Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

 

 

Yüze düşmüş zülüf, nasıl geleyim dönüp? Gece resmimi öpüp vazgeçmişsin benden...

 

***

 

Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. 'O benim!' diye. Ayak parmak uçlarımda yükselip etrafımda dönerek şarkı söylemek istiyordum. 'Bana acımadı ama sever o beni...'

 

Bir yanımsa çığlık çığlığa feryat etmek istiyor. "O benden vazgeçmiş," diye.

 

O mektubu bulmam gerekiyordu. Bana söylemediği başka şeyler vardı.

 

***

 

"Ne demek zaten benden vazgeçecek, aklını mı kaçırdın sen?"

 

Peşrev, ıslanan kirpiklerini arkadaşından gizlemek için arkasını döndü. Bir başına bırakıldığı günden beri berbat günler geçirmiş yine de kimsenin yanında ağlamamıştı. Özlemini duyduğu aileyi kurabileceğinin hayalini kurduğu kadını kaybettiğini düşünüyordu. Onu gördüğü ilk an, "Aile," diye sormuştu kendine. "Bu kadın bana aile olabilir mi?"

 

"Başka çarem var mı Maksut? Düşündüğüm, planladığım hiçbir şey istediğim gibi olmadı. Öyle kolay olmuyormuş kardeşim."

 

"Ne düşünüyordun ki Peşrev? Farhan'ı Ova'ya gönderirken onu buraya getirtirken ne düşünüyordun? Onu ailesinden ayırırken hayalleriyle oynarken ne düşünüyordun? İyi yaptın, iyi ki yaptın adam demesini mi?"

 

Zorlu birkaç adım atıp Kartalkaya'nın en yüksek yerinden aşağıya baktı. Parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigarasını yavaşça dudaklarına yaklaştırdı. Güldü. "Sigara içmemden nefret ettiğini biliyorum. Bana zarar vereceğinden öylesine korkuyordu ki. Söylesene Maksut, bana bu kadar değer veren bir kadını nasıl hayatımda tutacağım?"

 

Parmaklarını gevşetti ve sigarayı boşluğa bıraktı. "Ben Ova'yı hiçbir zaman kazanmadım ki kaybedeyim. Hiçbir zaman sahip olamadım ki vazgeçeyim. En acısı da kafasında binlerce soru işareti ile buradan göndermiş olmak. Beni affetmeyecek Maksut!"

 

Maksut'un hemen yanında durduğunu hissedebiliyordu. Güneş artık tamamen ortaya çıkmıştı. "Ve sen bunları zaten göze aldın kardeşim. Ova'ya yarışmayı kaybettirirken bile onu buraya çektin. Çünkü Ova'nın akademi için her şeyi yapacağını biliyordun ama kararı keşke ona bıraksaydın. Belki de düşündüğün kadar sert tepkiler vermeyecekti."

 

Bunları biliyordu lakin birinin ağzından duymak düşündüğünden daha fazla canını yakmıştı. Yaptığı gerçekten bu muydu? "Ben bunları nasıl yapabildim Maksut?"

 

Arkadaşının ellerinin titrediğini gördü Maksut. Onu böyle ilk görüşü değildi. Daha zor zamanlarına şahit olmuştu. "Yaşayabilmek için kardeşim, yeniden insan gibi hissedebilmek için..."

 

Maksut, Peşrev'i ölümün pençesinden binlerce kez çeken tek adamdı. "Ölmeme izin verseydin bunların hiçbiri yaşanmayacaktı biliyorsun değil mi? Soya'ya zarar gelirse yine bana böyle bakabilecek misin?"

 

Bu kendine itiraf edemediği bir gerçekti Maksut'un. Kaşları gayriihtiyari çatıldı. "O zaman ölmene izin vereceğim kardeşim..."

 

***

 

Yıkıktım, kırıktım, küskündüm ama ondan uzak değildim. O benden vazgeçmişti lakin benden ondan gitmeyecektim. İnsanın kalbi nerede atıyorsa oraya aittir çünkü. Benim kalbim hayatım boyunca böyle çarpmamıştı.

 

Kalp insana itiraz hakkı tanımaz. Yargısı, savunması, mahkemesi yoktur onun. Benim kalbim onun gözlerini gördüğünde ritminden çıkmıştı. Çıkmış ve bir türlü eski halini almamıştı.

