Yeni Üyelik
31.
Bölüm

30.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

Hayatım boyunca böyle çaresiz hissetmemiştim kendimi. Bunu yapamazdım. Eğer bunu yaparsam burası havaya uçar ve büyük bir yangına sebep olurdu.

 

Öte yandan Farhan'ın Peşrev'den beni burada bırakmasını istediğini düşündükçe kalp atışlarım hırsla yükselmeye devam ediyordu. Peşrev'in öfkeli sesini duyuyordum. Beni arıyordu.

 

Buradan birileri zarar görmeden çıkmamız imkansız gibi görünüyordu. "Ova neredesin güzelim?" diye bağırdı. "Farhan çek şu adamları yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim."

 

Kampta ona saygı gösteren adamlar burada Farhan'ı dinliyorlardı. Bana doğru yaklaşan birtakım sesler duyunca ayağa kalktım ve arkalara doğru ilerleyip varillerin arkasına saklandım. Hayatımda bu kadar silahı bir arada görmemiştim.

 

Burada çok fazla mühimmat vardı. Bir sürü ahşap sandık üst üste düzgünce dizilmişti. Öfkeyle hareket edip düşünmeden akan benzine ateş atsaydım bir sürü insanın katili olacaktım. Allah'ım sen aklıma mukayyet ol!

 

"Hangi divane buranın kapısını açık bıraktı?" diye kükredi adamlardan biri. Çıkarken kilitlerlerse buradan nasıl çıkarım bilmiyorum. "Siz kafayı mı yediniz? Peşrev ve ekibinden biri içeri girip bombalardan birini kullanmaya kalkışsa Goşa'nın bize neler yapacağını düşünebiliyor musun?

 

"Boş ver oğlum Goşa'yı. Asıl başkan niye o kadını burada tutmasını istedi Farhan'dan? Yıllardır oğlu gibi gördüğü adamın değer verdiği bir kadını hem de. Çok garip."

 

Goşa! Kendisine en ağır darbeyi vuran teşkilatı yok etme planları kuruyordu muhtemelen. İçlerine bu kadar yayılmış olmaları karnıma ardı ardına inen yumruk gibiydi. Hücredeyken yaşadıklarımı hatırlayınca öfkeyle kıvrandım. Düşündükçe burayı patlatma fikri cazip geliyordu.

 

"Vardır bir hesabı bizi ilgilendirmez. Gitselerde biz de geri dönsek. Günlerdir bunlar yüzünden bu dağ başına tıkılıp kaldık."

 

Bu başkan denen herif asıl görevini unutup kızının gönül işlerine kafayı takmış olamazdı değil mi? Sinir bozukluğu ile güldüm. Tabii ki öyle! Aksi halde beni neden burada tutmak istesin ki? Aklı sıra Peşrev'den uzaklaştırıp Farhan'la yakınlaştıracaktı.

 

O adamdan en başından beri hazzetmiyordum. Hislerim beni hiçbir zaman yanıltmamıştı. Goşa ile iş birliği içinde olma ihtimali dudaklarımı ısırmama sebep oldu. Goşa'nın içeride kuvvetli bir kolu olmalıydı aksi halde bu kadar kolay sızamazlardı.

 

Üzeri kapalı olan kolilere doğru yavaşça yaklaştım. Örtüyü kaldırdığımda içinin el bombasıyla dolu olduğunu gördüm. İki tane el bombasını çantama aceleyle koydum. Buradan çıkmak için kullanmak zorunda kalabilirdik.

 

Tam da düşündüğüm gibi adamlar deponun kapısını kilitlediler ama dışarı çıkmadılar. Buranın başka bir çıkışı vardı o halde. Başımı yavaşça kaldırdım ve adamların ne tarafa doğru yürüdüğünü görmeye çalıştım. Ellerindeki fenerlerin ışığını takip edip yavaşça arkalarından yürüdüm.

 

Duyduklarımı Peşrev'e ve Farhan'a mutlaka söylemem gerekiyordu. Sessizce peşlerinden giderken bir yandan da acele etmeye çalışıyordum.

 

"Acele et oğlum!" diye bağırdı adamlardan biri. "Farhan'a desteğe gidelim de uyanmasın herif. Sarı pes etmeyeceğe benziyor. Kendisini doğum gününden önce öldürtmeye çalışıyor sanırım."

 

Diğer adam kahkahalarla gülerken ben olduğum yerde donup kalmıştım. Doğum gününde ölmek mi? Ne demekti bu? Bu Goşa'nın Peşrev'le bir derdi olduğu kesindi. İkimizin doğum gününün aynı olmasının kötü bir tesadüften ibaret olduğunu düşünmek istiyordum. Aklıma gelen ihtimaller mideme taş gibi batıyordu.

