Yeni Üyelik
36.
Bölüm

35.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

 

 

💕💕

 

Bir hafta önce...

 

Yağmur taneleri üzerime düşmeye devam ederken ellerim çamurun içinde debelenip duruyordu. "Peşrev," dedim acıdan kendimden geçerken. "Baş belası herif!"

 

Islanan kirpiklerimi kırpıştırırken ay ışığının izin verdiği kadarıyla seçebildiğim bir silüetin bana bakıp gülümsediğini gördüm. "Ki-kimsin," diye fısıldadım. "Peşrev! Peşrev sen misin?"

 

"Cık cık cık," diye sesler çıkarıyordu aşağıya doğru inerken. "Yine yanlış alarm körpe ceylan."

 

Homurdandım. "Bana böyle hitap etme." Zira şu an bana Peşrev'i hatırlatacak her şey tansiyonumu yükseltiyordu. Bu adamı sevmiyordum ama her seferinde tam vaktinde yanımda oluyordu. Ona borçlanmaya devam etmek pek hoşuma gitmemişti. Bedenimi ayağa kaldırdığında bana doğru sırtını döndü. "Sırtına mı bineceğim?"

 

Muzipçe güldü. "Eh! Şu an için sırtımla yetin güzelim."

 

Kafasına sertçe vurdum. "Bana bak benimle düzgün konuş!"

 

"Ona gidecek misin?" Kaşlarımı çatıp çıkışacakken parmağını dudaklarına bastırdı. "Seni öylece ardında bırakan o adama biraz ders vermeyelim mi Ova?" Ne kadar deliye döneceğini bilsemde bana arkasını döndüğünü düşündükçe kırgınlığım, kızgınlığım daha da artıyordu. Saklanmak için girdiğim çukurdan çıkarınca tam karşımda durdu. "Kıyamıyorum deme sakın!"

 

Kıyamıyordum suç muydu? Arabasına doğru hızlı adımlarla yürürken yağmur şiddetini daha da artırmıştı. Arabaya binip ormandan uzaklaşırken homurdanmaya devam ediyordu. "Bana bak," dedim sinirle. "Laubalilik istemem ona göre. Yoksa kaçmam hiç zor olmaz."

 

Homurdanarak önüne döndüğünde gaza yüklendi. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Korkuyordum. Ona gidip yüzüne kocaman bir tokat atıp sonra sımsıkı sarılmak istiyordum. Sonra bana çaresizce bakışını ve ardında bırakışını anımsayınca kırgınlıkla dolan yüreğim susturuyordu düşüncelerimi.

 

Arabanın içi yeterince ısınınca göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamıştı. En son ne zaman derin bir uyku çektiğimi hatırlamıyordum.

 

"Biraz uyu," dedi bakışlarını yoldan ayırmadan. "Bolu'ya gidiyoruz. Kartalkaya'ya."

 

Kaşlarımı çattım. "Beni Peşrev'in dağ evine mi götürüyorsun? Ben de seni akıllı sanıyordum. Beni orada bulur ve seni de bulması uzun sürmez. Seni bu kez öldürür."

 

Kocaman bir kahkaha attı. Bu adamı gerçekten sevebilirdim Peşrev'le arası limoni olmasaydı. İyi bir adamdı. Gülerken parıldayan gözlerine bakıp kalmıştım. Ne kadar da Peşrev'e benziyordu bakışları.

 

"Bulursa evet Ova, beni öldürmesi muhtemel. Orada dağ evi olan yalnızca Peşrev değil."

 

Dudaklarını beğeniyle büktüm. "Teşkilat size güzel para ödüyor olmalı."

 

Başını olumlu anlamda salladı. "Epey..."

 

***

 

Saatler sonra Kartalkaya'ya ulaştığımızda ancak uyanabilmiştim. Uyanık kaldığım her an kendimi o koca adamın kollarında hayal ettiğimden uykunun şefkatli kollarına sığınmam kaçınılmaz olmuştu.

 

Tek katlı ahşap bir evin önünde durduğumuzda şafak sökmek üzereydi. Buharlanan camlardan ne kadar soğuk olduğunu tahmin edebiliyordum. Farhan, arabadan inip kapımı açarken muzipçe gülümsüyordu. "Evime hoş geldiniz kuş hanım."

 

Gözlerimi devirdim. "Dikkat et de o kuş beyin kalıntılarını gagalamasın."

 

Kapıyı sertçe kapatıp eve doğru yürürken arkamdan söyleniyordu. Kapının önünde durdum ve açmasını bekledim. Yanıma ulaştığında, "Bahse girerim bir hafta dayanamazsın," dedi.

 

"Dayanırım," dedim ondan önce eve girerken. "Sanırım biraz ondan uzak kalmaya ihtiyacım var."

 

***

 

Bir hafta sonra...

 

Bıkkın bir nefes verip pencereden dışarıya baktım. "Bilerek mi yavaş sürüyorsun?" Evden çıktığımızdan bu ya bir saat geçtiğine emindim. Bir araba bir saat içinde üç kez bozulamazdı değil mi?

 

Gözlerini devirerek homurdandı. "Belki senden bu kadar çabuk ayrılmak istemiyorumdur."

 

"Farhan," dedim yorgun bir ses tonuyla. "Bence bana bir hafta daha katlanmak istediğini sanmıyorum." Bir hafta boyunca beni götürmesi için burnundan getirmiştim. Beni dağ evinde zorla tutmasının tek sebebinin Peşrev'e ders vermek olmadığını biliyordum. Kendisi ise Peşrev'in evinde kalmıştı. Bu adamın cesaretine şaşırmamak elde değildi. Bir hafta boyunca Bolu'ya gelmediğini biliyordum.