 

Gözlerimi açtığımda yine arabada olduğumu fark ettim. Beni kaçırır gibi kendinden uzaklaştırması canımı çok yakmıştı. İçinde bulunduğum arabada bir adam daha vardı. Saatlerdir karşımdaki koltukta oturuyor ve bana tek bir cevap vermiyordu. Adının Fırat olduğunu öğrenebilmiştim yalnızca. "Nereye götürüyorsunuz beni manyak herifler?"

 

Başını iki yana salladı. Ağzının içinden homurdandığı için ne dediğini anlamamıştım. Saatlerdir hakaretlerime maruz kaldığı için bir hayli öfkeliydi. Arabanın içi karanlıktı, yüzünü tam olarak göremiyordum.

Açtığı pencereden sigara dumanını serbest bıraktı. "Söndür şu lanet şeyi hemen!" diye bağırdım. "Oksijenimi kirletmeye ne hakkın var?" Adam, başını pencereye çevirdi ve homurdandı. Peşrev, unsurundan mütevellit bana tek kelime edemiyordu.

 

Bana cevaplar vermek yerine kaçıyordu. Evet, beni kaçırdığını zannediyordu lakin hayvan herif kendi kaçıyordu. Ona soracaklarımdan kaçıyordu. Yani olanları kabul mu ediyordu? Başımı ellerimin arasına aldım. Avazım çıktığı kadar bağırsam benden korkup geri götürür müydü? "Beni nereye götürüyorsunuz?" diye sordum bir kez daha. "Eğer cevap vermezsen kapıyı açıp kendimi dışarı atarım."

 

Gözleri irileşti. "Rahat dur," dedi korku dolu bir sesle. "Bağlamak istemiyorum seni uslu dur." Emredersin paşam...

 

"Sence ben oradan bakınca söz dinleyecek birine benziyor muyum?"

 

Homurdanarak başını iki yana salladı. "Evine be kadın! Nereye götürüceğim seni?"

 

Sertçe yutkundum. Bir şey söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki adamın telefonu çaldı. Telefondan dışarı taşan sesi tanımıştım. Bütün öfkem bir noktada toplanırken burnum sızladı. Ona kızgın olmam gerek, sadece kızgın...

 

"Amirim," dedi Fırat. "Gemi üç saate kalkacak. Adam bizi bekliyor. Bir saatlik yolumuz kaldı." Sustu ve nefes aldı. "Öyle mi? Ne yapalım peki?" Sustu ve başını olumlu anlamda yavaşça salladı. Yeşil gözlerindeki ifade de neyin nesiydi? "Merak etmeyin efendim. Emanetinize gözüm gibi bakıyorum."

 

Oturduğum yerden fırladım ve adamın kulağındaki telefonu kaptım. Adam, bir şey yapmak için hareket edemezken, "Peşrev!" diye bağırdım. "Allah'ın cezası ne halt ettiğini sanıyorsun sen? Bayıltıp kaçırmakta ne demek oluyor?"

 

Nefes alışverişlerini duyabiliyordum. Cevap vermiyordu o olduğuna emindim. "Cevap ver bana," dedim daha sakin bir sesle. "Hemen buraya gelmezsen bir daha yüzümü göremezsin. Peşrev şimdi aileme dönersem bir daha beni bulamayacaksın."

 

"Gönül kuşu," dedi yüreğimi titreten sesi. Onu bu kadar özlüyor oluşum normal değildi. Ondan nefret etmem gerekirken yüreğimde dans eden kelebeklerin ömrü neden uzuyordu? "Kıbrıs'a götürecekler. Seni babam karşılayacak. İstanbul'a ulaştığınızda yanına geleceğim."

 

Benim yüzümden babası ile iletişime geçmiş olması bütün kemiklerimin kırılmasına eşdeğer bir acı yaşatmıştı. "Bu-bunu yapmak zorunda değilsin," dedim burnumu çekerken. "Buraya gel ve beni buradan hemen al!" "Peşrev," dedim bir kez daha. Bana cevap vermemişti. "Hemen bugün yanıma gelmezsen bir daha gelme!" Aklıma gelen detay yüreğime oturdu bir anda. "Sen benden vazgeçmiştin değil mi? Ben de kimi ne ile tehdit ediyorsam..."