 

Duyduklarımın şokunu atlatamadan hızla adamların peşinden koşmaya başladım. Daha fazlasını öğrenmem şarttı. Bu iki adamı bir şekilde alt etmem gerekiyordu. İki tane avanaktan başka bir şey değillerdi. Yapabilirdim...

 

Adamlar birden kapının önünde durdu. Uzun boylu olan çelik kapının anahtarını cebinden çıkardı. Telaşla etrafıma bakındım. Onlara yaklaşacağım sırada çarptığım koliler büyük bir gürültü ile devrilince açık bir hedef haline gelmiştim. Adamlar bana doğru hızla gelirken çantama attığım el bombasını çıkardım. "Bir adım daha atarsanız burayı havaya uçururum."

 

Adamlar elimdekini görünce durdular ve birden kahkaha atmaya başladılar. "Sana bir haberimiz var! Bizimle birlikte sen de havaya uçacaksın."

 

Güldüm ve el bombasını havaya kaldırıp pimi çektim. "Sizce bu umurumda gibi mi görünüyor? Beraberimde ne kadar pislik götürürsem o kadar iyi. Hayatımız parmağımın altında beyler!"

 

Ne kadar ciddi olduğumu görünce yüzleri bir anda gerildi. "Sa-sakın mandalı bırakayım deme!" diye bağırdı tıknaz olan. "Parçalarımızı bile bulamazlar. Burada olan mühimmat bütün yaylayı yerle bir edebilir."

 

Korkudan kekeliyordu. "Çıkmama izin verin o halde. En azından bir sürü masum insanın ölmesine sebep olmazsınız. Goşa için mi çalışıyorsunuz, başkan bu planın neresinde, 1 Ekim'de ne olacak?"

 

Adamlar, sorduğum sorulardan sonra korkuyla yutkundular. "Bi-biz bir şey bilmiyoruz. Çıkar bizi buradan manyak kadın!"

 

Başımı iki yana salladım. "Önce ötmeye başlamanız gerekiyor beyler."

 

Birbirlerine baktılar. Esmer olan konuşmak için bir adım öne atıldı. "Bak biz ne emir alırsak onu yapıyoruz."

 

Sözünü hiddetle kestim. "Av köpeğisiniz yani."

 

Yüzünü buruşturdu. Köpek olmayı hak etmediklerini söyleseydim az önce kullandığım terim hoşlarına bile gidebilirdi. "Adımıza istediğini koyabilirsin. Başkan ve Goşa arasında bir ilişki var mı bilmiyoruz. Buraya gelmek için ikisinden de ayrı ayrı emirler aldık. İlk gelişimiz Goşa istediği içindi. Birkaç ay önceydi. Başkanın emri ise bizim sizden olduğumuzu sandığı içindi."

 

"Goşa'nın Peşrev'le derdi ne?" diye bağırdım. Sesim o kadar yankı yapmıştı ki korkuyla birkaç adım geriye gittiler.

 

"O kadarını biz köpeklere söylemezler güzelim. Bize Goşa'dan daha fazla değer yüklemen hoşumuza gitti lakin boşa kürek çekiyorsun."

 

Sinirle bağırdım bir kez daha. "Doğum gününden bahsettiğinizi işittim. 1 Ekim'in anlamı ne?"

 

"Bilmiyoruz," dedi sessiz kalan diğer adam. "Öldürsen de sorun değil. Zaten bizle işi bittiğinde içimizi boşaltıp öldürecekler."

 

Midem bulanmıştı. Bu nasıl bir hastalıktı böyle? "Arkanızı dönün ve önden yürüyün." Fazlasını bilmediklerine inanmıştım. Dediğimi yapmaktan başka çareleri kalmamıştı. Pimi nasıl çektiğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum.

 

Hayatımda bir çok kez el bombası görmüştüm lakin pimi çekilmiş bir bombayı ilk kes avucumda tutuyordum. Adamlar önden yürürken parmağımı mandala sıkı sıkı bastırmaya devam ettim. Eğer elimden kayarsa...

 

Aman Allah'ım ben ne yaptım? Evet, beraberimde içerideki hainlerden de götürürdüm lakin heba olacak masumların sayısı leşlerden fazlaydı. Binada yirmi kişi olduğunu biliyordum. Ne kadarı hain olabilirdi ki?

