güneş bir kez daha batıyordu ve ben yine onsuz bir geceye başlıyordum. Her sabaha yeni bir umutla açıyordum gözlerimi. Pes etmeden bıkmadan usanmadan. Buraya katlanmamı sağlayan onun varlığıymış meğer...

 

Güneş, son ışığını yüzüme yansıtıp dağların arasından gözden kayboldu. Başımı dizlerime yasladım ve umutsuzca gözlerimi kapadım. Bize ne olacağına dair en ufak bir fikrim yoktu.

 

***

 

Sabah gözümü büyük bir gürültü ile açtığımda saatin 13.00'ü geçtiğini gördüm. Yorganı üzerimden hızla attım. Bu kadar uzun uyumama şaşırırken bir yandan da üzerime siyah tayt ve uzun beyaz bir tişört geçiriyordum. Saçlarımı topuz yaptıktan sonra kendimi dışarı attım.

 

Yatak odalarının olduğu uzun koridoru geçerken gürültülerin bahçeden geldiğini anladım. Adımlarımı çıkışa doğru yönlendirdim. Bizimkilerden birinin başının dertte olduğunu düşününce içim titredi.

 

Hızla yürürken duvardaki takvimde yazan tarih bir anda durmama sebep oldu. 20 Eylül 2021. Köyde gördüğümüz evin duvarında yazan tarih aklıma geldiğinde kaşlarım çatıldı. "1 Ekim," diye mırıldandım takvim yaprağına bakarken. "Sadece on gün mü?" 1 Ekim'de pek iyi şeyler olmayacaktı değil mi?

 

Dışarıdaki sesler artınca dikkatim dağıldı ve kendimi bahçede buldum. Birkaç kişi gözetleme kulesinin önünde toplanmış sigara içiyor ve dikkatle bir yöne bakıyordu. Baktıkları yöne doğru döndüm. Farhan ve Maksut basketbol direğinin altında birbirlerini itip kakıyorladı. İkisinin de üzerinde eşofman takımı vardı.

 

Daha doğrusu Maksut, yine Farhan'ı boğmak istercesine hindi gibi kabarmıştı. Soya ve Vera arkasındaydı. Kızların yüz ifadesinden endişeli olduklarını gördüm ve yanlarına doğru koşmaya başladım. "Maksut neler oluyor yine?" İki ay boyunca kavga etmedikleri bir gün olmamıştı. Farhan elindeki basketbol topunu yere vurup sektirmeye başladı.

 

"Basketbol oynuyorduk ta ki bu sinir bozucu adam gelene kadar!" Soya kollarını göğsüne birleştirmiş Farhan'a öfke ile bakıyordu.

 

Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemiyordum. "Çocuk musunuz siz ya? Tek sorunumuz bu mu yani?"

 

Maksut bakışlarını Farhan'ın üzerinden çekmeden cevap verdi. "Bu dağ başında yapacağımız başka bir şey mi var Ova? Zaten elim kolum bağlı duruyorum bir de bu sulu herifle uğraşıyorum."

 

Yanaklarımı şişirdim. "Sorun ne peki?"

 

"Maç yapmak istiyormuş bizimle," dedi Vera başını iki yana sallarken. "Kendini lisede filan sanıyor sanırım."

 

"İki aydır buradayız şöyle aşağıya inip güzel bir yemek yemeyelim mi?" Bu adam gerçek miydi? Siyah eşofmanının fermuarını indirdi ve üzerindekini çıkardı. "Ha Ova! Biraz eğlenmek istemez misin?"

 

Söylediği söz beynime şimşek gibi düştü. Elimi yumruk yaptım. "Dalga mı geçiyorsun sen bizimle? Senin tek derdin eğlenmek mi?"

 

Bana doğru döndü ve elini yanağıma doğru uzattı. Maksut, benden önce davrandı ve Farhan'ın kolunu yakalayıp adamı ters çevirdi. "Bir daha! Bir daha Ova'ya dokunmaya kalkarsan o elini ne yaparım biliyor musun?" Bu kez hiçbirimiz müdahale etmiyorduk.

 

Kolunu serbest bıraktığında Farhan yere sırt üstü düştü. Sonra bize doğru döndü. "Birkaç saatte olsa buradan çıkmak istiyor musunuz? Eğer istiyorsanız sizin için bu pislik herife katlanabilirim. Ceza'yı bir gün için unutabilirim."