 

"Bekle," dedi sabır dilenir gibi. "Sadece birkaç saat uslu dur ve bekle olur mu? Kimseye güvenemiyorum. Zaten her şey çok zor bir de senin..." Sustu. Birkaç saniye sessizce bekledi. "Birkaç saat. Sadece birkaç saat sonra bunlardan kurtulacaksın. Biraz sabret olur mu?"

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gerçekten benden vazgeçiyordu. Ne diyebilirdim ki? "Peki..." Kulaklarımı dolduran sinyal sesi ölüm marşından daha acı vermişti. Gelmesindi! Ondan bir kez daha ayrılmak istemiyordum. "Götürün bir havaalanına, bindirin bir uçağa ne bekliyorsunuz?" diye bağırdım.

 

Elimdeki telefonu alıp şoföre hızlı olmasını söyledikten sonra ayaklarını uzatıp üzerine kabanını örttü. Başımı pencereye hızla yağan yağmura çevirdim. Cama öyle hızla çarpıyordu ki sesi acı bir melodiye dönüşüyordu.

Dönüp dolaşıp başa geldiğimi hissediyordum. Yine onun yüzünden bir arabada gözyaşları ile eve dönüyordum. Etrafım sarıldı diyordu. Peki bu arabadaki adamlara nasıl güvenebiliyordu?

 

Şoförün radyodan açtığı müzik arabanın içine yayılırken boğazım düğüm düğüm oldu, yutkunamadım. Başımı cama yaslayıp onunla yaşadığım anları düşledim. Hepsi tek tek gözlerimin önüne geliyordu istemsizce. Buna engel olamıyordum.

 

 

 

Senin için deli olabilirim

Bir kuru canım var verebilirim

Al götür mahşere gelebilirim

Seni daha nasıl sevebilirim?

 

Şarkının sözleri hislerime ferman oluyordu. Ona söyleyemediklerimi camdan dışarı bakarak kendi kendime mırıldanıyordum. "Seni daha nasıl sevebilirim?" Adamın beni duyup duymadığı umurumda değildi. Araba, saatler sonra İstanbul'a giriş yapmıştı. Fırat denen adam uyandı ve üzerindekini atıp beni bileklerimden yakaladı. Ellerimi hızla çektim. "Kendim inebilirim!"

 

Kaptan Lucas'ın hala bu kadar zengin olması bir hayli şaşırtmıştı. Bir saat sonra Marinadaydık. Dalgın bir halde denize bakarken adam koluma dokundu ve kıyıda bekleyen yatı işaret etti. Adımlarımı yata yönlendirdim. Kaçmayı birçok kez düşündüm lakin gitmem gerektiğini söyleyen sesi kulaklarımdan bir türlü silinmiyordu. Gitmemi istiyorsa gidecektim...

 

Binmem için elini uzattı. Yat çok sallandığı için adamın koluna sımsıkı sarıldım. Babamla binlerce kez denize açılmış olmama rağmen yüzme öğrenmemiştim. Denizin içinde olmak korkunç geliyordu, bu korkumu bir türlü yenememiştim.

 

"Hoş geldin Ova," dedi. Peşrev'in anlattıkları aklıma geliyordu. "Seni yeniden görmek çok güzel." Öyle güzel bakıyordu ki yine de ona gülümseyemedim. Peşrev'e yaptıkları affedilir cinsten değildi.

 

"Hoş buldum," dedim. "Aynı şeyi sizin için söyleyemeyeceğim." Başını anlayışla salladı. Günlerce oğlunun hayatını alt üst edecek o şeyi bana taşıtmıştı. Bu kabul edebileceğim bir şey değildi.

 

"Haklısın," dedi içeriye girmemi işaret ederken. "Ben de olsam beni gördüğüme sevinmezdim." Yaşadıklarının ağırlığı sırtında bir kambur gibi duruyordu sanki. Adam olduğundan daha yaşlı daha yıkık dökük görünüyordu.

 

İçeri girip oturdum. Mini bir mutfak vardı. Elindeki fincanı önüme koyduğu zigonun üzerine bıraktı. "Canından çok sevdiğini kendi ellerinle toprağa vermenin ne demek olduğunu bilir misin Ova?"