 

Adamlarla beraber bahçeye çıktığımda Farhan, Peşrev'in altındaydı. Yüzü kan içinde kalmasına rağmen adamlarını kapının önünden çekmemişti. Soya ile Vera Maksut ve Leo'nun kolunun altındaydı. Onlarında benden farkı yoktu. Bizi ilk fark eden Farhan olmuştu. İki amir birbirine girdiği için adamlar müdahale etmek yerine seyirci olmayı tercih etmişti belli ki. Kalan birazı da elimde bombayla çıktığımı görünce sırra kadem basmıştı.

 

"Ova!" diye bağırdı Farhan ve Peşrev'i hızla üzerinden attı. Adama bir anda deli kuvveti gelmişti sanki. Zira Peşrev'i fırlatmasının başka bir anlamı olamazdı. Bana doğru hızla gelirken Peşrev ayağa kalktı ve donmuş bir ifade ile bana bakarken Farhan'ı boynundan yakalayıp kenara fırlattı.

 

Düştüğü yerden başını kaldırdı güçlükle. "Ova bana o bombanın pimini çektiğini söyleme!" Bu adamın derdi ne böyle? Tüm bunlara kendisi sebep olmamış gibi...

 

"Çekilin!" diye bağırdığımda önümdeki adamlar koşarak uzaklaştılar. Şimdi herkes dehşetle bana bakıyordu. Stresten ağzım kupkuru olmuştu. Yutkunmaya çalıştıkça yanıyordu. Elimdeki şeyi nereye atmam gerektiğini bilmiyordum.

 

"Ova o elindeki bomba kuzum. Parfüm şişesi değil!" Soya elimdekini görünce sinir bozukluğu ile gülmeye başladı. Bana doğru gelmek istedi ama Maksut'un kollarından kurtulamadı. Hepsiyle tek tek bakıştım ama bir tek onun gözlerine bakamadım. Cesaretim yoktu, onun gözlerindeki öfkeyle yüzleşmeye hazır değildim.

 

"Buradan gitmemiz gerekiyor başka çarem yoktu," dedim. Sesim titriyordu. Parmağım baskı uygulamaktan uyuşmaya başlamıştı. Bana öfkeyle baktığını hissediyordum. Uzağa fırlatabileceğimden emin değildim parmaklarımın gücü kesilmişti.

 

"Ova sakın parmağını çekme!" diye bağırdı Leo. "Yürümeyi bırak be kızım, kal olduğun yerde!"

 

Yürümeyi bıraktım ve bulanıklaşan gözlerimle elimdeki pimi çekilmiş bombaya bakmaya başladım. Aramızda ne kadar mesafe vardı bilmiyorum ama elimi daha fazla havada tutamayacaktım. Önümde duran karartıyı fark ettiğimde yavaşça başımı kaldırdım ve öfkeden kıpkırmızı olmuş gözleriyle yüzleştim.

 

"Üzgünüm Peşrev şu aşağılık herif gitmemize izin vermeyecekti. İçeride günlerdir Goşa denen adamın köpekleri ile berabermişiz." Hızla iç çektim. "Seni öldürmekten bahsediyorlardı. Kafam karmakarışık Peşrev burada neler oluyor?"

 

Söylediklerim yüzünde en ufak bir mimik oynatmamıştı. Yüzüme aynı ifade ile bakmaya devam ediyordu. Kaşlarım bir anda çatıldı. Bir dakika! Peşrev'in tüm bu olanlardan zaten haberi vardı değil mi?

 

Derin bir nefes aldı. "Biliyorum," dedi bezmiş bir ses tonuyla. "Anlatacağım fakat önce elinde tuttuğun bombayı bana ver ki bir an önce defolup gidebilelim buradan. Sonra bu işin içinde kim varsa..."

 

"Daha fazla tutamayacağım zaten çünkü parmağımı hissetmiyorum!"

 

"Beni dinle gönül kuşu!" dedi buram buram güven kokan sesi. "Sakin ol ve elini bana doğru uzat." Bombayı ona mı verecektim? Başımı iki yana salladım. "Hayır bu şey elimizde patlayabilir!" Üstelik atabileceği güvenli alan epey uzağımızdaydı.

 

Maksut'un hemen ardımda durduğunu fark edince az da olsa rahatlamıştım. Bakışlarımız buluştu. "Sakin ol kardeşim. Buradayız. Kimseye bir şey olmayacak. Bize bir şey olmayacak. Hadi şu koca öküzün dediğini yap." Burnumu çekerken güldüm. Hem ağlıyor hem gülüyordum. Bu adam iyi ki vardı. Herkesin bir tane Maksut'u olmalıydı. "Yap ki buradan gidip bu işte parmağı olan herkesin ciğerini sökebilelim."