 

Ben başımı iki yana salladım. Eğer kızlar istiyorsa bunu yapabilirim. Vera bana istekle baktı. "Kafayı yemek üzereyim Ova! Bunu istemediğini biliyorum fakat biraz nefes almaya ihtiyacımız var."

 

"Bunun için bu adamın iznine ihtiyacımız yok!"

 

"Benden izin almak zorundasın Ova! Hatırlatmamda fayda var buraya ceza için geldin güzel kız." Eğer Peşrev'in başına bir şey geldiyse ilk yapacağım şey bu adamı gebertmek olacak.

 

Maksut, Soya'nın önünde durdu ve yüzünü ellerinin arasına aldı. "Bunu istiyor musun? İstiyorsan ben..."

 

Soya, parmak uçlarında yükseldi ve sevdiği adamın gözlerine erişti. "Vera için bunu yapalım."

 

Maksut, Soya'yı bıraktı ve yerde oturan adama doğru döndü. "Dörde dört! 2 yarı ve sadece on dakika. Sana daha uzun katlanmak istemiyorum." Farhan'a elini uzattı ve hızla ayağa kaldırdı. Maksut, Farhan'dan en az on cm uzundu.

 

Farhan ayağa kalktı ve üzerine düzeltti. "Pekala o halde başlayalım." Üç erkek daha geldi ve Farhan'ın yanında durdu. Hala liseliler gibi basketbol maçı yapacağımıza inanamıyordum. Orta yuvarlağa geçtiklerinde ikisi de oldukça gergindi. "Misafir sayılırsınız. Öncelik sizin. Kural yok, kafanıza göre takılın." Bu fikir oldukça cazip gelmişti. Ona istediğim kadar faul yapabilirdim.

 

Herkes yerlerini aldığında hakem olan genç düğü çaldı ve topu havaya fırlattı. Topa ilk müdahale eden Maksut olunca top doğrudan Soya'yı buldu. Vera ile Soya'yı korurken o topu sektirerek hızla rakip sahaya doğru ilerledi. Karşı takımın oyuncusu beni hızla itip Soya'ya çelme takınca top Farhan'a ulaştı. Maksut adeta burnundan soluyordu. Bu maçın sonu korkarım ki pekte iyi bitmeyecekti.

 

Farhan'a vurduğu dirsek darbesi ile adamı yere sermiş ve biz ilk sayımızı almıştık. Topu kapan Karşı takımdan sarışın genç bir adamdı. Usta bir hareketle topu amirine fırlattı. Ona doğru koştum ve tam önünde durdum. Topu hızlı sektirdiği için dikkatimi ona veremiyordum. Topla birlikte önümden geçeceği sırada özel bölgesine attığım tekme yüzünden elindeki topu karnıma fırlattı. "Ah! Hayvan herif!"

 

"Ova iyi misin?" diye bağırdı Maksut. Soya beni korumak için koşuyordu. Hızla toparlanıp potaya doğru koşmaya başladım. Etrafımı çevreleyen adamlara dikkat etmeden hedefe kitlendim. Üçlük çizgisinden attığım atış hedefi bulduğunda tekrar topa doğru hamle yapacağım sırada kendimi sırt üstü yerde buldum.

 

Üzerimdeki ağırlığın Farhan olduğunu gördüğümde hiç düşünmeden yüzüne kafa attım. Burnunu tutarken inledi. "Hadi be! Bu harikaydı." Bu adam sadist olabilir miydi?

 

Ayağa kalktığımda Maksut'un attığı omuzla savrulan Farhan'dan seken topu kaptım. Basketler sırayla her iki takım tarafından atılırken son saniyelere gelmiştik. Vera'dan aldığım pasla potaya doğru döndüm. Topu sürmeye başladığım anda Farhan'ın attığı omuz yüzünden sersemledim.

 

Yüzüme düşen saçlarımı çektiğimde netleşen görüntümün ardında onu gördüm. Koca yürekli dev adamımı! Halüsinasyon görmüyordum değil mi?

O burada mıydı? Kirpiklerimi şaşkınla kırpıştırırken görüntü giderek bize doğru yaklaşmaya başladı. Yaklaştıkça aynı oranla artan kalp atışlarıma titreyen bacaklarım eşlik etmeye başladı.

 

"Ova," diye bağırdı Maksut. "İyi misin?" Henüz hiçbiri Peşrev'i fark etmemişti.