 

Başımı iki yana salladım. "Bilmiyorum, bilmekte istemiyorum." Allah korusun... Düşüncesi bile çok zordu.

 

Karşımdaki koltuğa oturdu ve sırtını yavaşça yasladı. "Pare," dedi. "Karım, Peşrev'e annelik yapan kadın. Çok sevdim, çok sevdik Ova. Bir kadın, bir insan ne kadar sevilebilirse o kadar sevdim. Güçlükle evlendik. Gözüm karaydı o zamanlar. Serseri, çapkın ve sorumsuz bir adamdım. Yaptığım bir hata bütün hayatıma sebep oldu. Firuze! Peşrev'i doğuran kadın... Onunla çok kısa bir sürede tanışıp birlikte olduk. Ona dokunurken hayatımın mahvolacağını bilemedim Ova. Ailesi kötüydü, abileri kötüydü. Korktum. Ona zarar vermelerinden korktum ve onu ardımda bırakmak istedim. Bekareti elinden alınmış genç bir kadının onların arasında güvende olacakmış gibi onu terk ettim. Hamile olduğunu öğrendik. Doğuma kadar onu sakladım. Babası, abileri peşimize düştü ama bizi bulamadılar. Pis işlerle uğraştıklarını biliyordum. Tekin değillerdi. Ona zarar verirlerdi. Sonra onu sevmediğimi fark ettim. Allah belamı versin benim onu yüz üstü bıraktım. Peşrev doğar doğmaz ondan aldım ve izimi kaybettirdim. Bir anneyi evladından ayırdım ve Tanrı beni cezalandırdı hem de öyle bir cezaki aldığım her nefes zehir oldu. Pare, Pare'ye gözümün önünde..." Sustu ve gözlerini sildi.

 

Duyduklarım yüreğimi cayır cayır yakıyordu. Peşrev bu hikayenin ne kadarını biliyordu? Nasıl göğüsleyebilmişti bu gerçekleri? Ağzımı açıp tek bir kelime edemedim. Ne söylenirdi ki?

 

"Kollarımda verdi son nefesini. Peşrev'e annesinin öldüğünü söyleyemedim. Nasıl söyleyebilirdim ki? Bütün yaptıklarımın suçlusu olarak onu gördüm. Bu en kolayıydı çünkü Ova! Ben aşağılık bir adamım. İntihar ettim. Hem de defalarca ama cezam bitmemiş ki hala hayattayım. Biliyorum ki ölünce bile Pare'me kavuşamayacağım."

 

"Peki öz annesinin nerede olduğunu biliyor musunuz?"

 

Ayağa kalktı ve stresle parmaklarını saçlarında dolaştırdı. "Peşrev'i ondan daha bebekken aldığımda babası ve ağabeyleri onu zindan daha beter bir yere kapattı. Kurtarmaya çalıştım lakin benim için de tehdit oluşturmaya başladıkları için Peşrev'i alıp Rusya'ya kaçtım. Pare ile orada tanıştım. Armatördüm. Maddi durumum çok iyiydi. Pare gemilerimden birinde görevliydi. Firuze'den haber alıyordum. Öyle işkencelere maruz kalmış ki. Hem de benim yüzümden. Bir adamla evlendirmişler ve o adamdan bir oğluyla bir kızının olduğunu öğrendim ama Pare ile yaşadığım aşk öyle kör etmişti ki Firuzenin yaşadıklarını bir süre duymamazlıktan gelmeye başladım. Firuze, evlendiği adamı öldürmüş. İşkencelerine dayanamamış. Peşrev, bunları bilmiyor Ova. Bilse kahrolur, annesinin katil olduğunu öğrenirse beni de öldürür."

 

Aklımda kalan tek şey Peşrev'in bir erkek ve bir kız kardeşi olduğuydu. Tüm bunlara inanamıyordum. Akıl alır gibi değildi.

 

"Firuze'nin ağabeyi intikam için Pare'yi benden aldı. Oğlumu benden aldı. Yıllar sonra yeniden ortaya çıktıklarını öğrendiğimde bu mektubu yazdım. Geç kaldım biliyorum lakin elimden başka bir şey gelmiyor. Peşrev'i dikkatli olması için uyardım."