 

Bahçedeki sessizlik korkutucuydu. Adamlar silahlarını indirip çıkışa doğru geri geri çekilmeye başlamışlardı. Bizden başka kimse kalmamıştı. İçimden bir ses bir an önce buradan uzaklaşmamız gerektiğini söylüyordu. "Gönül kuşu," dedi oldukça sakin bir ses tonuyla. "Şu bombayı hemen bana ver!" Arkasına döndü. "Leo! Kızları buradan uzaklaştır."

 

Kızlar istemese de mecburen dışarı çıkmışlardı. "Maksut!" diye bağırdı Soya çıkmadan hemen önce. "Lütfen dikkat edin. Ova..."

 

Bana elini uzatmaktan başka bir şey yapamamıştı. Onlar buradan hızla uzaklaşırken Peşrev'in bakışları yeniden gözlerimi buldu. "Maksut, Ova'dan bombayı alır almaz onu kızların yanına götür. Goşa'ya bir mesaj bıraktıktan sonra sizi bulurum."

 

Onsuz hiçbir yere gitmeyeceğim! "Hayır," dedim boğazıma düğümlenen sızıyı umursamadan. "Seni bir kez daha ardımda bırakmayacağım."

Bunu yapmayacağıma dair kendime bir söz vermiştim. Ne olursa olsun sözümden kimse döndüremezdi. "Seni beklerken korkudan ölmektense yanında kalıp buradan kurtulma ihtimalimizi beklerim daha iyi!" Yani ölümü...

 

Bir adım daha yaklaştı ve yüzümü ellerinin arasına aldı. "Bir şey olmayacak sana söz veriyorum. Hadi güzelim bombayı hemen bana ver. Sana bir söz verdim unuttun mu? Gözlerime baksana sen. Hiç bu gözler ölüp seni başkasına bırakır mı?"

 

Şöyle bir anda bile yüreğimi kuş gibi çırpındırması ölümden daha beterdi. "Söz ver," dedim sözlerimin hıçkırıklarıma karışmasını umursamadan. "Bir kez daha söz ver!"

 

Eli yanağımı usul usul okşarken Maksut yavaşça geri çekildi. Peşrev'in elleri ellerimin hemen üzerinde durdu. Gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmiyordu. "Parmağını çek, bombayı avucuma bırak ve koşa bildiğin kadar koş."

 

Üzerime doğru eğildi. Elindeki silahı üzerimdeki kazağın eteğini kaldırarak yavaşça belime yerleştirdi. Yüzümü ellerinin arasına aldı. "Gözlerine korku düşüren her şeyden haberim var gönül kuşu." Kulağıma doğru eğildi. "Arkamızda kalan ormanlık alanda pusuda bekleyen adamlar var. Harekete geçtiğimizde saldıracaklar. Bu yüzden bu silahı şimdi kullanıp beni delirtme olur mu?"

 

Avucunu ellerimin altına koyduğunda titreyen parmağımı yavaşça çekip bombayı eline bıraktım. Ne kadar vaktimiz vardı bilmiyorum lakin fazla olduğunu sanmıyordum. Son kez gözlerine bakarken eğildi ve alnımdan öptü. Maksut'un kolumdan çekip beni ondan uzaklaştırmasına engel olamadım.

 

Patlama sesi duymayı beklerken kulağımızı silah sesleri doldurmaya başlamıştı. Bütün gücümle koşup Maksut'un benim yüzümden zarar görmesini engellemeye çalıştım. Kapıdan çıkarken son anda arkama bakabildim. Peşrev, gizlendiği yerden çıkıp bombayı silah seslerinin geldiği yöne fırlattı.

 

Bize doğru koştuğunu görünce derin bir nefes aldım. Bunlar Goşa'nın adamları olmalıydı. Sayıları fazlaydı çünkü bombaya rağmen silah sesleri bir türlü kesilmemişti. Son sürat yokuş aşağı koşmaya devam ettik. Maksut, bir an olsun elimi bırakmıyordu. Kızlar neredeydi, Peşrev bizi takip ediyor muydu hiçbir şey göremiyordum. Tek görebildiğim yere düşen adamların cansız bedenleriydi.

 

Yeterince uzaklaşınca büyük bir tepenin ardına gizlendik. Sırtımı yere bıraktım ve nefesimi kontrol altına almaya çalıştım. "Leo ve kızlar köye ulaştı mı sence?" Onlar gideli epey olmuştu.

 

Başımı yavaşça dışarı çıkardım. Bizden tarafta siper almış adamlar vardı ama Leo'yu ve kızları göremiyordum. Başımın üzerinden geçen kurşundan son anda Maksut'un beni çekmesiyle kurtuldum. "Ova bir yerinde dur kızım ya!"