 

"Cani," dedi ciddi olmayan bir sesle. "Yakıyordun beni neredeyse."

 

Gülerek başımı pencereye çevirdim. Yüreğimde müthiş bir coşku vardı ve yol uzadıkça stresten mideme ağrılar giriyordu. Çok özlemiştim. Hayatımda ailem dışımda kimseyi bu kadar özlememiştim. Farhan'ın telefonundan babamla konuştuğum günden beri içim içimi yiyordu. Babam kalp hastası bir adamdı ve benden sakladıkları bir şey olduğunu düşünüyordum.

 

Onları görmem gerekiyordu. Farhan, Kıbrıs'a gitmem için yardım edecekti. Onun söyleyeceği güne kadar çaresiz bekleyecektim. Telefonunu cebinden çıkardı ve ekrana bakıp keyifle gülümsedi. "100. Çağrısını bıraktı senin koca adam."

 

Bir hafta boyunca telefonu hiç susmamış. Karşı karşıya geldiklerinde kıyamet kopacaktı ve ben öfkesi ile nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. "Seni gördüğünde kıyamet kopacak biliyorsun değil mi?"

 

***

 

Kampa vardığımızda saat 19.00'u gösteriyordu. Bu saatlerde bahçede nöbetçiler dışında kimse olmadığı için bizi gören olmazdı. O kadar yorgundum ki günün bu saatinde onlarla uğraşacak enerjim yoktu.

 

Ön kapıdan içeri girdiğimizde Peşrev'in nöbetçi olduğunu öğrendiğimiz için binaya arka kapıdan girdik. Sabaha kadar ona yakalanmak istemiyordum.

Odanın kapısında durduğumuzda, "İyi geceler hırçın kuş," diye fısıldadı.

 

Gülümsedim. "İyi geceler Farhan. Yanımda olduğun için teşekkür ederim."

 

Elini, ensesine götürdü. "Her zaman..."

 

Kapıya doğru döndüğümde kızlara ne diyeceğimi düşündüm önce. Beni gördüklerinde nasıl tepki vereceklerini bilmiyordum. En son görüştüğümüzde bir hayli kızgınlardı. Üstelik bir haftadır onları habersiz bıraktığım için haksız da sayılmazlardı.

 

Derin bir nefes alıp kapıyı araladığımda odanın karanlık olduğunu görmek kaşlarımı çatmama sebep oldu. Kızlar burada değildi. Bıkkın bir nefes koyverip kapıyı kapattım. Yatağıma yatıp uyumak iyi bir fikirdi lakin ben kalbimle hareket etmeye başladığımdan beri söz dinlemez olmuştum.

 

Adımlarım beni doğrudan yemekhaneye götürürken kalp atışlarım adımlarımla birlikte artıyordu. Karşılarına öylece çıkıp ben geldim mi diyecektim? Yemekhanenin kapısında durdum ve yavaşça içeri girdim. Gözlerim onları ararken sondaki bir masada takılı kaldı. Oradalardı. Kızlar ve oğlanlar... Yanlarında biri daha vardı ki kıskançlıkla dolmama sebep olmuştu.

 

O kadının Peşrev'e bu kadar yakın olmasına katlanamıyordum. Durduğum yerden bir süre onları izledim. Hepsi neden mutluydu? Asena, Peşrev'e bir şeyler söyledi ve o koca öküz kahkaha attı. Gülüyordu! Mutluydu. Beni bu kadar çabuk mu unutmuştu?

 

Gözümden akan bir damlayı silip burnumu çektim. Maksut, kafasını kaldırdı ve hiç beklemediğim bir anda göz göze geldik. Ne yapacağımı bilemediğim için parmağımı dudaklarıma bastırdım. Kaşlarını çatarak karşılık vermişti bu hareketime. Hiçbiri ile karşılaşmak istemiyordum. Belki de sessizce buradan çekip gitmek en doğrusuydu.

 

Oradan çıkıp odaya doğru yürürken biri kolumu tuttuğu için irkildim. Neyse ki gelen Maksut'tu. "Ova," dedi beni bir anda göğsüne çekerken. "Neredeydin sen? Öldürmek mi istiyorsun kardeşimi?"

 

Başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. "Kardeşinin pekte ölmüşe benzer bir hali yok ama!" dedim küçük kızlar gibi. "Baksana ağzı kulaklarında. Hepinizin öyle..."

 

Sinirle burnunun kemerini sıktı. "Saçmalama Ova. Bir hafta boyunca dışarıdaydık. Bugün kampa ilk kez geldik. Başkanı ikna etmek pek kolay olmadı üstelik. Bakmadığımız yer kalmadı. Neredeydin?"

 

Gülmüştü. O kız bir şey söylemişti ve Peşrev ona gülmüştü. Hem de genişçe. "Farhan," dedim kısık bir sesle.

 

Gözleri irileşirken kolumu sıktı. "Gerçekten mi?" diye sordu hayal kırıklığı ile dolu bir sesle. "Bunu yaptın mı?"

 

Pişmandım lakin gururum bunu kabul ettirmiyordu. "Hepiniz beni orada bırakıp o arabaya dönebildiniz ama!"

 

Nefes alışverişi canının ne kadar sıkıldığını gösteriyordu. "Geri döndü Ova! Ama döndüğümüzde sen gitmiştin. O ormanı sabaha kadar karış karış aradık fakat seni bulamadık."

 

"Çünkü Farhan sizden önce gizlendiğim çukurdan çıkardı beni."