 

Aman Allah'ım ve ben mektubu aylarca ona vermedim. "Pare'yi öldüren ve şimdi yeğeninin peşinde olan öz dayısı mı? Bu nasıl bir vicdansızlık, bir dayı bunu öz yeğenine nasıl yapabilir aklım almıyor?"

 

Kaşlarını çattı. "Firuze'nin ailesi büyük bir aşiretti Ova. Aynı zamanda uyuşturucu baronu. Ben bunu çok sonra öğrendim. Kızlarını hamile bırakıp ortada koymam onların kabul edebilecekleri bir şey değildi. Ben onları herkese rezil etmiştim. Onu öldürmediler, beni öldürmediler lakin öldürmekten bin beter ettiler."

 

"Peşrev bunların ne kadarını biliyor? Dayısının öldürmek için peşinde olduğunu biliyor mu?"

 

Başını iki yana salladı. "Peşrev'in peşindeki kişi dayısı değil Ova. Peşindeki kişi Goşa! Dayısının destek olduğu Goşa ve Goşa'nın kim olduğu hakkında bir tahminim yok." Ayağa kalktı ve içeri açıldığını düşündüğüm kapıyı açtı. "İçeride uyuyabilirsin Ova. Peşrev geldiğinde benimle karşılaşmasın. Ben kaptan köşküne geçiyorum. Bir ihtiyacın olduğunda dışarıda bekleyen adamlara söyleyebilirsin."

 

Gözlerimi hafifçe araladığımda kapının çalındığını fark ettim. Kaptan Lucas, başını kapıdan yavaşça uzattı. "Ova. İki saat sonra uçağın kalkıyor. Çocuklar seni havaalanına götürecek."

 

Ayağa kalktım ve Kaptan'ın önünde durdum. Bana özlem ve hayranlıkla bakışına hala alışamamıştım. "Peşrev," dedim titreyen sesimle. "Gelmedi değil mi?"

 

Başını olumsuz anlamda salladı. "Ona ulaşamıyormuş seni bana getiren çocuk. Telefonu kapalıymış."

 

"Anladım," dedim ve dışarı çıktım. Bu kadar saat uyumuş olmama küfür ettim. 1 Ekim'de ondan uzakta olmak istemiyordum. Eğer gelseydi bir şekilde onu ikna etmeye çalışacaktım. Şimdi elimi kolumu bağlamıştı.

 

Adamların arkasında bekleyen siyah BMW ye doğru ilerledim. Adamlardan biri arka kapıyı açtı ve binmem için kenara çekildi. "Acele edin hanımefendi. Uçağı kaçıracaksınız."

 

Ve koca adam bana bir kez daha yalan söylemiş yanıma gelmemişti.

 

***

 

Bir hafta! Kıbrıs'a, aileme döndüğümden bu yana bir hafta geçmişti. Bu süre içinde kendimi odama kapatmış aileme ise kampa ara verildiğini bir süreliğine döndüğümü söylemiştim. Onlara yalan söylemekten başka bir çare bırakmamıştı Peşrev bana.

 

Hiçbirine ulaşamıyordum. Neredeler, nasıllar bilmiyordum. Onca yaşanan şeyden sonra Kıbrıs'ta hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edemiyordum. Kapı çalınınca hızla doğruldum. Annem kapıdan başını uzatıp elindeki çamaşır sepetini yere koydu. "Ova çamaşırları senin balkonuna as. Ön balkon toz içinde yavrum."

 

Başımı olumlu anlamda sallarken ayağa kalktım ve çamaşır sepeti ile birlikte balkona çıktım. Dışarısı öyle sıcaktı ki yere temas eden ayağım yanmıştı. Çamaşırları asmaya başlarken balkona düşen küçük taş ayaklarımın üzerine doğru yuvarlandı.

 

Elimdeki taşa bakarken balkondan sarktım. Kimse görünmüyordu. Çocukların işi olduğunu düşünüp yaptığım işe geri döndüm. Bu kez enseme çarpan taş küfür etmeme sebep olmuştu. Elimdeki taşla balkondan aşağıya bağırdım. "Bana bakın veletler! İndirmeyin beni aşağıya."

