Yeni Üyelik
34.
Bölüm

33.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

Bölüm sizlerle keyifli okumalar gönül kuşlarım🥰

 

***

 

Bahçede son gecemizi geçirdimiz ağaca sırtımı yaslamış dakikalardır düşünüyordum. Gidemedim. Kaç kez çıkmak için ayağa kalktım lakin kırık kalbim gitmeme izin vermedi.

 

Ağlıyordum. İki gün olmasına rağmen üzerime kokusunun sindiği kıyafetleri çıkartamamıştım. Gelmemişti. Beni bırakıp gitmişti. En çok canımı yakan buydu. İkimiz de keçi gibi inatçıydık.

 

Annemle babam köye gittiği için yalnızdım. İnsan en çokta yalnızken savaşıyordu düşünceleriyle. Gülce ile dertleşmek için ayağa kalktım ve dışarı çıktım. Evi arayıp sahilde beklediğini söylemişti. Bugün 30 Eylül'dü. Doğum günümüze bir gün kalmıştı.

 

Sarsak adımlarla yürüdüğüm ıssız yolda izlenildiğim hissine kapıldığım için huzursuz olmuştum. Ardıma dönüp dönüp baksamda ne onu ne de bir başkasını görebilmiştim. Gitti Ova! Boşuna bekleme yolunu.

 

Köşeyi dönemeden ağzıma kapanan el beni bir anda arabanın içine savurdu. Kim olduğunu göremiyordum. Yumruklarımı gelişigüzel savursamda kurtulamadım. Çırpınmaya devam etsemde ilacın vermiş olduğu etki yüzünden gözlerim ağır ağır kapandı.

 

Gözlerimi güçlükle açtığımda park halindeki bir aracın içindeydim. Neredeydim? Kaç saat geçmişti bilmiyordum. Hava kararmak üzereydi ve etrafta kimse yoktu. Kapıların kilitli olmadığını fark edince hemen harekete geçtim.

 

Kendimi hızlıca dışarı atınca bir marinada olduğumuzu gördüm. Beni kim getirmişti buraya? İstanbul da mıydım? Allah kahretsin annemler beni bulamayınca deliye dönerlerdi. "Hey!" diye bağırdı yabancı bir adam. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

 

Elbette kaçıyordum! İskeleye doğru koşarken homurdandım. Panikten ne yaptığımı bilmiyordum ki ben. Adam hızla bana doğru gelirken suya baktım. Kahretsin denize atlayamazdım. Adam kolumdan yakalayıp hırpalarken kulağını ısırdım ve silahını aldım. Kolundan vurmayı başardığım adamdan bileğimi kurtarmayı başaramadığım için denizi boylamıştım.

 

Deni travmam vardı ve şu anda bütün kaslarım kasılmış durumdaydı. Adamın bedeni birazdan benim bedenime olacağı gibi dibi boylamaya devam ediyordu. Buz gibi su bıçak kesiği gibi canımı yakarken suya karışan kan midemi bulandırıyordu. Yolun sonunda olduğumu düşünürken bedenimi tutan kollar hızla sudan çıkardı.

 

Yıllardır ilk kez nefes alıyordum sanki. Öyle bir andı ki bir bebeğin annesinden doğduğunda aldığı nefes kadar yakmıştı oksijen ciğerlerimi.

 

Bedenimi yatların arasına doğru sürükleyenin kim olduğunu anladığımda içimden binlerce kez şükrettim. Nasıl olmuştu bilmiyordum lakin Farhan tam zamanında buradaydı. Beni nasıl bulduğuna dair bir fikrim yoktu. "Ova," dedi bedenimi kıyıya fırlatırken. Hayvan herif! Biraz daha kibar olamaz mıydı? "Seni görmek güzel."

 

Başımı yere bırakıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım. "İnanamayacaksın ama seni de öyle." Bunu söylediğime inanamıyorum. Ne olduğunu anlayamadan kendimi bir anda kucağında buldum. Hızla taşıdığı bedenimi bir arabanın koltuğuna fırlattı. Başımı sinirle kaldırdım. "Bana bak sinir bozucu herif! Beni fırlatıp durmaktan vazgeç."