 

Farhan yanıma geldi. Omuzlarımdan tutup sarsmaya başladığında ona herhangi bir tepki veremiyordum. "Ova iyi misin?"

 

Maksut, onu göğsünden iteklediği esnada Peşrev hızla bize yaklaştı ve bir anda kafasını Farhan'ın yüzüne geçirdi. Neler olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Rüya mıydı, serap mı görüyordum anlayamıyordum. "Peşrev!"

 

Hareket edemiyordum. Birbirlerine attıkları yumruklar yüzünden ikisinin de burnu kanamaya başlamıştı. Onun canı yanıyor muydu bilmiyorum lakin benim yüreğim haddinden fazla acıyordu.

 

"Aman Allah'ım Ova Peşrev burada!"

 

Başımı yavaşça sallayabildim. "Evet, Soya o burada."

 

Maksut, ikisini ayırmak için uğraşırken diğer adamlar çekindikleri için müdahale etmiyorlardı. Sonra Leo'yu fark ettik. Koştu ve Peşrev'i belinden yakaladı. Maksut ile birlikte Peşrev'i Farhan'ın üzerinden güçlükle aldılar. Yerde yatan adamın yüzü kan içinde kalmıştı. Tuhaf bir şekilde Farhan Peşrev'in kendisini dövmesine müsade etmişti.

 

Peşrev, hala burnundan soluyordu. Ellerimi ağzıma kapadım. Ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Bana baksın, bana sarılsın istiyordum ama bana arkası dönük beklemeye devam ediyordu. Kimse bir şey sormak için ağzını açamazken, "Peşrev," diye bağırdım. Göğüs kafesim hiddetle inip kalkıyordu. Onu yıllarca görmemiş gibiydi heyecanım. Sesimi duymuyor muydu?

 

"Beni duymuyor musun?"

 

Sesimi bir kez daha duyduktan sonra yavaşça bana doğru döndü. Saçlarını bağlamamıştı. Sakalları çok uzamıştı. Onu ilk kez böyle yıkılmış bir halde görüyordum. Başından neler geçmişti? Hiç hareket etmeden sadece baktı. Görünüşü Peşrev'di ama bakışları ona ait değil gibiydi. Buz gibi mesafeli ve bir yabancıymışım gibi...

 

Ona doğru bir adım attığımda bana doğru yürümeye başladı. Yürüdü, yürüdü ve tam yanımda durdu. Başımı yavaşça çevirdim göz göze gelmek için ama o bakıyordu dikkatle. Dişlerini sıktı ve derin bir nefes çekti içine. Sonra hızla içeriye doğru yürüdü.

 

"Leo," diye bağırdı yürürken. "Maksut! Yarın sabah Kampa döneceğiz. Uzun bir yolumuz var. Herkes dinlensin."

 

Bu mu yani? Bize, bana söyleyeceği tek şey bu muydu? Peşrev içeri girdiğinde Leo yanımda durdu. Maksut ve Soya'nın içeri girdiğini gördüm. "Ova," dedi. "Hepsinin bir açıklaması var lakin bununla ilgili bir şey söyleyemem."

 

Kaşlarımı çattım. "Ne demek bu? İki aydır kayıp! İki ayın sonunda ortaya çıkıyor ve hiçbir açıklama yapmıyor." Ellerimi saçlarımdan geçirdim. "Kafayı sıyırmak üzereyim burada."

 

"Biliyorum Ova biliyorum ama elimden bir şey gelmiyor. Peşrev nasıldır bilirsin..."

 

"Evet, dik kafalı ve işine kimseyi karıştırmayan koca adamın teki!"

 

Hızlı adımlarla binaya girdim ve vakit kaybetmeden yemekhaneye doğru yürüdüm. Hepsi bir masada oturuyordu. İçeriye girdiğimi gören herkes aralarında fısıldaşmaya başladılar. Masanın önünde durdum ve elimi yere vurdum. Leo ve Maksut bana endişe ile bakarken kızların öfkeli bakışları Peşrev'in üzerindeydi.

 

O ise başını önüne eğmişti. Hiçbir tepki vermiyordu. Çıldırmak üzereydim. "Peşrev," diye bağırdım. Neredeyse beni duymadığını düşünmeye başlamıştım. "Neler oluyor?"