 

"Ve sen de onun aklına uyup bize ders verdin öyle mi?" Başını iki yana salladı. "Ova yaşadıkları, öğrendikleri kolay şeyler değil. Üstelik ondan sakladığın şey basit bir şey değil. Bencilce davrandın ve haberin olsun sana çok öfkeliyim."

 

Dudaklarımı öne doğru uzattım. "Özür dilerim Maksut. Her şey üst üste geldi." Yanaklarımı şişirdim. "Peki benim öğrendiklerim? Henüz onları hazmedememişken beni Farhan'la bırakıp gitti. İkimiz de suçluyuz."

 

Kollarımı usulca okşadı. "Taş eve git. Ona burada olduğunu söyleyeceğim. Öfkesini benden çıkarırsa konuşmanız daha sağlıklı olur." Güldü. "Senin için kendimi feda edeceğim zalim!"

 

Güldüm. "Canımsın."

 

Maksut'tan ayrıldıktan sonra vakit kaybetmeden taş eve geldim. Gelecek miydi bilmiyorum. Belki de az sonra kıyamet kopacaktı. Bir haftadır Farhan'ın evinde kaldığımı öğrendiğinde göstereceği tepkiden korkuyordum. Farhan'la aynı evde kaldığımı düşünecek ve delirecekti.

 

Saatler geçmesine rağmen taş eve gelen kimse olmamıştı. Kızlar haricinde. Onlar düşündüğüm tepkiyi göstermemişler hatta benden özür dileyip doğum günümü kutlamışlardı. Onlar birlikte dönmeyip burada biraz daha beklemeyi tercih etmiştim.

 

***

 

Yatağın üzerinde oturmuş sinirden deliye dönüyordum. Taş evde uyuyakalmıştım. Lakin beni öfkelendiren burada uyuyakalmak değildi, beni öfkelendiren o koca adamın gelmemiş olmasıydı. Hiçbir tepki vermemiş miydi?

 

Sinirle ayağa kalktım ve taş evden hızla uzaklaştım. Yükselen tezahürat sesleri merakımı daha da artırmıştı. Bahçede kimse yoktu. Futbol sahasının oradan gelen seslere yöneldiğimde herkesin Beşiktaş forması giydiğini gördüm. Kaşlarım gayriihtiyari çatılmıştı. Maç mı vardı? Biraz daha yaklaşıp neler olduğunu anlamaya çalıştım.

 

Futbol sahası görüş alanıma girdiğinde erkeklerden ve kadınlardan oluşan iki takımın sahanın ortasında beklediğini gördüm. Bunlar bizimkilerdi. Aralarında Asena'da vardı. Diğer takımda Damian, Farhan, tanımadığım bir adam ve iki kadın daha vardı. Bir kişi eksik görünüyorlardı.

 

Peşrev'in Farhan'a attığı öldürücü bakışları yakaladım. Maksut, bir şeylere itiraz ederken Soya kolundan tutmuş ikna etmeye çalışıyor gibiydi. Ben onu beklerken o burada maç mı yapıyordu? "Ulan," diye bağırdı Maksut. "Sen nasıl kartalsın?"

 

Farhan'ın üzerindeki Galatasaray forması karışıklığın ana sebebi olmalıydı. Gözündeki morluğun sebebi ise Peşrev. Bütün herkes Beşiktaş forması giymişken Farhan'ın Galatasaray forması ile sahada durması elbette pek hoş değildi. Kampın girişindeki amblemde kartal resmi vardı. Onların sembolu kartaldı.

 

"Bırak şimdi formamı Maksut," dedi Farhan. "Birazdan ifadenizi alacağız. Geçen haftanın intikamı fena alınacak." Futbol oynamayalı uzun zaman olmuştu. Diğer takımda bana yer olmadığına göre Farhan'ın takımında oynamakta bir sakınca görmüyordum. Beni sabaha kadar bekletmek neymiş ona göstereceğim.

 

"Ben oynayacağım," diye bağırırken sahaya doğru yaklaştım. Tüm gözler üzerime çevrilirken Maksut elini alnına vurdu. "Hadi buyurun cenaze namazına."

 

Karşı takımda yerimi aldığımda Peşrev'le göz göze geldik. Kollarını göğsünde bağlamıştı. Öfkeden deliye dönmemişti. Aksine ifadesiz bir halde bakıyordu yüzüme. Gerçekten benden vazgeçmişe benziyordu. Onunla son kez yüzleşip her şeyi ardımda bırakıp gidecektim.

 

Farhan'a döndüm. "Üzerimi değiştirip geliyorum."

 

Başını salladı. "Dolabında," dedi gülümseyerek. "Senin için doğum günü hediyesi var. Onu giyersen sevinirim."

 

Hızla soyunma odasına girdiğimde açık olan dolabın kapağını sertçe kapadım. O dolapta gördüğüm Fenerbahçe forması muzipçe gülümsetmişti. Doğum günü hediyesi diye bahsettiği bu olmalıydı. Fenerbahçeli olduğumu nereden biliyordu bilmiyorum. Burada olan hiçbir şey beni şaşırtmıyordu artık. Lakin bir Fenerbahçeli olarak oraya Beşiktaş forması ile dönmeyecektim. Kocaman formayı hızlıca giyip dışarı çıktım.

 

Takımımın yanında yerimi alırken Peşrev yuvarlağa doğru hakemin yanına yaklaşırken karşısına geçtim. Bakışları bacaklarımdan başlayıp gözlerimde son buldu. Az önceki ifadesiz yüzünden eser yoktu. Kaşları çatılmış gözleri kısılmıştı.