 

Güldü ve şoför koltuğuna geçti. Emniyet kemerini taktıktan sonra bana doğru eğildi ve benimkini de halletti. Yakınlığından rahatsız olduğum için başımı geriye doğru yatırdım. "Hey! Uzak dur benden yoksa olacaklardan ben sorumlu olmam."

 

Geri çekildi ve birden gaza yüklendi. Üstü başı perişan değildi. Üzerinde kamptayken giydikleri yeşil pantolon ve tişörtten yoktu. Koyu lacivert bir kot ve siyah triko kazak giymişti ve yaraları daha iyi görünüyordu. "Ne zamandır peşimdesin?" diye sordum. Aklımda yeterince cevapsız soru vardı zaten. Ne kadarından kurtulsam kar diye düşündüm.

 

Bakışlarını yoldan ayırmadı. "Beni bıraktığınız hastaneden beri." Omuzlarını gergince oynattı. "Sizden sonra hemen çıktım. Peşrev seni Kartalkaya'dan paketlediğinden beri de senin peşindeyim. Çünkü Goşa'nın peşinde olduğunu biliyordum."

 

Tek kaşımı merakla kaldırdım. "Nasıl?"

 

"Sen Kaptan Lucas'ın yatında dinlenirken Peşrev ve veletlerinin kampa döndüğünün haberini aldım." Gözlerimi devirdim. Leo ve Maksut'tan böyle bahsetmesi öfkelendirmişti. Yine de sakin görünmeye çalıştım. "Yanlarındaki diğer kızları İstanbul'da yaşayanın evine bıraktıklarını da. Bunları ileten adamım başka bir hainin konuşmasına şahit olmuş. Goşa'nın seni Kıbrıs'ta kaçıracağını filan konuşuyorlarmış." Kızlar artık evlerinde miydi?

 

Konuşmasını araya giren telefon sesi böldü. Ekrana bakınca homurdandı. "Milyonuncu kez arıyor sanırım. Senin baş belası, aç ve beni ondan kurtar!"

 

Peşrev mi? Farhan'ı mı arıyordu? Bana doğru uzattığı telefonu aldım. Açmayıp onu kıvrandırmak isterdim lakin bu fazla acımasızca olurdu. Telefonu açtığımda kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kaldım. "Bana peşinden denize atladığını ve onu kurtardığını söyle!" Adeta kükrüyordu. "Cevap ver bana Farhan." Beni görmüş müydü?

 

"Cevap ver şu deliye!" diye mırıldandı. "Telefona ateş edecek gibi..."

 

"Sakin ol vahşi!" diye mırıldandım. "Ben iyiyim."

 

Bir anda sustu ve nefes alışverişleri sakinleşti. "Ova!" diye mırıldandı. Kükrerken bir anda miyavlaması güldürüyordu. "Sen beni öldüreceksin. Bir gün bunu yapacaksın. Bu ne zaman olur bilmiyorum? Bir gün kalbim duracak ve..."

 

Sözünü hiddetle kestim. Kimse ölmeyecekti! "Neredesin?" dedim. Onun için endişelenmekten asıl benim yüreğime inecekti. "İyi misin?"

 

"Farhan seni buluşma yerine getiriyor. Söyle ona acele etsin. Çünkü sensiz geçicek bir dakikaya bile tahammülüm yok!" dedi benden iki ay boyunca ayrı kalabilmiş adam. Gelmediğim için bana kızgın değil miydi?

 

Güldüm. "Emredersin amirim." Sesim buz gibiydi. "Emrinizi Farhan'a iletirim Peşrev İvanov."

 

"Peşrev İvanov?" diye sordu imalı bir sesle. "Vahşi adama ne oldu?"

 

"Hımm bir düşüneyim. Sanırım o öldü!" Cevap vermesini beklemeden kapattığım için ne kadar delirdiğini tahmin edebiliyordum. Çoktan bir cezayı hak etti değil mi? Benden vazgeçmek o kadar kolay değil. Bunu her zerresine hissettirip burnundan fitil fitil getirecektim.

 

Elimdeki telefon titredi. Ekranda onun ismi yazıyordu. "Seni özledim ve evet merak ediyorsan köpekler gibi pişmanım."