 

Sandalyesini arkaya doğru itti ve ayağa kalktı. O mektupta ne yazıyor olabilirdi ki? Onu böylesine yıpratan sessizleştiren ve en önemlisi benden uzaklaştıran şey ne olabilirdi? Yanımdan gidecekken kolundan tuttum. "Benimle konuşmayacak mısın?"

 

Başını yavaşça bana doğru çevirdi. Sesine, kokusuna öyle hasrettim ki bir kelime de olsa benimle konuşsun diye gözlerinin içine bakıyordum.

"Konuşursam yakıp yıkarım Ova," dedi. Onu böyle hayattan kopmuş gibi görmek kalbimi yaralıyordu. Gönül kuşu dememişti. Oysa ne çok özletmişti. İki ay boyunca düşlediğim böyle bir kavuşma değildi. "Yakıp yıktıklarımın arasında sen olma istiyorum." Gitmek için birkaç adım attı ve sonra durdu. "Belki sonra ama şimdi değil gönül kuşu."

 

Yemekhaneden çıkıp gittiğinde yeniden masaya döndüm. Leo ya da Maksut o mektupta ne yazdığını biliyordu. Buna emindim çünkü gözlerini kaçırıyorlardı. Sandalyeyi ters çevirdim ve üzerine oturdum. "Siz," dedim parmağımı ikisinin üzerinde dolaştırırken. "Eğer biliyor da bana söylemiyorsanız..."

 

"Bunu sana onun anlatması daha doğru olur." Leo'nun yüz ifadesinden sorunun ne kadar büyük olduğunu daha iyi anladım. Ayağa kalktım ve hızla dışarı çıktım. Onu bulmam gerekiyordu. Onu böyle yakan neyse tek başına göğüslemesini istemiyordum.

 

Onu nerede bulacağımı bilmiyordum. Hislerim beni yatak odaların olduğu koridora getirmişti. Maksut'un kaldığı odanın yanındaki boş odanın kapısının öndündeydim. Onun kokusu buradaydı. İçeride olduğuna emindim.

Kapıya vurdum bir kez.

 

"Peşrev," dedim sessizce. "Seni bu hale getiren ne bilmiyorum ama senden güçlü değil. Sen hayatımda gördüğüm en güçlü, kalbi en güzel vahşi adamsın." Ses gelmiyordu ama orada olduğunu biliyordum. Elimi kapının üzerine koydum. "Peşrev lütfen..."

 

Yanağımdan akan bir damla dudağımdan içeri sızdı. Kapının karşısındaki duvara sırtımı yasladım ve kendimi yere kaydırdım. Dizlerimi karnıma çektim. Az önceki damlanın devamın gelmesine izin verdim ve başımı duvara yasladım.

 

"Biliyor musun ben ilk kez kendimi babamdan sonra birinin yanında güvende hissettim. İlk kez birine güvendim. Peşrev sen giderken bana bir söz verdin. 'Seni ailene kavuşturacağım.' Ben ilk kez verdiğin sözü tutmamanı diledim. Bu ne demek biliyorsun değil mi? Ben aileme dönmek yerine burada kalmayı seçtim."

 

Dakikalarca onunla konuşmama rağmen kapıyı açmamıştı. Nasıl dayanmıştı bilmiyorum. Yüreği taştan olsaydı bu sözlerimden sonra erirdi. Başıma birinin dokunduğunu hissettiğimde heyecanla irkildim. Soya, endişeyle bana bakıyordu. "Ova saat geç oldu. Bak konuşmak istemiyorsa konuşmasın. Bunu kendine yapma."

 

Başımı iki yana salladım. "Pes mi edeyim Soya? Sen olsan bu kadar kolay vazgeçer miydin?"

 

Üzüldü. Eğildi ve ellerimi ellerinin arasına aldı. "Bak özür dilerim. Yerler soğuk üşütüp hasta olmanı istemiyorum. Saat on ikiyi geçti. Yarın kasabaya ineceğiz. Kasabaya kadar epey yolumuz var. Dinlenmelisin."

 

"Soya git lütfen."

 

Öfkeyle soludu. "İnada mı bindiriyorsun sen?"

 

"Hayır," dedim hiddetle. "Sadece onun yaptığı gibi yapıyorum." Mahcup bir ifade ile kaşlarını kaldırdı. "Aynısını ben ona yapsaydım o asla vazgeçmezdi Soya. Beni bırakmazdı."