 

Ateş edip tekrar sırtını kayaya yaslıyordu. Ters ters baktım ona. "Peşrev bu silahı süs olsun diye vermedi herhalde!" Hava, günlerdir güneşli olmasına rağmen bugün aksine bozuktu. Yüzüme çiseleyen yağmurun damlaları düşmeye başlamıştı.

 

Belimdeki silahı çıkartıp emniyetini kontrol edip başımı kayadan yavaşça çıkardım. Hedefi göremesemde seslerin geliş yönüne doğru birkaç el ateş ettim. Hiçbir şey yapmadan duramazdım çünkü desteğe ihtiyaçları vardı. Hızla kayaya çarpan kurşun yüzünden yeniden gizlenmek zorunda kaldığım için Maksut yüzüme öldürecek gibi bakıyordu. Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Okum olsaydı daha iyi olurdu ama artık bununla idare edeceğim."

 

Ona doğru tuttuğum silahın ucuna vurdu. "Şunu gözümün önünden çekersen daha güvende hissedeceğim kendimi. Elindeki silah, oyuncak bebek değil kuş musun Ova mısın nesin kızım ya! Goşa'nın av köpeklerinin yanı daha güvenli geliyor."

 

Yüzümü tiksinti ile buruşturdum. "Seni tutan yok gidebilirsin koca öküz!"

 

Birkaç el ateş edip bana döndü yeniden. "Burada kalamayız Ova!" Haklıydı, kayaya isabet eden kurşun sayısı artmıştı. Kopan her parça gözümüze kaçıyor ve görüşümüzü daha da zorlaştırıyordu.

 

"Peşrev," diye bağırdı Maksut. Sırtını kayaya yasladı. Yakınımızda olduğunu anlayınca derin bir nefes aldım. Maksut, bedenimi kolunun altına çektiğinde elimdeki silahı belime yerleştirdim. Kurşunumun kaldığını sanmıyordum. "Kıçımız süzgeçe dönmeden önce bir önerin var mı kardeşim?"

 

"Kardeşim," dedi. Sesi yakınlardan geliyordu. Başımı kaldırıp bakamıyordum, bu şerefsiz herifler nefes bile aldırmıyordu. "Senin koca kıçının süzgeç olması kimin umurunda? Yalnız yanındaki fıstığın güzel kıçından sen sorumlusun. En ufak bir çizik sevmem biliyorsun!"

 

Gözlerim yuvalarından fırlayacaktı neredeyse. Ben burada canımızın derdindeydim beyefendi popomuzun...

 

"Hay hay!"

 

Sinirle karnını çimdikledim Maksut'un. "Ah!!"

 

"Beter ol inşallah."

 

Peşrev'in aşağımızda duran büyük kayanın ardından bana gülerek baktığını fark ettim. Popoma mı bakıyordu o? Belimdeki silahı çıkartıp yanına ateş edince geri çekildi. "Demek çiziksiz tercih ediyorsun vahşi?" Hayatında kaç tane popo görmüştü acaba?

 

Kafasını yeniden çıkardı. "Güzelim yalnış yere ateş ediyorsun!" Parmağıyla işaret ettiği ağaca baktım. Farhan, kolunu tutarak sırtını ağacın gövdesine yaslamıştı. "Vursana şu baş belasını! O olmasaydı çoktan kasabaya inmiştik."

 

"Boş konuşma sarı!" diye mırıldandı. Sonra yerini belli edeceğini düşündüğü için sustu ve orta parmağını kaldırıp Peşrev'e doğru salladı. Midem bulanıyordu. Şimdi kusacağım şuraya.

 

"Maksut bana doğru gelmeye çalışın kardeşim. Ben onları oyalarken siz de köye doğru devam edin. Orada buluşuruz. Köye kadar gelebileceklerini sanmıyorum," diye bağırdı Peşrev. Bizim koştuğumuz yönün aksine doğru ilerliyordu. "Ova yaralanmış. Siz uzaklaşana kadar bekleyeceğim."

 

Ne? Peşrev bunu söyleyene kadar sağ kolumundan gelen sızının farkında bile değildim. Bedenim, fazla adrenalin salgıladığı için ağrıyı hissettirmemişti. Peşrev, ayağa kalktı ve ateş ederek Farhan'ın olduğu ağaçlık alanın üst tarafına doğru koşmaya başladı. Koşarken birkaç tanesini indirmişti.

 

İşe yaramıştı, silah sesleri Peşrev ile birlikte uzaklaşmaya başlamıştı. Bizim ekipten sağ kalan kimse yoktu bu yüzden yalnızdı. Maksut, elimden tutunca ayağa kalktım. Kolumun acısını artık daha net hissediyordum.