 

"Seç," dedi duygusuz bir sesle. "Kale mi? Top mu?"

 

"Düşünmem gerek," dedim ona doğru birkaç adım atarken. Aramızda hatrı sayılır mesafe bıraktığımda gözlerinin içine baktım. Bu savaşı ben başlatmamıştım lakin devam ettirmekten korkmuyordum. "Topu seçiyorum Peşrev İvanov!"

 

Tek kaşı yukarı kalktı ve bana doğru bir adım daha attı. Gözleri formama parçalayacak gibi bakarken burnundan bıkkın bir nefes bıraktı. Ayağındaki topu ayağıma doğru sertçe itince sendeledim. "Bol şans Ova Hünerli!"

 

Hakemin düdük çalışıyla maçı başlatırken herkes hızla yerlerini almıştı. Damian Forvet olarak oynarken Farhan'la ben orta sahadaydık. Karşı takımın defansında Soya ve Maksut dururken Forvette Peşrev vardı. Farhan ve bana bakarken kızgın bir boğadan farksızdı. Ne zaman saldıracağını kestiremiyordum.

 

Farhan'dan topu pas aldım. Peşrev ayağımdan alırken, "Bir haftadır neredeysiniz?" diye sordu. Kaleye doğru ilerken Damian önünü kesti ve topu Farhan'a şutladı. Leo, sert bir şekilde Farhan'a faul yapınca top yeniden Peşrev'i buldu.

 

Ona doğru koştum ve dirseğimle karnına vurdum. "Öğrenmek isteseydin taş eve gelirdin vahşi herif!"

 

Hakemin düdük sesi sahada yankılanırken topun başına Leo geçti. Peşrev'le birbirimizi iterken gözlerimiz Leo'daydı. "Gelseydim o taş evi tepene yıkardım," dedi nefes nefese.

 

Leo, serbest vuruşu kullanırken top Damian'ı buldu. "Her şeyi göze alıp seni beklemiştim ama sevgili Asena'ndan ayrılıp öfke kusmak için bile yanıma gelmedin."

 

Damian, topu bana doğru pas atınca Peşrev hızla önüme geçti ve omzumdan itti. "Farhan'la bir hafta geçirdin Ova!" diye bağırdı ve topu ayağımdan alırken popomun üzerine düşmeme sebep oldu. "Bir de Fenerbahçe formasıyla karşıma çıkıyorsun! Sabrımın sonundayım kadın."

 

Kaleye uzaktan attığı top ağlarla buluşurken Farhan yerden kalkmam için elini uzatınca Peşrev'in omzuyla yeri boyladı. Peşrev, parmağını ona doğru uzattı. "Bir daha," dedi elimden tutarken. "O koca burnunu benim işlerime sokma!" Sertçe çekip yerden kaldırdığı için göğsüne çarpmıştım. Nefesi yüzümü yakarken gözlerimin içine baktı. "Bir hafta," dedi. "Senden haber alamadığım her an ömrümden gitti benim Ova."

 

Göğsünden itip ondan uzaklaştım. Asena'ya gülümsemesi aklıma gelince öfkem harlandı. "Belli oluyordu," dedim. "O kadar üzgündün ki gülerken ağzın kulaklarına varıyordu."

 

Maç yeniden başlarken ayağıma ne zaman geldiğini anlamadığım topla kaleye doğru ilerledim. Soya çalım yaparak almaya çalıştığı top yüzünden düşerken Maksut engeline takıldım. Top ayağımdan tek hareketiyle kaçarken Farhan'ı buldu. Ağlarla bir kez daha buluşunca durum 1-1 olmuştu.

 

Vera'nın kaleden kullandığı atışla top yeniden oyuna dönerken hedef bu kez Peşrev'di. Farhan'a ard arda yaptığı faullerle oyun dışı bırakmıştı. Hava bugün epey sıcaktı. Sabah saatleri olmasına rağmen kan ter içinde kalmıştık. Maç sanki Peşrev'le ikimiz arasında oynanıyor gibiydi. Birbirimize yaptığımız faullerle öfkemizi kusuyorduk.

 

Ayağıma sertçe vururken düşmekten son anda kurtulup hakeme belli etmeden peşinden koşup tırnaklarımı koluna geçirdim ve topu ayağından aldım. Top ağlarla buluşurken muzipçe gülümsedim. Skor umurumda değildi. Kalesine attığım her gol suratına inen bir yumruktan farksızdı.

 

Tırnak içinde kalan kollarına ve yüzüne bakarken homurdanarak üzerime doğru geldiğini gördüm. Topla birlikte ondan kaçarken çığlık attım. Hakem neredeydi, diğer oyuncular neredeydi göremiyordum. Birbirimizden hıncımızı almamız için geri çekildiklerini düşünüyordum.

Dibimde biterken saçımı çekti ve topu ayağımdan aldı. "Bu düpedüz hile," diye bağırdım peşinden koşarken. Hızla kaleye gidiyordu.

 

"Ya," dedi topu ağlarla buluştururken. "Isırmak ve kedi gibi tırmalamak faul sayılmıyor değil mi? Kadın ol biraz! Şu haline bak!"

 

Öfkeyle burnumdan soluyarak koştum ve sırtına zıpladım. Omzuna bütün gücümle yumruğumu indirince, "Kadın öyle mi?" diye bağırdım. "Kadın nasıl olurmuş sana göstereceğim."

 

Son olarak dizine ayağımla vurduktan sonra içeri doğru yürümeye başladım. Peşimden koştu ve kolumdan tutup kendine çekti. "Bırak beni!"