 

Elini dizime vurdu ve ayağa kalktı. Gözleri kızarmıştı. "Maksut'u zor ikna ettim. Yoksa o gelip seni zorla götürecekti. Neyse umarım daha fazla burada beklemene göz yummaz."

 

Soya'nın ardından bakarken başımı yere bıraktım ve ellerimi bacaklarımın arasına aldım. Burada uyuyabilirdim, sorun değildi. Kapının altındaki boşluktan kokusu geliyordu. Buradan daha huzurlu bir yer düşünemiyordum. Sağdı, yakınımdaydı, kalbi atıyordu ve en kötüsü o zihninin içinde benimle savaş veriyordu.

 

Onu benden başka bir şey uzak tutamazdı çünkü. Buraya geldiğim günden beri bana bakmadığı bir gün olmamıştı.

 

***

 

Peşrev...

 

Üzerimdeki bornozu bile çıkaramadan kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Zihnimin içinde durmadan konuşan sesleri bastırıp sadece onun sesine odaklandım. Sözleri, içimi parça parça edip boşaltıyordu. Bomboş oluyordum ve benden geriye bir şey kalmıyordu.

 

Kapıyı açıp kucağıma almamak için kendimi o kadar zor tutuyordum ki. Korkuyordum. Kendi yangınımda onu da yakmak istemiyordum. Avuçlarımın arasında sıktığım kağıt parçası hayatımı mahvetmişti. Ova, günlerdir çantasında hayatımı bitirecek bir bombayı taşıdığından habersizdi.

 

Nasıl anlatırdım ona? Nasıl söylerdim bildiğim yaşadığım bütün her şey koca bir yalandan ibaret diye? Gerçek olan bir sen varsın desem. Alsam koynuma, kokusunu içime çekerek can versem. Bunu yapabilir miyim, ondan vazgeçebilir miyim?

 

Onu yanımda tutmaya devam edip ölmemesini sağlayabilir miyim? Tüm bunlar benim yüzümden oluyor desem yine bana öyle güzel bakmaya devam eder miydi? Etmezdi, kimse edemezdi. Ne uğruna savaş vermiştik biz, çocukluğumuzun, ergenliğimizin en güzel yılları ne uğruna heba edilmişti?

 

Hiç...

 

Koca bir hiç uğruna. Hikayenin masumları azılı düşman ilan edilmişti. Ne yapacağımı, nereden başlayacağımı bilmiyordum. Bildiğim tek şeyi yaptığımda benden geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Sesi kesilmişti. Hala dışarıda mıydı? Kendimle verdiğim savaş yüzünden gözümden bir damla yaş süzüldü. Hayatım boyunca dökmediğim o göz yaşı Ova için düşmüştü.

 

Kağıdı yakıp klozete attım ve kapının önüne yaklaştım. Ellerimi sıktım. Bu kadarsın işte Peşrev! Kokusunun sınırlarındayken ondan uzak kalabileceğin zaman dilimi yarım gün. Kapıyı yavaşça açtım. Karşılaştığım manzara kalp parçalayacak cinstendi. "Ah be gönlümün inatçı kuşu! Bülbülüm, serçem, turnam. Şiirim, Bunları gözlerinin içine bakıp söylememek ne zor..."

 

Eğildim ve başını yavaşça elimin altına aldım. Her kıvrımına hayran olduğum bedeni kucağımdayken odaya girdiğimde Maksut'un sinirle bu tarafa geldiğini gördüm. Yavaşça yatağa bıraktığımda yorgana sarılışı yüreğimi parçalamıştı. Maksut Ova'ya baktıktan sonra bana döndü. "Ova'yı almaya gelmiştim."

 

Ters baktım. "Yerde uyumuş. Uyandırma şimdi birazdan bende çıkarım."

 

Başını yavaşça sallarken ikimizde dikkatimizi Ova'ya verdik. Karnını tutarken sayıklamaya başladı. "Mektup..."

 

Mektubu çantasından aldığımı anlamıştı belli ki. Güzelim benim. Onu karım yapıp saçlarının kokusunu doyasıya içime çekmek istiyordum. İki ay. Her saniyesi cehennem azabıydı sanki. Her dakikası koca bir asırdı.

 

"Benim odama gel. Seninle konuşacaklarım var."