 

Doğrulmadan koşmaya başladık. Farhan'ın gizlendiği ağaca ulaştığımızda Maksut, tişörtünden büyük bir parça kopardı ve yaralı kolunun üzerine bağladı. Aynısını benim içinde yapınca Peşrev'i beklemeye başladık.

 

Yaklaşık 15-20 dakika kadar bekledik. Yağmur artık etkisini iyice göstermişti. Ağaçların arasından yüzümüze vuran esinti yüzünden titremeye başlamıştım. Kolumdaki yaranın da etkisi olabilirdi. Halsizlik bedenime yayılırken Maksut'un elini alnımda hissettim. "Ateşin yok Ova. Bu da iyi. Peşrev gelene kadar dayan." Gözleri çantama kaydı. "Çantan da neler var?"

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. Kolumdaki acıdan başka bir şey düşünemiyordum. Sırtımdaki çantayı çıkarmasına izin verdikten sonra kendi montunu dikkatle bana giydirdi. "Bakalım neler varmış..."

 

Gözlerimin önüne uzattığı şeyi fark edince kıkırdadım. "Ulan! Ulan kızların çantasında parfüm, ruj, ped falan olmuyor muydu? Ova bu ne? Çantanda da gerekirse diye el bombası mı taşıyorsun? Umarım Soya'nın çantası da senin çantan gibi değildir."

 

Güldüm. Güldüğüm için kolum çok acıdı. "İki tane almıştım aslında ben. Şey size söylemeyi unutmuşum." Mahcup bir ifade ile kaşlarımı kaldırdım.

 

Başını sinirle iki yana salladı. "Vaktinde söyleseydin şimdi köye inmiştik be kızım!" Haklıydı ama ne yapabilirdim ki? Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki. Maksut ayağa kalktı ve Farhan'ın bacağını ayağıyla itekledi. "Ben Peşrev'e bakmaya gidiyorum. Ova'nın yanından ayrılayım deme! Aksi halde gelir diğer bacağından ve kolundan da ben vururum."

 

Farhan, yüzündeki şeytani gülümsemesi ile yavaşça bana doğru döndü ve sürünerek kendini yanıma biraz daha yaklaştırdı. "Böyle bir güzelliği yalnız bırakacağımı hiç sanmıyorum."

 

Gözlerimi devirdim. Bu adama katlanamıyordum artık. Burada bıraksak ne olur ki? Maksut, öfke ile soludu ve yukarı doğru yürümeye başladı. Farhan'ın bana olan yakınlığından rahatsız olup kendimi geri çekmeye çalıştım lakin başarısız oldum. Kolum taş kesilmişti sanki. Kıpırdatamıyordum.

 

"Kıbrıs'da!" dedim bizi kimsenin duymadığına emin olurken. "Bana broşürü verdiğinde asıl amacın neydi?" Günlerdir sormak istediklerimi sormak için iyi bir fırsattı.

 

Karşıya baktı. Morarmaya başlayan parmaklarıyla oynuyordu. "Sanırım bundan Peşrev'in haberi yok. Öyle değil mi?"

 

Kaşlarımı çattım. "Elbette yok! Sadece kafamda bir sürü soru işaretleri var ve hepsine bir cevap bulmaya çalışıyorum. Neden beni seçtiğini anlamaya çalışıyorum yalnızca. Farhan Goşa denen adamla bir ilgin var mı? İçerideki adamlar Peşrev'in doğum gününde ölmesi ile ilgili bir şeyler konuşuyorlardı. Goşa'nın derdi doğrudan ya da dolaylı olarak Peşrev'le bunu anlayabiliyorum. Anlayamadığım ben bu hikayenin neresindeyim, sen neresindesin? Bana Peşrev'in dolabında olan bir şeyden bahsettin. Tam olarak nasıl bir şey?"

 

Dikkatle çehremi incelemeye başladı. Gözlerimi gözlerinden çekmiyordum. Yalan söyleyip söylemediğini anlamam gerekiyordu. "İlk sorundan başlayayım o halde. Broşürü sana vermem için emir aldım. Goşa'ya gelecek olursak..."

 

Eliyle kolunu ve bacağını işaret etti. "Bir ilgim var gibi mi görünüyor oradan bakınca? Üçüncüsünün yanıtı ise sanırım Peşrev'de. İki aydır ortalarda olmayan o. Belli ki canını sıkacak ve onu senden iki ay boyunca uzak tutacak bir şeyler öğrenmiş. Dördüncüsüne gelecek olursak bak işte onu kendin görmelisin. Sadece şunu bilsen yeter. Peşrev buraya geleceğini zaten biliyordu."