 

Gülerek telefonu sahibine uzattım. "Nerede buluşacağız?"

 

"Goşa yetimhaneden kaçırdığı gençleri ameliyat etmek için büyük bir operasyon başlatmış. Yeri ile ilgili bir ihbar aldık. Beykoz çıkışında bir yerde yer altı ameliyathanelerinden bahsediliyor. Eğer ihbar doğruysa ona büyük bir darbe vurdular demektir. Oraya gidiyoruz." Kısa bir an bana baktı. "Ayrıca," dedi yeniden önüne dönerken. "Söylediğim fotoğrafı bulmuşsun. Bu konu da ne düşünüyorsun?"

 

Başımı pencereye çevirdim. Peşrev ile ne derdi vardı bilmiyorum. Ona istediğini vermeyecektim. "Annesine olan benzerliğim malum. Onu bunun için suçlayamam. O beni yarışmaya girmemem konusunda engellemeye çalıştı aslında. Hislerine yenik düştüğü için ona kızamam."

 

Sesli bir şekilde güldü. "Peki seni yarışma için seçen kişi o desem, beni sana broşürü vermek için gönderen yine o desem pozitif düşünmeye devam eder misin?"

 

Afalladım. İşte bu duymayı beklediğim bir şey değildi. "Ne saçmalıyorsun sen?" Elimi sertçe torpidonun üstüne vurdum. "Yalan söylüyorsun aşağılık herif!"

 

Gülerek başını iki yana salladı. "Gidince sorarsın kim yalan söylüyor güzelim." Yumruğumu omzuna geçirdim. Muhtemelen yaralı olandı. Acıyla inledi. "Bana bak! Aynı yumruktan Peşrev'e de atmazsan çok pis bozuşuruz."

 

Homurdanarak sırtımı koltuğa bıraktım. Söylediği doğruydu. Canımı en çok yakanda sözlerinin doğruluğuydu. Peşrev beni nereden tanıyordu? Kafam karmakarışıktı, kime inanacağımı şaşırmıştım. Eğer mantıklı bir açıklaması yoksa yumruktan fazlasını hak ediyordu o vahşi.

 

***

 

Arabanın durduğunu hissettiğimde hemen doğruldum. Farhan'ın üzerime örttüğü montu kaldırdım. Karanlık ve ağaçlık bir yerdeydik. Farhan, arabadan inmişti.

 

Öne doğru eğildim ve gözlerimi kıstım. Az ileride ayakta bekleyen dört gölge vardı. Bunlar Peşrev ve çocuklar olmalıydı. Binaya girmeden önce plan yapıyorlardı sanırım. Kapıyı açtığımda serin hava tenimi hafifçe yaladı. Durdum. Bir yanım ona koşup kokusunu solumak istiyor diğer yanımsa... İşte onu ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Yakıp yıkmak istiyordum lakin 1 Ekim'e saatler kalmışken ona bir darbe de ben vurmak istemiyordum.

 

Arabanın kapısını yavaşça kapadım. Onlara doğru yaklaştıkça hararetle konuştuklarını görüyordum. Etraftaki ağaçlara yaslanmış yabancı birileri daha vardı. Peşrev, Farhan'a öfkeyle bir şeyler anlatıyordu. Farhan, eli cebinde kaşları çatık bir halde onu dinliyordu. Maksut ve Leo onların gerisinde sigara içiyorlardı.

 

Ayak seslerim, hepsinin bir anda bana dönmesine sebep olunca durdum ve saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Farhan bana doğru yaklaşınca kolumdan savrulmam uzun sürmedi. Kendimi bir anda Peşrev'in ardında buldum. Farhan'a bakıp yükseldi. "Ona dokunan o elini kırarım!"

 

Farhan, keyifle gülümseyerek kollarını göğsünde birleştirdi. "Birkaç saat önce benim kollarımdaydı ama..."

 

Dudaklarım şaşkınlıktan aralandı. Peşrev'in çenesinin kasıldığını fark ettim. Bir şey söylemek istedi ama konuşamadı. Onun sayesinde hayattaydım, bu onu susturan en büyük etkendi. Aklıma gelen şey yüzünden onu itip uzaklaştırdım. Bileğimden yakaladı ve sertçe çekiştirdi. Bedenimi bir anda farklı bir arabanın koltuğunda buldum. Beni itekledi ve arabanın kapısını kapattı.