 

Karşıdaki bahçenin ağaçlarının arasından işittiğim gülme seslerine bakarken gözlerim büyüdü. Kalbim son sürat çarpmaya başlarken gözlerimi kısıp görmeye çalıştım. Aman Allah'ım onlar olabilir miydi? Başımı iki yana salladım. Bir hafta boyunca aramayan adam kalkıp Kıbrıs'a mı gelecekti?

 

Ağaçların arasından çıkan kişileri görünce burnumun direği sızladı. Buradaydı. Gelmişti. Etrafımda dönerek kahkahalar atmak istiyordum lakin yaptıklarını düşününce yüz ifademi korudum.

 

Ellerini kotunun cebine yerleştirmişti. Sırtını ağaca yasladı ve bir an olsun bakışlarını üzerimden çekmeden baktı. Balkondan atlayıp kollarına koşmamak için kendimle çetin bir mücadeleye girmiştim. Aman Allah'ım bir haftada bu kadar özlemiş olmam hiç normal değil.

 

Maksut ve Leo'ya baktım. Maksut, ensesini kaşıyıp dudağını sarkıttı. Ona çok kırgındım. Ağzıma kapadığı mendili unutamıyordum. Kaşlarımı çatınca küçük bir çocuk gibi eliyle kalp işareti yaptı. Koca öküz! Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Peşrev ayağa kalktı ve bahçe çitlerine doğru yaklaştı. Yüzünü daha iyi görebildiğim her saniye dudaklarım titredi. Balkonun altına geldiğinde, "Çok özledim," dedi. "Acilen öpmen gerek çok kötü durumdayım!"

 

Öyle güzel bakıyordu ki neredeyse beni kandırmayı başaracaktı. Boğazımı temizledim. "Onu beni göndermeden önce düşünseydin. Sessiz ol! Babam aşağıda olabilir. Gidin buradan aşağıya inmeyeceğim."

 

"Seni," dedi kaşlarını çatarken. "Yanımdan ayıran beynimi sökeyim!" Güldüm bu kez. Güldüğümü görünce dudakları yana kıvrıldı. "Gelmezsen ben oraya gelirim."

 

Yapardı. Altınca kata tırmandığını düşünürsek ikinci kata çıkması zor değildi. "Sakın," dedim annemin çiçekleri için bıraktığı kovaya gülümserken. "Eceline mi susadın sen?"

 

"Susadım," dedi. "Ama ecelime değil kokuna."

 

Allah'ım bu adam beni öldürecek! "Sus," dedim fısıldayarak. Leo ve Maksut bizi izlerken keyifle gülümsüyorlardı. "Babamı tanımıyorsun sen. Sizi burada görürse av tüfeği ile deler."

 

Gözleri büyüdü sözlerime karşın. "Ciddi misin ya?" Bir ayağını bahçe çitine attı. "Buraya kadar gelip seni almadan gitmeyeceğim gönül kuşum."

 

Yerdeki kovayı alıp üzerine dökünce kaskatı kesildi. Maksut ve Leo hunharca kahkaha atarken Peşrev küçük bir çocuk gibi başını kaldırdı. "Ulan," dedi çitten inerken. "Onlarca kadının arasından payıma terminatör düştü iyi mi?"

 

Ne? 

 

Babamın sesi yankılanınca Maksut ve Leo tabanı yanık tazı gibi koşmaya başladı. Peşrev en yakın ağaca tırmanırken güldüm. "Ova," diye bağırdı babam elindeki baltayla. Gözlerim büyürken balkondan aşağıya indim. "Kimdi o bağıranlar?"

 

Elindeki baltaya bakarken korkuyla konuştum. "Babacığım," dedim muzipçe. "Üç tane sarhoş adam bahçeye girmişti bana edepsiz şeyler söylediler." Öfkeden kıpkırmızı olurken, "Hala burada olabilirler. İki tanesi şu tarafa koştu," dedim abartılı bir sesle.

 

Ağaçların arasından fırlayan Leo Ve Maksut küfür ederek arkalarına bile bakmadan koşmaya başlayınca babam peşlerinden koştu. Kahkaha atarken başımı kaldırdım ve Peşrev'in çıktığı ağacın dalından bana doğru sarktığını gördüm. Yüzüme doğru eğilirken gözlerim büyüdü. "Baba!" diye bağırdım. "Bir tanesi hala burada."

 

"Ulan," dedi aşağıya düşerken. "Dişi terminatör!"