 

Bunu hatırlamak pek iyi hissettirmiyordu. Yüzüm düşmüştü bu yüzden. "Bunu zaten biliyorum. Kendince engellemeye çalıştı lakin beceremedi. Açıkça uyarabilirdi ama yapmadı."

 

"Yapamazdı, çünkü o bir Lider Ova. Ne olursa olsun görev her şeyden önce geliyor. Söz konusu Peşrev, o asla başkana ve teşkilata ihanet etmez. Demek istediğim bu değil demek istediğim Peşrev seni yarışmaya katılmadan aylar öncesinde tanıyordu."

 

"Ne demek istiyorsun biraz daha açık olur musun?" Kalbimde başlayan ufak bir karıncalanma, can sıkıcı bir sızıya dönüşüyordu ağır ağır. "Peşrev beni özellikle mi seçti yarışma için? Bunu mu söylemek istiyorsun?" Böyle bir şey mümkün değildi, ona inanmıyordum. "O öyle biri değil."

 

Omuz silkti. "Bunu göreceğiz güzel kız!"

 

Öfkeyle kabaran burun deliklerimden hızlı hızlı alıp verdiğim soluk sanki oksijen değil bir zehirdi. Bu adam koca bir yalancıdan başkası değildi. Oturduğu yerden kayarak biraz daha bana doğru yaklaştı. Yüzüme daha hızlı düşen yağmur bedenimi kuru bir yaprak gibi sarsıyordu. Elini yüzüme doğru uzattı ve baş parmağını yanağımda dolaştırmaya başladı.

 

Aklım Peşrev'deydi. Onun iyi olup olmadığını görmeye ihtiyacım vardı. Bu adamın ne söylediği umurumda değildi. Tuzağına düşmeyecektim. Yüzümü hızla geri çektim. "Derdin ne senin? Bir daha bana dokunma demiştim nesini anlamadın bunun?"

 

Ne olduğunu anlayamadan bileğimi yakalayan el tarafından hızla ayağa kaldırıldım. Gördüğüm yüz kolumdaki bütün acıyı unutturmuştu. Kendimi bir anda sığınmaktan hiçbir zaman bıkmayacağım kollarda bulunca midemi kelebekler istila etmeye başladı. Kedi gibi göğsüne sığınırken homurdandığını işittim.

 

Üşümüş ellerimi alnıma bastırdıktan sonra Farhan'a dönen bakışlarının bir anda renk değiştirmesini keyifle izledim. "Ona dokunmanın hesabını köye ulaştığımızda vereceksin!"

 

Maksut, Farhan'a kaşlarını kaldırarak baktı. "Fazlasıyla hakettin oğlum! Bu kez elinden almayı düşünmüyorum."

 

Ona kırgındım, ona kızgındım, ona... Durdum. Düşüncelerimi durdurdum. Eğer o adamın söyledikleri doğruysa Peşrev'i yine de affedebilir miydim? Ona kızıyor olmam gerekirken başımı ıslak penyesine yasladım ve beni uysallaştıran tek sesi dinlemeye başladım.

 

Çok hızlı atıyordu. Nefesi sık ve hırıltılıydı. Sigara içmemesi gerektiğini düşündüm. Neden nefes almasını sağlayan tek organını öldürüyordu ki? Bu düşünce canımı acıtmıştı. Yokuş yolu indiğimizde durdu ve arkasına baktı. Farhan, Maksut'un kollarındaydı. Yol boyu ona eziyet etmiş ve iki ayın intikamını almıştı adeta.

 

"Bizi izliyorlar! Kaç kişi olduklarını bilmiyorum lakin ilerideki ağaçların ardından yokuşu inene kadar bizi takip ettiler."

 

"Kampa dönmek için Damian bizi aldırmaya ekip gönderecektir, endişe etmen yersiz kardeşim."

 

Alayla inip kalkan göğsünü hissettim. "İşte bundan emin değilim."

 

Ne demekti şimdi bu? "Ne demek istiyorsun?" diye sordum başımı kaldırmadan. "Siz onun sorumluluğundasınız, biz de öyle. Peşrev ben anlamıyorum tüm bunları neden yaşıyoruz?"

 

Yeniden yürümeye başladığında adımları bu kez daha hırslıydı. "Üzgünüm," dedi kısık bir sesle. "Artık bunları yaşamak zorunda değilsiniz."

 

"Yani artık..." Sözümü hiddetle kesti.