 

Yeniden göğsüne sığınırken dudaklarını saçlarımda hissettim. "Sonra gönül kuşu," diye fısıldadı. "Kokuna ihtiyacım var. Sonra kırıp dök olur mu? Beş dakika. Beş dakika böyle kalalım."

 

Gardımı düşürmeyi biliyordu. Ama kırılan kalbimi bir sarılışıyla onaracağını düşünüyorsa yanılıyordu. 1 Ekim, sadece bir gün sonra onunla yüzleşecektim. Şimdi değildi çünkü şu an benim de kokusuna ihtiyacım vardı. "İyi misin?"

 

Yüzümü ellerinin arasına aldı ve bakışlarını gözlerime sabitledi. "İyi değilim," dedim.

 

Gözlerinde acı ve pişmanlık dışında başka bir şey daha vardı. "Neden gelmedin gönül kuşu?"

 

"Gelmedim. Gelmeyecektim de... Peki sen ne yaptın? Sözüm ona beni düşmanından korumak için kaçırttın."

Kaşları çatıldı. Bunu duymak hoşuna gitmemişti. "Evet Peşrev yaptığın buydu. Bayıltmak nedir ya? Git desen giderdim, vazgeçtim senden istemiyorum desen kalır mıydım?" Kalırdım...

 

Yüzüme doğru yavaşça yaklaştı. "Öpüşelim mi?"

 

"Ne?"

 

"Evet de ne olur."

 

Boğazım kuruduğu için ne yutkunabildim ne de konuşabildim. Öylece gözlerine dalmışken ona ne söylediğimi bile işitmedim. "Peşrev..."

 

Aramızdaki bakışma uzayıp gitti. Ne için kızgındım ona? Neyin hesabını soracaktım? İyi ki buldum seni diye bağıran kalbime inat ona neden buradayım diye hesap mı soracaktım?

 

O bütün sınırları çoktan aşmıştı zaten. Neyin öfkesini kusacaktım? Bile isteye şu an o adamın gözlerinde can bulmuyor muyum?

 

Sessizliği bozan o oldu. "Suçluyum biliyorum. Yine de senden gidemiyorum hatun." Ellerime uzandı. "Şimdi," dedi. Başını ağaçların arkasından görünen büyük ve karanlık binaya çevirdi. "Eğer oradan çıkamazsak ne yapman gerektiğini biliyorsun."

 

Öfkeyle soludum. "Böyle konuşma!"

 

"Benim hayatım hep zorluklarla geçti ama şimdi dönüp dönüp ardıma baktıran biri var. Bir kadın!" Elleri saçlarımı yavaşça okşadı. "Ben Kıbrıs'taydım güzelim. Sensiz dönebilir miydim? Ben gelemeden o herif harekete geçti. Yetişemedim özür dilerim."

 

Kalbimde bir nokta sızladı. "Farhan'ı o davete ben gönderdim çünkü bir sabah uyandığımda üzerimde bir zarf buldum. İçinde senin resmin vardı. İlk bakışta annem sandım. Delirdim, içime sığamıyordum. Sonra resmin arkasında yazan tarih annem olamayacak kadar genç olduğunu anlamamı sağladı. Fotoğrafı bana gönderenin babam olduğunu öğrendim. Yanına bir not bırakmıştı. Aklı sıra seninle arkadaşlık kurup annemin gidişini unutmamı istemişti."

 

Gözlerim doldu. Öfkeden deliye dönmeme rağmen bir tepki veremedim. Yumruk yaptığım ellerimin tırnakları etime batıyordu. Kaptan Lucas beni nerede görmüştü?

Elini yüzümde gezdirdi. "Özür dilerim Ova! Seni gördükten sonra içime sığmayan kalbimi affedebilecek misin? Gitmek istersen anlarım."