 

"Bırakacağım," dedi nefes nefese. "Yağmur olsam bir damla düşmem artık sana."

 

Gözlerimi hızla kırpıştırdım. Söyledikleri canımı yakıyordu. Şimdi ağlarsam kendimi asla affetmezdim. "Öyle olsun," dedim titreyen sesimle. "Oksijen olsan bir nefes çekmeyeceğim!"

 

Sizce kim haklı canlar🫣😂

 

Peşrev mi?

 

Ova mı?

 

***

 

Kendimi odaya atar atmaz üzerimdeki formayı çıkardım ve eşofmanlarımı giyip dışarı çıktım. İkindi vaktine kadar devam eden eğitim boyunca onunla bir daha göz göze gelmemiştik. Buradaki diğer eğitmenlerden sadece biriydi artık benim için.

 

Saat 16.00'yı gösterirken Damian Paydos vermişti. Kendimi yatağa bırakırken Vera üzerini değiştiriyordu. Soya, henüz odaya dönmemişti. "Ova," dedi Vera yatağıma otururken. "Bitti mi gerçekten?"

 

Hızla doğruldum. "Başlamamış ki Vera."

 

Yapma der gibi bakmıştı. "İkiniz de hatalısınız ve ikiniz de katır kadar inatçısınız."

 

"Bitti," dedim saçlarımı toplarken. "Bitmiş yani öyle söyledi. Yağmur olsa bir damla düşmezmiş artık bana. Gideceğim Vera. Lütfen aramızda kalsın olur mu? Bu macera fazla uzadı zaten."

 

Yüzündeki ifadeden üzüldüğünü görebiliyordum lakin benim kadar üzülemezdi. Canım çok yanıyordu ve kalbim hiç böyle sızlamamıştı. Gitmek! Onu ve burayı hiç yaşanmamış olarak kabul edip gitmek hiç kolay değildi.

 

Yaklaşık on dakika sonra kapı açıldı ve içeri Maksut'la Soya girdi. Maksut, bana bakıp kaşlarını çatarken Soya Vera gibi üzgündü. "Kızlar," dedi Maksut. "Biz dışarı çıkıyoruz. Gelmek ister misiniz? Görmenizi istediğim bir yer var. Akşam yemeğini orada yeriz. Size ellerimle et pişireceğim."

 

Vera, kamp dışında bir yere gitme fikrine asla dayanamazdı. Heyecanla ayağa kalktı ve beni de kaldırdı. "Tabii ki isteriz. Nereye gideceğiz?"

 

"Sürpriz!"

 

Kaşlarımı çattım. "Bizi bir araya getirmek için planladığın bir şey olabilir mi?"

 

"Sizi bir araya getirmek için plana ihtiyacım olduğunu sanmıyorum. Birbirinizi yesenizde en ufak bir fırsatta yan yana gelirsiniz. O koca öküzün seni gördüğünde yükselen hormonlarını görmemek için kör olmak gerek. Senden kaç gün uzak kalacağını sanıyorsun ki?"

 

Ellerini birbirine çarptı. "Aslında Damian'ın fikri bu. Başkanı ikna etmesi kolay olmamıştır. Bir an önce hazırlanında şu herifi öfkelendirmeyelim."

 

***

 

Kızlar, dakikalardır üzerime giydiğim beyaz elbiseye bakarken neden böyle bir elbise seçtiğimi anlamaya çalışıyor gibiydiler. Bugün hava güneşliydi. Dışarıda 26 derece sıcak varken sanırım bu elbise ile idare edebilirdim. Baharın son sıcak günü olabilirdi neticede.

 

Elbise uzun ve ince askılıydı. Dizime kadar derin bir yırtmacı vardı ve kumaşı oldukça inceydi. "Ova," dedi Soya üzerindeki siyah tişörtü çekiştirirken. "Sence bu fazla iddialı olmadı mı?"

 

Pembe bir ruj sürerken aynadan bakıp dudak büktüm. "Erkek gibiymişim ya ben. İstediğimde kadın olabildiğimi görsün istedim."

 

Başını gülerek iki yana salladı. "Çocuk gibisiniz!"

 

Bahçeye çıktığımızda erkekleri göremedik. Sanırım çıkışta araçların olduğu yere geçmişlerdi. Kapıya doğru yürürken içimdeki öfke ve heyecan birlikte dans etmeye başlamışlardı. Kapıdan çıkar çıkmaz onunla göz göze gelmeyi beklemiyordum.

 

Eski bir motorun üzerinde bekliyordu. Kareli bir gömlek ve dizleri yırtık kot pantolonla oldukça hoş görünüyordu. Gözleri beni bulduğunda irileşti. Sonra kaşları çatılırken gözlerini kaçırdı. Asena arkamızdan koşarak gelirken Peşrev'in arkasına bindi.

 

Farhan yoktu. Dizine aldığı darbeler yüzünden bugün kalkabileceğini sanmıyordum. Damian'ın bindiği araca doğru yürürken benden önce Asena'nın bindiğini görünce duraksadım. Öfkeyle Peşrev'e döndüğümde eliyle gel işareti yaptığını gördüm.

 

Asena'ya döndüm öfkeyle. "Sen Ağabey'inin motoruna biner misin Asena!"

 

"Üzgünüm! O deli gibi kullanıyor, sen bin çok istiyorsan..."

 

Derin bir nefes aldım. Diğerlerine döndüğümde ikisinin de hayır anlamında başını salladığını gördüm ve ayağımı yere vurdum. "İyi! Ben hiçbir yere gelmiyorum."