 

"Sana bir söz verdim Ova. Artık burada kalamazsınız. Eğitime bu sorun çözülene kadar ara verilecek. Döndüğümde ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorum. Sizi oraya götüremem. En başından gelmeniz hataydı." Yutkunduğunda gırtlağından çıkan ses irkilmeme sebep oldu. "Git gönül kuşu. Başlatacağım savaşın içinde olmanı istemiyorum, artık git!" Peki ama gidemezsem?

 

Bunu söylerken bedenimi tutan kolları varlığını daha fazla hissettirmişti. Sanki, 'gidebilirsin ama gitme,' der gibi... Beni öylece bırakmayacağını ikimiz de biliyorduk. Sustum. Sormak istediğim, söylemek istediğim tonla şey varken sustum ve nefes alışverişlerindeki korkuyu hissetmeye çalıştım. Biliyordum ki ne yaparsam yapayım aklındaki şeyi yapmaktan vazgeçiremeyecektim.

 

"Ne kadar sürecek bu ara?"

 

"Sadece bana güven," dedi. Başka çarem yoktu. "Benden başka kimse zarar görmeyecek. Teşkilat sizin güvenliğinizi sağlamamı emretti. Bir süre ayrı kalacağız gönül kuşu."

 

Maksut, araya girip tek kelime etmemişti. Sanki her şeyden haberdardı. Çoktan kabullenmişti oraya dönmememiz gerektiğini. Benden başka kimse zarar görmeyecek...

 

Bir cümle ne kadar acı verebilirdi?

 

Birkaç dakika daha yürüdükten sonra durdu. Ayaklarımı yavaşça yere bastırdığında omuzlarımda duran montu dikkatle giydirdi. Ona bakmadım. Göz göze gelmekten korkuyordum. İçimde patlamaya hazır bir volkan varken başka bir bombanın fitilini ateşlemek istemiyordum.

 

Beyaz boyalı tek katlı bir evin önünde bekliyorduk. Köye girmiştik lakin kasabaya daha çok yolumuz vardı. Tepedeyken sanki birkaç adım uzağımızda gibi görünüyordu oysaki.

"Leo nerede kaldı?" diye sordu Maksut. Farhan'ı evin önündeki basamaklara bırakmıştı. Yürüdü ve bahçe kapısından çıktı. "Muhtarı tanıyormuş. Ulan ben bile bilmiyorum burayı, siz ne zaman geldiniz?" Kendi kendine homurdanırken bize doğru yürümeye başladı tekrar. "Leo ve bir adam bu tarafa doğru geliyor."

 

"Geceyi köyde geçirmek tehlikeli olabilir. Gittiklerinden emin değilim. Gittilerse bile yeniden dönmeyeceklerini bilemeyiz. Üstelik Ova'nın kolu böyleyken burada kalmak zaman kaybı olacaktır."

 

"İyiyim ben," dedim kolumu tutarken. "Benim için endişe etme."

 

"Ben değilim," diye isyan etti Farhan. Oturduğu yerden güçlükle kalktı ve bize doğru yaklaştı. "Eğer hastaneye yetişemezsem kangren olma ihtimali yüksek." Kazağının kolunu sıvadı ve morarmaya başlayan yarasını gösterdi. "Köyde hekim var, ilk müdahalesini yapsın. Sabah yola çıkarız. Ağrı kesici almadan yola devam edebileceğimi sanmıyorum."

 

Haklıydı. Benim kanamam durmuş gibiydi lakin onun sargısından sızan kanlar yaranın ne kadar ciddi olduğunu gösteriyordu. Elime uzandı ve avucunun içine aldı. Yüzüme bak demek istiyordu. Yüzümü yavaşça kaldırdığımda karşılaştığım bakışları iyi olduğuma emin olmak ister gibiydi.

 

"O haklı Peşrev. En doğrusu geceyi burada geçirmek." Parmaklarını saçlarından geçirdiğinde Farhan'ı dikkatle inceledi ve bana doğru hamle yaptığında kendimi yeniden kucağında buldum. Refleksle dudaklarımdan dökülen küçük bir ah, uzun zaman sonra gülmesine sebep olmuştu.

 

Yola doğru yürürken kulağıma yaklaştırdı dudaklarını. "Hoşuna gittiğinin farkındayım ama bu kollarda taşınmak için yaralanmana gerek yok." Dişlerini kulağımda hissedince aniden sıçradım. "Bu kollar seni bir ömür taşımak için yaratılmış!"

 

***

 

Keyifli okumalar❤️

 

Bölüm nasıldı bu arada? Düşüncelerinizi merak ediyorum.

 

Okumadan önce bilgi edinmek için aysegulcee1 bakabilirsiniz❤️

Loading...
0%