 

Koşarak bahçeden uzaklaşırken çitlerin ardında durdu ve bağırdı. "Güzelim," dedi. "Güzel terminatörüm. Geleceğim bekle beni!"

 

Görüş alanımdan çıkarken gözlerim doldu ve bir damla hızla yanağımdan kaydı. Çok özlemiştim. Bahçenin her yanına bıraktığı kokusunu içime çekerken hıçkırmaya başladım.

 

Babam gelmeden içeri girerken sakinleşmeye çalıştım. Gidecek miydim? Kalacak mıydım? Onun olmadığı bir yerde nefes alamıyordum. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı değil mi? Onun olmadığı bir şehir benim esaretim olacaktı.

 

***

 

Akşam yemeğinden sonra kendimi odama kapatıp dakikalarca göz yaşı dökmüştüm. Ya gittilerse diye sordum kendi kendime. Gitmeyip ne yapacaklardı ki?

 

Son kez dedim kendi kendime. Son bir kez sarılsaydım. İçimdeki öfke baskın geliyordu. Onu affedemiyordum. Yataktan kalktım ve balkona çıktım. Temiz havayı içime çektim. Boğuluyordum. Denize bakarken aşağıdan duyduğum çatırtı sesine dikkat kesildim. Sağa sola bakındım ama kimseyi göremedim. "Peşrev," diye fısıldadım. "Sen misin?"

 

Balkondan tırmanıp aşağıya indim. Biliyordum oydu. Hissedebiliyordum. Ağaçların arasında dolaştım. "Peşrev," dedim bu kez korkuyla. O değil miydi? "Sensin biliyorum. Oyun oynama benimle korkuyorum."

 

Peşimden gelen ayak sesi hızlanırken koşmaya başladım. "Lanet olsun!" Bu kez gerçekten sarhoşun biri girdiyse bahçeye? Düşüncelerimle gözlerim büyürken ayağım taş takıldı ve bileğimi saran parmaklar sayesinde düşmekten son anda kurtuldum.

 

Bağıracakken dudaklarıma kapanan elin kokusunu tanımıştım. Kalbim daha sakin atmaya başlarken kollarımı beline sardım. Daha sonra öfkemi kusabilirdim değil mi? Şimdi hasretimi dindirme zamanıydı. "Ova," dedi saçlarıma bastıran eli başımı göğsüne gizlemişti. "Çok özledim hatun çok!" Yüzümü kaldırıp arzuyla baktığım gözleri kısılırken yüzümü ellerinin arasına hapsetti. "Ulan," dedi. "Çok özlemişim!"

 

Dudaklarını saçlarıma sürterken gömleğinin kokusunu içime çektim. Sakalları saçlarımın üzerinden bile tenime batıyordu. Onları ne zamandır kesmiyordu? Başımı kokusu. Eli, saçlarımın üzerini usulca okşadı bir süre.

 

Yüzümü kaldırıp yüzüne bakınca yavaşça yutkundu ve dişlerinin arasından söylendi. "Hazır buraya gelmişken seni babandan isteyeceğim."

 

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Sakın," dedim. "Deneme bile."

 

Nefesi bir tüy gibi dudağıma çarpınca gözlerimi kapadım. "Hayır," dedi beni kendinden uzaklaştırırken. "Ova odana dön hemen!"

 

Dönmek istemiyordum ki ama gururumdan bunu ona söyleyemiyordum. Ben ne yapacağım şimdi? "Gidecek misin?" diye sordum. Sesim titriyordu.

 

"Gideceğiz," dedi yanağımı okşarken. "Sensiz dönmem güzelim." Balkonun altına gelince durdu. "Yarın öğlen bir uçağıyla döneceğiz. On ikide havaalanında ol!"

 

Hiçbir şey söylemeden kendimi odaya attığımda gitmişti. Saatlerce ağlayıp düşünmekten uyumamıştım. Beni kandırmıştı, bana yalan söylemişti.

Ben ne yapacaktım? Gidecek miydim? Gitmeyecektim. Kalbim kırık döküktü. Tamir etmeden gidemezdim.

 

***

 

Beğeni ve yorum yapmayı unutmayın gönül kuşlarım❤️

Beni takip etmek için: Aysegulcee1

Loading...
0%