 

Üçü de çalıştırıp bizden uzaklaşırken girişe doğru döndüm ve yürümeye başladım. Akılları sıra bizi baş başa bırakacaklardı. İçeri gireceğim sırada kendimi bir anda Peşrev'in omuzlarında bulurken çığlık attım. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Cevap vermeden beni motorun arkasına oturtturdu. "Sana diyorum!"

 

Hiçbir şey olmamış gibi otururken öfkeden deliye dönmüştüm. "Bana bak derdin ne senin? Yağmur olsan damlamayacağın bir kadına, affedersin erkek bozması bir kadına yağmaya mı karar verdin?"

 

"Bu elbise ile," dedi omuzlarının üzerinden bakarken. "O herifin yanına binebileceğini düşündüren şey nedir?"

 

Motoru çalıştırdığında düşmemek için sıkıca tutundum ama ona değil. "Evet doğru," dedi. "Yağmur olsam bir damla damlamam sana. Çünkü sen ateşsin gönül kuşu. Yağmur olursam sönersin."

 

Sözlerinden sonra genişçe gülümdedim. "Affettin mi peki beni?"

 

"Cık," dedi yine buz gibi bir sesle. "Aklım affetmedi lakin..."

 

Kalbim affetti gönül kuşu... Söylemesini beklediğim söz buydu. Dakikalar sonra Koruya ulaştığımızda şelalenin hemen önünde durduk. Piknik yapmak için burası çok uygundu. Bu yer gerçekten de harikaydı. Şelalenin çağıltısı essiz bir müzik oluştururken temiz havayla harmanlanıp insanın ruhunu kirlerden arındırıyordu adeta.

 

Kızlara, eşyaları örtünün üzerine yerleştirmelerine yardım ettikten sonra şelalenin önüne oturdum. Peşrev ve Maksut, Leo ile Damian'ın getirdiği ağaç parçaları ile ateş yakıyordu. Sürekli göz göze gelsekte bakışlarını benden kaçırıyordu. Benimse aklımda gelirken söylediği sözler dolanıp duruyordu hala.

 

Birkaç saat sonra pişen etleri hızlı bir şekilde yedikten sonra Asena ve Peşrev'le örtünün üzerinde yalnız kalmıştık. Yönünü başka bir tarafa döndürüp gözlerimi kapattım. Asena'nın gereksiz muhabbetinden sıkılınca ayağa kalktım. "Ova," dedi Peşrev. Sesi biraz daha sakindi. "Biraz yürüyelim mi?"

 

"Neden?"

 

Ayağa kalktı ve önümde durdu. "Konuşmak istediğim şeyler var."

 

Buraya gelirken gördüğüm papatyalarla dolu yere yürümeye başladım. Beni takip etmeye başlamıştı. Yanıma gelmiyordu, sessizce peşimden geliyordu. Şelaleye fazla uzak sayılmazdı. Beş dakika yürüdükten sonra ağaçların arasında kalmış kocaman düzlüğe ulaşmıştık.

Yerdeki papatyalardan toplayarak yürümeye devam ettim. "Seni dinliyorum Peşrev!"

 

Yere doğru eğildi ve bir tane papatyayı parmaklarının arasına aldı. Doğruldu ve bana doğru yaklaştı. "Bir hafta boyunca nerede kaldınız?" Bunu kolay kolay unutmayacağını biliyordum. Üstelik Farhan'dan yeteri kadar hıncını alamamıştı. "Bir hafta boyunca seninle miydi?" Asık bir ifadeyle yaklaşınca bir adım geri çekildim. Çiğ çiğ yemek istiyor gibiydi bakışları. "Cevap vermen için beş saniyen var Ova!"

 

Bağırınca irkildim ve ondan uzaklaştım. "Bağırma bana!"

 

Alt dudağını ısırdı. "Ova," dedi daha sakin bir sesle. "İstifa ettim. Buradan ayrılıyorum ve aklımda bunlar varken annemi bulmam çok zor olacak."

 

Yavaşça yutkundum. Gidiyor muydu yani? Beni bırakıyor muydu gerçekten? Sevdiğini mesleğini bırakıyor muydu? Ne diyordum ki ben? Ben gitmeyecek miydim? "Peşrev," dedim sesim titrerken. Bana bu kadar yaklaştığını anlamamıştım. Onu bir daha görememe ihtimalini düşününce yüreğimde bir nokta can çekişiyordu. "Gidiyor musun yani? Buraya kadar mı koca adam? Bitti mi maceramız?"

 

Elindeki papatyayı kulaklarımın arkasına sıkıştırdı. "Bitti demeyi çok isterdim gönül kuşu. Buraya kadardı demek çok isterdim ama..."

 

Gözlerim dolmaya başladığı için omzundan itip yürümeye başladım. "Sana hiçbir şeyin cevabını vermeyeceğim!"

 

"Ova," diye bağırdı kolumdan tutup çekerken. Göğsüne vurup itmeye çalıştım. "Bana bunu neden yapıyorsun?"

 

"Gidiyorsun!" diye bağırdım ağlarken. "Her defasında ilk vazgeçtiğin ben oluyorum."

 

Geri geri giderken kollarımı kurtarmaya çalıştım lakin bileğimi sımsıkı tutan parmakları kurtulmama izin vermedi. Kurtulmak istemiyordum, bir ömür kollarının arasında yaşayabilirdim. "Bırak beni!"

 

"Bırakmayacağım!"

 

Ayağım taşa takıldığı için sırt üstü yere düştüm. Sertçe düştüğüm için canım çok yanmıştı. Dizlerinin üzerine çöküp yerden hızlıca kaldırdı. "Kendim kalkarım ben!"