 

Gözlerimi kapatıp açınca odadan ayrıldı. Başımı kaldırdım ve pencereden görünen gökyüzüne baktım. "Görüyor musun anne? Seni benden aldılar ama Allah yerine gönül kuşunu gönderdi." Annem. Pare, Lucas'ın Pare'si. Düşündükçe burayı yakmak istiyordum.

 

Bu dünya ya bana ya da Goşa'ya yuva olacaktı. Mezarının başında yemin ettim. Adını yeryüzünden silmek ve yatağımda bir bebek gibi masum uyuyan kadını korumak için. Düşüncelerimden arındıran Ova'nın kıpırdanışı ve uyurken kedi gibi çıkardığı sesler oldu.

 

***

 

Uyanmasam hiç açmasam gözlerimi olmaz mıydı? Uyandığımı fark edince yine dünkü haline döner miydi? Kokusundan hala odada olduğunu hissettiğimde gözlerimi açtım. Dudaklarım gayriihtiyari kıvrıldı. "Peşrev," diye mırıldandım. "Rüya da mıyım?" Hala sandalye tepesinde oturuyordu. Üzerime kalın bir battaniye örtmüştü.

 

"Cık," dedi. "Gösterebilirim." Gözlerinin altı uykusuzluktan kararmıştı. Kim bilir kaç gündür uyumuyordu.

 

"Mektubu okuduğunu biliyorum." Yüzünü iri ellerinin arasına aldığında ne cevap vereceğini bilmiyor gibiydi. "Korkuyorum Peşrev! Çok korkuyorum."

 

Kaşlarını çatarak ayağa kalktı. "Korkmana gerek yok hatun. Benim yanımda korkmana gerek yok." Kapıya doğru meyledince yataktan kalktım. "Sen duşa gir Ova. Ben Farhan'ı bulayım. Yarım saate çıkarız. Çok önemli bir işimiz var. Epey zor bir iş..."

 

***

 

Peşrev'in yatağın üzerine bıraktığı nemli bornozunu aceleyle giyip banyodaki kirli kıyafetlerimi kucağıma aldım. O dönmeden giyinmeliydim.

 

Kalın ve rahat kıyafetler giyip bahçede bekleyen kızların yanına gitmek için aceleyle çıktım. Peşrev, kapının önünde sırtı bana dönük ayakta bekliyordu. Leo boğazına bıçak dayanmış bir haldeyken kızlar aynı şekilde başka adamların kolunun altındaydı.

 

Onları öyle görünce olduğum yerde kalakaldım. Farhan, Peşrev'e silahını hedef almış adamın hemen yanındaydı. "Gitmenize bir şekilde izin veririm," dedi. Adamlar onları çembere almıştı. "Ova'yı burada, benimle bırakacaksın."

 

Peşrev'in inip kalkan sırtından ne kadar öfkelendiğini görebiliyordum. "Ova'yı burada bırakacağım öyle mi?" Sinir bozukluğu ile güldü. "Bu da başkanın emri mi?"

 

"Ova gerçekleri öğrendiğinde yine senin yanında durabilecek mi? Zarar vereceksin ona."

 

"Senin o ağzını..." İki adam daha silahlarını Peşrev'e hedef alınca durdu. Ne gerçeğinden bahsediyordu? Peşrev'in dolabında benimle ilgili ne vardı? Şu an için hiçbir şey umurumda değildi. Gizlendim ve bir şeyler düşünmeye başladım. Dikkat çekmeden yavaşça geri çekildim.

 

Hızla arka tarafa geçtim ve sarsak adımlarla yürümeye başladım. Ne yapabilirdim? Binanın sonradan eklenen kısmına geçtiğimde deponun kapısını aralıklı bırakıp giden iki adam gördüm. Vakit kaybetmeden içeri girdim. Aklıma bundan başka bir şey gelmiyordu. Etrafa göz gezdirmeye başladım. Bir sürü el bombası ve havai fişek doluydu deponun içi.

 

Burnuma gelen benzin kokusunu takip edip arazı araçlarının bir tanesinin yakıtını akıttığını gördüm. Sırt çantamı yere bıraktım ve acil durum malzemelerinin olduğu bölmeyi açtım.

 

Elime aldığım çakmak, dudağımı ısırmama sebep oldu. Bunu yapacak mıydım? Ellerim titriyordu. "Sadece karışıklık, kaçmak için ufak bir karışıklık Ova!" Onlar için bunu yapmak zorundasın.

 

 

 

 

 

 

Bölüm nasıldı?

 

Loading...
0%