 

Bir gün yeniden Kıbrıs'a döneceğim. Ailemi görmem gerekiyordu ama onu terk edebilir miydim? Ondan gidebilir miydim, ondan vazgeçebilir miydim işte bunu ben bile bilmiyordum. Sustum. Söyleyecek bir şey yoktu. En azından bu geceyi atlatana kadar. "Peşrev yarın 1 Ekim. Sence de bu ihbar biraz tehlikeli değil mi?"

 

Başını olumlu anlamda salladı. "Epey tehlikeli. Ama o gençler orada Ova. Bir sürü genci kurtarabiliriz. Bunun için kendi canımı riske atmaya değer."

 

Kaşlarım gayriihtiyari çatıldı. Kalpsiz herif! Hiç mi düşünmüyordu beni? "Peki," dedim. Zira dudaklarımdan dökülmek üzere olan sözler ikimizi de incitebilirdi. "Ben de seninle geliyorum." Dilimde ne varsa içime akıttım zehrini. Ondan alınacak bir intikamım var ve ben bunu şimdilik rafa kaldırıyorum.

 

Güldü. Komik olan neydi? Kaşlarını kaldırdı ve başını olumlu anlamda salladı. İşte bunu beklemiyordum. "Seni bir kez daha yanımdan ayıracağımı sanmıyorum lakin içerisi olmaz. Olası bir çatışmada yara alma ihtimalini düşündükçe binayı komple yakasım geliyor. Henüz hazır değilsin. Eğitimini tamamlamadın. Diplomanı almadan seni bu işe sokarsam ceza alırım yavrum. Korkma! Bir şey olmayacak. Gizli bir dehliz var oradan içeri gireceğiz."

 

Başımı iki yana salladım. "Bu içimi rahatlatmıyor. Solucan gibi her yerden çıkıyorlarken burada oturup hiçbir şey yapmadan bekleyemem. Ya seni doğrudan tuzağa çektilerse?"

 

"O zaman yüzleşirim Ova. Benimle ne dertleri olduğunu öğrenirim. Ben kaçarak yaşayacak bir adam değilim. Yıllardır benim eğittiğim ekipler onlara en ağır darbeleri vurdu. Dertlerinin yalnızca bu olduğunu düşünmüyorum. Oraya giremezsem bunu öğrenemem."

 

Kulağındaki kulaklığa gelen sese dikkat kesildi. "Başlıyoruz kardeşim!"

 

Yavaşça yutkundum. Gözlerimin dolmasını engellemeye çalıştım. "Peşrev!"

 

"Geleceğim," dedi beni kendine çekip sıkıca sarılırken. "Biliyorsun ben hep gelirim."

 

Burnumu kazağına sürttüm. "Sen Süpermen değilsin koca adam. Ya bu kez gelemezsen?"

 

Dudaklarını saçlarıma sürttü kedi gibi. "Gelemezsem kurtulursun gönül kuşu. Benden nefret etmeni izlemektense ölmeyi yeğlerim."

 

Boğazıma bir şey battı. Kanattı kanattı ve nefessiz bıraktı. Ondan nefret etmiyordum ki. Evet, kırgındım ama onu tanımışken üstelik sevmişken buraya sürüklemiş olmasına kızamıyordum. Ben öylece bakarken o arabanın kapısını açtı ve dışarı çıktı. "Lütfen ne olursa olsun arabadan çıkma. Aksi bir ihtimalde çocuklar seni buradan çıkaracaklar."

 

Ona benim de doğum günümün 1 Ekim olduğunu söylemek istedim lakin bu her şeyi mahvedebilirdi. Bu kez beni ne yapar eder buradan gönderirdi. Yanında olmak istiyordum. O adamların annesinin katili olduğunu söylemek istedim ama söyleyemedim. Delirip kendimi daha büyük bir tehlikeye atabilirdi.

 

Başımı olumlu anlamda salladım. Ellerimin titrediğini fark ettim. İçimde kötü bir his vardı. Bu gece ikimiz içinde unutamayacağımız bir doğum günü olabilirdi. Benden uzaklaşırken iki adam arabanın önünde durdu. "Peşrev," diye fısıldadım. Henüz uzaklaşmıştı ki sesimi duyunca durdu. "Senden nefret etmiyorum çünkü..."