 

"Ova," dedi. "Şimdi sana bir soru soracağım. Belki de hayatımın en zor ve en güzel sorusu..."

 

Gözlerinin içine bakarken yanağımdaki damlayı sildim. "Ama ondan önce şu çatık kaşlarını düzeltsen!"

 

Başımı ağlamaya devam ederken salladım. Başını omzuna eğip acıyla baktı. "Çok korktum Ova," dedi. "Deliye döndüm."

 

"Farhan'la bir hafta boyunca iletişim halindeydik fakat benimle değildi. Bana ters bir hareketi olmadı. Olamaz da... Buna izin vermem." Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Hayatının en zor sorusunu sormayacak mısın?"

 

Ellerimden tutup biraz daha yaklaştı ve tam bir şey söyleyecekken Leo'nun sesi yankılandı aramızda. Gözlerini kapatıp yanaklarını şişirdi. "Leo! Maksut görevini sana mı devretti kardeşim?"

 

Leo ve Vera bize doğru gülerek yaklaşırken benim aklım Peşrev'in soracağı soruda kalmıştı. "Tepeye çıkıp sonra dönelim diyoruz kardeşim. Diğerleri şelalenin orada bekliyor."

 

İstemesekte mecburen şelalenin oraya dönmüştük. Kızlar eşyaları sepete yerleştiriyorlardı. Soya, yüzüme bakınca üzerimizdeki kara bulutların dağıldığını anlamış ve gülümsemişti. Gülümsemesine güçlükle karşılık verdim. Çünkü aklımda Peşrev'in istifa ettiğini söylediği an dolanıp duruyordu.

 

Hep beraber kanyonun en yüksek tepesine çıktığımızda güneş oldukça azalmıştı. Sıcak hava etkisini kaybettiği için üşümeye başlamıştım. Hepimiz uçurumun kenarına bağdaş kurup oturmuş gün batımına dönmüştük. Sessizliği bozan Damian oldu. "Başkana teşkilattan ayrılmak istediğini söylediğini duydum. İzin vermiş öyle mi?"

 

Leo ve Maksut Peşrev'siz ne yapacaktı? "Açıkçası bu kadar kolay kabul edeceğini ben de bilmiyordum. zaten son zamanlarda aklım başka yerlerdeymiş." Bana doğru döndü ve gülümsedi. "Lakin yalnız ayrılacağımı söyledi. Tek başıma!"

 

"Evet, ne kadar kişi dışarı çıkarsa kampın yeri o kadar çok yayılır Peşrev, kurallar biliyorsun. Bir ailen yoksa yanında birini götüremezsin."

 

Peşrev'e baktım endişe ile. Bizim gitmemize izin vermeyecekler öyle mi? "Ova'yı da götüreceğim," dedi Damian'a bakarken. Merakla dinliyordum. O aklından neler geçiyordu? "Onu orada bırakmam! Düşman belli, artık burada durmamın bir anlamı yok. Annemi bulmam gerek. O yaşıyor ve bana ihtiyacı olabilir."

 

"Nasıl bulacaksın?" diye sordu Maksut. Canı bir hayli sıkkındı. Bugün sesini çok az duymuştum. Düşünceliydi. "Bir ipucu bile yok."

 

"Evet," dedi bacaklarını karnına çekerken. "Bu yüzden ilk önce Goşa'yı bulmam gerek. Daha doğrusu onun beni bulmasını sağlamam gerek. Belki de onun elinde. Önce beni doğuran kadını bulup sonra annemin intikamını alacağım Maksut. Goşa'nın ölümü benim elimden olacak."

 

Herkes bir anda sessizliğe gömülürken Asena ayağa kalktı ve önümüze geçti. "Aaa yeter ama! Hadi bir oyun oynayalım. Herkes sakladığı bir şeyi itiraf edip boşluğa taş atsın."

 

Gözlerimi devirdim. Tam yaşına göre bir oyundu. Bir dakika ne? İtiraf mı? İşte bu pek hoşuma gitmemişti. "Harika," dedi Vera ayağa kalkarken. "Hadi bakalım dökülsün bütün sırlar!"

 

"Pekala," dedi Damian ayağa kalkarken. "İlk itiraf benden gelsin o halde!" Eline yerden bir taş aldı ve kenara doğru yaklaştı. "18 yaşındayken Başkan'ı kolundan vurup Peşrev'in üzerine atan bendim."

 

Peşrev gülerek homurdandı. "Biliyordum adi herif."

 

Damian yerine otururken gülümsüyordu. Maksut ayağa kalktı ve elindeki taşı boşluğa fırlattı. "Gerizekalı! Başkanı kolundan vuran bendim. Senin silahından çıktığına inandırdığım için sen vurduğunu sandın."

 

Hepimiz kahkahalara boğulurken kendimi ayakta buldum. Herkes şaşkınlıkla ne itiraf edeceğimi beklerken ben geç kalınmış bir şeyin itirafını yapacaktım. Kenara yaklaştım ve derin bir nefes aldım. Bacaklarım titremeye başlamıştı. "Ben," dedim. Sesim yankı yapıyordu. "Ben gözlerinde boğulduğum adamı gördüğüm ilk andan beri çok seviyorum. Onu gördüğüm ilk andan beri aklımdan çıkaramıyorum."

 

Gözlerimi kapamıştım. Kalbim boğazımda atarken onlara doğru dönmek için kendimde cesaret bulamıyordum. Allah'ım bu nasıl bir heyecandı? "Sonunda," dedi Maksut gülerek. "Bir an hiç söylemeyeceksin sandım deli kız. Dön de şunun tipine bak!" Peşrev'in kafasına sertçe vurdu. "Tipine senin..."

 

Gülerek onlara döndüğümde Peşrev ayağa kalktı ve bana doğru yaklaştı. "Bakma bana öyle şimdi bayılacağım."

 

Önümde durdu ve ellerimi ellerinin arasına aldı. "Ben," diye bağırdı boşluğa doğru. Gözlerini gözlerimden çekmiyordu. "Kokusunu aldığımdan beri bu güzel kadına yanığım!"

 

Kahkaha attılar. "Yaktın Ova kardeşimi!"

 

Ellerinin arasındaki ellerimin terlediğini hissediyordum. Yanaklarım söylediği sözle birlikte yanıyordu. Nefes almadan birbirimize bakarken kalbimin durmasından korkuyordum. "Ve ben gözlerine bakmadığım bir güne daha uyanırsam adam değilim!"

 

Elini arka cebine götürdü ve lacivert renkli bir kutu çıkardı. Kutuda ortasında minik taşlar olan bir bileklik vardı. "Biliyorum bu soruyu bir yüzükle sormam gerekiyordu lakin bu bilekliği kabul etmen benim için daha önemli." Bilekliği avuçlarında tutarken derin bir nefes aldı. "Benimle birlikte buradan çıkman gerek Ova! Çünkü ben sensiz bir saniye bile geçirmek istemiyorum."

 

Maksut araya girdi bir kez daha. "Sen olmayınca çekilmez bir adam oluyor bu vahşi. Bizi ondan kurtar!"

 

Homurdanarak önüne döndü. "1 Ekim," diye fısıldadı. "1 Ekim benim cehennemim oldu gönül kuşu. 1 Ekim'i benim cennetim yapar mısın? Ailem olur musun gönül kuşu? Karım, sevgilim, arkadaşım, sırdaşım olur musun? Benimle evlenir misin?"

 

Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuştum. 1 Ekim benim bütün dünyamdı. Bunu bilmiyor muydu? Ne diyeceğimi bilemiyordum. Hayatım boyunca hayal etmediğim tek an bu andı. "Be-ben," dedim kendi sesimi bile duyamazken. Saçmalayacaktım orası kesindi. "Babam beni sana vermez ki!"

 

Hepsi de kahkahalarla gülerken yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Nefes almakta güçlük çekiyordum. "Baban ne olursa seni bana verir güzelim?"

Güldüm. "Sen şimdi bana bir cevap ver! Söz veriyorum seni babandan isteyeceğim."

 

"Seni seviyorum," dedim bir kez daha gözlerine bakarken. "Sana çok aşığım koca adam!"

 

Ellerimi ellerinin arasına aldı ve uzunca öptü. "Sen hep benimdin. Seni gördüğüm ilk anda da bunu biliyordum. Yaşadığın her anda benimdin." Bilekliği bileğime taktı ve gözlerime baktı. "Annemin. Evlendikleri gün babam takmış ona. Onun gittiğini düşündüğüm gün almıştım yanıma. Sahibini bekliyordu yıllardır."

 

Öyle büyük bir emanet yüklemişti ki bileklerime. Layikiyle taşıyamamaktan çok korkuyordum. Kollarımı kollarına sardım ve bir süre öylece güneşin batışını seyrettik. Ta ki telsizsin sesi aramıza duvar örene kadar.

 

Benden ayrıldı ve cebinden telsizini çıkardı. "Peşrev," dedi başkanın buz gibi sesi. "Beş kişi kayıp ve ne zamandan beri kampta olmadıkları bilinmiyor. Goşa'nın elinde olduklarını düşünüyorum. Hemen dön ve sabaha karşı yola çıkmak için hazırlan."

 

Maksut, elini Peşrev'in omzuna vurdu. "Nişan hediyesi kardeşim," dedi. "Üzülme!"

 

****

 

Adam, ayağını yere sertçe vurdu. "Ne diyorsun sen yeğenim? Ne dediğinin farkında mısın?"

 

Genç adam, omuzlarını dikleştirdi. "Eminim dayı! Ben Ova'ya aşık oldum ve intikam filan istemiyorum."

 

Adam, burnundan soluyarak yeğeninin omuzlarından sarstı. "Öyle mi? Birden kardeş sevgisiyle mi doldun? Hatırlatmakta fayda var! Aşık olduğunu söylediğin kadın kardeşine aşık. Goşa adını verip nam verdim sana. Şu haline bir bak. Benden sonra örgütün başına sen mi geçeceksin?"

 

Genç adam yumruklarını sıktı. "Bu şekilde devam etmek istemiyorum dayı. Sana uyup kardeşimin hayatını mahvettim. Şimdi sevdiği kadını elinden alamam. Onu sevsem de alamam. Yeter artık ben Goşa filan olmak istemiyorum."

 

"Pekala," dedi adam yerine otururken. "Kampı yerle bir edin."

 

"Dur," dedi genç adam. "Dur dayı ne olursun dur! Ne istiyorsun?"

 

"Başkanın bu işin içinde olduğunu açık et. Bir şekilde sağla. Hain olduğunu bilsinler ve savunmasız kalsınlar."

 

"Diyelim ki öyle kaldılar. Eline ne geçecek dayı? Kaybedecek neyi kaldı? Üstelik tek suçu doğmuş olan biriyken..."

 

"Ben kötü adamım oğlum," dedi. "Kötülük için bir sebep aranmaz."

 

****

 

Evett💕yeni bölüm sizlerle... Bir sonraki bölüm ballı lokum tadında olabilir.

 

Beğeni ve yorum yapmayı ihmal etmeyin💕

Loading...
0%