 

Yine söylememe izin vermeden susturdu beni. "Biliyorum," dedi. Güldü. "İşte bu daha kötü körpe ceylan. Öfkeni kusamıyorsun. Susuyorsun ve beni bağışlamayacaksın. İşte bu beni delicesine korkutan tek şey!"

 

Gitti. Arkasına dönüp karanlığın içinde kayboldu. Bedenim zangır zangır titriyordu. Ya dönemezse? Ya onu sonsuza kadar kaybedersem? Kesinlikle bu arabanın içinde elim kolum bağlı beklemeyecektim.

 

***

 

Kırk dakika geçmişti. Bu arabanın içinden hiçbir şey göremiyordum. El tırnaklarımın hepsini yemiştim stresten. Neden bu kadar sürdü ki? İçeri girip suç üstü yapacak ve onları tutuklamayacaklar mıydı?

 

Kaputun önünde bekleyen iki adam birbirlerine yaklaşıp fısıldaştılar. Sonra bana döndüler. Biri kolundaki saate baktı. Diğerini başını iki yana salladı. Kaşları çatılmıştı. Bir dakika ters giden bir şeyler mi var?

 

Kapıyı çıkmak için zorladım lakin kilitli olduğunu hatırlayınca homurdandım. Neden bunu yapıyordu sanki? Beni bir yerde hapis tutamazdı. Bu arabadan bir an önce çıkmam gerekiyordu. Hiçbir şey göremiyordum. Ormanın epey içinde olmalıydık.

 

Nefes alamadığımı hissettim. Panikle arabanın canıma vurduğumda ikisi de bana doğru hızla yaklaştı. Bu bahaneyle ikisini atlatıp neler olduğuna bakmak için binaya gidebilirdim. Delice bir fikirdi lakin onlar için bunu yapabilirim. Onlar kısa zamanda ailem olmuşlardı.

Adamlardan biri kapıyı açınca, "İyi misin?" diye sordu panikle. "Neyin var?"

 

Elimle boğazımı gösterdim. Nefessiz kaldığımı hissetmem doğruydu lakin biraz abarttığımı inkar etmeyeceğim. "Nefes alamıyorum," dedim inleyerek. "Dışarı çıkmam gerek."

 

Kolumdan tuttu ve beni dışarı çekti. Endişe ile yüzüme bakarken nefes almamı bekliyordu. Elimle iyi olduğumu anlatmaya çalışırken yaklaşması gerektiğini belirttim. Bunu yapacağım için üzgünüm fakat bana başka çare bırakmamıştı koca adam.

 

Yüzüme doğru yaklaştığında dizine güçlü bir tekme vurdum. Acı ile yere çökerken belindeki silahı kaptım ve diğer adam bana doğru hamle yapamadan ona doğru nişan aldım. "Ya benimle gelirsiniz ya da oraya gitmemi görmezden gelirsiniz. Tercih sizin."

 

Adam, ellerini iki yana açtı. "Çattık! Maksut o deliye dikkat edin derken şaka yapmadığını anlamalıydım."

 

Gözlerim şaşkınlıkla büyürken kaşlarımı çattım. Deli demek? Bunu aklımın bir köşesine not edip silahı havada tutmaya devam ettim. "Ben de öyle düşünmüştüm." Binanın olduğu yere doğru yürümeye başladım.

 

"Bekle! Destek yolda zaten şimdiye kadar o binadan çıkmaları gerekiyordu," diye bağırdı ayakta olan. "Ben de geliyorum." Orta boylu ve kumral bir adamdı. Üzerindeki ceketi çıkardı ve yere bıraktı.

 

"Ne biçim askersiniz siz? Takım elbise giyen asker mi olur?"

 

Ufak burnunu eliyle kaşıdı. "Biz sınırlı değiliz," dedi. "Özel eğitimli bir timiz. Ne görev verilirse o oluruz."

 

Homurdandım ve gözlerimi devirdim. "Aman ne hoş!"

 

Bana yetiştiğinde ona baktım. Gözleriyle elimdeki silahı işaret etti. "Kullanmasını biliyor musun bari? Damian gelmeden oraya girersek biz de ölürüz. Belli ki ters giden bir şey oldu."

 

"Ok kullanmada ustayım lakin bunu silah için söyleyemem. Hobi olsun diye kullanılmasına karşıyım. O yüzden yanımdayken Damian gelene kadar kıçını kolla. Nereye isabet ettireceğim belli olmaz." Yüzü allak bullak olurken güldüm ve söylediğim şeyden sonra dehşete düşen adamı koşarak ardımda bıraktım. Yalan söylemiştim. Yapmadığım spor dalı ve kullanmayı öğrenmediğim savunma araçları azdı.

 

14 yaşında başlayan hareketli hayatım 25 yaşıma kadar aynı hareketle geçmişti. Ve bundan sonrası için sakin huzurlu bir hayat hayal edemiyordum. Buna inancım pek kalmıştı. Peşimden homurdanarak gelen adamı umursamadan binaya doğru yürümeye başladım. Uzun kavak ağaçlarının arasından görünen binaya bakınca ürperdim. Sadece girişi aydınlıktı. Bir sürü penceresi vardı ve hiçbirinde yaşam belirtisi yoktu.

 

Büyük bir kapısı vardı. Dışarıda kimse yoktu. Bu sessizlik pek hayra alamet bir durum değildi. Kapıya biraz daha yaklaştığımda adam hemen arkamda durdu. "Ova destek gelmeden içeriye girmemiz doğru değil."

 

"Kim bilir gelmesi ne kadar sürecek. Bize ihtiyaçları var görmüyor musun? Hiç ses duyuyor musun sen?" Elim kolum bağlı bekleyemem.

 

Önünde durduğumuz büyük demir kapı ağır ağır açılmaya başladığında elimdeki silahı sıktım. İçimden bir ses buradan hemen uzaklaşmam gerektiğini fısıldasa da ben içeriye doğru ilerledim. O da peşimden ilerlerken binanın girişine yaklaştım ağır adımlarla.

 

Omuzlarımın üzerinden peşimden gelen adama baktım. Yoktu! Bir dakika, o nereye gitmişti? Geldiğim yöne doğru yürürken adamın yerde yattığını gördüm. Hareketsizce öylece yatıyordu. Korkuyla etrafıma bakındım. Bacaklarım güçsüzleşmişti. Ne yapacağımı bilemez bir halde yerde yatan adama bakmaya devam ettim. Sessizliğin verdiği ürpertiyi tüm iliklerimde hissederken binanın kapısı gıcırdayarak ağır ağır açıldı. Mekanik bir ses doldu kulaklarıma. "İçeri gir doğum günü kızı."

 

Nefesim sıklaştı. Ellerimin terlediğini hissettim. Doğrudan tuzağa çekilmişlerdi. Peşrev'e bugün benim de doğum günüm olduğunu söylemediğim için büyük bir pişmanlık içerisindeydim.

 

Allah'ım ben ne yaptım? Buraya gelmem, Peşrev'e gelen fotoğraf, ikimizin doğum gününün 1 Ekim olması. Hiçbiri tesadüf değildi. Yine de bu hikayenin neresinde olduğumu anlayamıyordum. Ben kendi halinde bir balıkçının kızıydım, kiminle ne derdim olabilirdi?

 

"Arkadaşların ve sevgilin pastayı üflemek için seni bekliyor Ova!" Ellerimi kulaklarıma bastırdım. Pislik herif! Çaresizce kapıya doğru yöneldim. Basamakları ağır ağır çıkarken üzerinde çift başlı yılan deseni olan kapı biraz daha açıldı. İçerisi karanlıktı, pencereden sızan ay ışığı olmasaydı yürümek için bile önümü göremeyebilirdim.

 

Omuzlarımın üzerinden ardıma baktım. Giriş kapısını çoktan ardımda bırakmıştım. Kapı bir anda kapandı ve yer ayaklarımın altından alındı. Ağzıma kapanan elleri ısırmaya çalışmam kurtulmama yetmedi. Kulağıma değen sıcak nefes çığlık atmama sebep oldu.

 

"Doğum günün kutlu olsun gönül kuşu!"

 

Bedenim ayazda kalmış bir serçe gibi titrerken tenime değen nefes ciğerlerimi yakıp geçmişti.

 

 

*** 

 

Beni takip etmeyi unutmayın🙈

Aysegulcee1

Loading...
0%